Putin'in soğuk savaşı - Saakaşvilinin hesabı?
Gönderilme zamanı: Cmt Kas 08, 2008 17:07
Putin'in soğuk savaşı - Saakaşvilinin hesabı?
Önce petrol fiyatlarının artması, ardından ABDnin dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizle baş etme çabaları, her halde en çok Vladimir Putinin işine yaramıştır. Kosovanın rövanşını almak için gücünü kanıtlamak açısından bu olaylar Vladimir Putinin kaçırmayacağı fırsatlardı. İçerde ve dışarıda son derece güçlü bir imaja kavuşan Putin, Gürcistanda Saakaşvilinin beceriksizlik olarak yorumlanan Güney Osetya girişimini vakit yitirmeden bastırma cesaretiyle Kafkaslarda Rusya aleyhine gelişebilecek denklemi kendi lehine yönlendirmesi açısından başarılı oldu. Azerbaycanın son günlerde petrolünü Rusya üzerinden satabileceğine dair söylemleri, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin göreli olarak yumuşama eğiliminde olması, Orta Asya Cumhuriyetlerinin de Rusyaya daha sıcak bakmaya başlamaları gibi belirtiler Rusyanın askeri güç kullanımından sonra ortaya çıktı. Türkiye Ermenistan ile ABDnin önerisi ve etkisi ile ilişkilerini düzeltme yolunu seçerken bu durum Azerbaycanda da burukluk yarattı. Bu konu üzerinde ayrıca ve uzunca durulması gereken bir husus.
Rusyanın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini korkutarak bunları NATO ve ABDye daha da yakınlaştırması ise dünya siyasetinin son yıllardaki önemli evrilme hareketi olarak değerlendiriliyor. Putinin sanıldığı kadar güçlü olmayan Rus Silahlı Kuvvetlerini hangi ölçülerde ve daha nerelerde diplomasisini desteklemek için kullanabileceği şimdilik yanıtı zor bir soru olarak duruyor. Ama Soğuk Savaş dönemindeki gibi Venezüellaya askeri yoldan adım atması da ben bir dünya gücü olmak istiyorum düşüncesinin ve hedefinin açık bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Batı ülkelerinde Putinin bu agresif politikasının bir bedeli olacağı söylenirken, bu bedelin ödenmesinin ve hatta Ahmedinejad ile ABD hesaplaşmasının Batı Dünyasının bu en önemli ekonomik krizinde epey bir süre için ertelendiğini söylemek de olası. Çünkü biliyoruz ve görüyoruz ki Avrupa ülkeleri esasen askeri, ekonomik ve siyasi konularda bir konsensüs içinde değiller. ABD ise seçimler ve ekonomik kriz ortamında eli kolu bağlanmış durumda. Halkının dikkatini dağıtmak için bile dışarıda bir gerginliği tırmandırıp içerideki sıkıntıları bastırma konusunda elinde pek fazla inandırıcı neden yok. Cumhuriyetçilerin seçim kaybetme pahasına böyle lükslere başvurma olanakları yok.
PUTİNİN SERTLEŞEN ÇİZGİSİ
Bunları değerlendiren Putinin Stalinvari sert bir çizgiye geldiği, nasıl ki Stalin, 1940 yılında Finlandiyanın egemenlik haklarına tecavüz ettiyse ve Putinin de aynı şekilde Batıya meydan okurcasına eski bir Sovyet Cumhuriyetini işgale kalkıştığı veya en azından ona ciddi bir ders verdiği açık. Putinin yeni çizgisinin 1989un 9 Kasımında Komünizmin çöküşünden bu yana Batı Dünyasının karşılaştığı en önemli gelişme olduğu da üzerinde ayrıca durulması gereken bir olgu. Yani Putin 8 Ağustos 2008de tavrını ve limitlerini bir çok Rusya uzmanınca beklendiği üzere net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Putin bu hareketiyle de kalkınma ve endüstrileşme yolunda hızlı adımlar atan Çinden çok farklı olarak, bu kalkınma ve modernleşmeden ziyade eski Sovyet İmparatorluğu içgüdüsü ile tanınma ve korku salma stratejisini seçmiş oldu. Hatta belki de Rusya bu eylem ile yeni bir emperyal Rönesans yoluna girdi. Bu emperyal Rönesansın etkileri ve yaydığı dalgalar ise şimdilik Gürcistanın Rusya ile ilişkilerini kesinkes koparmasına, Polonyanın iyice ABD saflarına yaslanmasına, Baltık ülkelerinin ise uykularının kaçmasına neden oluyor. Ama ABDnin Karadenize girme çabası ve hatta bu son olaylar nedeniyle göndermiş olduğu Amiral Gemisi ile bayrak göstermesinin sonuçları ve getireceği gelişmeler ise her halde en çok Ukrayna üzerinde gerçekleşecektir. Yani gelecekte ortaya çıkabilecek bir ABD-Rusya gerginliğinin Ukraynayı çok daha ciddi ölçülerde etkilemesi olası.
Gürcistan Savaşının en önemli sonuçlarından birinin de Rusyada yönetimin Medvedevde değil de Putinde olduğunu açıkça göstermesidir. Çünkü Gürcistana savaş açılmasıyla ilgili değerlendirmeyi binlerce kilometre uzaktan dünya televizyonlarına yapan Medvedev değil Putindi ve yine Güney Osetya sınırlarına gidip savaştan kaçanlara karşı koruyucu melek tavrı takınan da Putin idi. Putini bu yeni bölgesel anlamda sıcak, küresel anlamda ise adeta yeni bir soğuk savaşa cesaretlendiren faktörler ise hiç şüphesiz; Batı Dünyasının birbirine olan güvensizliği, rekabet ve çıkar ilişkileri ve yine Batılıların ekonomik sorunlarının ayak sesleri ile özellikle Avrupalıların bir kısmının Rusyaya olan enerji bağımlılığıdır. Ancak Putini agresif dış politikaya yönlendiren en önemli desteğin de Rusyanın ekonomik rahatlığının petro-dolarlar ile gerçekleşmiş olması. 1994 yılında döviz rezervleri 4 milyar Dolar olan Rusyanın bugünkü döviz rezervi 560 milyar Dolara erişmiş durumda. Hatta bunun sonucu son günlerde İzlanda ekonomisinin çökme, bankalarının batma noktasına geldiğinde Rusya Federasyonunun İzlandaya dört milyar Dolar kredi verebileceğini açıklamış olması Rusyanın ekonomik açıdan gücünün bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yine, 1995 yılında Rusların ihracatı 67 milyar Dolar iken bu rakam bu günlerde 350 milyar Doları aşmış durumda. 1998e kadar eksi veren kalkınma hızı da 2000 yılından bu yana hep yüzde 7ler civarında gerçekleşmiş. Hal böyle iken ve Rusyanın belli ölçülerde dünya finans piyasalarında elindeki likiditeyle söz sahibi olmaya başladığı da düşünülürse Putinin bir emperyal Rönesans konusunda daha da somut adımlar atacağı bundan böyle daha olası olabilir.
SAAKAŞVİLİNİN AMACI
Rusyanın amacının Güney Osetyayı ele geçirmenin ötesinde bütün Gürcistanı kontrol altına almak olduğunu söyleyen Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili ilk saldırgan hareketin kendilerinden gelmediğini, 7 Ağustosta 150 kadar Rus tankının Kuzey Osetyadan Güneye yürütüldüğünü ve bunların amacının Gürcü köylerini işgal olduğunu söylese de özellikle Ruslar ilk hareketin yoğun top ateşleriyle Gürcülerden geldiğini iddia ediyorlardı. Karşılıklı suçlamalarda Saakaşvilinin kendine göre savunduğu ve ilk saldıranın kendisinin olmadığını kanıtlamaya çalıştığı argümanlar varsa da dünya siyasal çevrelerinin genel kanısının Rusları provoke eden veya Ruslara saldırı yolu ve bahanesini sağlayanın Saakaşvili olduğu yönünde. Olayların gelişim evreleri derinliğine incelenirse bu iddianın doğrulanabilirliği açısından geçmişe dönük olay ve olgulara rastlamak da ayrıca söz konusu.
Columbia Üniversitesi ve George Washington Üniversitesi Hukuk Okulu mezunu olan Mikhail Saakaşvilinin 1995 yılında Senatör McCain ile International Republica Instituteda tanışmaları ve eski Sovyet Cumhuriyetleri için yeni liderler arayan McCainin burada ilgisini çekmesi Saakaşvilinin hayatının akışını değiştirdi. New Yorkta çalıştığı hukuk bürosundaki işini bilahare terk edip Gürcistanda politikaya atılan Saakaşvilinin Amerikalılar ve özellikle Senatör McCain ile sıkı teması bu süreçte de devam etti. 2003 yılındaki Gül Devrimi ile iktidara gelen genç avukat, bundan böyle Amerikan desteği ve stratejisiyle ciddi yönetim başarıları gösterip devlet kadrolarındaki şişkinliği azalttı ve her kademedeki rüşvet olaylarını büyük ölçüde engelleyip çok genç ve çoğu ABDde okumuş bir kadro ile devleti yönetmeye başladı. Ne var ki yönetimde başarılar gösteren Saakaşvili gençliğinin de verdiği hazımsızlıkla zaman içinde tek başlı ve son sözü ben söylerim anlayışında bir yönetim tarzı benimsedi. Bununla da kalmayıp muhalefeti ve özellikle de muhalif medyayı şiddet kullanarak susturma yoluna gitti. Saakaşvili, bütün bunları yaparken şüphesiz ki arkasındaki Amerikan desteğinden cesaret aldı.
130 kadar Amerikalı ve yine İsrailden geldiği söylenen askeri danışmanlarla ordusunu ve silahlarını yenileyen Saakaşvili, İsrailin az askeri güçle büyük askeri güce karşı koyma stratejisini benimseyerek Rusyaya kafa tutabileceğini zannetti. Bu konuda Amerikalılardan ne ölçüde destek vaatleri aldığı ise muğlak. Amerikalıların Saakaşviliye fazla ileri gitmemesi konusunda uyardıkları söylense de, öte yandan Amerikalı Şahin kesimin genç lideri tahrik etmiş olması da muhtemel. Bunu doğrulayacak, destekleyecek nedenler de mevcut aslında. Her şeyden önce Rus saldırısı bahanesiyle ABD, Karadenize bir ölçüde girmiş oluyor. Bu gelişme ise öte yandan Ruslardan ciddi ölçüde korkmaya başlayan eski Sovyet Bloğu ülkelerini kendine daha çok ve sorgusuz bağlıyor ve ayrıca AB ülkelerinin Rusya ile olan ilişkilerinin daha ölçülü olmasına yol açacak bir gelişme de sağlıyor. Yine Batılı askeri uzmanların belirttiği üzere ABD, belki de bu askeri hareketle Rusyanın gücünü ve ordusunun hareket yeteneğini ölçmüş oluyor. Hatta bu süreç içinde Rusyanın G-8lerden çıkarılacak olması ihtimali ve Rus saldırganlığı bahane edilerek Çinin ve dolayısıyla Şanghay İşbirliği Örgütünün temelinin zayıflatılması da Amerikan politikasının ince hesaplarından olabilir.
SAAKAŞVİLİ KULLANILDI MI?
Zeki bir insan olduğu söylenen Saakaşvilinin öncelikle Rus ve ihtimal dahilindeki Amerikan tahriklerine kapılması konusu ise ihtiyatla ele alınması gereken bir husus. Yani Saakaşvili bir oyuna mı itildi hatta kullanıldı mı? Bunun yanıtı ilk adımda evet olabilirse de meselenin öteki yüzü belki de Saakaşvilinin bu oyuna isteyerek gelmiş olabileceğini de akıllara getirmiyor değil. Çünkü belki de Saakaşvili Rusya ile arasındaki sorunu uzun vadede çözemeyeceğini, içerde ve dışarıda güç kaybedeceğini biliyordu. Rus saldırısına maruz kalan ülkesinin bütün kayıp ve sıkıntılarına rağmen konunun uluslararasılaşmasını sağladı ve konunun uluslararası düzeye erişmesinin faydalarını da hesaplayarak bunun sonucunda Batı desteğini daha somut bir şekilde arkasına almanın yolunun da bir savaştan geçeceğini Saakaşvilinin düşünmüş olması ihtimaller dahilinde bulunuyor. Yani Saakaşvili kaybedeceğini bildiği bir savaşı bilerek ve isteyerek başlatmış olabilir. Öte yandan Saakaşvili, Batılıların olası bir savaşta kendini askeri yönden güçlü bir şekilde desteklemeyeceklerini tahmin ettiği halde sırf Rusların agresif politikasını kanıtlamak için de bunu yapmış olabilir. Öte yandan Saakaşvilinin bu girişiminin Amerikadaki seçimlerde şansları az gibi gözüken Cumhuriyetçileri ve dostu Senatör McCaini desteklemek için de yapılmış olduğu düşünülebilir. Çünkü dış politika konularını daha şahince ele alan Cumhuriyetçilerin Amerikan halkını Barack Obamanın güvercin yaklaşımından soğutmak için bir Rus saldırganlığından, tehdidinden yararlanabilecekleri de söz konusudur. Zaman Saakaşvilinin hesaplarının kendisi veya Amerikalıları gözetmek için mi olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak akla gelen husus Saakaşvilinin bu hesaplarının ciddi risk içeren bir şekilde ortaya koyulmasının rasyonelliği ve ülkesi için yarattığı sıkıntılara deyip deymeyeceğidir.
Sonuç olarak Saakaşvili savaşı kaybetmiştir, Ruslar kazanmıştır. ABD de herhangi bir zarara uğramamıştır. Ancak somut ve çok yönlerden kaybeden bir taraf vardır ki o da Türkiyedir. Türkiyenin hassasiyetle yürütmesi gereken Kafkas politikası, Rusya ve Amerika ile olan bıçak sırtındaki ilişkileri bundan böyle belki de yeniden ele alınmalıdır. Kafkaslardaki bu savaşın sonunda Türkiyenin siyasi ve ekonomik açıdan Rusya ile arasındaki ilişkilerde ortaya çıkmış olabilecek hasarın tespiti ve bunu giderici önlemler de yeniden, acilen ele alınmalıdır.
Ali KÜLEBİ - TUSAM Başkanvekili / 03.11.2008
Önce petrol fiyatlarının artması, ardından ABDnin dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizle baş etme çabaları, her halde en çok Vladimir Putinin işine yaramıştır. Kosovanın rövanşını almak için gücünü kanıtlamak açısından bu olaylar Vladimir Putinin kaçırmayacağı fırsatlardı. İçerde ve dışarıda son derece güçlü bir imaja kavuşan Putin, Gürcistanda Saakaşvilinin beceriksizlik olarak yorumlanan Güney Osetya girişimini vakit yitirmeden bastırma cesaretiyle Kafkaslarda Rusya aleyhine gelişebilecek denklemi kendi lehine yönlendirmesi açısından başarılı oldu. Azerbaycanın son günlerde petrolünü Rusya üzerinden satabileceğine dair söylemleri, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin göreli olarak yumuşama eğiliminde olması, Orta Asya Cumhuriyetlerinin de Rusyaya daha sıcak bakmaya başlamaları gibi belirtiler Rusyanın askeri güç kullanımından sonra ortaya çıktı. Türkiye Ermenistan ile ABDnin önerisi ve etkisi ile ilişkilerini düzeltme yolunu seçerken bu durum Azerbaycanda da burukluk yarattı. Bu konu üzerinde ayrıca ve uzunca durulması gereken bir husus.
Rusyanın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini korkutarak bunları NATO ve ABDye daha da yakınlaştırması ise dünya siyasetinin son yıllardaki önemli evrilme hareketi olarak değerlendiriliyor. Putinin sanıldığı kadar güçlü olmayan Rus Silahlı Kuvvetlerini hangi ölçülerde ve daha nerelerde diplomasisini desteklemek için kullanabileceği şimdilik yanıtı zor bir soru olarak duruyor. Ama Soğuk Savaş dönemindeki gibi Venezüellaya askeri yoldan adım atması da ben bir dünya gücü olmak istiyorum düşüncesinin ve hedefinin açık bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Batı ülkelerinde Putinin bu agresif politikasının bir bedeli olacağı söylenirken, bu bedelin ödenmesinin ve hatta Ahmedinejad ile ABD hesaplaşmasının Batı Dünyasının bu en önemli ekonomik krizinde epey bir süre için ertelendiğini söylemek de olası. Çünkü biliyoruz ve görüyoruz ki Avrupa ülkeleri esasen askeri, ekonomik ve siyasi konularda bir konsensüs içinde değiller. ABD ise seçimler ve ekonomik kriz ortamında eli kolu bağlanmış durumda. Halkının dikkatini dağıtmak için bile dışarıda bir gerginliği tırmandırıp içerideki sıkıntıları bastırma konusunda elinde pek fazla inandırıcı neden yok. Cumhuriyetçilerin seçim kaybetme pahasına böyle lükslere başvurma olanakları yok.
PUTİNİN SERTLEŞEN ÇİZGİSİ
Bunları değerlendiren Putinin Stalinvari sert bir çizgiye geldiği, nasıl ki Stalin, 1940 yılında Finlandiyanın egemenlik haklarına tecavüz ettiyse ve Putinin de aynı şekilde Batıya meydan okurcasına eski bir Sovyet Cumhuriyetini işgale kalkıştığı veya en azından ona ciddi bir ders verdiği açık. Putinin yeni çizgisinin 1989un 9 Kasımında Komünizmin çöküşünden bu yana Batı Dünyasının karşılaştığı en önemli gelişme olduğu da üzerinde ayrıca durulması gereken bir olgu. Yani Putin 8 Ağustos 2008de tavrını ve limitlerini bir çok Rusya uzmanınca beklendiği üzere net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Putin bu hareketiyle de kalkınma ve endüstrileşme yolunda hızlı adımlar atan Çinden çok farklı olarak, bu kalkınma ve modernleşmeden ziyade eski Sovyet İmparatorluğu içgüdüsü ile tanınma ve korku salma stratejisini seçmiş oldu. Hatta belki de Rusya bu eylem ile yeni bir emperyal Rönesans yoluna girdi. Bu emperyal Rönesansın etkileri ve yaydığı dalgalar ise şimdilik Gürcistanın Rusya ile ilişkilerini kesinkes koparmasına, Polonyanın iyice ABD saflarına yaslanmasına, Baltık ülkelerinin ise uykularının kaçmasına neden oluyor. Ama ABDnin Karadenize girme çabası ve hatta bu son olaylar nedeniyle göndermiş olduğu Amiral Gemisi ile bayrak göstermesinin sonuçları ve getireceği gelişmeler ise her halde en çok Ukrayna üzerinde gerçekleşecektir. Yani gelecekte ortaya çıkabilecek bir ABD-Rusya gerginliğinin Ukraynayı çok daha ciddi ölçülerde etkilemesi olası.
Gürcistan Savaşının en önemli sonuçlarından birinin de Rusyada yönetimin Medvedevde değil de Putinde olduğunu açıkça göstermesidir. Çünkü Gürcistana savaş açılmasıyla ilgili değerlendirmeyi binlerce kilometre uzaktan dünya televizyonlarına yapan Medvedev değil Putindi ve yine Güney Osetya sınırlarına gidip savaştan kaçanlara karşı koruyucu melek tavrı takınan da Putin idi. Putini bu yeni bölgesel anlamda sıcak, küresel anlamda ise adeta yeni bir soğuk savaşa cesaretlendiren faktörler ise hiç şüphesiz; Batı Dünyasının birbirine olan güvensizliği, rekabet ve çıkar ilişkileri ve yine Batılıların ekonomik sorunlarının ayak sesleri ile özellikle Avrupalıların bir kısmının Rusyaya olan enerji bağımlılığıdır. Ancak Putini agresif dış politikaya yönlendiren en önemli desteğin de Rusyanın ekonomik rahatlığının petro-dolarlar ile gerçekleşmiş olması. 1994 yılında döviz rezervleri 4 milyar Dolar olan Rusyanın bugünkü döviz rezervi 560 milyar Dolara erişmiş durumda. Hatta bunun sonucu son günlerde İzlanda ekonomisinin çökme, bankalarının batma noktasına geldiğinde Rusya Federasyonunun İzlandaya dört milyar Dolar kredi verebileceğini açıklamış olması Rusyanın ekonomik açıdan gücünün bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yine, 1995 yılında Rusların ihracatı 67 milyar Dolar iken bu rakam bu günlerde 350 milyar Doları aşmış durumda. 1998e kadar eksi veren kalkınma hızı da 2000 yılından bu yana hep yüzde 7ler civarında gerçekleşmiş. Hal böyle iken ve Rusyanın belli ölçülerde dünya finans piyasalarında elindeki likiditeyle söz sahibi olmaya başladığı da düşünülürse Putinin bir emperyal Rönesans konusunda daha da somut adımlar atacağı bundan böyle daha olası olabilir.
SAAKAŞVİLİNİN AMACI
Rusyanın amacının Güney Osetyayı ele geçirmenin ötesinde bütün Gürcistanı kontrol altına almak olduğunu söyleyen Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili ilk saldırgan hareketin kendilerinden gelmediğini, 7 Ağustosta 150 kadar Rus tankının Kuzey Osetyadan Güneye yürütüldüğünü ve bunların amacının Gürcü köylerini işgal olduğunu söylese de özellikle Ruslar ilk hareketin yoğun top ateşleriyle Gürcülerden geldiğini iddia ediyorlardı. Karşılıklı suçlamalarda Saakaşvilinin kendine göre savunduğu ve ilk saldıranın kendisinin olmadığını kanıtlamaya çalıştığı argümanlar varsa da dünya siyasal çevrelerinin genel kanısının Rusları provoke eden veya Ruslara saldırı yolu ve bahanesini sağlayanın Saakaşvili olduğu yönünde. Olayların gelişim evreleri derinliğine incelenirse bu iddianın doğrulanabilirliği açısından geçmişe dönük olay ve olgulara rastlamak da ayrıca söz konusu.
Columbia Üniversitesi ve George Washington Üniversitesi Hukuk Okulu mezunu olan Mikhail Saakaşvilinin 1995 yılında Senatör McCain ile International Republica Instituteda tanışmaları ve eski Sovyet Cumhuriyetleri için yeni liderler arayan McCainin burada ilgisini çekmesi Saakaşvilinin hayatının akışını değiştirdi. New Yorkta çalıştığı hukuk bürosundaki işini bilahare terk edip Gürcistanda politikaya atılan Saakaşvilinin Amerikalılar ve özellikle Senatör McCain ile sıkı teması bu süreçte de devam etti. 2003 yılındaki Gül Devrimi ile iktidara gelen genç avukat, bundan böyle Amerikan desteği ve stratejisiyle ciddi yönetim başarıları gösterip devlet kadrolarındaki şişkinliği azalttı ve her kademedeki rüşvet olaylarını büyük ölçüde engelleyip çok genç ve çoğu ABDde okumuş bir kadro ile devleti yönetmeye başladı. Ne var ki yönetimde başarılar gösteren Saakaşvili gençliğinin de verdiği hazımsızlıkla zaman içinde tek başlı ve son sözü ben söylerim anlayışında bir yönetim tarzı benimsedi. Bununla da kalmayıp muhalefeti ve özellikle de muhalif medyayı şiddet kullanarak susturma yoluna gitti. Saakaşvili, bütün bunları yaparken şüphesiz ki arkasındaki Amerikan desteğinden cesaret aldı.
130 kadar Amerikalı ve yine İsrailden geldiği söylenen askeri danışmanlarla ordusunu ve silahlarını yenileyen Saakaşvili, İsrailin az askeri güçle büyük askeri güce karşı koyma stratejisini benimseyerek Rusyaya kafa tutabileceğini zannetti. Bu konuda Amerikalılardan ne ölçüde destek vaatleri aldığı ise muğlak. Amerikalıların Saakaşviliye fazla ileri gitmemesi konusunda uyardıkları söylense de, öte yandan Amerikalı Şahin kesimin genç lideri tahrik etmiş olması da muhtemel. Bunu doğrulayacak, destekleyecek nedenler de mevcut aslında. Her şeyden önce Rus saldırısı bahanesiyle ABD, Karadenize bir ölçüde girmiş oluyor. Bu gelişme ise öte yandan Ruslardan ciddi ölçüde korkmaya başlayan eski Sovyet Bloğu ülkelerini kendine daha çok ve sorgusuz bağlıyor ve ayrıca AB ülkelerinin Rusya ile olan ilişkilerinin daha ölçülü olmasına yol açacak bir gelişme de sağlıyor. Yine Batılı askeri uzmanların belirttiği üzere ABD, belki de bu askeri hareketle Rusyanın gücünü ve ordusunun hareket yeteneğini ölçmüş oluyor. Hatta bu süreç içinde Rusyanın G-8lerden çıkarılacak olması ihtimali ve Rus saldırganlığı bahane edilerek Çinin ve dolayısıyla Şanghay İşbirliği Örgütünün temelinin zayıflatılması da Amerikan politikasının ince hesaplarından olabilir.
SAAKAŞVİLİ KULLANILDI MI?
Zeki bir insan olduğu söylenen Saakaşvilinin öncelikle Rus ve ihtimal dahilindeki Amerikan tahriklerine kapılması konusu ise ihtiyatla ele alınması gereken bir husus. Yani Saakaşvili bir oyuna mı itildi hatta kullanıldı mı? Bunun yanıtı ilk adımda evet olabilirse de meselenin öteki yüzü belki de Saakaşvilinin bu oyuna isteyerek gelmiş olabileceğini de akıllara getirmiyor değil. Çünkü belki de Saakaşvili Rusya ile arasındaki sorunu uzun vadede çözemeyeceğini, içerde ve dışarıda güç kaybedeceğini biliyordu. Rus saldırısına maruz kalan ülkesinin bütün kayıp ve sıkıntılarına rağmen konunun uluslararasılaşmasını sağladı ve konunun uluslararası düzeye erişmesinin faydalarını da hesaplayarak bunun sonucunda Batı desteğini daha somut bir şekilde arkasına almanın yolunun da bir savaştan geçeceğini Saakaşvilinin düşünmüş olması ihtimaller dahilinde bulunuyor. Yani Saakaşvili kaybedeceğini bildiği bir savaşı bilerek ve isteyerek başlatmış olabilir. Öte yandan Saakaşvili, Batılıların olası bir savaşta kendini askeri yönden güçlü bir şekilde desteklemeyeceklerini tahmin ettiği halde sırf Rusların agresif politikasını kanıtlamak için de bunu yapmış olabilir. Öte yandan Saakaşvilinin bu girişiminin Amerikadaki seçimlerde şansları az gibi gözüken Cumhuriyetçileri ve dostu Senatör McCaini desteklemek için de yapılmış olduğu düşünülebilir. Çünkü dış politika konularını daha şahince ele alan Cumhuriyetçilerin Amerikan halkını Barack Obamanın güvercin yaklaşımından soğutmak için bir Rus saldırganlığından, tehdidinden yararlanabilecekleri de söz konusudur. Zaman Saakaşvilinin hesaplarının kendisi veya Amerikalıları gözetmek için mi olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak akla gelen husus Saakaşvilinin bu hesaplarının ciddi risk içeren bir şekilde ortaya koyulmasının rasyonelliği ve ülkesi için yarattığı sıkıntılara deyip deymeyeceğidir.
Sonuç olarak Saakaşvili savaşı kaybetmiştir, Ruslar kazanmıştır. ABD de herhangi bir zarara uğramamıştır. Ancak somut ve çok yönlerden kaybeden bir taraf vardır ki o da Türkiyedir. Türkiyenin hassasiyetle yürütmesi gereken Kafkas politikası, Rusya ve Amerika ile olan bıçak sırtındaki ilişkileri bundan böyle belki de yeniden ele alınmalıdır. Kafkaslardaki bu savaşın sonunda Türkiyenin siyasi ve ekonomik açıdan Rusya ile arasındaki ilişkilerde ortaya çıkmış olabilecek hasarın tespiti ve bunu giderici önlemler de yeniden, acilen ele alınmalıdır.
Ali KÜLEBİ - TUSAM Başkanvekili / 03.11.2008