1. yüz (Toplam 1 yüz)

BULDUM BİLEMEDİM BİLDİM BULAMADIM

İletiGönderilme zamanı: Sal Kas 08, 2022 16:11
gönderen Feza Tiryaki
BULDUM BİLEMEDİM BİLDİM BULAMADIM

Kuduz eski çağların hastalığı, kudurarak ölmek günümüze hiç mi hiç yakışmayan bir ölüm türü.

Kuduz sözü ilk önce akla kudurmuş bir hayvanı getirir, genellikle bir köpeği, kudurmak, sınırsız öfkeyi, kendini kontrol edememeyi anlatır günlük konuşmamızda. Azgınlığı anlatır, ağzından tükürük saçarak öfkeyle bağırmayı, başkalarına şuursuzca (kendini bilmeden)saldırmayı anlatır…
Tek korunma yolu, kuduz olan hayvanlardan uzak durmak (kedi köpek gibi aşısız evcil hayvanlar, yarasa, tilki, kurt gibi orman hayvanları),ısırılmamak, kuduz olan hayvanların salyalarına bulaşmamak olan bu ilacı (tedavisi) olmayan hastalığın, tarihte Pastör’ün bulduğu (1885), kudurmamak için ısırıldıktan hemen sonra olunması gereken bir aşısı da var. Günümüzde kuduz tedavisinde serum da kullanılıyormuş. En kötüsü aşıyla da bulaşırmış kuduz, çok nadir de olsa. Bunu doktorlar bir kez daha söylediler, yenice. Isıran hayvan kuduzsa on gün içinde ölürmüş. Eve bir şekilde giren, aynı havayı soluduğun yarasa da kuduza neden olabilirmiş. En yaygın bulaşma yolu ise köpekler. Aşılı, iyi bildiğin bir köpek bile olsa insanı ısıran yine de aşı öneriliyor. Bunu daha bu yaz yaşadık, tanıdık köpekleri severken ısırılanlar kaç doz aşı oldular, hastaneye gittiklerinde, doktor önerisiyle. Isıran köpek yaşasa da aşıya mecbur tutuldular. Öyle bir bulaşıcı hastalık ki bu bana olmaz diyemezsin. Tedavi olurum diyemezsin, virüs beyne ulaştıysa, kuduz belirtileri başladıysa( sudan korkmak, yutkunamamak, köpüklü tükürük, kasılmak, titremek, saldırganlık) tedavisi yok. Kuduz virüsünün sinir yoluyla beyne ulaşmasından önce tek yapılabilecek zayıflatılmış kuduz virüsü taşıyan aşıyı olmak. Isırılınca bir türlü, saldırgan hayvanların tükürüğüyle temas başka türlü… Kedi köpek tırmalaması da, hayvan kuduz virüsü taşıyorsa tehlikeli. Yarasalarla istemeden temas etmek, daha da başka türlü… Havadan bulaştırabilirlermiş yarasalar hastalığı. Yollar, sokaklar başıboş köpeklerle dolu, yakınında ötende evde köpek bakanların saldırgan köpekleri hep var…

Gazetelerde neredeyse her gün bu tür haberler yayınlanıyor. Başıboş sokak köpeklerinin çocuklara, yolunda gidenlere saldırı haberleri…

En son haber Bitlis’ten geldi. İki çocuk Ankara’ya gönderilmişler ısırıldıkları belli olunca. Biri aşı yapılıp gönderilmiş evine, testlerinde kuduz çıkmamış. Diğeri 12 yaşındaki uyutuluyormuş, umutsuzmuş doktorları, geç kalınmış… Sonra bölge taranmış, 36 ısırılma vakası daha belirlenmiş. Bölge, korunmaya alınmış, köye giriş çıkışlar altı ay için yasaklanmış.

Tam burada “hayvan çığırtkanları” korku salmaya başlamışlar yeniden. Olayla ilgili konuşan doktor bile sokak köpeklerini koruyan sözler ekliyor açıklamasına, belli, “koro”ya hedef olmak istemiyor. Bu, insanı derinden sarsan, ısırılan, kuduz tanısı konulan çocuğun haberine bile katlanamıyor bu çığırtkan koro: “Sokak hayvanlarına özgürlük!” diye bağrışıyorlar. Hiçbir gelişmiş ülkede sokak hayvanı diye bir kavram olmadığını unutarak.
Bir şarkıcı hemen konuya insanlık dışı acımasız sözlerle atlamış:

"Kuduz vakası yalanı ortaya çıktı. Bu yalan haberi yayan kişiler ve hayvan düşmanları kudurmuş olabilirler. Sokak hayvanları yalnız değildir."

Yalan (?) olduğunu da bir güzel anlayıvermiş haberin. Yılda kuduzdan öldüğü bildirilen binlerce kişi sanırsınız başka gezegenden. Ya bildirilmeyen ölümler…

Kuduzdan ölüm vakalarının yüzde doksan beşi köpeklerin ısırmasıyla imiş. DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) dünyada yılda 59 bin kişinin kuduzdan öldüğünü bildiriyor. Bu sayı günde 160 kişinin kuduzdan ölmesi demek. Hem de ölümlerin en korkuncuyla, çok acı çekerek, saldırganlaşarak, bilincini yitirerek… Bir odaya ölmesi için kapatılarak…

İnşaat işçisi baba, sokak köpeklerini toplamayan belediyelere, sokak köpekleri koruyucularını suçluyor oğlu Mustafa’nın durumuna yanarken.
Aynı bölgeden fotoğraflar yayınlanmış, dağda bayırda dolaşan köpekler toplanacağına, sokaklar sokak köpeklerinden arındırılacağına, sopalarla tutulup aşılanıyorlar. Bir dahaki saldırıya kadar dolaşacaklar ortalıkta… Nasıl bir akılsa bu. Köylerde, çocukların yürüyerek gidilebilecekleri okullarına köpek saldırıları nedeniyle daha çok servis aracı isteniyor. Sokak köpekleri, ortalıkta başıboş dolaşan köpekler toplansın demeye korkuyor insanlarımız.

Eskiden, hatırlıyorum, kuduz olanları tel örgülerle çevrili bir odaya koyarlardı. Gazetelerde görürdük. Çok da korkardık kuduzdan. Isırılsak, tırmalansak bile eve söylemezdik bu yüzden.

Kaç ısırık olayından sonra gün saydığımı bilirim. Kırk gün sanırdık hastalanma süresini (ısırılma yerine göre değişirmiş, bir yılı bile bulurmuş aslında), gün sayardık. Çocukluk işte! Sonra hiç unutmadım bir kız arkadaşımızı sıçan ısırmıştı ilkokulda, yüzünden, gece uyurken kaldıkları Tekel binasında. Kuduz tedavisi görmüştü. Normalde sıçan kaçar, bu saldırmış… Kıza nasıl ayrımcılık yaptığımızı, iyileşse de ondan nasıl kaçtığımızı hiç unutamam…

Kuduzdan bu kadar korkmamızda okuma kitaplarımızdaki “ANT” öyküsünün bir rolü var mıydı bilmem? Ömer Seyfettin’in “Ben Gönen’de doğdum.” diye başlayan öyküsü. Okulunu, arkadaşlarını anlattığı o öyküde Mıstık ile kan kardeşi olmuşlardır. Bir gün okul dönüşü birlikte sokakta yürürlerken karşıdan bir köpek çıkıyor. Arkasından adamlar ellerinde sopalarla köpeği kovalıyor, kaçın, ısıracak, diyorlar.

“Korktuk, şaşırdık. Öylece kalakaldık. İlk önce ben kendimi toplayarak, “Aman kaçalım.” dedim.

Gözleri ateş gibi parlayan köpek bize yetişmişti. O zaman Mıstık, “Sen arkama saklan.” diye haykırdı. Önüme geçti.

Köpek onun üzerine saldırdı. Önce hızla birbirlerine çarptılar. Sonra tıpkı güreşir gibi boğaz boğaza geldiler. Köpek de ayağa kalkmıştı. Biraz böyle savaştıktan sonra ikisi de yere yuvarlandılar.”

Yazar, sopalı adamların köpekten kurtardığı Mıstık’ın durumunu da şöyle anlatır:

“Zavallının kollarından, burnundan kan akıyordu.”

Öykünün devamı çok acıklıdır:

"Ertesi günü Mıstık okula gelmemişti. Daha ertesi gün yine gelmedi. Anneme Hacı Budaklara gidip Mıstık’ı görmemizi söyledim. “Hastaymış yavrum.” dedi. “İnşallah iyi olunca yine oynarsınız. Şimdi rahatsız etmek ayıptır.”

Öykü acı sonla biter:

“Ondan sonra ben her sabah Mıstık’ı iyileşmiş bulacağım ümidiyle okula gittim. Fakat ne yazık ki… O hiç gelmedi… Köpek kuduzmuş… Baktırmak için Bandırma’ya götürdüler. Oradan İstanbul’a göndereceklerdi.

Ama bir gün duyduk ki; Mıstık ölmüş…”

Moliere’in bir tiyatro oyununda (Tartuffe), 17. Yüzyılda yazılan, baba, oğlunun “Bu işe zorla mı razı edeceksiniz?” sorusuna kızarak şöyle der:
“Evet, alçak. Hem de bu akşamdan tezi yok, kudurasınız diye.”

Kudurma benzetmesi Türkçede de çok geçer.

“Alışmış kudurmuştan beterdir.” demez miyiz kötülüğe alışanlara?

Öfkede sınır tanımayanlara” İti kudurmuş”derler. “İti kudurmak.” Nasıl benzetme ama!

Bu da yöresel bir deyiş, açgözlülere, yiyicilere:

“Et Bedir’in, ekmek Hıdır’ın, yiyin kudurun!”

Savaş meydanlarını anlatırken saldırganlara kudurmuş benzetmesi yapılmaz mı? “Harp kudurmuşçasına devam ediyordu.”

Açlığı “kudurmuş bir açlık” diye tanımlar bir öyküsünde aynı yazarımız. “ Kudurmuş bir heyecanla” benzetmesi de aynı böyle, aşırı taşkınlığı anlatır.

Bir de şunu derler; “Isıracak köpek dişini göstermez.” Çok uyanık, çok dikkatli olunmalı anlamında…

“Düşündükçe kudurmaktansa” kötülük gelmeden önlem almak daha iyi değil mi?

Sonunda, sorunlarımızın çözümü için parmak oynatmadan beklersek, dağ gibi biriken dertlerimize bakıp, fırsatı kaçırırken:

“Buldum, bilemedim; bildim, bulamadım.” demeyelim!”

“Hiddetle kudurmak" bir işe yaramaz; “İt ulur, birbirini bulur.”

“Gitti ağalar, paşalar, itlere kaldı köşeler” bir atalar sözü, geçmişi anarak iç geçirmek…

Bu çağda kuduzdan ölümün ayıbı duyana da duymayana da yeter!

Feza Tiryaki, 7 Kasım 2022