1. yüz (Toplam 1 yüz)

SORUCU OL Kİ BİLİCİ OLASIN

İletiGönderilme zamanı: Pzt Haz 07, 2021 10:02
gönderen Feza Tiryaki
SORUCU OL Kİ BİLİCİ OLASIN

Şu son aylarda duyduklarımıza atalarımız ne derdi? Akıllara durgunluk veren sözler, olaylar duyuyoruz. Olamaz, bunu diyemezler, yalandır, diyoruz bir an. Oysa diyen diyor, duyan duyuyor, olan oluyor, ortalıkta ise dal oynamıyor.

En iyisi atalarımızı konuşturalım, yüzlerce, binlerce yıllık bilgeliğimiz konuşsun… Bakalım başımıza gelenleri, gelecekleri anlayabilecek miyiz?

*
En son bir öneri vardı: İnsan haklarına aykırı, eskiden Kızılderililere, zencilere, kölelere yapıldığını duyduğumuz inanılmaz bir öneri. Keyfi olarak, dili, dini, ten rengi, işi, mesleği gibi değişik nedenlerle kişiyi bir mekâna almamak, bir mekânı bazı kişilere yasaklamak, üstüne üstlük bunu kapıya yazı koyarak belirtmek, yasaları, Anayasayı, insan haklarını çiğnemek…

Bilim Kurulu üyesi Akın, aşıya teşvik önerisi sunmuş. Esnaf ve sanatkârlar işyerlerinin açılmasını istiyorlarsa, üstlerine düşen görevi yapmalılarmış. Görevleri şu: “Lütfen herkes aşı olsun diyerek aşı çalışmalarına destek vermek.” Öneri şöyle, iş yerlerinin kapılarına asılacak yazılara örnek vermiş profesör bey:

“Aşı olmadan girerseniz riskiniz var.” “Lütfen herkes aşı olsun!” “Lütfen aşı olun!”

Suç işlememek için, lafı dolandırıyor, “Buraya aşı olmayan giremez!” levhalarını pek yakında göreceğiz anlaşılan. Ne denmişti bir zamanlar Amerika’daki zencilere: “Buraya köpekler ve zenciler giremez!” Sıra günümüz aşıcılarında!

“Ey âşık Ömer, aç başını tuz dökecekler.”
*

Yeni buluş, toplumun midesine göz dikilmesi. Yeni zayıflatma modası, ağızdan hortum sokulup, midelerin dikilmesi imiş, mide küçültme, isteyene üç santim çaplı küçük mideler yapıverme. Böylece dokuz ayda, kilonun yüzde yirmi beşini verebilecekmişsin. Diyetle tabii. Şunlar kesinlikle yasakmış: Kola, tatlı, alkol… Öyle her istediğimi yerim demek yokmuş. O zaman niye insanlar midelerine el attırsınlar, niye kendi iradeleriyle bu dedikleri gıdalardan, içeceklerden uzak duramasınlar!

Prof. Dr. Halil Alış demiş ki: “Türkiye’deki insanların yüzde 30’u, işlemin uygulanacağı kilo grubunda yer alıyor.” Kısaca toplumun üçte birine göz dikilmiş. Mideler küçültülecek! Evlere tıkıl, hareketsizlikten şişmanla, sonrası kolay, kesiksiz dikiş… Ömür boyu diyet…

“Evveli de Şam, ahiri de Şam.”

Haydi koşun!

“Canı sopa isteyen keçi, çoban sopasına sürünür.”
*

Yine bir profesör doktora sormuşlar:

Marmara Denizi’ndeki bu kirliliğin (deniz salyasının) nedeni ne? Prof. Dr. Saydam yanıtlamış:

“Marmara çok genç bir tarihe sahip. Karadeniz ve Akdeniz’in birleşimi olduğu için bir solunum zorluğu var. İyi hali bu. Yüzde yüz insan baskısı. Başka bir faktör değil.”

“Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir.”

Aynı denize yapılacak “İstanbul Kanalı” için, gazeteci Meltem Akyol araştırmasında şunları da yazmıştı:

“Kanaldan sızacak tuzlu su İstanbul’un stratejik rezerv olarak adlandırılan yeraltı suyu kaynaklarını da olumsuz etkileyecek. Yer altı su kaynaklarının (akifer) tuzlanma riski olduğu yine DSİ tarafından açıklandı. Bununla Kırklareli akiferinin (su tutan yeraltı tabakası) tuzlanacağı, dolayısı ile proje alanı dışında; Trakya yeraltı sularının da olumsuz etkileneceği görülüyor.”

“Akıllı yüzüne hasret kaldık.” “Gözümüzü açalım, yoksa açarlar!”

Yine aynı yazıdaki bu söylenenleri bütün bilim adamlarımız söyledi;

“Marmara Denizi’nin alt sularındaki oksijen tükenirken, alt tabakadaki hidrojen sülfür yoğunluğu artacak; bütün İstanbul’u çürük yumurta kokusu saracak.“ Yalan mı?

“Kambur kambur üstüne!” “Kaptanpaşa koyunları denize salmış.”
*


Çin, yeniden dünyayı ayağa kaldırmış, paniğe neden olmuş. Bizim “Cavit’in vakaları” yeniden artmış. Ne kadar mı artmış? 15 milyonluk Guangdong kentinde18 yeni vaka tespit edilmiş. Aman dünya aşıdan falan vaz geçer diye masalı yeniden başlatmışlar: “Çin’de kısıtlamalar yeniden geldi.”

Yineleyelim: 15 milyon insanın yaşadığı bir kentte, milyon kişide değil, 180 bin değil, 18 bin değil, 180 kişi hiç değil, tamı tamına 18 kişide yeniden tespit edilmiş bu malum "virüs…" Akılla alay ediliyor. Aslında bu durumu çoktan hak ettik.

Abartıcılar, korkuyla korkutan çete, artık iyice; “Kantarın topunu kaçırdı!”

“Körlüğe bir değnek yeter!” “Delinin düşünmesine, tavuğun eşinmesine derman olmaz.” “Delik kapta su durmaz!”
*
Geçen ay şöyle muştulandıydı:

“Kelepçeli tatil, 7 Haziran'da başlıyor.”

Sakın hapisten insan çıkarıp tatil yaptıracaklar sanmayın. Gönüllü kelepçeliler bunlar, doğuştan köle olmalı bu canlılar. Yeni bir insan soyu türemiş.
Küresel çete elemanları, para yiyiciler, kendinden çok emin. “Kelepçeli tatil” dedirtebildiklerine göre, kimseden korkuları kalmamış, insanların aklını almışlar başlarından, bir de, “Yavru vatanı” kullanıyorlar:

“KKTC bazı otellerde turistler için yeni bir uygulama başlattı. Ülkeye gidenler elektronik kelepçe takarak tatil yapacak. Turistler kuralları ihlal etmeleri halinde alacağı cezaları içeren bir taahhütnameyi önden imzalayacak. Kelepçeye takılıyken otel dışına çıkması halinde cep telefonundaki uygulama Sağlık Bakanlığı’na ihbarda bulunacak.”

“ Dayım kim, gâvur kim belli değildir.”

“Havada bulut sen onu (eski günleri) unut!”

*

Eski bir hayvan masalıyla bitirelim mi konuyu?

Kartal, yabankedisi, yabandomuzu asırlık bir meşe ağacını kendilerine yurt edinmiş kardeş kardeş yaşarlarmış. Kartal meşenin tepesinde, kedi meşenin alt - orta dallarına yakın bir kovukta, domuz meşe dibinde.

Bir gün kedinin, deyim yerindeyse durduk yerde kalleşliği tutmuş. Önce kartala seslenmiş; "Domuz neden her gün yeri eşeliyor biliyor musun, senin tepelerde yaşamanı içine sindiremiyor, gözü yuvandaki kartal yavrularında, meşenin kökünü eşeleye eşeleye ağacını yıkıp onları yiyecek." Ardından hemen domuza koşmuş: “Duydun mu kartal senin yavrularını benimkilerle birlikte kendi yavrularına yem yapacak, aman yuvanı, yavrunu koru. Bir yanlara ayrılma.”

İşte o gün olanlar olmuş. Kartal evimi yıkacaklar, yavrularım yuvadan düşecek diye korkudan yuvadan ayrılamazmış, yaban domuzu yavrularına tepeden gelecek kanatlı düşmanı beklemekten yiyecek aramaya gidemezmiş. Korkudan korkuya kapılmışlar, açlık belasına yakalanmışlar sülalece… Sonunda kartal, domuz, bunların soyları sopları açlıktan bir deri bir kemik kalmış, ömürlerini, soylarını tüketmişler… Bir yalana, kışkırtmaya kanıp dirlik düzenlerini bozmuş yok olup gitmişler.

Olanı biteni seyredenlere sormuşlar:

“Dayı kalksana ne oturuyorsun? demişler, kalkamadığımdan oturuyorum, demiş.”

Aynen öyle, küresel oyunların seyircisiyiz, insanlık; hazır mezarın ölüsü

Feza Tiryaki, 7 Haziran 2021