Kafkasyaya İsrail ilgisi!..
Gönderilme zamanı: Sal Eki 14, 2008 0:38
İrana yönelik saldırıda üs olarak kullanılabileceği iddia ediliyor
Kafkasyaya İsrail ilgisi
Rus-Gürcü çatışması, olası diğer bölgesel sonuçlarıyla da gündeme gelmeye başladı. Batıda hazırlanan bazı raporlar İsrailin Güney Osetyaya giren Gürcü birliklerine İsrailli bazı askerleri eğittiği savunuluyor. İsrailin bunu İrana karşı olası saldırısında Gürcistanı üs olarak kullanma istediği için yaptığı iddia ediliyor.
Sovyetler Birliğinin çöküşü ve Soğuk Savaşın sona erişinin ardından uluslararası siyasi konjonktürün temellerini derinden sarsan 11 Eylül olayları, yirmi birinci yüzyılın yeni dengelerini belirleyici nitelikte bir gelişme olarak yankılanmıştı. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagona düzenlenen saldırılar ABD hükümeti ve halkını terörizm kavramının can yakıcı doğasıyla tanıştırırken, ABDnin Soğuk Savaş sonrasında kaybettiği düşmanı komünizmi yeni bir düşman olan terörizm ile takas etmesine de yardımcı olmuştu. Nitekim George Bushun terörle mücadele ve demokratikleştirme gibi popülist kavramların ardına sığınarak Irak ve Afganistan gibi stratejik öneme sahip devletlerin işgaline kadar uzanan bir terörle savaş politikası sürdürmesi, Soğuk Savaş yıllarındaki anti-komünizm odaklı, provokatif Amerikan dış politikasını andırmaktadır.
Ne var ki, günümüz ve Soğuk Savaş dönemi arasında kurulabilen bu paralellikler yalnızca ABDnin hamleleriyle sınırlı kalmıyor. SSCB yönetiminin çöküşünün ardından eski gücünü Vladimir Putinle toplamaya çalışmış ve şu an yoluna Putinin benzeri olduğu gözlenen Dmitry Medvedevle devam etmekte olan Rusya Federasyonu, ABDnin tekelindeki küresel güç ortaklığına açıkça talip olduğunu belli ediyor. Ağustos ayının başında Güney Osetyada patlak veren ve Medvedev tarafından Rusyanın 11 Eylülü olarak nitelenen savaş, bunun en önemli habercisi. Gürcistanın toprak bütünlüğünü ihlâli, orantısız güç kullanımı ve BM antlaşmasına karşı gelmesi gibi suçlamalarla özellikle NATO ve AB tarafından sert bir şekilde kınanan Rusya Federasyonu, tüm eleştirilere rağmen tavizsizliğini koruyan duruşuyla başta ABD olmak üzere kendisini izolasyona mahkûm etmeye çalışan NATOya meydan okuyor. Medvedev her ne kadar yeni bir soğuk savaş istemediklerini açıklasa da, tek kutuplu bir dünya düzeninin kabul edilemez olduğunun altını çiziyor. Ancak Rusyanın üstlendiği bu alternatif güç rolü, bu yeni soğuk savaş görüntüsündeki çekişmenin diğer kutbu olan ABD ve müttefiklerini bir hayli rahatsız ettiği açıkça ortada.
Son gelişmeleri bir Soğuk Savaş benzetmesi çerçevesinde incelerken akıllara ilk etapta eskisi gibi bir Doğu-Batı çekişmesinin gelmesi normal olsa da, Güney Osetyada patlak veren savaşın iç yüzü bu varsayıma meydan okur nitelikte. Gerek coğrafi sınırların, gerekse modern çağın hakim ideolojilerinin artık bulanık ve ayırt edilmez birer karakter edindikleri postmodern siyasi konjonktür, Doğu-Batı ayrımını da aynı şekilde etkilemiş durumda. Öyle ki, bir Ortadoğu ülkesi olmasına rağmen ABDnin bir numaralı müttefiki ve en önemli bölgesel kozu olan İsrailin, bu ülkeden aldığı stratejik ve ekonomik gücü Kafkasyayı bile birbirine katabilecek şekilde uygulayabilmesi, hızla ilerleyen küreselleşmenin artık devletler arası ilişkileri ne gibi boyutlara taşıdığını gözler önüne seriyor. Uzaktan bakıldığında ikinci bir Soğuk Savaş izlenimi veren Rusya-Gürcistan gerginliğinin, kapalı kapılar ardındaki ayrıntıları incelendiğinde ne denli komplike bir postmodern savaş başlatabileceği görülebilir.
ORTADOĞU GERÇEKLERİ
İsveç Savunma Araştırmaları Enstitüsünün Kafkasyada yaşanan son savaş üzerine yayınladığı inceleme raporunda, İsrail askerlerinin Güney Osetyaya düzenlenen saldırılara Gürcü ordusu ile birlikte katıldığı öne sürüldü. Raporda yer alan en çarpıcı nokta ise, İsrailin Lübnandaki operasyonlarının hazırlığından sorumlu General Gal Hirshin de savaş sırasında bizzat Gürcistanda bulunup, Gürcü ordusunun Tskhinvaliye düzenlediği saldırının teknik hazırlıklarını yönettiği iddiası. Bununla birlikte bini aşkın İsrailli askeri uzmanın savaşta yer aldığına, hatta bazı askerlerin ise sıcak çatışma içerisinde görevlendirildiğine dikkat çeken rapor, aynı zamanda Tel Aviv ve Tiflis arasında imzalanmış olan gizli bir antlaşmanın varlığını da gündeme getirdi. Rapora göre bu antlaşma, İrana saldırı hazırlığı içerisinde bulunduğu öngörülen İsrailin, askeri ve stratejik destek karşılığında Gürcistanı İrana karşı bir üs olarak kullanma amacıyla imzalandı.
Filistin direnişi dolayısıyla şehir savaşı konusunda antrenmana sahip olan İsrail ordusunun, bu konuda ABD ve müttefiklerine eğitim desteği verdiği zaten bilinmektedir. Irakın 2003teki işgaline hazırlık amacıyla Batı Şeria toprakları üzerinde savaş eğitimi gören ABD askerlerinin, öğrendikleri şehir savaşı tekniklerini bazı gerçek operasyonlarda Filistinli siviller üzerinde uyguladıkları da birçok çevrede yankı bulmuş bir iddiadır. Dolayısıyla, müttefiklerine bu tür bir askeri desteği esirgemeyen İsrailin, Gürcü ordusunu eğitme amacıyla Güney Osetya savaşına katılmış olması da aslında şaşırtıcı olmayan bir iddiadır. Bu raporla ilgili dikkat çeken nokta ise, birçok çevrede telaffuz edilmeye başlanmış olan olası İran saldırısına dair ipuçları içermesidir. İsrailin henüz Haziran ayında Akdenizde 1400 kilometrelik, tam teçhizatlı bir savaş tatbikatı gerçekleştirmesi, hâlihazırda varolan saldırı ihtimalini güçlendiren bir kanıt olarak değerlendirilmişti. Osetya savaşının ardından yayınlanan bu raporda Gürcistanın üs olarak kullanılacağı iddiasının yer almasıysa, bu tezi destekleyen başka bir kanıt niteliğindedir. Zira İrana coğrafi yakınlığıyla İsrail için bir avantaj oluşturan Gürcistan, olası bir saldırıda stratejik açıdan önemli bir koz haline gelebilir.
BATININ GİZLEDİKLERİ
Bu çarpıcı raporun ABD ve Avrupa basınında yankı bulmamış oluşu elbette bir sürpriz değil. Zira işaret edilen gerçekler yerine işaret eden parmağı göz önüne alan çıkarımlara varmak, özellikle Avrupa basınında gelenkselleşmiş bir eğilim olagelmiştir. Savaşın başından beri su yüzüne çıkmaya başlayan karanlık ayrıntılar yerine liberal-kapitalist düzenin en kuvvetli örtbas araçlarından bazıları olan uluslararsı hukuk ve insan hakları gibi esnek kavramların içlerinin boşaltılarak kullanılması, bu geleneği destekler niteliktedir. Rusyanın uluslararası hukuk ve insan hakları ihlâllerinin kabul edilemez olduğunu haykıran Batı basınının, Kosovanın bağımsızlığı sırasında çiğnenen BM kararlarına yahut Filistinde altmışıncı yılını geride bırakan insanlık dramına sessiz kalması da bir tesadüf değildir. Dolayısıyla, İsrail hakkında böylesine çarpıcı iddiaları barındıran bir raporun dünya kamuoyuna yeterince duyurulmaması bir ihmal değil, bilinçli olarak uygulanmış bir stratejidir.
Kafkasya savaşının ardından telaffuz edilmeye başlanan ikinci bir Soğuk Savaş, başladığı takdirde geleneksel denge ve normları tehdit edecek boyutta komplike bir yapıya sahip olacaktır. Bir tarafta gerilen Batı-Rusya ilişkilerinin, diğer tarafta ise artık iyice kızışan İran-İsrail gerginliğinin tüm dünyayı olduğu gibi Kafkasyayı da derinden etkilediği açıkça ortadadır. Dolayısıyla, Güney Osetya savaşı gibi bölgesel düzeydeki çatışmaların alışılagelmiş evrensel kavramlar çerçevesinde değerlendirilmesi ve aynı yüzeysellikte incelenmesi, İsrail-İran çekişmesi gibi perde arkasında kalan büyük gelişmelerin günışığına çıkmasına engel olmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Aylin YARDIMCI - TUSAM Kafkasya Araştırmaları Masası
Kafkasyaya İsrail ilgisi
Rus-Gürcü çatışması, olası diğer bölgesel sonuçlarıyla da gündeme gelmeye başladı. Batıda hazırlanan bazı raporlar İsrailin Güney Osetyaya giren Gürcü birliklerine İsrailli bazı askerleri eğittiği savunuluyor. İsrailin bunu İrana karşı olası saldırısında Gürcistanı üs olarak kullanma istediği için yaptığı iddia ediliyor.
Sovyetler Birliğinin çöküşü ve Soğuk Savaşın sona erişinin ardından uluslararası siyasi konjonktürün temellerini derinden sarsan 11 Eylül olayları, yirmi birinci yüzyılın yeni dengelerini belirleyici nitelikte bir gelişme olarak yankılanmıştı. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagona düzenlenen saldırılar ABD hükümeti ve halkını terörizm kavramının can yakıcı doğasıyla tanıştırırken, ABDnin Soğuk Savaş sonrasında kaybettiği düşmanı komünizmi yeni bir düşman olan terörizm ile takas etmesine de yardımcı olmuştu. Nitekim George Bushun terörle mücadele ve demokratikleştirme gibi popülist kavramların ardına sığınarak Irak ve Afganistan gibi stratejik öneme sahip devletlerin işgaline kadar uzanan bir terörle savaş politikası sürdürmesi, Soğuk Savaş yıllarındaki anti-komünizm odaklı, provokatif Amerikan dış politikasını andırmaktadır.
Ne var ki, günümüz ve Soğuk Savaş dönemi arasında kurulabilen bu paralellikler yalnızca ABDnin hamleleriyle sınırlı kalmıyor. SSCB yönetiminin çöküşünün ardından eski gücünü Vladimir Putinle toplamaya çalışmış ve şu an yoluna Putinin benzeri olduğu gözlenen Dmitry Medvedevle devam etmekte olan Rusya Federasyonu, ABDnin tekelindeki küresel güç ortaklığına açıkça talip olduğunu belli ediyor. Ağustos ayının başında Güney Osetyada patlak veren ve Medvedev tarafından Rusyanın 11 Eylülü olarak nitelenen savaş, bunun en önemli habercisi. Gürcistanın toprak bütünlüğünü ihlâli, orantısız güç kullanımı ve BM antlaşmasına karşı gelmesi gibi suçlamalarla özellikle NATO ve AB tarafından sert bir şekilde kınanan Rusya Federasyonu, tüm eleştirilere rağmen tavizsizliğini koruyan duruşuyla başta ABD olmak üzere kendisini izolasyona mahkûm etmeye çalışan NATOya meydan okuyor. Medvedev her ne kadar yeni bir soğuk savaş istemediklerini açıklasa da, tek kutuplu bir dünya düzeninin kabul edilemez olduğunun altını çiziyor. Ancak Rusyanın üstlendiği bu alternatif güç rolü, bu yeni soğuk savaş görüntüsündeki çekişmenin diğer kutbu olan ABD ve müttefiklerini bir hayli rahatsız ettiği açıkça ortada.
Son gelişmeleri bir Soğuk Savaş benzetmesi çerçevesinde incelerken akıllara ilk etapta eskisi gibi bir Doğu-Batı çekişmesinin gelmesi normal olsa da, Güney Osetyada patlak veren savaşın iç yüzü bu varsayıma meydan okur nitelikte. Gerek coğrafi sınırların, gerekse modern çağın hakim ideolojilerinin artık bulanık ve ayırt edilmez birer karakter edindikleri postmodern siyasi konjonktür, Doğu-Batı ayrımını da aynı şekilde etkilemiş durumda. Öyle ki, bir Ortadoğu ülkesi olmasına rağmen ABDnin bir numaralı müttefiki ve en önemli bölgesel kozu olan İsrailin, bu ülkeden aldığı stratejik ve ekonomik gücü Kafkasyayı bile birbirine katabilecek şekilde uygulayabilmesi, hızla ilerleyen küreselleşmenin artık devletler arası ilişkileri ne gibi boyutlara taşıdığını gözler önüne seriyor. Uzaktan bakıldığında ikinci bir Soğuk Savaş izlenimi veren Rusya-Gürcistan gerginliğinin, kapalı kapılar ardındaki ayrıntıları incelendiğinde ne denli komplike bir postmodern savaş başlatabileceği görülebilir.
ORTADOĞU GERÇEKLERİ
İsveç Savunma Araştırmaları Enstitüsünün Kafkasyada yaşanan son savaş üzerine yayınladığı inceleme raporunda, İsrail askerlerinin Güney Osetyaya düzenlenen saldırılara Gürcü ordusu ile birlikte katıldığı öne sürüldü. Raporda yer alan en çarpıcı nokta ise, İsrailin Lübnandaki operasyonlarının hazırlığından sorumlu General Gal Hirshin de savaş sırasında bizzat Gürcistanda bulunup, Gürcü ordusunun Tskhinvaliye düzenlediği saldırının teknik hazırlıklarını yönettiği iddiası. Bununla birlikte bini aşkın İsrailli askeri uzmanın savaşta yer aldığına, hatta bazı askerlerin ise sıcak çatışma içerisinde görevlendirildiğine dikkat çeken rapor, aynı zamanda Tel Aviv ve Tiflis arasında imzalanmış olan gizli bir antlaşmanın varlığını da gündeme getirdi. Rapora göre bu antlaşma, İrana saldırı hazırlığı içerisinde bulunduğu öngörülen İsrailin, askeri ve stratejik destek karşılığında Gürcistanı İrana karşı bir üs olarak kullanma amacıyla imzalandı.
Filistin direnişi dolayısıyla şehir savaşı konusunda antrenmana sahip olan İsrail ordusunun, bu konuda ABD ve müttefiklerine eğitim desteği verdiği zaten bilinmektedir. Irakın 2003teki işgaline hazırlık amacıyla Batı Şeria toprakları üzerinde savaş eğitimi gören ABD askerlerinin, öğrendikleri şehir savaşı tekniklerini bazı gerçek operasyonlarda Filistinli siviller üzerinde uyguladıkları da birçok çevrede yankı bulmuş bir iddiadır. Dolayısıyla, müttefiklerine bu tür bir askeri desteği esirgemeyen İsrailin, Gürcü ordusunu eğitme amacıyla Güney Osetya savaşına katılmış olması da aslında şaşırtıcı olmayan bir iddiadır. Bu raporla ilgili dikkat çeken nokta ise, birçok çevrede telaffuz edilmeye başlanmış olan olası İran saldırısına dair ipuçları içermesidir. İsrailin henüz Haziran ayında Akdenizde 1400 kilometrelik, tam teçhizatlı bir savaş tatbikatı gerçekleştirmesi, hâlihazırda varolan saldırı ihtimalini güçlendiren bir kanıt olarak değerlendirilmişti. Osetya savaşının ardından yayınlanan bu raporda Gürcistanın üs olarak kullanılacağı iddiasının yer almasıysa, bu tezi destekleyen başka bir kanıt niteliğindedir. Zira İrana coğrafi yakınlığıyla İsrail için bir avantaj oluşturan Gürcistan, olası bir saldırıda stratejik açıdan önemli bir koz haline gelebilir.
BATININ GİZLEDİKLERİ
Bu çarpıcı raporun ABD ve Avrupa basınında yankı bulmamış oluşu elbette bir sürpriz değil. Zira işaret edilen gerçekler yerine işaret eden parmağı göz önüne alan çıkarımlara varmak, özellikle Avrupa basınında gelenkselleşmiş bir eğilim olagelmiştir. Savaşın başından beri su yüzüne çıkmaya başlayan karanlık ayrıntılar yerine liberal-kapitalist düzenin en kuvvetli örtbas araçlarından bazıları olan uluslararsı hukuk ve insan hakları gibi esnek kavramların içlerinin boşaltılarak kullanılması, bu geleneği destekler niteliktedir. Rusyanın uluslararası hukuk ve insan hakları ihlâllerinin kabul edilemez olduğunu haykıran Batı basınının, Kosovanın bağımsızlığı sırasında çiğnenen BM kararlarına yahut Filistinde altmışıncı yılını geride bırakan insanlık dramına sessiz kalması da bir tesadüf değildir. Dolayısıyla, İsrail hakkında böylesine çarpıcı iddiaları barındıran bir raporun dünya kamuoyuna yeterince duyurulmaması bir ihmal değil, bilinçli olarak uygulanmış bir stratejidir.
Kafkasya savaşının ardından telaffuz edilmeye başlanan ikinci bir Soğuk Savaş, başladığı takdirde geleneksel denge ve normları tehdit edecek boyutta komplike bir yapıya sahip olacaktır. Bir tarafta gerilen Batı-Rusya ilişkilerinin, diğer tarafta ise artık iyice kızışan İran-İsrail gerginliğinin tüm dünyayı olduğu gibi Kafkasyayı da derinden etkilediği açıkça ortadadır. Dolayısıyla, Güney Osetya savaşı gibi bölgesel düzeydeki çatışmaların alışılagelmiş evrensel kavramlar çerçevesinde değerlendirilmesi ve aynı yüzeysellikte incelenmesi, İsrail-İran çekişmesi gibi perde arkasında kalan büyük gelişmelerin günışığına çıkmasına engel olmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Aylin YARDIMCI - TUSAM Kafkasya Araştırmaları Masası