1. yüz (Toplam 1 yüz)

Bir Zamanlar

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ağu 10, 2016 6:45
gönderen Feza Tiryaki
Bir Zamanlar


Biz de çağdaş bir ülkeydik bir zamanlar…
Avrupalı‘dan bir milim aşağı değil, belki daha üstünü,
Onlar gibi dini devlet işlerine karıştırmayan bir ülke,
Okuyan, yazan, sorgulayan, uygar bireyleri olan…
Çağdaşlığı, Cumhuriyetin kuruluşuyla, devrimleriyle yakalayan…
Kadın haklarına onlardan önce kavuşan, bağımsız, onurlu bir ülkeydik…
*
Öğretmenlerimiz, Yüce Önderimiz’in istediği,
Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirirdi…
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti,” devletimiz; Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, gençliğe emanet ettiği…
Kurumları sağlam, ordumuz dünyanın en büyük ordularından biriydi…
Memuru memur, öğretmeni öğretmen, okulları okul olan bir ülkeydi ülkemiz…
Memurluk demek güvence demekti, devleti ayakta tutan.
Yüz kızartıcı bir suç işlemeyen, suçu kanıtlanmayan, yargıda hüküm giymeyen,
Başı dik gezerdi, ne işinden atabilirlerdi onu siyasiler, ne yerine yan gözle bakan olurdu…
Asker Cumhuriyetin koruyucusu, yobazın korkusu…
Polis kentleri beklerdi, bekçi mahalleyi, sınırlarıysa Türk Ordusu.
Jandarma kırsalda, korucu halktan gelen güvenlik, görevdedir bir zorunlulukta.
*
Okullarımız birdi, öğrendiklerimiz aynı, hepsi Cumhuriyetin laik kurumları…
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları yeraltından başlarını çıkaramazlardı.
Yürürlükteydi, Eğitim Öğretim Birliği Yasası, çağdaşlık Atatürk’ün Türk ulusuna armağanı…
Cumhuriyet devrimleri yürürlükte, giyim kuşam devrimi vatandaşın onuru.
Köylümüz, köyü koruma yasasıyla korumada, yabancılar alamaz elinden toprağını, taşını.
Atatürk’ün harfleriyle, bilimle, fenle yetişirdi gençler, hepimiz kendine güvenli…
Resim, müzik, spor önemli derslerimizdendi o zamanlar.
Atatürk’ün kurduğu Gazi Eğitim’den, Eğitim Enstitülerinden orta öğretime sanatçı öğretmen yetişirdi.
Köy Enstitüleri bir iftirayla kapatılmıştı ama yerinde Öğretmen Okulları vardı.
Yatılı okul ağlarıyla sarılıydı ülkemiz.
Yatılı bölge okulları, yatılı öğretmen okulları, polis okulları, askerin yeni – eski tarihi okulları…
Türkçemiz yabancı diller boyunduruğundan korunur, derslerimiz Türkçe, dilimiz Türkçe…
İngilizcenin yabancı dil olarak okutulduğu yılları bilenler, eğitim seferberliğini görenler,
Onlardan uzun ömürlüler, sorun, anlatsınlar, bazısı henüz hayattalar.
*
Alman’ın, İngiliz’in, Fransız’ın nasıl ülkelerinde kendi dilleri en değerliyse,
Önce dilleri geliyorsa, herkes ülkesinin dilini öğreniyorsa, yabancıya da öğretiyorsa,
Bizde de Türkçe en önemli dersti bir zamanlar, geleceğimizi belirleyen…
Yabancı dil öğretimi kolejlerle sınırlıydı, oralara da zenginin şımarık çocukları giderdi.
Hayal bile edemezdik, ülkemizin, kuyruk acılıların eliyle böyle değişip dönüşeceğini…
Hacı hocaların eline düşeceğini, sarıklıların sokaklara dolacağını, şeriat isteneceğini…
“Ben müslümanım, tabii şeriat yanlısıyım” demenin suç olmaktan çıkacağını,
Yeraltından çıkanların kabuk değiştireceklerini, örümceğin ağı gibi her yanı saracaklarını.
Bugünkü İngilizce çılgınlığı, İngilizce öğrenme yarışı, ilkokul ikide başlatılacak Arapça…
Okullarımıza Kuran Kursu’nun ders diye konacağı, “elif bağ” diye yeniden bağrılacağı,
Kızların oğlanların ayrılacağı, önce çocuklara, sonra öğretmenlere baş bağlatılacağı…
Başı bağlı yargıç, avukat, doktor, hemşire, memur olunacağı, dinin kamuya sokulacağı,
Düşünülemezdi bile, düşte görülse hayra yorulmazdı…
Cumhuriyet öncesi döneme, eski çağa geri dönüleceği hiç akla gelir miydi?
Bilimin değil, ezberin, dini tarikatlara bağlanmanın her alanda öne geçeceğine, yüce önderimizin,
“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki,” diye başlayan ünlü sözünü unutacağımızı,
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz.”
Buyruğunu, laikliğin güvencesini çiğneteceğimizi kim bilebilirdi?
*
Bambaşka bir ülkeydik biz bir zamanlar…
Türklüğümüzle övünç duyardık, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk denirdi, bilirdik.
“Ne mutlu Türk’üm diyene” bizim yapıştırıcımız, özgüvenimiz, birleştirici sözümüzdü…
Ulusal bayram günlerimiz, askerimizle, öğrencilerimizle, ulusumuzla kutlanırdı.
Gece fener alayları, gündüzleri Cumhuriyet meydanları, alanlar, statlar bayram yeri…
Marşlarımız çalınırdı radyolardan, televizyonlardan; ulusal bayramlar Ankara’dan canlı yayınlanırdı.
Devletin göreviydi, ulusal duyguları beslemek, geliştirmek, ulusal bilinci güçlendirmek…
*
Askerlerimiz, hele de askerlerimiz… Yurdumuzun bekçileri, Cumhuriyetin koruyucu güçleri.
Meclisi de onlar korurdu, Anıtkabir’i de… kuş uçurtmazlardı sınırlarımızdan,
Bir yürüsünler bayramlarda, gazilerimiz bir geçsinler, askerlerimiz bir geçit töreninde görünsünler,
Gözyaşlarımız boşanırdı, bağrımızdan çıkardığımız bu çocuklarımız övüncümüz, şehitlerimiz ortak acımızdı…
Türk yıldızları eşlik ederlerdi ulusal bayramlara, paraşütlerle atlardı Mehmetçikler alanlara,
Polis okulları gösterileri nefes keserdi, gençlik önümüzden koşardı, ellerinde bilimin ışığı…
Gericiler, dini kullanan dinciler acınacak durumdaydılar bir zamanlar;
Korkak, tutunacak bir dalları olmayan, bölücüyle birleşerek devletinin altını oyan…
Sözlerine gülünen, görünüşleriyle alay edilen, dış güçlerce desteklendikleri ise iyi bilinen…
*
Şimdi tam tersini yaşıyor ülkemiz, ne iyiyse güzelse, kaldırıldı, yüz yıl öncesine dönüldü,
Devletin temelleri sarsıldı, toplumun algısıyla oynandı…
Bir emirle her şey tuz buz, bir emirle içeri, bir emirle dışarı…
Dini kullanan yobazlık saltanatta, yeniçeri askeri Mehmetçiğin yerinde, meydanlarda…
Suriyeli kaçaklar her alanda içimizde, canlı bir bombaymışçasına sokulacaklar bağrımıza…
Arapça dilli tabelalar her yanı tutmuş, yollarda, havaalanlarında, merdiven altlarında, Kuran kurslarında…
İstedikleri zaman ezan okuyor bunlar, istedikleri zaman sela… Hepsi, dinciliğin kullanımında…
*
Geleceğimizin ipuçlarını verdiler 7 Ağustos’ta:
“Bandırma vapuruyla yola çıkanların umuduyla yola çıkmışlarmış,
Dinciler, Devleti yeniden kuracaklarmış.”
Savaştan mı çıktık, bir savaş mı yitirdik, ne oldu da,
Güzelim Cumhuriyetimiz düşürüldü böyle durumlara…
Ulusal bayramsız, ulusu adsız, çalışanı güvencesiz, ses bayrağı yaralı, bölücüsü eli kanlı…
Toplumun kafası karmakarışık, saldırı altında algısı…

Bambaşka bir ülkeydik biz bir zamanlar, bakın, herkes canlı tanığı…
Haberimiz olmadı diyemezsiniz, kıvırt kıvırt dönemezsiniz!
İşte gördük, hepiniz oradaydınız…

Feza Tiryaki, 9 Ağustos 2016