1. yüz (Toplam 1 yüz)

HA GELDİ HA GELECEK!

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 12, 2023 14:22
gönderen Feza Tiryaki
HA GELDİ HA GELECEK!


İş geliyor, hep olmuşu olmamış sanmak dalgasına dayanıyor. Denmişleri denmemiş saymak, olayları, gerçekleri, geliyorum diyeni görmezden gelmek…

Lise Edebiyat kitabından (87 basımı), bir zamanlar her okul okuyanın bildiği bir destandan söz edeceğim. Kitapta bu destanın adı “Dokuz Oğuz – On Uygur Türklerinin Destanı” olarak geçiyor. Diğer adı: “Göç Destanı”.

Tanrı’nın Bozkurt şeklinde gelip Dokuz Oğuz – On Uygur çocuklarına ruh vererek onları çoğaltması. Bir ağaca inen kutsal ışıktan aylar sonra ağacın içinde beş çocuk oluşması. Büyüyünce bunlardan birinin, en güzel, en zeki, en ehliyetlisinin Hakan seçilmesi, tahta oturması…

Destanın en düşündürücü yeri yabancı evlilikle başa gelenler:

Aradan uzun zaman geçiyor. Uygur tahtına yeni bir hakan oturuyor. Bu hakan Çinlilerle iyi geçinmek, bitmeyen savaşlara son vermek için yeni bir yol deniyor. Oğlunu (Gali Tigin) bir Çin prensesiyle evlendiriyor. Çinliler bunun karşılığında Türklerden kutsal kayayı istiyorlar. Hakan da, ne olacak bir taş parçasından, istediğiniz kaya olsun, alın, götürün diyor. Oysa bu taş, Türk bütünlüğünün, birliğinin, Türk yurtseverliğinin, Türk halkının mutlu yaşamasının sembolüdür.

Böyle bir kayayı (dağı) hiç düşünmeden Çinlilere veriyorlar. Çinliler önce kayanın çevresine bol odun yığıyor, odunları ateşliyorlar, kaya kızınca da üstten keskin sirke dökerek kayayı parçalıyor, her bir parçayı sabırla tek tek yurtlarına taşıyorlar.

Sonunda olan oluyor, Türk yurduna felaketler ardı ardına geliyor. Kayanın taşınmasına Türk yurdundaki bütün canlılar, kuşlar, hayvanlar üzülüyor, günlerce ağlıyorlar. Yedi gün sonra da, hakanları Tigin ölüyor. Sonra gelen hakanlar da arka arkaya ölüyorlar. Halk bir daha rahat huzur görmüyor. Açlık kuraklık başlıyor. Sonrası anayurtlarından göç…

Ne deniyor bu destan için? “ Bu destan bir yüzyıl kadar varlığını sürdüren Uygurların destanıdır.”

Tıpkı, bizim “Türkiye Cumhuriyeti” destanımız gibi. Yüzyılını dolduran Türkiye Cumhuriyeti gibi.

Bu cumhuriyetin kutsal dağı, Cumhuriyet ilkelerimiz gibi…

Anayasamızın değiştirilemez ilk dört maddesi gibi…

Türk ulus devletinin belgesi, Anayasanın altmış altıncı maddesi gibi…

Sonsuza kadar yaşayacak devletimizin bu ilkelerini ne olursa olsun korumamız, pazarlık konusu yapmamamız gerekiyor… Çinlilerden (Yabancıdan, bölücüden, Cumhuriyetin gizli açık düşmanından) prenses (akıl, danışman) almamamız, vatanı onlara teslim etmememiz, başımıza geçireceklerimizi iyi tanımamız gerektiği gibi.

Tüm bu durumları yüce Önderimiz zamanında görmüş, bizleri uyarmış: ''Türk milleti başına geçireceği insanların kanındaki cevher-i asliye dikkat etmelidir.''

Atatürk ilkeleri altıdır. Cumhuriyetin partisinde bu, altı okla belirtilmiştir. Atatürk’ün kendi tanımlamalarıyla, sözleriyle bu altı ilke şöyledir.

1. Cumhuriyetçilik:

“Demokrasi sistemiyle devlet şekli.” “Yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan idare.” “Türk milletinin tabiat ve şiarına (âdetlerine) en mutabık (uygun) idare.” ”Cumhuriyet fazilettir.”
“Hükümet millet, millet hükümettir!”
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır.”(1929)

2. Milliyetçilik:

“Ne mutlu Türküm diyene.”(29 Ekim 1933)
“Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına “Türk Milleti” denir.”
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin mesnedi (dayanağı) Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”
“ Türk tarih tezi olgunlaştı. Onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak lazımdır. Bazı imansızlar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzeyebilir, aldırmayınız.”(1938)
“Milli benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin şikârıdır(avıdır).”
“Türk! Öğün, çalış, güven.”

3. Halkçılık:

“İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması.”
“Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir.”
“Türk Milleti asırlardan beri hür ve müstakil (bağımsız)yaşamış ve istiklâli, yaşamak için şart saymıştır.”

4. Devletçilik:

“Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak.”
“Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir.”

5. Lâiklik:

“Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz.”

6. Devrimcilik:

“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır.”

*
Anayasamızın ilk dört maddesini sayarsak:

“MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.

MADDE 4- Anayasanın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”


Atatürk’ün bu sözü de tüm Türk aydınlarınadır:

"Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister.”(1924)

Türk aydınları olarak görevlerimizi yapabildik mi? İktidarı da, muhalefeti de, kıyıdaki köşedeki diğer partileri de Çinlilere (yabancıların maşası bölücülere) istedikleri kayayı verecekler. Hepsi anlaştılar.

Anayasa’dan Türklüğü çıkardılar mı, Cumhuriyet artık Atatürk Cumhuriyeti olamayacak, taşları düşecek, başka yere taşınacak, göçe zorlanacak, vatan gidecek, kutsal kayamız parçalanacak…

Gerisi Göç destanındaki gibi gelecek. Bunu yapanların hiçbiri onmayacak, hepsi gelen felaketin altında kalacak… Elimizi verirken kolumuz da gidecek…

*
Bunlar da elimizdeki bazı veriler. Görmezden gelemeyeceğimiz veriler:

Geçen Ekim’de, Şerafettin Elçi’nin yeğeni Nuşirevan’a CHP rozeti takmış partinin başı Kemal Bey. Kim mi bu kişi?

“Şırnak Baro Başkanlığı, PKK sözcülüğü, "Abdullah Öcalan'a Özgürlük Platformu"nun onursal üyeliği, "Dersim Katliamı" tezlerinin finansörlüğü, Askere Ergenekon Darbesinin destekçiliği…”

Sonra da bu kişiyi partiye başdanışman atamış, söz sahibi, partinin yetkilisi.

İktidarın bakanı Bekir Bozdağ ne demişti vaktiyle, hazırladıkları yeni Anayasadaki Türklük tanımı için;

"Vatandaşlık tanımı bir etnik tanımdı adeta. Türkiye'de vatandaşlık tanımının, vatandaşlık gereklerine uygun şekilde, vatandaşlığı ifade edecek şekilde, doğru bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Şu anda Anayasa'nın 66. maddesi Türk vatandaşlığı başlığını taşıyor ama maddenin içerisinde etnik bir tanım yapılıyor. Halbuki biz vatandaşlık tanımı yapılsın istiyoruz, etnik bir tanım değil. Bizim arkadaşlarımızın verdiği öneri “Türkiye Cumhuriyeti” vatandaşlığıdır.”

Bu konuda, en atak küçük parti, Deva partisi, eski AKP’li bakan Babacan’ın partisi.

Deva Partisi: “Kabul edeceğimiz vatandaşlık anlayışında herhangi bir etnik, dini ya da kültürel kimliğe atıf yapılmayacaktır."

Bu haberler son ayların güncel haberleri (30 Ocak):

“Altılı masa partilerinden gelen “özerklik” ve “Anayasa’dan Türklüğü çıkaracağız” çıkışları büyük tepki topladı. CHP Genel Başkanı KK’nin başdanışmanı Nuşirevan Elçi'nin özerklik çağrısına ve DEVA Partisi'nin 'Anayasa’dan Türklüğü çıkaracağız' vaadine İYİ Parti'den de, iktidardan da tepki gelmedi.”

Siyasilerin yıkmayı tasarladıkları kaya şu maddede gizli. Yıkımı bununla başlatacaklar!

“Deva Partisi'nin Temel Haklar Eylem Planı’nda Anayasa'nın 66. maddesinde yer alan "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür." ifadesinin değiştirilmesi gerektiği savunuldu.”

Haberlerden:

“Geçtiğimiz gün partisinin grup toplantısında konuşan HDP'li Pervin Buldan, yönetimler değişse de zihniyetin değişmediğini söyleyerek Cumhuriyetin ilk yüz yılını hedef aldı.

Buldan, "Cumhuriyet yüz yıllık bir yıkım süreci" dedi.

HDP'li Buldan'ın bu açıklamalarına ne CHP'den ne de İYİ Parti'den tepki gelmedi.”

Tabii iktidardan da tepki gelmedi.

Bırakın tepkiyi, seçim için buluşup görüşüp anlaşacaklar.

Yalanın, uydurmacanın büyüklüğüne bakınız. "Cumhuriyet yüz yıllık bir yıkım süreci." Yayılmacı Batı’nın maşası olmak, Cumhuriyetine düşman olmak böyle bir şey. Bunları diyebilenler vekil, Cumhuriyetin vekilleri…

Bölücü kafanın zehri böyle bir şey:

“Yönetimler değişse de zihniyet değişmiyor. Bir asırdır çözümsüz bırakılan Kürt sorunu, cumhuriyetin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engel."

Bunu duyan bilmeyen de böyle bir sorun var sanacak. Ayrı bir kimlik için, ayrı bir geçmiş, kültür dili gerekir. Ayrı bir tarih, devlet gerekir. Var mı? Yurdumuzda sorunlarımız ortak değil mi? Daha iyi bir yaşam, bağımsızlığımızı korumak, laik, sosyal bir hukuk devletinde yaşamak.

Birbirini anlamayan onlarca yerel ağız var, bu kabile ağızları birbirini anlamazken hangisine dil diyebileceğiz? Bu ağızların kendine has dilbilgisi var mı? Kitapları var mı? Ayrı bir dil olsaydı bölücü yazarlarımız neden o dille yazmazlardı kitaplarını. Neden çevirmezlerdi bütün dünya dillerini o ağızlara? Bir zamanlar yazmadılar diyelim, şu an ne engel var önlerinde?

Okullarda bu ağızları seçmeli ders olarak öğrenmek serbest değil mi? Bu ağızların bazılarının devlet televizyonunda TV kanalı yok mu? Zazaki, Kurmançi… Bu yerel ağızları dinlemeye, konuşmaya, kurslarda öğretmeye öğrenmeye engel olan mı var? Yoksa bu yerel ilkel ağızlar günümüzde beş dakikadan fazla bir konuda konuşmaya, anlatmaya yetmiyor mu? Kelimeleri yetersiz mi kalıyor, bu ağızlarla her şey konuşulamıyor mu? Kitap yazılamıyor mu? Niye bu gerçekler saklanıyor?

Saklanan gerçek şu: Böyle bir ayrı dil yok ülkemizde. Bölünmek için de dil gerekiyor. Dilim var demek gerekiyor. İşte toplama sözlerle yamalı bohça misali dil yaratmaya çalışmışlar uzun yıllardır. Bölücü maşalara başta İngilizler olmak üzere yayılmacı ülkeler yardım etmişler. Olmayan dile alfabeyi bile İngilizler bulmuşlar.

“Kürtçe dil değil ağızdır” demiş, Prof. Dr. Ahmet Bilge Ercilasun.

Yanlış demiş, “Kürtçe” diye bir şey yok aslında. Birbirini anlamayan ağızlara bölücülük adına katılan ortak ad bu. Bunu görmezden geliyorlar, aynı siyasete şirin görünme çabasından olmalı. Türkçenin seslerine yer değiştirterek uydurulmuş bir çalıntı ad. Ne akıl, ne hinlik ama…

Dilbilimcimiz durumu şöyle açıklamış:

“Kürtçe”, Güneydoğu Anadolu’da, Suriye’de, Irak’ta ve İran’da konuşulan bir ağızdır. Aslında bir ağız da değil birden fazla ağızdır. Başlıca dört şivesinden bahsediliyor. Ama esas itibariyle yazı dili oluşmamış bir ağızdır. Kelime hazinesine baktığımızda birçok kelimesi Türkçedir. Geriye kalanları da Arapça ve Farsça kelimelerden oluşuyor.”

Yine Ercilasun açıklıyor:

“Standart bir dile sahip olmayınca, özellikle edebî dile, yazı diline sahip olmayınca anlaşma da güçleşiyor. Çünkü anlaşmayı ancak standart bir dil sağlayabilir. Bunların standart dili yok. Güneydoğu Anadolu’nun veya İran, Irak, Suriye gibi ülkelerin muhtelif yerlerinde bölgelerin içerisinde hapis olmuş ağızlar veya konuşma dilleri şeklinde olduğu için anlaşabilmeleri de mümkün olmuyor. Türkiye’de Zazaca ve Krumanca şivelerinin varlığından bahsediliyor. Hatta ayrı ayrı dil olduğu da söyleniyor. Bu ağızların birbirleriyle anlaşmaları da imkânsızdır.”

“Millet anlayışı içerisinde dil en önemli unsurlardan birisidir. Ama milleti oluşturan birçok unsur var. Dilin yanında soy ve kültür de çok önemlidir. Ortak vatan, ortak tarih, ortak ülkü birliği gibi kavramlar milleti oluşturan değerlerdir. Her millet için bütün bunların hep bir arada bulunması gerekmiyor. Bu unsurlardan biri veya birkaçı o toplulukta bir kimlik oluşturabilir. Toplulukta bir mensubiyetlik (ait olma) şuuru varsa o topluluğu millet haline getirmek için kâfidir. Ortak tarih, ortak vatan, ortak ülkü onların Türk’e mensubiyetleri için yeterlidir. Nitekim bugüne kadar da böyle olmuştur.”

Gelelim seçim ittifaklarındaki duruma:

En son iktidar tarafına HÜDA-PAR adlı Şeyh Saitçi, özerklik, eyalet sistemi gelsin, federasyon tartışılsın diyen geçmişi karanlık bölücü etnik ayrılıkçı bir oluşum katılmış. Her iki taraf da artık altışar partiden oluşuyormuş. Ortak yönleri Türklük karşıtlığı.

Yeniçağ yazarı Arslan Bulut ihaneti 2017’de açıkça yazmıştı, iktidarın başdanışmanının sözlerini ele alarak:

“ Türk yerine Türkiyelilik...”

“Neymiş? "Kürt sorunu"nu çözmek için "yerel meclisler" kuracaklarmış, "Türk Milleti" derseniz dışlayıcı oluyormuşsunuz, artık "Türkiye Milleti"ne geçilecekmiş.

Bütün bunlar ne demektir?

"AKP'nin asıl sorunu Türklükle" demektir!

"Kürtlerin yaşadığı bölgelerde özerk yapı kurulacak" demektir.

"Devleti, Türk devleti olmaktan çıkarmak istiyorlar" demektir!” diyor Arslan Bulut.

Ne rastlantı, aynı sözü (Türkiyeli), aynı yıllarda, 1978 basılı bir kitapta da görmeyeyim mi? Çocuk kitabı (Benim Küçük Üçkağıtçım), Erdal Öz çevirmiş. Bizim aydınlarımızın bu işteki suçları çok çok büyüktür. Solculuğu bölücülük saydılar, Cumhuriyete değil, yayılmacılara hizmet ettiler, Atatürk öğretilerine, ilkelerine, Cumhuriyetimize sırt çevirdiler.

Önsözde şöyle deniyor:

"Mehmet Çağ arkadaşımızın doğrudan İsveççe'den dilimize çevirdiği bu kitabı, ben oturdum, daha kolay anlayasınız diye, yeni baştan yazdım. Daha doğrusu, Mehmet Çağ'ın Türkçeleştirdiği kitabı ben Türkiyeli çocuklara yeni baştan anlatmaya çalıştım..." Erdal Öz.”


"Türk" çocuklarına olacaktı buradaki doğru yazım. "Türkiyeli" değil. Çünkü biz ulus devletiz. Daha o zamanlar sular ılıtılmaya başlanmış. PKK terörü ile birlikte. Alman, Almanyalı çocuk, Fransız Fransalı çocuk, Rus, Rusyalı… çocuk der mi? Hele hele Yunan ne der? Yunan çocuğu mu, Yunanistanlı çocuk mu?

*


Zurnanın zırt dediği yerdeyiz.

Gözler kutsal kayamıza dikildi. Bizi birleştiren, ulus devlet yapan, sonsuza dek yaşatacak kuruluş ilkelerimize göz dikildi. Algılar ele geçti… Beyinler, gönüller uyuşturuldu…

Görünenler böyle. Kimse görmedim, duymadım, söylemedim demesin!

Siyasilerin bir farkları kalmadı birbirlerinden!

Seçim değil gelecek olan, ateşçiler geliyor, ha Veli Hasan, ha Hasan Veli. Kayamızın çevresini sardılar. Kayamız ha çatladı ha çatlayacak!

Olacakları göremezsek…

Olacaklara aldırmazsak…

Geçmişimizi, destanlarımızı unutursak…

Türksüz Anayasa ha geldi ha gelecek! Gerisi çorap söküğü…

Feza Tiryaki, 12 Mart 2023