1. yüz (Toplam 1 yüz)

DADALOĞLU VE AVŞAR BOYU'NUN İSYANI

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 01, 2021 17:16
gönderen İlteriş Kağan
Fırsatı ganimet bildiler / Böyle kalmaz padişahın çağları
Eninize boyunuza eğlenin / Sizin olsun Binboğa’nın dağları
El kalmamış Binboğa’ya çıkacak /İp kalmamış salıngaca takacak
Hemen Avşar mıdır başa kakacak/ Bir gün olur geri gelir sağları
Padişah tahtında devrim olursa / Hak adalet ergeç yerin bulursa
Eğer birgün Avşar geri gelirse / Kovgun eder sizin gibi beyleri
Dadaloğlu’m Yetim Ali oldu adın / Ne meskenin kalmış ne kalmış yâdın
Yazıcıoğlu derler harammış sütün / Ben takmıştım taşıdığın tuğları

Dadaloğlu, bu tarihler kesin olmamakla birlikte, 1785 ile 1868 yılları arasında yaşamış bir Türkmen ozanıdır.
Dadaloğlu, genel olarak Toros dağları civarında yaşamıştır. Türkmenlerin konar göçer Avşar (Afşar) boyundandır.
Çevresinde itibarlı bir konuma sahip Dadaloğlu, okumuş, imamlık hizmeti görmüş, aşiret beyinin yanında katiplik görevi yapmıştır . Bu haliyle, Dadaloğlu, aslında kendi çevresi itibariyle göçer Türkmen kocasıdır.
Dadaloğlu’nun aşireti, yüzyıllarca Osmanlı’nın iskân isteğine karşı koymuş ve Toroslar’da konup göçmüştür.
Ama bir gün, Osmanlı’nın Afşarlar’ı iskân etme isteği ile Uzunyayla’nın ellerinden alınmaya çalışılmasından dolayı 1864’de Afşarlar ayaklanırlar.

Bunun üzerine Müşir Derviş Paşa komutasında “Fırka-i Islahiye” adı verilen, on beş piyade taburu, iki süvari alayı, çok sayıda dağ topu olan bir ordu oluşturulur ve 1865’te bölgeye gönderilir. Orduda, ayrıca başkanlığını Cevdet Paşa’nın yaptığı “Heyet-i Islahiye” adlı bir kurul da bulunur. Bir yıl kadar süren kanlı çarpışmalardan sonra 1866 yılında Kozanoğulları ve Küçükalioğulları aşiretleri itaat altına alınır ve Osmanlı, bölgeye hakim olur. Konar göçerliğe son verilir. Sayım yapılır. askerlik çağındaki nüfus belirlenir. Aşiret beyleri İstanbul, Kütahya gibi şehirlere sürgün edilerek oralarda zorunlu iskâna tabi tutulur. Tabi Osmanlı’nın bu iskân gayreti sadece göçerliği önlemek değil, göçerliği önlerken aynı zamanda asker sağlamak ve vergi almak içindir. Çünkü devşirme kalmamıştır, artık tek kaynak Türkmen’dir. Ama acil asker ihtiyacı da vardır. Bütün bu sebeplerle de iskân için uğraşır.

Dadaloğlu ise, bundan sonra yaylağı elinden alınmış ve göçerliği bıraktırılan obasından ayrılıp, Adana’da, Kahramanmaraş’ta, Toroslar’da sazıyla oba oba gezerek, ömrünün son iki yılını türkü söyleyerek geçirir. Memet Fuat, Dadaloğlu’nun bu son durumunu şöyle ifade eder:

“Dadaloğlu yenilginin kaçınılmazlığını görmüş, hüznünü duymuş bir ozandır. Fırka-i Islahiye bütün umutlarını söndürünce “kötü” diye andığı Osmanlının kulu olmayı onuruna yedirememiş, “şimdi yaşaması güç oldu"”diyerek boyunduruk altında yaşamaktansa ölümü yeğlediğini belirtmiştir”

Konunun uzmanlarından Cengiz Orhonlu, iskâna ilişkin yerleşim yerlerini kısaca özetler ve şöyle der:
“Fırka-i İslahiye hareketinde ilk hedef, isyan ve karışıklık yatağı olan ve devlet nüfuzunun hiçbir zaman varamadığı Kozan Dağı ve Çukurova’da olan aşiretleri tenkil ve sonra iskân etmekti... Bu iskân işinde devlete itaatkâr ve yarı yerleşik hayat yaşayan aşiretlerin beyleri büyük rol oynadılar... Fırka-i İslahiye sayesinde iki yıl içinde o taraflarda asayiş tesis edildiği gibi, iskân edilen aşiretler de az zaman içinde yerleşik hayata intibak ettiler..

Toroslar’daki bu Türkmen iskânını, iskân işlerinde görevli bulunan tarihçi Cevdet Paşa, Tezâkir adlı eserinde uzun uzun anlatır. Cevdet Paşa’ya göre, bölgedeki aşiretlerin tamamına yakını Türk’tür. Meselâ, Meselâ, Sis ve Kozan’dan bahsederken şöyle der:

“Karnitili ve Lek ve Hacılar nâm aşiretler dahi Sis’e merbûttur. Fakat kışın Çukurova’nın Sis’e karîb mahâllerinde kışlayıp yazın Harmancık nâm yaylaya giderler ve dâimâ hırsızlık ederler. Bu üç aşiret kürd olup sâir Kozan aşâir ve ahâlisi hep türkdür.”

Tabiî, iskân işleri sırf bu görünen ve anlatılanlar değil!.. Bu sebeple gelelim, Dadaloğlu konusunun esas özüne!..
Çünkü, kanlı Türkmen iskânının hep saklanılmaya çalışılan bir yanı daha vardır ki, kim bilir, belki de Dadaloğlu’na, “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” dedirten ve iskânı bir türlü hazmedilmez kılarak onu oba oba gezdiren budur!..

Yani, Uzunyayla meselesi!..
İskânın diğer yüzünü, diğer bir deyişle Uzunyayla meselesini önce Cevdet Paşa’dan okuyalım:
“...Afşar aşireti yazın Uzunyayla’da ve kışın Çukurova’da bulunup bu esnâda ise Uzunyayla’da birçok çerkes muhacirleri iskân olunmakta idi. Biz dahi bu havalideki aşâiri göçebelikten men’ile isterler ise kışlalarında ve isterler ise yaylalarında iskân etmek üzere tahyir etmiş idik. Afşar aşireti yaylada iskân ârzûsunda olup yaylaları ise çerkes muhacirlerine verilmiş olduğundan ana bedel kendilerine iskân için bir yayla gösterilmek lâzım idi. Sariz arâzisi ise anların Uzunyayla’daki yaylaklarına civâr olmak hasebiyle bu arâzinin kendilerine tahsisi muktezây-i adâlet ve hakkaniyet idi. Binaenaleyh bu bâbda teshilÂt-i lâzime icrâsiyle kendilerinin dil-hâhları vechile iskânları için lâzım gelenlere emirler yazıldı...”

Nitekim, Dadaloğlu’nun hüznünü, Faruk Sümer de, “Oğuzlar” adlı muhteşem eserinde şöyle teyit eder:
“Avşarlar için asıl talihsizlik, asırlardan beri kendilerine ait olan yaylak yurdlarının en iyi kısmının bu esnada Kafkasya’dan gelmiş olan muhacir Çerkesler’e verilmesi oldu.”

Konuyu, ayrıntılı olarak incelemiş olan Bedri Habiçoğlu ise, Uzunyayla meselesini, meselenin tam özünü ortaya koyarak şöyle anlatır:
“Kafkasya’dan gelen Çerkesler için ilk düşünülen iskân alanlarından birisi de Uzun Yayla arazisi olmuştur. Sivas ile Kayseri arasında yer alan ve o zamanlar Sivas Sancağı’na bağlı bulunan bu geniş arazi, XIX.yy.ın ortalarında büyük ölçüde ormanlık ve boş (yani köy ve kasabalar yok) idi. Önceleri Dulgadir Beyleri’nin yaylağı olan Uzun Yayla daha sonra Mekke ve Medine vakıfları arasına alındı. Kafkasya’dan göçler başlayıp da Çerkesler’in burada yerleştirilmeleri düşünülünce önce bu arazinin onlara kiralanması tasarlanmış, ancak daha sonra bunun uygun bir yol olmayacağına karar verilerek, burası Vakıflar’dan alınarak (ilişkisi kesilerek) göçmenlere parasız dağıtılmıştır.

Bu arada Çerkesler’den önemli bir kısmı da buraya sevk edilmişti, zaten. Hatta burasının statüsü daha tam belirlenmeden önce (daha 1869’da) yerleştirme işi başlamış görünüyor. Ancak bir zamandır bu araziyi Türkmen-Afşar aşireti de yaylak olarak kullanmaktaydı. Aşiret yazı orada geçiriyor, kışı ise Çukurova’da geçiriyordu. Hayvan sürüleri ile göçebe olarak yaşayan Afşarlar kışlak ve yaylakları arasında gidip gelirken Göksu Vadisi’ni kullanıyorlardı. İşte bunlar Uzun Yayla’ya Çerkesler’in yerleştirilmesini kabul etmek istemedikleri için bunu önlemeye çalışmışlar ve iki taraf arasında çatışma ve çarpışmalar patlak vermiştir. Bu tarihlerde hükümet göçebelere karşı göçmenleri daha fazla koruyor gibiydi. Çünkü Afşarları kontrol altına almak için Çerkesler’den yararlanmaya çalışmaktaydı. Zaten Osmanlı Devleti bu zamanlarda bütün göçebeleri toprağa bağlamaya çalışıyordu. Ayrıca Afşarların Uzun Yayla ile Çukurova arasında gidiş gelişleri sırasında çiftçi halkın tarla, bağ, ve bahçelerine zarar vermeleri yüzünden bu halk da hükümete Afşarlar’dan olan şikayetlerini iletmişlerdir. Bu da hükümeti Afşarlar’ın aleyhine daha çok döndürmüştür, herhalde.

Ancak 1863’de Afşarlar’ın hükümetin otoritesi altına alınmaları ve bilhassa 1865’de zorla toprağa bağlanmaları ile Uzun Yayla’ya daha geniş ölçüde Çerkes göçmenlerinin yerleştirilmesi kolaylaşmıştır...

Bu şekilde daha 1862 başında Uzun Yayla’daki Çerkes nüfusu 10.000’e ulaşmış ve Muhacirin Komisyonu Başkanı Hafız Paşa dahi buradaki iskân işi için yöreye gelmişti. Göçmenlerin yerleştirilmiş o bölgenin bir kaza adı edilmesine ve Mesudiye denilmesine dahi karar verilmişti. Ancak daha sonra kazanın ismi Aziziye olarak değiştirilmiş ve Mesudiye de bir nahiye merkezi olmuş görünmektedir.

1864’deki göç sırasında da buraya Çerkesler’den bir çok nüfus gönderilmiş olmalıdır. Ancak bunlara dair özel bir bilgi belgelerde mevcut olmadığı için kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak özellikle burada akrabaları ve yakınları bulunanların daha sonraki yıllarda da gönderilmiş olduğu görülmektedir. Ancak 1874’de burasının dolduğu ‘...arazi-i hâliye kalmadığı...’ için yeni göçmen gönderilmemesi istenmiştir.”

Tabi Avşarlar, yaylalarına Osmanlı’nın Çerkes iskân etmesi karşısında tepkisiz kalmazlar ve Osmanlı’nın kayıtlarına bakılacak olursa birkaç Çerkes de öldürürler. Bunun üzerine her iki taraf da silaha sarılır ve çarpışmalar cereyan eder. Sivas Valisi olay yerine gelir. Afşarların öldürdüğü Çerkesler için bir miktar para ödenerek olaylar yatıştırılır. Osmanlı Afşarlar’ı sindirmek için birikmiş vergi borçlarını zorla almaya karar verir. Ve diğer gelişmeler süreci başlar .

Göçmenlere, Uzunyayla gibi en iyi yerleşim yerlerinin verilmesinin yanı sıra, o günün şartlarına göre olağanüstü kolaylıklar ve muafiyetler de tanınır:
“İskân edilen göçmenler on yıl süre ile her türlü vergi ve resimlerden, yirmi beş yıl süre de askerlikten muaf tutuluyorlardı, üç yıl da ürünlerinden öşür alınmıyordu... Göçmenlerden yirmi yıl dolduktan sonra diğer ahali gibi her türlü vergi ve harçların alınmaya başlandığı belirtildiğine göre bu konudaki muafiyet on yıldan yirmi yıla çıkartılmış olmalıdır”

Çerkes göçleri hakkında Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan bir kitapta ise, Afşarlar’ın gelen göçmenlere iyi davranmadıkları (!) belirtilerek, adeta bazı Osmanlı vakanüvisleri tarzında ve okuyunca insana, “Afşarlar da ayıp etmişler” dedirtecek şekilde şöyle anlatılır:

“Özellikle bazı aşiretlerin göçmenlere pek iyi davranmadıkları görülmektedir. Zira bu aşiretlerden göçebe olanları yazın yaylalara çıkmaktaydılar, ancak Sivas-Uzunyayla gibi aşiretlerin yaylak alanları olan sahalar göçmenlere tahsis olununca menfaatlerine dokunduğu için aşiretlerin tepkisine yol açmıştı. Gerçi buralar bahsedilen aşiretlerin mülkleri değildi, ama onlar meseleye bu açıdan bakmıyorlardı. Nitekim Uzunyayla’daki göçmenlere aşiretler tarafından sık sık saldırılarda bulunulduğu görülmektedir. Hatta Afşar aşiretinin taarruzlarından muhacirleri korumak üzere askerî tedbirler de alınmıştı.”

Adı Türk Tarih Kurumu olan bu resmî kurumun yayınladığı kitaplarda da Türk Tarihine böyle bakılınca, elbette ki insan önce Dadaloğlu’nun meşhur tavrını hatırlar:

Ne diyor Dadaloğlu;
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Avşarlar’ın yenilip Çukurova’dan sürülmelerinden sonra arkada kalan yaylaklarını Osmanlılarla iyi geçinen beylerin kullanmaya başlamaları üzerine ise Dadaloğlu şöyle söyler:
Fırsatı ganimet bildiler
Böyle kalmaz padişahın çağları
Eninize boyunuza eğlenin
Sizin olsun Binboğa’nın dağları
El kalmamış Binboğa’ya çıkacak
İp kalmamış salıngaca takacak
Hemen Avşar mıdır başa kakacak
Bir gün olur geri gelir sağları
Padişah tahtında devrim olursa
Hak adalet ergeç yerin bulursa
Eğer birgün Avşar geri gelirse
Kovgun eder sizin gibi beyleri
Dadaloğlu’m Yetim Ali oldu adın
Ne meskenin kalmış ne kalmış yâdın
Yazıcıoğlu derler harammış sütün
Ben takmıştım taşıdığın tuğları

Dadaloğlu, bir Türkmen olduğunun bilincindedir.
Nitekim kimi şiirlerinde Türkmenliği veya Afşar oluşunu açıkça vurgular. Ve Dadaloğlu da saf ve temiz dizeleriyle Türkçe’nin yüzyıllara taşınmasına köprü olmuştur.

Re: DADALOĞLU VE AVŞAR BOYU'NUN İSYANI

İletiGönderilme zamanı: Pzr May 02, 2021 15:03
gönderen Gönül Pınar Atacı
ULU insan ve DAHİ ozan DADALOĞLU'na adanmış her cümlesi MUHTEŞEM VE BÜYÜLEYEN bir belgesel. Çok değerli yazarı sevgili İlteriş'in kalbine, eline ve kalemine sonsuz sağlık ve bağışıklık, esenlik ve mutluluk, utku ve umut.