1. yüz (Toplam 1 yüz)

Putin'in soğuk savaşı - Saakaşvili’nin hesabı?

İletiGönderilme zamanı: Cmt Kas 08, 2008 17:07
gönderen Türk-Kan
Putin'in soğuk savaşı - Saakaşvili’nin hesabı?

Önce petrol fiyatlarının artması, ardından ABD’nin dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizle baş etme çabaları, her halde en çok Vladimir Putin’in işine yaramıştır. Kosova’nın rövanşını almak için gücünü kanıtlamak açısından bu olaylar Vladimir Putin’in kaçırmayacağı fırsatlardı. İçerde ve dışarıda son derece güçlü bir imaja kavuşan Putin, Gürcistan’da Saakaşvili’nin beceriksizlik olarak yorumlanan Güney Osetya girişimini vakit yitirmeden bastırma cesaretiyle Kafkaslarda Rusya aleyhine gelişebilecek denklemi kendi lehine yönlendirmesi açısından başarılı oldu. Azerbaycan’ın son günlerde petrolünü Rusya üzerinden satabileceğine dair söylemleri, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin göreli olarak yumuşama eğiliminde olması, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin de Rusya’ya daha sıcak bakmaya başlamaları gibi belirtiler Rusya’nın askeri güç kullanımından sonra ortaya çıktı. Türkiye Ermenistan ile ABD’nin önerisi ve etkisi ile ilişkilerini düzeltme yolunu seçerken bu durum Azerbaycan’da da burukluk yarattı. Bu konu üzerinde ayrıca ve uzunca durulması gereken bir husus.

Rusya’nın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini korkutarak bunları NATO ve ABD’ye daha da yakınlaştırması ise dünya siyasetinin son yıllardaki önemli evrilme hareketi olarak değerlendiriliyor. Putin’in sanıldığı kadar güçlü olmayan Rus Silahlı Kuvvetleri’ni hangi ölçülerde ve daha nerelerde diplomasisini desteklemek için kullanabileceği şimdilik yanıtı zor bir soru olarak duruyor. Ama Soğuk Savaş dönemindeki gibi Venezüella’ya askeri yoldan adım atması da “ben bir dünya gücü olmak istiyorum” düşüncesinin ve hedefinin açık bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Batı ülkelerinde Putin’in bu agresif politikasının bir bedeli olacağı söylenirken, bu bedelin ödenmesinin ve hatta Ahmedinejad ile ABD hesaplaşmasının Batı Dünyası’nın bu en önemli ekonomik krizinde epey bir süre için ertelendiğini söylemek de olası. Çünkü biliyoruz ve görüyoruz ki Avrupa ülkeleri esasen askeri, ekonomik ve siyasi konularda bir konsensüs içinde değiller. ABD ise seçimler ve ekonomik kriz ortamında eli kolu bağlanmış durumda. Halkının dikkatini dağıtmak için bile dışarıda bir gerginliği tırmandırıp içerideki sıkıntıları bastırma konusunda elinde pek fazla inandırıcı neden yok. Cumhuriyetçilerin seçim kaybetme pahasına böyle lükslere başvurma olanakları yok.

PUTİN’İN SERTLEŞEN ÇİZGİSİ

Bunları değerlendiren Putin’in Stalinvari sert bir çizgiye geldiği, nasıl ki Stalin, 1940 yılında Finlandiya’nın egemenlik haklarına tecavüz ettiyse ve Putin’in de aynı şekilde Batı’ya meydan okurcasına eski bir Sovyet Cumhuriyeti’ni işgale kalkıştığı veya en azından ona ciddi bir ders verdiği açık. Putin’in yeni çizgisinin 1989’un 9 Kasım’ında Komünizmin çöküşünden bu yana Batı Dünyası’nın karşılaştığı en önemli gelişme olduğu da üzerinde ayrıca durulması gereken bir olgu. Yani Putin 8 Ağustos 2008’de tavrını ve limitlerini bir çok Rusya uzmanınca beklendiği üzere net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Putin bu hareketiyle de kalkınma ve endüstrileşme yolunda hızlı adımlar atan Çin’den çok farklı olarak, bu kalkınma ve modernleşmeden ziyade eski Sovyet İmparatorluğu içgüdüsü ile tanınma ve korku salma stratejisini seçmiş oldu. Hatta belki de Rusya bu eylem ile yeni bir emperyal Rönesans yoluna girdi. Bu emperyal Rönesans’ın etkileri ve yaydığı dalgalar ise şimdilik Gürcistan’ın Rusya ile ilişkilerini kesinkes koparmasına, Polonya’nın iyice ABD saflarına yaslanmasına, Baltık ülkelerinin ise uykularının kaçmasına neden oluyor. Ama ABD’nin Karadeniz’e girme çabası ve hatta bu son olaylar nedeniyle göndermiş olduğu Amiral Gemisi ile bayrak göstermesinin sonuçları ve getireceği gelişmeler ise her halde en çok Ukrayna üzerinde gerçekleşecektir. Yani gelecekte ortaya çıkabilecek bir ABD-Rusya gerginliğinin Ukrayna’yı çok daha ciddi ölçülerde etkilemesi olası.

Gürcistan Savaşı’nın en önemli sonuçlarından birinin de Rusya’da yönetimin Medvedev’de değil de Putin’de olduğunu açıkça göstermesidir. Çünkü Gürcistan’a savaş açılmasıyla ilgili değerlendirmeyi binlerce kilometre uzaktan dünya televizyonlarına yapan Medvedev değil Putin’di ve yine Güney Osetya sınırlarına gidip savaştan kaçanlara karşı “koruyucu melek” tavrı takınan da Putin idi. Putin’i bu yeni bölgesel anlamda sıcak, küresel anlamda ise adeta yeni bir soğuk savaşa cesaretlendiren faktörler ise hiç şüphesiz; Batı Dünyası’nın birbirine olan güvensizliği, rekabet ve çıkar ilişkileri ve yine Batılıların ekonomik sorunlarının ayak sesleri ile özellikle Avrupalılar’ın bir kısmının Rusya’ya olan enerji bağımlılığıdır. Ancak Putin’i agresif dış politikaya yönlendiren en önemli desteğin de Rusya’nın ekonomik rahatlığının petro-dolarlar ile gerçekleşmiş olması. 1994 yılında döviz rezervleri 4 milyar Dolar olan Rusya’nın bugünkü döviz rezervi 560 milyar Dolara erişmiş durumda. Hatta bunun sonucu son günlerde İzlanda ekonomisinin çökme, bankalarının batma noktasına geldiğinde Rusya Federasyonu’nun İzlanda’ya dört milyar Dolar kredi verebileceğini açıklamış olması Rusya’nın ekonomik açıdan gücünün bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yine, 1995 yılında Rusların ihracatı 67 milyar Dolar iken bu rakam bu günlerde 350 milyar Dolar’ı aşmış durumda. 1998’e kadar eksi veren kalkınma hızı da 2000 yılından bu yana hep yüzde 7’ler civarında gerçekleşmiş. Hal böyle iken ve Rusya’nın belli ölçülerde dünya finans piyasalarında elindeki likiditeyle söz sahibi olmaya başladığı da düşünülürse Putin’in bir “emperyal Rönesans” konusunda daha da somut adımlar atacağı bundan böyle daha olası olabilir.

SAAKAŞVİLİ’NİN AMACI

Rusya’nın amacının Güney Osetya’yı ele geçirmenin ötesinde bütün Gürcistan’ı kontrol altına almak olduğunu söyleyen Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili ilk saldırgan hareketin kendilerinden gelmediğini, 7 Ağustos’ta 150 kadar Rus tankının Kuzey Osetya’dan Güney’e yürütüldüğünü ve bunların amacının Gürcü köylerini işgal olduğunu söylese de özellikle Ruslar ilk hareketin yoğun top ateşleriyle Gürcülerden geldiğini iddia ediyorlardı. Karşılıklı suçlamalarda Saakaşvili’nin kendine göre savunduğu ve ilk saldıranın kendisinin olmadığını kanıtlamaya çalıştığı argümanlar varsa da dünya siyasal çevrelerinin genel kanısının Rusları provoke eden veya Ruslara saldırı yolu ve bahanesini sağlayanın Saakaşvili olduğu yönünde. Olayların gelişim evreleri derinliğine incelenirse bu iddianın doğrulanabilirliği açısından geçmişe dönük olay ve olgulara rastlamak da ayrıca söz konusu.

Columbia Üniversitesi ve George Washington Üniversitesi Hukuk Okulu mezunu olan Mikhail Saakaşvili’nin 1995 yılında Senatör McCain ile International Republica Institute’da tanışmaları ve eski Sovyet Cumhuriyetleri için yeni liderler arayan McCain’in burada ilgisini çekmesi Saakaşvili’nin hayatının akışını değiştirdi. New York’ta çalıştığı hukuk bürosundaki işini bilahare terk edip Gürcistan’da politikaya atılan Saakaşvili’nin Amerikalılar ve özellikle Senatör McCain ile sıkı teması bu süreçte de devam etti. 2003 yılındaki Gül Devrimi ile iktidara gelen genç avukat, bundan böyle Amerikan desteği ve stratejisiyle ciddi yönetim başarıları gösterip devlet kadrolarındaki şişkinliği azalttı ve her kademedeki rüşvet olaylarını büyük ölçüde engelleyip çok genç ve çoğu ABD’de okumuş bir kadro ile devleti yönetmeye başladı. Ne var ki yönetimde başarılar gösteren Saakaşvili gençliğinin de verdiği hazımsızlıkla zaman içinde tek başlı ve son sözü ben söylerim anlayışında bir yönetim tarzı benimsedi. Bununla da kalmayıp muhalefeti ve özellikle de muhalif medyayı şiddet kullanarak susturma yoluna gitti. Saakaşvili, bütün bunları yaparken şüphesiz ki arkasındaki Amerikan desteğinden cesaret aldı.

130 kadar Amerikalı ve yine İsrail’den geldiği söylenen askeri danışmanlarla ordusunu ve silahlarını yenileyen Saakaşvili, İsrail’in az askeri güçle büyük askeri güce karşı koyma stratejisini benimseyerek Rusya’ya kafa tutabileceğini zannetti. Bu konuda Amerikalılardan ne ölçüde destek vaatleri aldığı ise muğlak. Amerikalıların Saakaşvili’ye fazla ileri gitmemesi konusunda uyardıkları söylense de, öte yandan Amerikalı Şahin kesimin genç lideri tahrik etmiş olması da muhtemel. Bunu doğrulayacak, destekleyecek nedenler de mevcut aslında. Her şeyden önce Rus saldırısı bahanesiyle ABD, Karadeniz’e bir ölçüde girmiş oluyor. Bu gelişme ise öte yandan Ruslardan ciddi ölçüde korkmaya başlayan eski Sovyet Bloğu ülkelerini kendine daha çok ve sorgusuz bağlıyor ve ayrıca AB ülkelerinin Rusya ile olan ilişkilerinin daha ölçülü olmasına yol açacak bir gelişme de sağlıyor. Yine Batılı askeri uzmanların belirttiği üzere ABD, belki de bu askeri hareketle Rusya’nın gücünü ve ordusunun hareket yeteneğini ölçmüş oluyor. Hatta bu süreç içinde Rusya’nın G-8’lerden çıkarılacak olması ihtimali ve Rus saldırganlığı bahane edilerek Çin’in ve dolayısıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nün temelinin zayıflatılması da Amerikan politikasının ince hesaplarından olabilir.

SAAKAŞVİLİ KULLANILDI MI?


Zeki bir insan olduğu söylenen Saakaşvili’nin öncelikle Rus ve ihtimal dahilindeki Amerikan tahriklerine kapılması konusu ise ihtiyatla ele alınması gereken bir husus. Yani Saakaşvili bir oyuna mı itildi hatta kullanıldı mı? Bunun yanıtı ilk adımda evet olabilirse de meselenin öteki yüzü belki de Saakaşvili’nin bu oyuna isteyerek gelmiş olabileceğini de akıllara getirmiyor değil. Çünkü belki de Saakaşvili Rusya ile arasındaki sorunu uzun vadede çözemeyeceğini, içerde ve dışarıda güç kaybedeceğini biliyordu. Rus saldırısına maruz kalan ülkesinin bütün kayıp ve sıkıntılarına rağmen konunun uluslararasılaşmasını sağladı ve konunun uluslararası düzeye erişmesinin faydalarını da hesaplayarak bunun sonucunda Batı desteğini daha somut bir şekilde arkasına almanın yolunun da bir savaştan geçeceğini Saakaşvili’nin düşünmüş olması ihtimaller dahilinde bulunuyor. Yani Saakaşvili kaybedeceğini bildiği bir savaşı bilerek ve isteyerek başlatmış olabilir. Öte yandan Saakaşvili, Batılıların olası bir savaşta kendini askeri yönden güçlü bir şekilde desteklemeyeceklerini tahmin ettiği halde sırf Rusların agresif politikasını kanıtlamak için de bunu yapmış olabilir. Öte yandan Saakaşvili’nin bu girişiminin Amerika’daki seçimlerde şansları az gibi gözüken Cumhuriyetçileri ve dostu Senatör McCain’i desteklemek için de yapılmış olduğu düşünülebilir. Çünkü dış politika konularını daha şahince ele alan Cumhuriyetçilerin Amerikan halkını Barack Obama’nın güvercin yaklaşımından soğutmak için bir Rus saldırganlığından, tehdidinden yararlanabilecekleri de söz konusudur. Zaman Saakaşvili’nin hesaplarının kendisi veya Amerikalıları gözetmek için mi olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak akla gelen husus Saakaşvili’nin bu hesaplarının ciddi risk içeren bir şekilde ortaya koyulmasının rasyonelliği ve ülkesi için yarattığı sıkıntılara deyip deymeyeceğidir.

Sonuç olarak Saakaşvili savaşı kaybetmiştir, Ruslar kazanmıştır. ABD de herhangi bir zarara uğramamıştır. Ancak somut ve çok yönlerden kaybeden bir taraf vardır ki o da Türkiye’dir. Türkiye’nin hassasiyetle yürütmesi gereken Kafkas politikası, Rusya ve Amerika ile olan bıçak sırtındaki ilişkileri bundan böyle belki de yeniden ele alınmalıdır. Kafkaslardaki bu savaşın sonunda Türkiye’nin siyasi ve ekonomik açıdan Rusya ile arasındaki ilişkilerde ortaya çıkmış olabilecek hasarın tespiti ve bunu giderici önlemler de yeniden, acilen ele alınmalıdır.




Ali KÜLEBİ - TUSAM Başkanvekili / 03.11.2008
Resim