1. yüz (Toplam 1 yüz)

FRANSA’DA BAŞKANLIK (II)

İletiGönderilme zamanı: Sal Şub 14, 2017 19:00
gönderen Habip Hamza Erdem
FRANSA’DA BAŞKANLIK (II)
‘Büyük İnsanlık Devrimi’ne gidiş
Bilinen sızlanmadır; Türkiye’de yer yerinden oynuyor, bizimki Fransa’daki ‘Devrim’i anlatıyor denilebiliyor.
Oysa, o büyük düşünür ne demişti; ‘burada yazılanlar özünde senin öykündür’.
Aradan ikiyüzyirmisekiz yıl geçmiş olsa da, senin bugünkü öykünün ta kendisidir.
XVI. Louis’nin krallığı döneminde, kral hem ‘Başkomutan’, hem ‘Yargının başı’ (justicier) ve hem de ülkenin bekasını sağlayandır.
Soyluların kılıçlı güçleri ‘Silahlı Kuvvetleri’ oluşturmakta, din adamları da tüm yapılanları Tanrı’nın buyruğuna uydurmaya çalışan ‘sivil güçleri’ oluşturmaktaydı.
İçlerinde esnaf ve zanatkârların da bulunduğu halkın % 99’u ise, ‘soyulup sömürülmeleri efendisinin insafına kalmış” olan XVI. Louis’nin ‘milleti’(!)ni oluşturmaktaydı. ["taillable et corvéable à merci"].
Kral, ekonomik çıkmaz karşısında ‘Meclis’i (Etats genéraux) bir yıl önceden 1 Mayıs 1789 tarihinde toplantıya çağırdı.
O bir yıl içinde, ülkenin her yanında halkın istek ve dileklerini bildirmesi istendi.
İstek ve şikayetleri bir deftere yazılacaktı (Les cahiers de doléances).

O yıl tam 60 bin ‘defter’ imzalandı.
Fransız halkının, ki henüz o güne değin ‘Ulus’ olmamıştı, % 99’u şu isteklerde bulunuyorlardı:
- Kral’a bağlılığa devam edeceğiz ama ‘yetkileri kısıtlansın’!
- ‘Meclis’ pek üzerinde durmuyor ama biz ‘bireysel özgürlük’leri garanti altına alan bir ‘anayasa’ istiyoruz
- Vegilemede ‘eşitlik’ istiyoruz; hem kişisel hem de bölgesel eşitlik.
- Hukuk ihlallerine son verilmesini ve hukusal kurumların sağlam temellere oturtulmasını istiyoruz
- Kimi yükümlülüklerin parayla satın alınmamasını istiyoruz
Sanki, 9 Nisan 2017 günü, 60 gün sonra ‘halkoylaması’ yapılacak, “sizce ülke nasıl yönetilmeli” sorusu sorulmuş da, ‘henüz ulusallaşmasını tamamlamamış olan’ Türkiye halkına sorulmuş da, onlar yanıtlıyorlar:
-Cumhurbaşkanı ise cumhurbaşkanı diyelim ama, öyle ‘sınırsız yetki’ olmaz
-Anayasa’nın başlangıç ilkeleriyle şu ya da bu biçimde oynanılamadan, güçler ayrılığını sağlayan bir ‘Anayasa’ yapılabilir
- Ülke genelinde ‘artan oranlı’ bir ‘servet vergisi’ konularak, vergilemede ‘gerçek adalet’ sağlanmalıdır
- Kim hangi suçu işlemişse, zaman aşımına uğratılmadan, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, gerçek ‘mahkemelerde’ hesap vermelidir
-Parayla askerlik gibi ‘saçmalıklar’a son verilmeli, ‘ÖSO-MÖSO’ ya da ‘Özel Güvenlik’ kuruluşlarına kuruş harcanmamalıdır. Güvenlik parayla satın alınabilecek bir ‘hak’ değildir.
Şimdi 1789 ‘Büyük İnsanlık Devrimi’ne giden yolda, Fransız halkının % 99’unun istekleriyle günümüz Türkiyesinde halkın % 99’unun istekleri arasındaki benzerliği görebiliyor musunuz?
Tam da, 2017 yılı Türkiyesi’nde ‘halkoylaması’na dönüştürülen konuların tıp demiş burnundan düşmüşleri sanki.
Nitekim, Devrim’den on yıl sonra Napolyon’un dediği gibi, “Devrim, diktatörlükten çok halkın eşitsizliğe karşı başkaldırısı olmuştu”.
Ve halkın bu ‘masum istekleri’ yerine getirilmediği için, halk ayaklanmış ve XVI.Louis’nin kafasını koparmıştı.
Bugün de Türkiye’de, ayyuka çıkan yolsuzluk iddilarına karşın doğru dürüst bir ‘yargılama’ yapılamadığı gibi, yargıç ve savcıların her gün yeni bir ‘tarikat’ ya da ‘terör örgütü’ üyesi oldukları ortaya çıkmakta.
Ve en büyük terör örgütlerinin ‘iktidar partisi’ içinde geliştiği de bilinmekte.
PKK da onlarla ‘pazarlık etmekte’, IŞİD ve benzeri örgütler de onlar tarafından desteklenmekte (*), ‘tarikatlar’ oradan beslenmekte, ‘mafyatik örgütler’ onlar tarafından geliştirilmekte vb vb.
Üstüne üstlük, doğru dürüst bir ‘yargı’lama yapılsın denildiğinde ise, yargıç ve savcıların onlara selam durup biat ettikleri gözlenmekte.
Diktatörlük-miktatörlüğe gelince, istersen sen onu kaldırma onursuzluğu gösterenlere yine yap, elini tutan yok; amma velakin, bu ülkenin Fransız Devrimi ve Sovyet Devrimi’nden esinlenen ama özüne uygun bir biçimde ‘özümsenen’ kimi ‘ilke’leri var ki, gözardı etme sakın.
Sen Tanrı’nın vekili de olsan onları çiğneyemezsin!
Vallahi de billahi de bu millet, ‘o masum insanca hakları ve kazanımları tehlikeye düştüğünde’ adamı ayaklarında asar.
Sonra yalan ve riyanın da bir sınırı var, der; vallahi der billahi der.
İşte ‘Fransa’da Başkanlık’ öyküsünü anlatmaya çalışırken, nasıl bir ‘öykü benzerliği’ olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır.
Demek ki, laf ola beri gele diye değil ama, eğer anlama yetilerini tümden yitirmedilerse, bu ülkeyi yönetenlerin üzerinde yeniden düşünebilecekleri konulardır bunlar.
Bundan sonraki bölümlerde, olanağı olduğu ölçüde, Türkiye’deki gelişmelerden uzak bir anlatım yapmayı deneyeceğiz; ama insanlık tarihi bu; istemesek de benzerliklerini gözler önüne sermek durumunda kalıyoruz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(*) Suriye’de ‘IŞİD’le karşı karşıya bırakıldığımız doğrudur. Ancak IŞİD’in Türkiye’nin haydi desteği demeyelim ama ‘gözyumması’ olmadan böylesine gelişemeyeceğini, biz Türkler bilmesek de, dünya alem biliyor. Ve yine, ne hazindir ki, o gün onlara destek olanlar bugün ‘iktidarın gözdeleri’ durumundadırlar (Sic).