1. yüz (Toplam 1 yüz)

Basını hiç sevmediler -21- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 19, 2010 1:05
gönderen Oğuz Kağan
Basını hiç sevmediler -21-

AKP, gerilim ve yanlışları medyaya da bulaştırdı

AKP iktidarının uygulamalarından geriye gerilimler kaldı. Bu genel tablodan basın kuruluşları da nasibini aldı. Toplumsal sorunlar yumak yumak büyürken, hükümet yargının yanı sıra basına da sertleşmekten vazgeçmedi.

AKP iktidarının basın karnesini irdelediğimiz zaman karşımıza çıkan tablo diğer muhafazakâr demokratların iktidarlarınkinden temelde çok farklı değil. AKP’nin diğer iktidarlardan farkı milliyetçilik konusundaki söylemler karşısında takındığı tutum oldu. Milliyetçilik söylemleri karşısındaki bu tutumu ANAP ve DP iktidarları dönemindekinden daha farklı boyutlara çıktı. 1950-60 ve 1980 sonrasındaki dönemlerdekinden farklı olarak Türkiye’nin yeni bir yüzyıla girerken tek parti olarak teslim ettiği AKP iktidarı öncelikle milliyetçilik konusundaki tutumunu netleştiremedi. Milliyetçiliği sürekli olarak demokrat tavırların ötekisi olarak yorumladı.


Milliyetçilik ikilemi

Açılım, Kürt Açılımı, demokratik açılım, milli birlik projesi gibi sürekli isim değiştiren stratejiler temelde milliyetçilik ile hesaplaşma olarak karşımıza çıkmakta. Bu noktada genel olarak AKP iktidarlarının sorun tespit anlayışı ve çözüm üretme stratejisi demokrasi-milliyetçilik ikilemi üzerine oturunca farklılık kendiliğinden geldi. Aslında genel olarak sorunlar bir anlamda daha da yumak halini aldı. Sorunlar yumak haline geldikçe çözüm de gerilimler üzerine kuruldu. Sorun tespiti ve çözüm yöntemi konusundaki bu sert ikilem hem genel tablonun belirleyicisi oldu, hem de kurumlara yaklaşımın belirleyicisi olarak karşımıza çıktı. Basın kuruluşlarına, yargıya ve diğer devlet kurumlarına bu pencereden yaklaşan AKP iktidarlarının yaklaşık 8 yıllık uygulamalarından geriye gerilimler kaldı. Bu genel tablo içerisinde basın kuruluşları da yerini aldı. Tarihçiler ilerleyen yıllarda AKP iktidarlarını incelerken basından hem bu gerilimleri tespit edecek, hem de bu basını gerilimlerin bir parçası olarak görebileceklerdir. Tarihçilere şimdiden kolay gelsin demek her halde doğru bir söz olacaktır.


Suçlu ilan etti, hüküm kesti

Türkiye’nin içeride ve dışarıda baş döndüren sorun yığılımı, beraberinde hızlı çözüm stratejilerinin üretilmesini de birlikte getirirken, buna tam olarak hazırlıklı olamayan muhafazakar demokrat AKP, AB ve ABD arasında çözüm için yalpalayıp durdu. İşte bu yalpalama da AKP iktidarlarının hanesine eklenmiş bir zayıf olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanında iktidara çok da hazırlıklı olmayan AKP yargıya, basına sertleşmekten geri durmadı. Suçlu ilan etti, hüküm kesti. Hem kendi kadrolarını kurmak istedi, hem de sorunlara çözüm üretirken stratejik noktalarda yalpaladı. AKP iktidarının basınla ilişkilerini yazmak istesek bile cümleler uzayıp gidiyor. Aynı AKP’nin politikaları gibi. Politikaların tespiti var ama dibi yok. Çözüm yok. Bürokrasideki yalpalamaya TRT de ayak uydurdu. RTÜK kurulduğu günden bu yana tartışmalı bir kurumdu. Bu konumunu AKP iktidarı döneminde de korudu. Milli Görüş gömleğinin taşıyıcısı bir yayın organı olarak bilinen Milli Gazete ‘en büyük darbeyi faizsiz bankacılık yapıyorlar’ dediği kurumlardan bu dönemde yedi. Milli Görüş’ün kitlesel gömleği iyice daraldı. Deniz Feneri olayına muhalefet asrın yolsuzluğu ismini verirken, olay neredeyse rejim bunalımına dönüşüyordu. Olayı manşetten veren gazetenin patronuna Başbakan Recep Tayyip Erdoğan neredeyse demediğini bırakmadı. Dinlemeler gündeme geldi. Yargı mensupları artık bu konuda rahatsız olduklarını açıkça söylemeye başlayınca, kalkınmada patlak veren sorun, adaleti de aldı götürdü. Geriye de sadece parti kalınca Türkiye, parti devleti olma yolunda hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Parti devleti anlayışının doğal uzantısı olarak basın da kendi içinde yalpalamaya başladı.


Gerilimli görünüm

Basın da toplumsal gerilimlerini uzantısı olarak gerilimli bir görünüm kazandı. Gazeteler ve gazeteciler birbirlerine düşman edilmek istendi. Meslek ahlakının yerini iyice iktidara yakınlık ahlakı almaya başladı. Sonuçta ‘iktidara yakın olmayanların vay haline’ durumu ortaya çıktı. İktidarı eleştiren köklü gazetelerin köşe yazarları soluğu nerede aldı, kamuoyu zaten biliyor. Bu bile önümüzdeki dönemde tarihçilerin üzerinde bir hayli duracağı konuların başında geliyor. Gazeteciler terör örgütü kurmaktan ve örgütlü suç işlemekten savcı ve hakim karşısına çıktı. Öte yandan AKP’ye yakın basın kuruluşlarında görevli çalışanlar adeta ödüllendirilircesine TRT televizyonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile boy göstererek programlar yaptılar. Bu programlardan çok büyük paralar alındığı yönünde ciddi iddialar var, yalansa şayet söyleyenlerin boynuna, ancak doğruysa AKP iktidarı bunun da hesabını vermek zorunda kalacaktır. TMSF’nin satışa çıkardığı gazetelerin tek tek yandaşlara satıldığını artık neredeyse söylemeyen kalmadı. Gazete patronlarının vergi borçları Demokles’in kılıcı gibi günlerce ekonomi sayfalarında sallanıp durdu.


İnsanlar düşünmekten korkar oldu

Yıllardır Türkiye’nin en büyük sorunu olarak kabul edilen ifade sorununun yerini artık düşünme sorunu aldı. Yani kısacası insanlar düşünmekten bile korkar olmaya başladı. Aklına hiçbir şey getirmeyen bireyler bütünü haline gelmeye başladık. 12 Eylül döneminde nasıl evlerde sobaların içinde kitaplar imha edildiyse, okudukları nedeniyle insanlara şiddet uygulandıysa artık aynı durum AKP iktidarı için de geçerli olmaya başladı. Türkiye adı konmamış bir İstibdat dönemi yaşamaya başladı. Korku İmparatorluğu’na adım adım ilerleyen Türkiye’de insanlar artık düşünce suçlusu olmuyordu ama, düşünerek örgüt kurmaktan suçlu olabiliyorlardı. Sonuç itibariyle ciddi psikolojik mekanizmalar devreye sokuldu. Telefonlar iletişim aracı olarak değil, big brotner’in mikrofonu olarak yorumlanmaya başladı. Herkes dinlenme paranoyasıyla yaşamaya başladı. İşte tüm bu tablo içerisinde AKP yeni kurumlar kurarak Türkiye’yi kontrol altına almak istedi.


Basın üzerine maddi ve manevi baskı

AKP döneminin esas tartışılması gereken konusu bu olsa gerektir. Basın üzerinde maddi ve manevi baskı uygulamak, bürokraside kadrolaşmak, toplumsal gerilim yaratmak gibi konuların yanında tarihe esas olarak miras bırakacağı korku imparatorluğu izleridir. AKP iktidarları demokrasinin ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunun kanıtı gibi karşımızda durmaktadır. Seçilmişlik meşruiyetini Türk demokrasisinde ilkelerin ötesinde yorumlayan bir dönem olarak gündeme gelecek AKP iktidarları dönemi, siyasal tarihe bıraktığı miraslarla DP ve ANAP’tan farklı olarak anılmayacak belki ama, esas itibariyle ortaya koyduğu icraatları, anayasa değişikliğiyle meşrulaştırmak istercesine hareket etmesi, Türkiye’de demokratik hayatın çarpıklaşmasına yol açmaktadır.


Geleceğe dönük yorumlar

Gelecek nesiller demokrasiyi AKP yöntemleriyle uygulamaya kalkarsa Türkiye’nin siyasi geleceğine şimdiden gölge düşmeye başlayacaktır. Geleceğe dönük yorumlar elbette şu anda erkendir. Türkiye’nin siyasal hayatı içerisinde yaratacağı çözümler, tahribat olarak tanımlanan uygulamaların önüne geçebilecek nitelikte olabilir. Bunu zaman gösterecek. Ancak yazı dizisinin ilk gününden beri üzerine basarak ifade ettiğimiz, demokrasi ve özgürlük kavramlarının siyasal anlayışlara göre doldurulması, bunun karşısında olan kişi ve kurumların ifade özgürlüklerinin kısıtlanması AKP döneminde yeni bir boyut kazanmaktadır.


İktidarın düşüncelerine karşı çıkmak

Bunun adı da örgütlü suç işlemek. AKP iktidarıyla birlikte siyasal iktidarın düşüncelerine karşı çıkmak, uygulamalarını eleştirmek, örgütlü suç kapsamına girmiştir. Danıştay saldırısına bir köşe yazarı Türkiye’nin 11 Eylül’ü yorumunu getirmişti. Bu ne kadar doğru bir yargıdır elbette tartışmaya açıktır. Ancak Türkiye’nin 11 Eylül’ü iki tane binanın yıkılmasıyla geçiştirilebilecek kadar kaza boyutu olan, adli vaka olmayacaktır. Türkiye’nin 11 Eylül’ü önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olan AKP iktidarının tutumlarına endekslidir.


TRT, AKP iktidarı döneminde hep sorun oldu

TRT her iktidar döneminde olduğu gibi AKP iktidarı döneminde de sorun oldu. Yine arpalık yorumlarıyla muhatap oldu. AKP iktidarı ise bu konuda yine bildiğini okudu. CHP İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Kemal Anadol, TRT konusunda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği sonu önergesiyle konuyu gündeme taşıdı: “TRT kanallarında kadrolu personel dışında kaç kişiye program yaptırıldı? Kaç kişi yorumcu, konuk gibi çeşitli sıfatlarla ücret karşılığı programlarda yer aldı, uzmanlık alanları nedir, ne kadar ücret ödendi? 2005 yılı Ağustos ayından 2010 Ocak ayına kadar geçen sürede TRT kanallarında kadrolu personel dışında kaç kişiye program yaptırıldı? Söz konusu tarihlerde kaç kişi yorumcu, konuk gibi çeşitli sıfatlarla ücret karşılığı programlarda yer aldı, uzmanlık alanları nedir, ne kadar ücret ödendi.? Yeni kurulan ya da mevcut TRT kanallarına 2007 yılından bu yana kaç yeni personel alındı, işe başlama tarihleri nedir, hangi kadro statüsünde ve hangi unvanla işe başladılar? Bu kişiler TRT’de işe başlamadan hangi özel ya da kamu kurumunda çalışıyordu.”


CHP önerge verdi

CHP Grup Başkan Vekili’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması isteğiyle verdiği soru önergesi yazı dizisi yayına hazırlandığı sırada TBMM’de işlemdeydi. AKP iktidarının bu soruya vereceği cevap elbette merak konusu. Ancak şurası bir gerçek ki AKP iktidarı döneminde de TRT kurumu tartışılan konuların başında geldi. RTÜK yine AKP iktidarı döneminde tartışılan bir kurum oldu. Basın ve yayın kuruluşlarını yakından ilgilendiren tüm kurumlarda tartışmalar gündeme geldi. Sorular soruldu, cevaplar alındı, ya da alınamadı. AKP iktidarının bir başka icraatı da dinlemeler oldu. Dinlemeler konusunda da çok şey basın kuruluşları tarafından yazılıp çizildi. Bazı basın kuruluşları kendilerinin de dinlendiği iddiasını ortaya koydular, konu TBMM’de de gündeme geldi. Dinlemeler aslında sadece basını ilgilendiren bir konu olmadı. Hukuk boyutuyla, iş dünyası boyutuyla sürekli gündemde kaldı. Dinlemelere dayalı yazılan iddianameler hukuku sürekli meşgul etti. AKP’nin iktidarları dönemi boyunca en çok tartışılacak konulardan bir tanesi dinlemeler olayıdır. Dinlemeler yüzünden insanlar cep telefonundan yararlanmaktan, hatta bilgisayar kullanmaktan kaçar oldu. Bilgisayarlarda kayıtlı olan e-postaların bile takip edildiği, msn olarak kamuoyunda bilinen iletişim biçimi bile bir zamanlar son derece revaçta olmasına rağmen, gözden düşmeye başladı. Big Brother tam anlamıyla, AKP yüzüyle Türk toplumunun gündemine geldi.


S O N U Ç

Öngörü yapmak için yazı dizisi hazırlanamaz. Ancak görülen o ki, tüm sosyal sorunların üzerine, anayasa değişikliği isteği ile binecek tartışmalar, Türkiye’nin 11 Eylül’ünü en yüksek rakımlı tepeden başlayacak rejim tartışmalarıyla ateşleyecektir. Basın kuruluşlarına elbette bu süreçte büyük görevler düşmektedir. Bu sürecin içerisinde olan siyasilere de büyük görevler düşmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün, toplumsal gerilimlere kurban edilmeden, yandaş ayrımı yapılmadan, hukuku zedelemeden Türkiye’nin 11 Eylül’üne zemin hazırlamaması için siyasal iktidar ve basın demokratik kurumsal süreç içerisinde ilişkilerini yeniden gözden geçirmelidir.


Macit SOYDAN, YENİÇAĞ, 18 Şubat 2010