1. yüz (Toplam 1 yüz)

Ermeni Sorunu

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 01, 2009 13:51
gönderen Otopsi
GİRİŞ


Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfında (1966), Siyasal Doktrinler Tarihi dersinin bir yerinde, Bülent Hoca (Prof. Dr. Bülent Daver), birden aklına gelmiş gibi, “…Çocuklar!” demişti. “İçinizde ilerde araştırma yapacak birileri çıkacaktır. Şu Ermeni meselesini inceleyin. Göreceksiniz ki bu konu kadar Türkiye’nin haksız eleştirilere uğradığı bir başka sorunu yoktur ve ne yazık ki, bu mesele bizde de yeterince incelenmemiştir. Oysa mutlaka araştırılmalıdır. Olanak bulursanız bu tür çalışmalara katkıda bulunun.”

Bu öğüdü dinleyen o sınıftan şu anda iki şehidimiz var: 1761 Bahadır Demir ve 1839 Reşat Moralı. Ermeni terörü Bahadır’la başladı. Ermeniler Konsolos Muavini Bahadır Demir’i Los Angeles’da, Santa Barbara kentindeki Biltmore Oteli’nde, 27 Ocak 1973 Cumartesi günü katlettiler.

Bir Rus Ermenisi olan katil Gourgen Mıgırdıç Yanıkyan’ın davetine Başkonsolosumuz Mehmet Baydar da katılmıştı. Başkonsolos ve yardımcısı ölüme birlikte yürüdüler. Nedenini bile anlayamadan…Çünkü Mıgırdıç konuşmalarına bile fırsat vermemiş, tabancasını çekip her ikisini de vurmuştu.

Paris Büyükelçiliğinde Çalışma Müşaviri olarak görev yapan Reşat Moralı ise 4 Mart 1981 Çarşamba günü Paris’te, Sen Nehri üzerindeki köprülerden birinde ASALA teröristleri tarafından kıstırıldı ve hunharca katledildi. Beraberindeki mesai arkadaşı, din görevlisi Tecelli Arı da bu saldırıdan kurtulamadı.

Bu incelemenin iki amacı var. Biri Daver Hoca’nın öğüdünü tutmak, diğeri sevgili sınıf arkadaşlarım Bahadır ve Reşat’ın ve tüm terör şehitlerimizin önünde saygı ile eğilmek. Tüm insanlık, hatta Ermeniler adına.

Yan sütunlarda anlattıklarımın, içinde bulunduğumuz coğrafyayı vatan bilen ve bu anlayışla bizimle paylaşan Ermeni asıllı yurttaşlarımızla hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz. Sözümüz devletine silah çeken, bağımsızlık kisvesi altında emperyalist düşmanla işbirliği yapanlaradır.

Bunun adı tüm dillerde “ihanettir”.

O halde sözümüz de hainleredir.

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç










ERMENİ SORUNU’NUN TARİHSEL GELİŞİMİ





Bilindiği gibi, emperyalist Hıristiyan batı dünyası, kendisine nazaran doğuda bulunan İslâm dünyasının lideri konumundaki Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak ve toprakları üzerinde kendisine bağlı “uydu devletler” kurmak için bu devletin içindeki Hıristiyan unsurları ayaklandırmayı planladığı zaman, bu olayı tüm dünyaya “Doğu Sorunu” olarak sunmuştur.

Artık Batı’nın, doğuda önemli bir sorunu vardır, o da “hasta adam” olarak nitelediği Osmanlı Devletini yıkmak ve topraklarını paylaşmaktır. Asya’nın, Latin Amerika’nın, Afrika’nın paylaşımı neredeyse tamamlanmış, sömürgeciler şimdi de gözlerini dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ve üç kıtanın birleştiği, dünya ticaret yollarının kesiştiği bölgeye, Ortadoğu’ya çevirmişlerdir. Bu bölgenin coğrafya olarak en büyük ve güç olarak en zayıf devleti olan Osmanlı Devleti tüm emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Artık Osmanlı için zor günlerin yakın olduğu açıkça belli olmuş, konu gazete ve dergilerde açıkça yazılır, çizilir hale gelmiştir. (İngiliz dergisi Punch’da yayınlanan karikatürlere göre, dünyanın emperyalistler arasında pergelle ölçülerek paylaşılacağı günler de, Avrupa’nın birlik olup dev bir piton yılanı gibi Osmanlı’yı sarıp sarmalayacağı günler de yakındır. Osmanlı Padişahı 5. Murat’ın ayaklarına salınmış dört köpek olarak çizilen Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluğun yakında Osmanlı’dan koparılacağı mesajı da çok kısa süre sonrasında gerçek olacaktır ). Bir plan sinsi şekilde değil açıkça uygulanmaya konmuştur.

Bu planın başarılı olabilmesi için, imparatorluk bünyesinde yaşamakta olan “azınlıklardan” büyük ölçüde yararlanılacaktır. Nitekim, kısa bir sürede, imparatorluğun batısında yaşayan çeşitli Hıristiyan unsurlar bağımsızlıklarını birer birer kazanacaklardır. Tüm imparatorluğa dağılmış olmakla birlikte, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşamakta olan Ermeniler ise, aralıksız 35 yıl süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan terör eylemlerine rağmen başarılı olamayacaklar, sonuçları günümüze kadar uzanan pek çok trajedinin yaşanmasına yol açacaklardır. Böylece “Doğu Sorunu” “Ermeni Sorununa” dönüşecektir.

Bu incelemenin kapsamı ve amacı, bu trajedinin tarihsel gelişimini özetlemek ve Ermenilerin çıkış yolu olarak benimsedikleri “terör” yönteminin boyutunu irdeleyerek, Osmanlı Devleti’nin almak zorunda kaldığı tedbirlerin neden bir “soykırım” sayılamayacağını kanıtlamaktır.












SORUN NASIL ORTAYA KONDU?


Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluk sınırları içinde yaşayan pek çok ulus ve kavim arasında “millet-i sadıka” –sadık millet- diye anılan Ermenilerin daima çok özel bir yeri olmuştur.

XIX.Yüzyıl ortalarına kadar Ermeniler, Türkiye’de büyük bir huzur ve refah içinde yaşamışlar, Tanzimat’tan sonra kendilerine devlet memurluğuna da girme hakkı tanınınca kamu yönetiminde de çok önemli görevlerde bulunmuşlardır.

Daha çok ticaret ve sarraflık, kuyumculuk gibi meslek ve sanatlarla uğraşan Osmanlı Ermenileri arasından 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur Osmanlı Yönetiminde görev almıştır. Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde bulunanlar olmuştur. Balkan Savaşı esnasındaki dışişleri bakanımız Gabriel Nuradunghiyan, bir Ermeni olarak buna güzel bir örnektir.

Müslümanlara tanınan her türlü haktan yararlanan Ermeniler, askere alınmamak gibi bazı ayrıcalıkları nedeniyle ailelerinin sürekliliğini, dolayısıyla refahını sağlamışlardır. Böylece, o dönemin Çarlık Rusya’sında yaşayan Ermenilerle kıyaslandığı takdirde Osmanlı Ermenilerinin büyük bir huzur ve refah ortamında, geniş bir din, dil, eğitim serbestliği içinde özgürce yaşadıkları kolaylıkla gözlenebilir.

XIX.Yüzyıl ortalarına kadar devam eden bu durum özellikle Tanzimat ve Islahat dönemlerinden itibaren yavaş yavaş değişmeye başlamış, Tarihimizde 93 Harbi diye geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra ise dış görünüşü ile milliyetçi akımların etkisiyle, gerçekte ise emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla giderek tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlamıştır.

Bu neden böyle olmuştur? Neden adeta birden bire Osmanlı Devleti’nin başına Ermeni Sorunu diye bir gaile çıkarılmıştır? Bu sorun, beklenmez bir şekilde, aniden mi çıkmıştır veya çıkarılmıştır, yoksa büyük bir “master planın” zaman içerisinde uygulanmaya konulan birer parçası olarak, beklenen bir olgu mudur? Arkasında kimler vardır? Şimdi de bu noktaya daha yakından bakalım.











Osmanlı İmparatorluğu’nu içten yıkmak için azınlık unsurları kullanan emperyalist güçler kendi çıkarları doğrultusunda Ermenileri de kullanmışlar ve bir Doğu Sorunu’nun yaratıcısı olmuşlardır. Daha önce Balkanlar’da oynanan ve başarılı olan oyun, bu defa Doğu Anadolu’da tekrar sahneye konmuş, bölgenin özellikle stratejik ve jeopolitik konumu İngiltere ile Çarlık Rusya’sını bu kez bu sahnede karşı karşıya getirmiştir.

Çarlık Rusyasının 1.Petro’dan bu yana izlemekte olduğu temel dış politikası, sıcak denizlere, yani Akdeniz’e inmek olmuştur. Genelde yayılmacı(expansiyonist) bir politika güden Rusya, Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e inmeyi ulusal bir hedef olarak görmüş, tüm dış politika hesaplarını bu amaca yöneltmiştir. Rusya’nın bu hedefe ulaşmasında ise en büyük engel Osmanlı İmparatorluğu’dur. İşte bu sebepledir ki, Osmanlı İmparatorluğu, tarihi boyunca en çok Rusya ile savaşmıştır, hatta savaşmak zorunda kalmıştır. Zira Ruslar 1.Petro’nun siyasi vasiyetine sıkı sıkıya bağlanmışlardır.

Petro, daha tahta çıkmamış bir prensken, Hollanda’ya geçmiş, işçi olarak gemilerde çalışmış ve deniz aşırı ülkeleri görerek sömürgeleşmenin önemini kavramıştır. O günlerde Moskova ve çevresinde küçük bir kara devleti olan Rusya’yı büyütmek için Petro, denizlere açılmanın gerektiğini görmüş ve Rusya’nın 200 yıl boyunca uygulayacağı dış politikasının temelini atarak iki önemli karar almıştır:

1.”…Rusya’nın hiçbir limanı yoktur. Oysa denizlere açılmalıdır. O halde kuzeyde Baltık Denizi’ne çıkmak zorundayız . Bu durumda , bu kıyıları elinde tutan İsveç’le savaşmak, kaderimizdir. Başka türlü yaşamamız mümkün değildir…”

Petro bu kararı üzerine İsveç’le savaşır ve Şarlken’i 1706 ‘da Paltova’da yenerek Baltık kıyısında ilk limanını, kendi adını taşıyan Petrograd’ı kurar ve Rusya böylece Baltık Denizi’ne çıkar.

2. “… Karadeniz üzerinden Boğazlar yoluyla sıcak denizlere, Akdeniz’e inmeli, İskenderun limanını ele geçirmelidir. Karadeniz ve Akdeniz’e egemen güç Osmanlı Devleti’dir. O halde kaçınılmaz olarak Osmanlı Devleti ile sürekli savaşta olmak da gene kaderimizdir...”

Bunu da göze alır ama Osmanlıya karşı 1711 yılında Prut Savaşı’nı kaybeder, hayatını zor kurtarır. Hesap yanlış tutmuştur. Osmanlı Devleti bir İsveç değildir, dönemin en güçlü imparatorluğudur.

Bu mağlubiyete rağmen Rusya ana hedeften sapmayacaktır. Hele ileriki yıllarda Süveyş Kanalı açılıp da Kızıl Deniz üzerinden Hint Okyanusu’na kolayca çıkmak, en büyük rakip İngiltere’nin Hint yolunu kesmek olanağı doğunca, Rusya Osmanlı Devleti’ni yaşam alanı içindeki en büyük engel olarak görmeye başlayacaktır. O halde, Boğazlar’dan geçemediği takdirde Balkanlar üzerinden Ege’ye çıkmak, Kafkaslar üzerinden de Basra Körfezi’ne çıkarak Hint Okyanusu’na açılmak, bu yol kapatılırsa bu kez de Kilikya üzerinden Akdeniz’e inmek Rusya’nın temel dış politikası olacak, bu politikanın da uygulanmasında baş aktörler, Osmanlı Devleti bünyesindeki “azınlıklar” olacaktır. Ortodoks dünyasının hamisi rolünü üstlenen Rusya, bu azınlıklar silahını başarıyla kullanacaktır.

1877 Osmanlı-Rus Savaşı da Rusların bu amaçlarının ürünüdür ve savaşı gerçi Rusya kazanmıştır ama, bu savaş aynı zamanda Balkanlar’daki Rus emellerine de mezar olmuştur. Rusların desteğiyle yaratılan Muhtar Bulgaristan Prensliği Ruslara karşı bir durum almış, bağımsızlığına Rus silahları sayesinde kavuşan Sırbistan bile Avusturya’ya yaklaşır bir tutum içine girmiştir. Böylece Rusların Balkanlardan Akdeniz’e inmeleri olanak dışı hale gelmiştir. Bu durumda elde kalan tek alternatif, acaba Ermeniler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden Basra Körfezine veya Kilikya üzerinden İskenderun Limanı’na ulaşılamaz mı?

İşte Ermeni Sorunu’nun embiryonu böylece yaratılmıştır.

Ayrıntısını özetle de olsa göreceğimiz üzere emperyalist Rusya – İngiltere rekabeti ve konuya değişik açılardan kendi çıkarları doğrultusunda katılan Fransa ve ABD, bu sorunun baş mimarlarıdırlar. Bugün de aynı rolü oynamaktadırlar zira bu emperyalistlerin Ermenilere ödenecek diyet borçları vardır. Yerlerinden yurtlarından olan ve bu toprakların insanı Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek sonu olmaz bir yola sokanlar, bu sorunu sadece 1915 yılında alınan “zorunlu göç” kararına bağlayarak açıklayanlardır ve tam bir suçluluk kompleksi içinde kıvranmaktadırlar. 1915 olayları “Ermeni Sorunu Aysbergi”nin (iceberg) sadece görülen zirvesidir, oysa sorunun kökü çok derinlere gider. Bu anlamda olayların İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticileriyle de bir ilgisi yoktur. Kimi Türk aydınlarca da desteklenen ve İttihat Terakki yöneticilerini birer soykırım suçlusu olarak suçlayanlar ve bu görüşe destek verenler, 1915 yılı öncesinde olup bitenleri görmeyen veya görmek istemeyenlerdir ki, bu da tarihe şaşı bakmak olur, bizi gerçeğe ulaştırmaz. Örneğin, 1878 yılında İstanbul’un kapılarına kadar gelip Yeşilköy’e (Ayastefanos) dayanan Rus ordularının komutanı ve Çar’ın da amcası Grandük Nikola’yı ziyaret edip, ondan bağımsız bir Ermenistan kurulması için yardım isteyen Osmanlı tebası Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ı anmaz ve bu ziyareti görmezden gelirsek, ekilen tohumları, yeşeren sorunları elbette görmez, göremeyiz. Oysa o tarihte ortada ne bir İttihat Terakki Partisi vardır, (zira parti 21 sene sonra 1899’da kurulacaktır), hatta ne de Enver Paşa sağdır.

Özetle, İttihatçı liderler olan Enver, Cemal ve Talat Paşalar henüz dünyada bile yokken, Osmanlı Devleti’nin ciddi bir Ermeni Sorunu vardır.

Gerçekten de, örneğin ihtilalci birer parti olarak kurulan ve Anadolu toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurmak için sonuna kadar savaşacağını, amaca ulaşmak için ise başvurulacak yöntemin terör olacağını açıkça kuruluş tüzüğünde ilan eden Hınçak Partisi 1887’de Cenevre’de kurulduğu zaman, Talat Paşa henüz 13 yaşında bir çocuk, Cemal Paşa ise 15 yaşında bir gençtir, muhtemelen her ikisinin de yaklaşan tehlikeden haberleri bile yoktur. Mutlak görülen odur ki, İttihat Terakki Partisi daha kurulmamışken, sonradan yöneticisi olacak olanların bir kısmı daha dünyada bile değilken, kimi yöneticileri ise birer çocukken Anadolu’da bir Ermeni Sorunu vardır ve devletin güvenliğini ve bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu sorunu 1915’teki Tehcir (Zorunlu Göç) kararından itibaren ele alma alışkanlığından bir türlü kendilerini kurtulamayan kimi aydınlarımız acaba 1880’lerden itibaren ülkede cereyan eden bölücü faaliyetleri sahiden mi bilmezler, yoksa görmezden mi gelirler, hep merak etmişimdir. Anlaşılan odur ki, 1915 yılında bir zorunlu göç olayı yaşanmasaydı bile, Osmanlı Devleti benzeri bir kararı almak zorunda kalacaktı, zira Ermeniler Osmanlı Devleti’ni zecri tedbirler almak yolunda sürekli zorlamaktaydılar. 35 senedir süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan isyanlar bunun kanıtıdır ve esasen buraya kadar anlatılanlar birer tarihi gerçek olarak ortadadırlar ve hiç kimse tarafından da bir itirazla karşılanmazlar.

Oysa o günlerde devleti yönetenler ise, doğal olarak ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak çabasındadırlar. Doğal olmayan ise, dış müdahalelerdir.

İşte Ermeniler, önce muhtar, sonra bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak hayaliyle ve fakat aslında bir sıçrama tahtası görevini üstlenmek üzere Ruslar tarafından böylece isyana teşvik edilmişler ve kullanılmışlardır. Bu oyunu gören İngiltere Akdeniz’e inen ve Hindistan yolu için son derece yaşamsal bir yere ulaşan Rusya’nın kendisi için ne denli tehlike olacağının bilinciyle karşı tedbir almaya çalışmış, bu meyanda, Hindistan yolu için son derece önemli bir stratejik konumu olan Kıbrıs’ı Rusya’ya karşı müştereken korumak önerisi ile Osmanlı Devleti’ne başvurmuştur. Savaştan henüz çıkmış olan Osmanlı Devleti bu öneriyi kabul etmek zorunda kalmış ve İngiltere bu maksatla 1878’de Kıbrıs’a çıkmıştır. Bunun karşılığında İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile imzaladığı Ayastefanos Anlaşmasını hükümsüz kılmış, konuyu Berlin Kongresi’ne taşımış ve Osmanlı toprakları üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti farklı bir boyuta ulaşmıştır.

O ana kadar, takriben 100 senedir izlediği dış politika ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere artık görmüş ve anlamıştır ki, Osmanlı Devleti’nin sonu gelmiştir ve ne yapılırsa yapılsın onu ayakta tutacak güç artık yoktur. Bu durumda Rusların güneye inmesini engellemek üzere arada tampon devletler kurmak gereklidir, o halde Kafkasları ve Doğu Anadolu’yu içine alacak büyüklükte bir Ermenistan kurulmalı, bu kuruluş İngiliz desteğinde olmalı, böylece kurulacak Ermenistan bağımsızlığını Rusya’ya değil, İngiltere’ye borçlu olmalıdır. Birer Türk dostu olan Palmerston, Salisbury, Disraeli gibi hükümetlerin dönemi artık geride kalmıştır ve şimdi Gladstone yepyeni bir politika ile Osmanlı’nın karşısındadır. Kısacası “bağımsız bir Ermenistan kurmak için” şimdi iki ülke yarış halindedirler ve işin aslı, Rusya muhtar bir Ermenistan’dan yana değildir, zira Ermeniler bu kozu İran Ermenistanı’nda Ruslara karşı kullanacaklardır. Rusya, Doğu Anadolu toprakları üzerinde bir Ermenistan’dan yanadır, kendi topraklarında değil.

Böylece Osmanlı Devletine başkaldıran Ermeniler özellikle 1878-1914 yılları arasında Anadolu’nun çeşitli yörelerinde sınırsız sayıda ayaklanmalar çıkarmışlar, büyük katliamlara girişmişler, bunu engellemek üzere üstlerine gönderilen meşru güvenlik kuvvetleriyle çatışmışlar, alınan her tedbiri “Türkler bizi katlediyor” şeklinde dış dünyaya yansıtmışlardır.

Kurdukları ihtilalci Hınçak (1887) ve Taşnak (1890) partileri ve bunların destekleyicileri vasıtasıyla dünya kamu oyunu sürekli olarak yanıltmışlardır. Her ayaklanma tam bastırılacakken dış güçlerin müdahalesini sağlamışlar, bu güven nedeniyle de her fırsatta yeniden ayaklanabilmişlerdir. Dünün sadık milleti artık Osmanlı’nın başındaki en önemli gailedir. Bu durum Birinci Dünya Savaşı boyunca da bütün şiddetiyle sürmüş, tüm emperyalist güçlerin desteği ve önderliğiyle tam hayal ettikleri devleti kurduklarını sandıkları anda bu kez Kurtuluş Savaşı Ermenilerin tüm hayallerini yıkıvermiştir.

Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Rus İşgal Kuvvetleri Başkanı Grandük Nikola’dan, 1878 yılında“Yeşilköy Buluşması”nda şu sözü ve öğüdü almıştır: ”…Size hiç kimse kendiliğinden vatan kuramaz. Bunu bizden de istemeyin, yapamayız. Eğer bağımsız bir devlet kurmak istiyorsanız, ayaklanın, isyan edin. Biz gereken silah ve para yardımını yaparız. Hükümet güçleri üstünüze gelince de ‘Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor’ diye dünyayı ayağa kaldırırız…” demişti. Bu öğüdü dinleyen Patrik, bu sözleri İngiliz Büyükelçisi’ne aynen söyleyecek ve “…Avrupa’nın bizim bağımsızlık meselemizle ilgilenmesi için ille de oluk gibi kan akmasını görmesi gerekecekse, yakın bir zamanda tüm Anadolu’yu yangın yerine çevireceğimize emin olabilirsiniz” diyecektir. İngiliz Büyükelçi , bu mesajı aynen Londra’ya bildirecektir. O halde Osmanlı Hükümeti ne yaparsa yapsın, gelecek günler karanlıktır ve Ermeniler sonu karanlık bir yola girmektedirler. Bütün bu hazırlıklar sürerken ortada ne bir İttihatçı hükümet vardır, ne de bir “zorunlu göç” kararı vardır. Böyle bir kararın zorunlu olarak alınması tarihine daha 25 (yazıyla yirmi beş) yıl vardır ama, gene de oluk oluk kan akmaktadır ve cinayet işleyen Ermeninin işlediği cinayet yanına kâr kalmaktadır, zira derhal dış müdahale ve kapütilasyonlar devreye girmekte ve bu tür olayları konsolosluk mahkemeleri yargılamakta, çoğu kez de failler serbest bırakılmaktadırlar. Tıpkı günlerce süren, onlarca kişinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan “Osmanlı Bankası Baskını” olayında olduğu gibi. Hatta Padişah Abdülhamit’e yapılan suikast olayında olduğu gibi. Her iki olay da dünyanın gözü önünde cereyan etmiş ve bu olayların failleri ellerini kollarını sallayarak ülkeyi serbestçe terk etmişlerdir. Osmanlı Hükümetleri bunlara bile sabır göstermiş ve bir “göç” kararı almamıştır.

1880 yılından itibaren Doğu Anadolu’daki İngiliz konsoloslarından gelen raporlardan, bölgedeki Ermeni unsuru içerisinde hızlı bir örgütlenme ve silahlanma faaliyetinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Tüm İngiliz arşivleri, söylediklerimizi teyid eden belgelerle doludur ve bu belgeler tüm araştırmacılara açıktır. (Bk. F.O. 424/107, No.194, Ek 1; F.O.424/107, No.185 ve 212)..

Bu arada sosyal içerikli cemiyetler kurulmaktadır. Bunların ilki, 1860 yılında İstanbul’da kurulan “Hayırsever Cemiyeti”dir.( Benevolent Union). Amacı Kilikya’yı kalkındırmaktır. Üyeleri arasında bulunan Hasip Şişmanyan ve Mıgırdıç Beşiktaşyan’ın Zeytun olaylarında rol oynadığı söylenmiştir. (Bak. Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, sf.71).

1870 ile 1880 arasında, Van’da “Araratlı”, Muş’ta “Okulsevenler” ve “Doğu”, Erzurum’da “Milliyetçi Kadınlar” isimli dernekler kuruldu. Sonra ilk üçü bir araya gelip birleşerek “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti”ni kurdular.

Bu sosyal amaçlı derneklerin yanı sıra, ihtilalci cemiyetler de kuruluyordu. 1878’de Van’da kurulan “Kara Haç” cemiyeti bunlardandı. ABD’deki Clu Clux Clan” benzeri, bir kuruluştu. Ermeni davasına destek vermeyen Ermenileri öldürerek kısa zamanda ünlenmişti. Öldürdüğü kurbanının alnına kara bir haç işareti kazıyor, böylece imzasını bırakıyordu. Kullandığı slogan “…kurtulmak istiyorsan, komşunu öldür” idi. Bu emri yerine getirmeyen Ermeniyi ise kendileri katlediyordu.

1881’de Erzurum’da “ Anavatan Müdafileri” (Pashtpan Haireniats) Cemiyeti kuruldu. Bu derneğin de gayesi Ermenileri silahlandırmaktı.

İhtilalci bir parti olarak kurulan ilk kuruluş ise “Armenekan” partisidir. Kurucusu, aynı zamanda bir öğretmen olan Portakalyan, ihtilalci bir gençlik yetiştirmiş olmakla ünlenmiştir. Van’da oturması yasaklanınca 1885’de Fransa’ya gitmiş, Armenia gazetesini yayınlamış ve “kan dökmeden hürriyetin kazanılamayacağı” sloganını yaymaya başlamıştır.

İşte Portakalyan’ın talebelerinden olan dokuz öğrenci bir araya gelip, Armenia gazetesinin isminden yola çıkarak, 1885 yılında Armenakan Partisi’ni kurdular.(Bk. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, sf.129).Bu gazetenin Türkiye’ye girmesi 1885, Rusya’ya girmesi de 1886 yılında yasaklanacaktır.

Armenekan Partisi’nin kuruluş amacı, ihtilal yoluyla Ermenilerin kendi kendilerini idare hakkını ellerine almalarıdır. Parti programında bu husus belirtilmektedir. Partiye sadece Ermeniler girebilir. Halkı silahlı eyleme hazırlamak, onlara silah sağlamak, diğer ihtilalci kuruluşlarla işbirliği yapmak, partinin amaçları arasındadır ve sene henüz 1885’dir. Yani bu hazırlıklar 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından 20 sene önce yapılmaktadır.

Dikkati çekenler arasında elbette İhtilalci Hınçak Partisi önde gelir. Bu parti 1887 yılında Cenevre’de kuruldu. Paris’te okuyan, Marksist ve hali vakti yerinde öğrencilerin kurduğu bir partidir. Portakalyan’ın Armenia gazetesinin okurları çevresinden bir grup, partiyi kurmuşlardır. Kurucularının hiçbiri Osmanlı teb’ası değildir ve Türkiye’yi hiç görmemişlerdir. Buna rağmen, görmeden düşman olmuşlardır. Yayınladıkları parti programının hedefleri dehşet vericidir. Buna göre:

“ 1. Bugünkü düzen bir ihtilalle ortadan kaldırılmalı, onun yerine ekonomik gerçeklere ve sosyal adalete dayanan yeni bir cemiyet oluşturulmalıdır.

“ 2. Partinin ilk ve yakın hedefi Türkiye Ermenistanı’nın politik ve milli bağımsızlığını sağlamaktır.

“ 4. Türkiye’de ihtilal yoluyla gerçekleştirilecek olan hedeflere varılmak için kullanılacak metod, propaganda, tahrik, tedhiş, teşkilatlanma ile köylü ve işçi hareketidir.

“ 6. Parti’de bir merkez komitesi kurulacaktır. İşçilerden ve köylülerden oluşacak iki geniş ihtilal grubu kurulacaktır. Bunlardan ayrı olarak gerilla çeteleri teşkil edilecektir.

“7. İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zaman Türkiye’nin harbe girdiği dönem olacaktır.

“8. Süryaniler, Kürtler, Türklere karşı mücadelede kazanılmalıdırlar.

“9. Türkiye Ermenistan’ının bağımsızlığı elde edildikten sonra ihtilal, Rusya ve İran Ermenistan’ına teşmil edilecek ve Federatif bir Ermenistan kurulacaktır.

İşte bu hayallere kapılan Ermeniler, bu yola onları itip teşvik edenlerin de gayretiyle ülkede anarşi ortamını hazırladılar. Böylece, bu ülkeyi bölmek isteyenlerle böldürmek istemeyenler arasında kıyasıya bir mücadele başladı. Ama her şeye rağmen, hükümetlerin hâlâ Ermeniler için verilmiş toplu bir sürgün kararı bile yoktur. Bu kadar olaylara rağmen, hükümetler olabildiğince serin kanlılıkla olayları yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Hınçak Partisi Kumkapı nümayişi olayını, Sasun isyanını, Babıâli nümayişini, Zeytun isyanını üstlenecektir.

Görüldüğü gibi, 1887 yılından itibaren Ermeniler tüm Anadolu’da her türlü tahrik ve tedhiş hareketlerine girişeceklerdir. Devlet uzun süre bu olanlara seyirci kalacak, eli kolu bağlanacaktır Bu durumda, aniden yıllardır ağır gelmeyen vergiler ağır gelmeye başlayacaktır. Bahane peşinde koşanlar her defasında bu bahaneleri kolayca bulacaklar, parti programının gereğini yapacaklardır.

Ermeni İhtilalci Taşnak Partisi (Daşnaksutyun) ise 1890 yılında Tiflis’te kurulmuştur. Daha ziyade sosyalist olmayan, milliyetçi gençlerden oluşmuştur. Ermenice “federasyon” anlamına gelmektedir. Bu durumda Hınçak Partisi’nin de bu gruba katıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu birlik fazla sürmemiş, 1891’de Hınçaklar Federasyon ile ilişkilerini, onları çok yavaş ve ağır buldukları gerekçesiyle kesmişlerdir.

Taşnak Partisi’nin programı 1892 yılında ortaya çıkmıştır. Buna göre:

* Çeteler teşkil etmek,
* Her yola başvurarak halkın maneviyatını ve ihtilalci faaliyetini arttırmak
* Halkı silahlandırmak için her yola başvurmak
* İhtilal Komiteleri teşkil edip, aralarında sıkı irtibatı temin etmek
* Kavgayı teşvik etmek ve hükümet yetkililerini, muhbirleri, hainleri, soyguncuları yıldırmak,
* Hükümet müesseselerini yağmalamak ve harap etmek sayılabilir.



Bu parti ayrılıktan, bağımsızlıktan söz etmemekte, reformları talep etmektedir. Bu şekilde bir terör örgütü olarak ortaya çıkan Taşnaklar, Osmanlı Bankası Baskınını, 1904 Sasun İsyanını, Yıldız Suikastini üstlenmişlerdir.



Böylece isyanlar dönemi başlatılmıştır. Bu olayları:

Anavatan Müdafileri Olayı ( 8.12.1882), Armenekan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs 1889), Musa Bey Olayı (Ağustos 1889), Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890), Kumkapı Nümayişi ( 15 Temmuz 1890), Merzifon, Yozgat, Kayseri olayları (1892-1893), Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894), Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (1-6 Eylül 1895), Divriği (Sivas) İsyanı 29 Eylül 1895), Babıali Olayı (30 Eylül 1895), Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895), Eğin (Mamüratül Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895), Develi (Kayseri) İsyanı (7 Ekim 1895), Akhisar (İzmit) İsyanı (9 Ekim 1895), Erzincan İsyanı ( 21 Ekim 1895), Gümüşhane İsyanı (25 Ekim 1895), Bitlis İsyanı (25 Ekim 1895), Bayburt İsyanı(26 Ekim 1895), Maraş İsyanı ( 27 Ekim 1895), Urfa İsyanı ( 29 Ekim 1895), Erzurum İsyanı ( 30 Ekim 1895), Diyarbakır İsyanı (2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) İsyanı ( 2 Kasım 1895), Malatya İsyanı ( 4 Kasım 1895), Harput İsyanı (7 Kasım 1895), Arapkir İsyanı ( 9 Kasım 1895), Sivas İsyanı ( 15 Kasım 1895), Merzifon İsyanı ( 15 Kasım 1895), Gaziantep (Ayıntap) İsyanı ( 16 Kasım 1895), Maraş İsyanı (18 Kasım 1895), Muş İsyanı ( 22 Kasım 1895), Kayseri İsyanı (3 Aralık 1895), Yozgat İsyanı (3 Aralık1895), Zeytun İsyanı (1895-1896), Birinci Van İsyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), İkinci Sasun İsyanı ( Temmuz 1897), Sultan Abdülhamit’e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905), Adana İsyanı (14 Nisan 1909).

Olayların birbirine ne kadar yakın tarihlerde cereyan ettiği görülürse, hepsinin bir tertip eseri olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Sadece 1897’ye kadar kırka yakın ilde tedhiş ve cinayet eylemlerine tanık olunacak, gene de sabır gösterilecektir. Böyle bir hükümetin, bir de üstelik 1. Dünya Savaşı gibi, var olup olmama savaşının verildiği bir ortamda, benzer tedhiş hareketlerine maruz kalınca, Ermenileri savaş alanının dışına toplaması veya sürmesi kadar doğal ne olabilir ?. Hangi devlet benzer durumda aynı kararı almazdı, sormak gerekir.

İşte 1. Dünya Savaşı günlerine bu koşullarla gelinir. Osmanlı Devleti savaşa girince, Ermeniler bekledikleri fırsatın doğmuş olduğu inancıyla toplu olarak harekete geçerler ve Kafkas Ordusu’nun geri hatlarını vururlar. Rus ordularıyla işbirliğine giderler ve Van içerden vurularak 15 Nisan 1915’te Rus ordularına teslim edilir, büyük bir Müslüman kıyımı yaşanır. Bunun üzerine 24 Nisan 1915’te Hükümet Ermeni ileri gelenleri olarak 234 kişiyi tutuklar. Bu olayı Ermeniler sanki bir kıyımın yıldönümüymüş gibi, her yıl 24 Nisan’da protesto eylemlerine dönüştürürler. Oysa o gün kimsenin burnu bile kanamamıştır. Olayların yatışmayıp, üstelik daha da artması üzerine Hükümet 27 Mayıs 1915 günü, zorunlu olarak, bazı Ermenileri “zorunlu göçe” tabi tutar. Çıkan yasanın adı “Sevk ve İskân Yasası”dır ve yukarda açıklanan sebeplerden dolayı zorunlu olarak çıkarılmıştır.

Ermeniler hükümetin aldığı bu kararı “bir soykırım” olarak nitelemekte ve bu ısrarlarını inatla sürdürmektedirler. Oysa olayların bir soyu kırma amacını taşımadığı son derecede açıktır ve aksini kanıtlayacak tek bir belgeye rastlanmamıştır. Esasen benzer iddialar Lozan Konferansı esnasında da dile getirilmiş, olayı 3,5 yıl boyunca inceleyen ve araştıran İngiliz Harp Divanı, Malta’da tutuklu bulunan tüm zanlıları serbest bırakmıştır. Avrupa Adalet Divanı 29 Ekim 2004 tarihinde aldığı bir kararla Marsilya’daki bir Ermeni Derneği’nin açtığı davayı reddetmiş, Ermenilerin ortaya attıkları “soykırım” iddialarının hiçbir “hukuki” dayanağı olmadığını, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında aldığı ve “…Türkiye soykırımı tanımadığı takdirde Avrupa Birliği’ne giremez” yolundaki kararın da siyasi bir karar olduğunu, hukuki bir temele dayanmadığını, bir fiilin soykırım olup olmadığının hukuki bir konu olduğunu ve ancak buna bir mahkemenin karar verebileceğini, oysa Avrupa Parlamentosunun bir yargı organı olmadığını ifadeyle davanın reddine karar vermiştir. Bu sonuç da Ermenilerin hâlâ ne boş hayaller peşinde koştuklarını göstermektedir.








































III-TÜRKİYE VE ÜÇÜNCÜ ÜLKELERE YÖNELİK ERMENİ TERÖRÜ


1. TÜRKİYE’YE YÖNELİK ERMENİ TERÖRÜ



Gurgen (Karekin) Yanikian adlı yaşlı bir ermeninin 27 Ocak 1973’de ABD’nin Santa Barbara kentinde Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Yardımcısı Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan “bireysel ermeni terörü”, 1975’den itibaren “örgütlü Ermeni terörü” izlemiş ve yurt dışındaki görevlilerimiz, misyonlarımız ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

Türkiye’yi hedef alan Ermeni terörünün 27 Ocak 1973-5 Kasım 1982 tarihleri arasındaki bilançosu şöyledir:

1. 18 Ülkenin 32 kentinde değişik türde 65 saldırı yapılmıştır.



Bu ülke ve kentler ile saldırıların ülkelere göre dökümü aşağıda gösterilmiştir:

Ülkelere Kentler Saldırı Sayısı/Şehit/Yaralı

Fransa Paris,Marsilya,Lyon,Strazburg 14 6 6

ABD SantaBarbara,Los Angele, New York 10 4 -

Boston

İtalya Roma,Milano 8 1 3

İsviçre Cenevre,Bern,Zurih 7 1 1

Lübnan Beyrut 5 1 -

İngiltere Londra 3

Danimarka Kopenhag 3 - 1

F.Almanya Frankfurt,Köln,Essen,Dortmund 3

Hollanda Lahey,Amsterdam 2 1 -

Avusturya Viyana 1 1 -

İspanya Madrid 1 2 -

Yunanistan Atina 1 2 2

Belçika Brüksel 1

Avusturalya Sidney 1 2 -

İran Tahran 1

Kanada Ottowa,Toronto 2

Bulgaristan Burgaz 1 1 2

Türkiye Ankara 1 7 82

Toplam 32 98










2. Saldırıların Lübnan ve İran dışında, hemen hepsinin müttefikimiz olan Batı ülkelerinde meydana gelmesi özellik arzetmektedir.Lübnan ve İranda’ki saldırılar, bir ölçüde, bu ülkelerin iç istikrarsızlıkları ile açıklanabilir.

3.Saldırılarda, görevlilerimiz ve vatandaşlarımızın yanı sıra 6 yabancı hayatını kaybetmiş, 83 yabancı yaralanmıştır.Ölenlerin 1 i İspanyol, 2 si İtalyan, 1 i Alman, 1 i Amerikalı, 1 i İsviçreli, yaralananlardan 16 sı İtalyan, 4 ü Amerikalı, 2 si İsviçreli, 2 si Danimarkalı, 1 i Lübnanlıdır.

4.Saldırıların Yıllar itibariyle incelenmesi, Ermeni terörünün özellikle 1979’dan başlayarak büyük bir artış gösterdiğini ortaya koymaktadır.Buna göre,

1973’de 3

1975’de 5

1976’da 3

1977’de 4

1978’de 4

1979’da 11

1980’de 17

1981’de 9

1982’de(4 ayda) 13 saldırı yapılmıştır.

Bu tablodan şu iki sonucu çıkarmak mümkündür:

a) Ermeni terörü özellikle 1979’dan itibaren etkin bir örgütlenme kaydetmiştir.

b) 1979-1980 yıllarındaki saldırı yoğunluğu ile Türkiye’de o dönemdeki anarşi

arasında bir paralellik mevcuttur.



IV. ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİ



Yurt dışındaki görevlilerimize, misyonlarımıza ve kuruluşlarımıza yapılan saldırı ve eylemleri şu ermeni terör örgütleri ya da grupları üstlenmiştir.

1. Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni gizli Ordusu (ASALA)

2. Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (ESAK)

3. Yeni Ermeni Direnişi

4. Ermeni Kurtuluşu

5. Ermeni Kurtuluş Cephesi

6. Yanikion Komandosu

7.Genç Eylem Grubu







Bu terör örgütlerinin en önemlileri ilk dört sırada yer alanlardır.Son üç örgütün adı yalnızca bir kez duyulmuştur. Cinayetlerden asıl sorumlu olanlar ise ASALA ve ESAK’dır. ASALA 8, ESAK 7 görevli ve vatandaşımızın katledilmesinden sorumludurlar. 4 görevlimizin katlini ise iki örgüt ayrı ayrı üstlenmişlerdir. Yine ASALA silahlı saldırılarda 10 görevli ve vatandaşımızı, ESAK 3 görevlimizi yaralamışlardır, 1 görevlimizin yaralanmasına da birlikte sahip çıkmışlardır.

Saldırıların, üstlenen örgütler itibariyle dökümü de ASALA ve ESAK’ın diğer Ermeni terör grupları karşısındaki önemlerini ortaya koymaktadır. Buna göre, 69 saldırıdan,

33 ünü ASALA

16 sını ESAK

5 ini Yeni Ermeni Direnişi

1 ini Ermeni Kurtuluş Cephesi

1 ini Yanikian Komandosu

1 ini Ermeni Kurtuluşu

6 sını ayrı ayrı Asala ve Esak

1 ini ayrı ayrı Yeni Ermeni Direnişi ve Genç Eylem Grubu

Gerçekleştirmişler.

5 saldırı ise açıkça üstlenilmemiştir.

Bu 69 saldırıdan yalnızca 8 inin failleri(Yanikian, Kilndjian, Jamgotchian ve Sesliyan, Kozliyan, Basmadjian, Joflian Sassounian ve son olarak Levon Ekmekçiyan yakalanabilmiş diğer saldırganların failleri meçhul kalmıştır.

Burada, saldırıları ve işledikleri cinayetler itibariyle diğer Ermeni tedhiş örgüt ve gruplarından çok daha önemli görünen ASALA ve ESAK hakkında özet bilgi verilmesinde yarar görülmektedir.

1. ASALA

20 Ocak 1975 de Beyrut’ta kurulmuştur.Aynı tarihte Beyrut’taki Dünya Kiliseler Konseyi Bürosuna yaptığı bombalı saldırı ile adını ilk kez duyuran örgüt, “Marksist-Leninist devrimci bir çizgi izlediğini” açıklamakta, kendisini “uluslar arası devrim hareketinin parçası” olarak “silahlı mücadele” ile çözümlenebileceği görüşünü savunmaktadır. Örgütün ilan ettiği amaçları şunlardır:













a) İşgal altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak ve birleşik, demokratik ve sosyalist bir Ermenistan kurmak.(ASALA, işgal altındaki Ermeni topraklarından “Batı Ermenistan” diye adlandırdığı Doğu vilayetlerimizi kasdetmekte, Sovyet Ermenistan’ını “kurtarılmış bölge” olarak kabul etmektedir.

b) Topraklarına döndüğünde Ermeni halkına en azından kendi kaderini tayin hakkı tanınmasını sağlamak.

c) “Soykırımın” tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin etmek.

d) Türkiye’yi “Soykırım” nedeniyle tazminat ödemeye zorlamak.

ASALA, açıklamalarında, Türkiye’nin “Soykırımını tanıması” ve “tazminat yükümlülüğünün” hedef sıralamasında sonda yer aldığını özellikle vurgulamakta ve “emperyalistlerin ajanı” olarak tanımladığı Taşnakları yalnızca bu son iki amacı temin etmeye çalışmakla suçlamaktadır.

Uluslar arası terörün parçası olan ASALA, “Türkiyede’ki Kürt ve Türk devrimcilerle” işbirliği yaptığını ve dayanışma içinde olduğunu belirtmekte, Türkiye içinde de, İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, ve Van’da bazı eylemler gerçekleştirdiğini, içinde asker ve subayların da bulunduğu bir Türk uçağının düşürülmesinden sorumlu olduğunu ileri sürmektedir.Komandoların sık sık Türkiye’ye girdiğini iddia eden ASALA “Türkiye’deki Kürt ve Türk devrimcilerle işbirliğini” bu “devrimcilerin” “Ermeni davasının haklılığını kabul etmeleri” koşuluna bağlamaktadır.

Bilinen liderleri Hagop Hagopian ve Mihran Mihraniandır (Bu iki ismin takma adları olması muhtemeldir) Merkezi büyük bir olasılıkla Beyrut’dadır. Ancak ASALA merkezinin Beyrut’da olduğunu reddetmekte ve Türkiye dahil Ermenilerin yaşadığı her ülkede merkezleri bulunduğunu belirtmektedir.

http://www.orhancekic.com/makale.asp?id=457