1. yüz (Toplam 1 yüz)

EVE SIĞMAK

İletiGönderilme zamanı: Sal Mar 31, 2020 15:03
gönderen Feza Tiryaki
EVE SIĞMAK

Ev, barınak, barınılan yer. İlk çağlardan beri insanın kendini korumak, oturup yatmak için kurduğu yapı.

Evler, taşlar oyularak mağara içlerinde yapılabildiği gibi, bahçe içlerinde, dağ tepesinde, kayalarda, toprağın altında, su üstünde, ağaç dallarında da yapılabilir. Buz evler bile var diye biliriz, o hiç görmediğimiz “Eskimo”ları öyle evlerde yaşar diye anlatırlar.

Kulübe, evin, tahtadan ağaç kütüklerinden, sazlardan yapılanı. Filmlerde görürüz bunları da en çok. Baraka, derme çatma malzemelerle çatılanı. Onlardan istemediğimiz kadar çok vardır çevremizde. Bunun, içine beton atılanı, plansız, kontrolsüz yapılanı ise gecekondu. Büyük kentlerimizi çepeçevre saran yapılar... 1950’lerde, Demokrat Parti'yle ilk ortaya çıktıklarında tek katlı derme çatma olan bu yapılar ilerki yıllarda devleştiler, ilacı olmayan bir hastalık gibi yanımızı yöremizi sararak, çok katlı betondan tabutluklara dönüştüler. Doğadan, topraktan koparıldık.

Konak; varsılların konakladığı, yaşadığı görkemli, büyük evler. Eskiden, her anısını yazan, çocukluğundan söz eden yazarımız, uzun uzun büyüdükleri konakları anlatırlardı. Saray; soyluların, kralların, padişahların kendileri için yaptırttığı çok büyük yapılar... Eskide kalmış, masal yapıları. Biz Cumhuriyetin yetiştirdiği eski kuşaklar, sarayları müzeye dönüştürülen halleriyle gezdik, gördük. Ne kamu kurumlarına saray denirdi bir zamanlar, ne kimse saray yaptırmaya kalkışırdı... Hükümet konağı olurdu. Kaymakamlık – Vali konağı... Cumhuriyetemizin kurucusu yüce Önderimizin ve diğer Cumhurbaşkanlarının oturduğu yapı; “Çankaya Köşkü’ydü.

Yalılar, konağın deniz kıyısında olanı. Köşk, kırlık – ormanlık yerlerdeki gösterişli ev demek. Apartman, birden çok katlı dairelere bölünmüş beton bina. Gökdelen, yüksek, ondan fazla katlı binalar.

İki binli yıllarda, siyasal İslamın yönetiminde, Cumhuriyet yönetiminin dönüşeceği, “bin yüz odalık saraylara” geçileceği, ülkemizin tek adamlıkla yönetileceği rüyada bile akla gelemezdi. Tüm siyasetçiler göz yumdu durumun böyle olmasına. Tek çatlak ses çıkmadan Atatürk Orman Çiftliği yapılaşmaya açıldı.

Bu duruma gelmek için, epeyce evrim geçirdik, alıştırıldık, dönüştürüldük...

Tek katlı, iki üç katlı o güzel evlerimiz, Türk mimarisine; ülkemizi saran yozlaşma, arsızlaşma döneminde, kötü siyasetçiler elinde yönetilirken kıydık. Yıkıp yıkıp, yerlerine, yeni türeyen bir mesleğin elemanlarınca, eğitimsiz, görgüsüz müteahhitler eliyle betondan çirkin apartmanlar yaptırmaya başladık. Yaşarken mezarlara girdik. Eskinin, Cumhuriyetin ilk yıllarının güzelim okullarını da Özal’lı dönemden başlayarak iyice yok ettik... Günümüzde de ediyoruz. Yıktık, kapattık; Cumhuriyetin tek katlı, çok çok iki üç katlı o güzelim okul binalarını, yerlerine ruhsuz yapılar koyduk.

Hâlâ da bıkmadık eskiyi yok etmekten, en son, iki tarihi köprüyü yerinden taşımayı (!), bu kargaşa, dünyayı saran küresel hastalık krizinde ihaleye çıkardılar. Kimsenin istemediği, uzmanların, bilim insanlarının sakıncalarını saya saya bitiremediği “İstanbul Kanalı” yapımında ısrar ediliyor, İstanbul’a milyonlarca yeni nüfus taşınmasının, eko sistemin bozulmasının, güvenliğimizin tehlikeye düşmesinin yolu açılıyor...


Yine, konumuza, ev kavramı konusuna dönersek;

“Başımızı sokacak bir evimiz olsun” en yaygın isteğidir eskiden beri toplumun. “Nohut oda, bakla sofa,” küçücük daireleri anlatan bir tanım. “Tek göz odam olsa,” bir eve özlemin dile getirilişi.

Bu duyguyu kullanan paragözlerin elinde, bahçeli ev kültürümüz yavaş yavaş ortadan kaldırıldı, sonunda, geçmişiyle bağı kalmayan yığınlara dönüştürüldük... Bu arada paralılar, her dönemin sözü geçenleri evlerde oturmayı sürdürdüler ama o evler artık “Villa” adını almıştı, yalnızca çok parası olanlara aitti...

Bir de, çok yüksek lüks yapılar, “akıllı yapı”lara çevrildi, kocaman bir yaşam alanını otel konforuyla gökdelenlere taşımak moda oldu. “Rezidans” adını verdi sonradan görme arsızlar bunlara, kapış kapış alarak da, oralarda oturmayı, yüksekten bakmayı bir şey sandılar.
Köylü, kente göçtükçe, mecburen apartman denilen çirkin binalara doluştu, köy evleri, köy yaşamı, kasaba yaşamı unutuldu...

Şimdi tüm bu yapıların adı “ev.” “Ev aldım” diyen acaba hangisinden aldı, gözümüzde canlandıramıyoruz.

Şimdi kampanya başlatmışlar, diyorlar ki; “Evde kal.” Aman dışarı çıkma! Grip virüsü kapar ölürsün!”

Toplumun asalakları, bol para kazanan ünlüleri hep bir ağızdan çığırıyorlar:

“Eve sığılır.” “ Hayat eve sığar. ”

Sonra da çıplaklıktan ekmek yiyen; fazla dayanamaz, çıplak resimlerini, artistlikten ekmek yiyen; amuda kalkmış halini, aynaya bakarkenki olmayan güzelliğini, sonradan görme popçu; uçsuz bucaksız bahçesini nasıl ilaçlattığını, pahalı bülbül yuvalarında yaşayan dolar milyoneri sporcular, Osmanlıcılık oynayan TRT’nin dizi oyuncuları, boy boy aile fotoğraflarını, yaldızlı ev eşyalarını, adları anılmadan yaşayamayan, parasız - ünsüz kalmaya dayanamayan irili ufaklı şarkıcılar ev konserlerini paylaşıp dururlar toplumla. Üstelik bunları önümüze, siyasetçiler sürerler, yağcılar övülürler...

Hepsinin ağzında o söz:

“Evde kal Türkiye!”

Böyle seslenmeyen ünlünün (?) hatırı kaldı. Ulus adıyla değil, ülkemizin adıyla sesleniliyor. Bölücü kesim de bundan çok mutlu. Kulakları bazı şeylere alıştırıyorlar, zaman tam o zaman...

Sonra, bunu diyenler ya köşklerde, konaklarda, yalılarda ya da son model konforlu apartmanlarda, kırsalda - kentte yaptırdıkları villalarda, özel sitelerde yaşıyorlar.

Hepsi “evcil” olmanın güzelliklerini sayıyor. “Evde kal!”

“Evcil”; evine bağlı, yaban olmayan, “ev kuşu”; evini seven, evinden çıkmayan insan. “Evde kalmış,” evlenmemiş kıza denirdi eskiden, evli, evlenen demek. O korkulan, küçümsenen, alay edilen “evde kalma” durumu bile sevimli hale getirildi, kolay mı? Sanki herkes evlenmeye mecbur!

Çocukluğumuzda, oyun biter, herkes evine dağılırken, hep bir ağızdan derdik:

“Evli (evi olan) evine, köylü (köyde yaşayan) köyüne, evi olmayan tavuk pinine (kümese)!”

“Ev”, gidilecek en önemli yer, yaşamın merkezi.

En bilindik dolandırıcılık öyküsüdür, duyan acır:

“Hastaneden yeni çıktım. Evime gitmeye yol param yok.”

“Evden kovulmak” kovulmaların en kötüsü, “evsiz”, sokakta yaşayan. “Evinin yolunu kaybetmek,” sarhoşun başına gelen... Kötü yola düşen, kötü alışkanlıklar edinen.

Eşyasız, yoksul evler için: “Fare düşse başı yarılır.” denilir.

Günümüzde, kimi de görgüsüzlükten, neden, sonradan görme akımına kapılır, bol parasını nasıl harcayacağını bilemediğinden kalorifer peteklerini bile “altın varaklı” yaptırır.

“Ev alma komşu al,” eskinin gerçeği. Günümüzde büyük kentlerde komşuluk mu kaldı?

“Ev ev üstüne kurulmaz,” kurulmasına da; yoksulsan, nasıl ayrı eve çıkacaksın?

“Ev ev” der dururuz da böyle derken neyi anlatırız? Yaşam için en gerekli yapıyı mı? Evin diğer anlamlarını mı?

“Ev sıcaklığı, ev özlemi...” ailemize, sevdiklerimize duyulan sevgidir, özlemdir. "Evden ayrı düşmek," gurbet, “Evlerden ırak!” diye dilediğimiz şey, kötülükleri savma yakarışı.

Bu da ünlü bir Batılı şairin (Goethe) sözü:

“İster kral olsun ister değersiz biri, / En mutlu insan / Evinde rahat (huzurlu) olandır.”

Bir şairimiz (Orhan Veli) yalnız evleri anlatır bir şiirinde (Yalnızlık Şiiri):

“Bilemezler yalnız yaşamayanlar / Nasıl korku verir sessizlik insana; / İnsan nasıl konuşur kendisiyle; /Nasıl koşar aynalara, / Bir cana hasret, /Bilmezler.”

Behçet Necatigil(1916- 79, eski mahallesini, evleri, “Değişen Dünya” şiirinde şu dizelerle dile getirir:

“Çocukluğumun geçtiği sokakta / Biraz dolaşayım dedim. / Şimdi oturduğum yerden uzakta. / Öyle bir hüzün çöktü ki içime / Ne bileyim, / Ağlayasım geldi kendi kendime. /İnsanları değişmişti / Ondan belki de. / Sonra pek çok evlerin yerinde / Yeni yeni binalar belirmişti. / Ahtapotlar gibi apartımanlar / Buraya da salmış kollarını / Yoksul aileler çekilmişler / Satıp savıp mallarını.” Şiir böyle sürer.

Ya Hüseyin Cahit’in (ö. 1957) “Ev Sevgisi” adlı yazısında anlattığı eski evler?

“Küçük, büyük, ailelerin bir baba yurdu vardı. Dar, kaldırımı bozuk bir sokağa bakan, yağmurlar ve fırtınalarla dış görünüşü kararmış bir evde gözlerimizi dünyaya açardık. Bu evin küçük büyük, herhalde bir bahçesi olurdu. Bu bahçenin her yeri kendi ellerimizle işlenirdi. Annemiz, babamız, bize bazı ihtiyar kayısı ağaçları göstererek bunları büyük babamızın, aşısını bilmem nereden alarak yetiştirdiğini; çocukluklarında onun altında oynadıklarını anlatırlardı.

Evin içinde evle birlikte yaşardık. Ufak tefek tamirlerini babamızın kendi eliyle yaptığını görür; o, merdivenin üzerine çıkarak bir yere bir çivi çakarken, düşmesin diye merdiveni tutardık.

Bu ağaçlar, tahtalar, çiviler, kiremitler cansız birer madde değildiler. Bizimle birlikte yaşıyorlar; bize geçmişten, büyükannelerimizden, büyükbabalarımızdan haber getiriyorlardı. Biz onların içinde geçmiş ile birleşiyor, onlarla geçmişe kök salıyorduk.”

Yazının şu bölümü insanı çok sarsıyor, bize yitirdiklerimizi, elimizden hoyratça alınan geçmişimizi gösteriyor:

“Biz, evimiz kavramı içinde ailemizi, çevremizi, atalarımızı severdik. Bu sevgi ruhumuz için bir dinginlik ve ferahlık, bir inanç ve irade kaynağı olurdu.”

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in (Eski Milli Eğitim Bakanı, 1920’de, 1925’te) evi (konağı), çok tanıdıktır:

“Ben, altmış yetmiş senelik tarihi bulunan bir ev içinde büyüdüm.”

Ömer Seyfettin, (1884 – 1920) “Mermer Tezgah” adlı öyküsünde, günümüzde dünyada ilk kez olan, bize has (Akapeye has) bir uygulamayla evden çıkması yasaklanan 65 yaş üstü kişilerden birini - bir yaş yaşamış kişiyi - şöyle tanımlamış;

“Câbi Efendi, öyle her ihtiyar gibi, sabahtan akşama kadar evinde pineklemezdi. Vakıa yine ciddi bir işe elini sürmez: “ Yiyeceğim var, içeceğim var! İş benim neme gerek?” derdi. Ama her sabah, güneş doğmadan, kendini sokağa atardı.”

Bir Eski Çağ düşünürü;

“Tanrım, bana kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver.”

Dileğiyle seslenmiş yaşadığı çağda tanrısına.

Tamam, eğitimliysen, okumayı seviyorsan, evin kitap doluysa, bahçen çiçekliyse yani bahçeli bir evdeysen, bir de geçim derdin yoksa, sağlıklıysan, doktor kapılarında derdine derman arayan, hastalıklı biri değilsen;

“Eve sığarsın!” Değil sığmak taşarsın bile...


Köklerinden koparılmış, betondan daracık apartmanlara sıkıştırılmış, yeşile doğaya hasret bırakılmış, çalışmazsa eve ekmek getiremeyen, dilencilik etmeyen, kimseden inayet (yardım- sadaka) beklemeyen, istemeyen onurlu insanlar ne yapacaklar?

Şu, evlerine sığan, telefonlara konuşan, her konuya maydanoz olan artistçikler, “Hepimiz Ermeniyiz”ci Hadiseler, paraya para demeyen şarkıcı – oyuncu Bozlar, kendisine ayrıcalık gösterilerek, evine (villasına) gelen hacizi bozdurmak için şip şak boşandırılan Akalınlar... Ev konsercileri, şöhret düşkünleri, aç gözlüler... Kimin arabasına binerse onun türküsünü çağıranlar...

Size mi düştü ulusa akıl vermek?

Fıkaranın tavuğu tek tek yumurtlar, bilmiyor musunuz?

Doğru; dünyanın hali her durumda böyle:

Kimine hay hay, kimine vay vay!

Feza Tiryaki, 30 Mart 2020

Re: EVE SIĞMAK

İletiGönderilme zamanı: Çrş Nis 01, 2020 14:46
gönderen kotifield
useful information

Re: EVE SIĞMAK

İletiGönderilme zamanı: Çrş Nis 01, 2020 22:12
gönderen Gönül Pınar Atacı
APARTMAN ve KONAK, SARAY ve KÖŞK, YALI ve VİLLA, haram kar ve haksız rant, tefeci faiz ve kara para hayranlarının ve Allah ve Kitap, Muhammed ve Ali, din ve iman, Türk ve Atatürk, Cumhuriyet ve adalet düşmanlarının, o menfur Korona virüsü ve illetinden hastalanan ve korkan insanlar için bir DUA, bir MASKE, bir KOLONYA, bir MUSKA stratejisini ve EVE SIĞIN, EVDE KAL siyasetini teşhis ve teşhir eden özel, güncel ve mükemmel bir yazı. Çok değerli yazarı sevgili Feza'ya tebrikler, teşekkürler, sağlık ve bağışıklık, huzur ve güven, utku ve umut.

Re: EVE SIĞMAK

İletiGönderilme zamanı: Çrş Nis 01, 2020 22:12
gönderen Gönül Pınar Atacı
APARTMAN ve KONAK, SARAY ve KÖŞK, YALI ve VİLLA, haram kar ve haksız rant, tefeci faiz ve kara para hayranlarının ve Allah ve Kitap, Muhammed ve Ali, din ve iman, Türk ve Atatürk, Cumhuriyet ve adalet düşmanlarının, o menfur Korona virüsü ve illetinden hastalanan ve korkan insanlar için bir DUA, bir MASKE, bir KOLONYA, bir MUSKA stratejisini ve EVE SIĞIN, EVDE KAL siyasetini teşhis ve teşhir eden özel, güncel ve mükemmel bir yazı. Çok değerli yazarı sevgili Feza'ya tebrikler, teşekkürler, sağlık ve bağışıklık, huzur ve güven, utku ve umut.

Re: EVE SIĞMAK

İletiGönderilme zamanı: Sal Nis 07, 2020 13:11
gönderen Feza Tiryaki
Sevgili Gönül Pınar Atıcı,
Çok değerli bilgi ağı gazetesi “Güncel Meydan”ı yorumlarınızla, beğenilerinizle her zaman destekliyorsunuz, çok sağ olunuz... Umudumuzu canlı tutan dilekleriniz için, yazılarımıza eklediğiniz, söylediğiniz güzel sözleriniz için... Her şey için... Sağ olun... Esenlik dileklerimle. Sevgiler...