1. yüz (Toplam 1 yüz)

İşte Bu Kadar Basit… Ve Yalın!

İletiGönderilme zamanı: Prş Oca 19, 2012 8:10
gönderen faruk haksal
Bir yanda ekonomik krizin çözümsüzlüğü altında “hamdolsun” ekonomiyi zirveye taşıyan dışa bağımlı bir yönetim anlayışı...
Öte yanda, çözümün reçetesini sunan aydınlık kafalı yurtsever kişilerin zindanlara sığmayan kalabalığı, yoğunluğu...
Ülke işte bu iki temel ayrımın çelişkisine gömülmüş, debelenmektedir…
İşte Türkiye halkı, bu iki bilinmeyenli denklemi ülke yararına ve acil olarak çözmek zorundadır.
Ve Türkiye halkı, en güç koşullarda dahi kendi geleceğinden önce ülkesinin yararını düşünen, o koşullarda bile halkının aydınlanması yönünde ter döken, kitaplar yazan, alnı açık ve başı dik bir duruş sergileyen insanlara karşı olan borcunu ödemelidir.
Türkiye halkı, kendisine düşen sorumluluğu bir ölçüde yerine getirebilmiş olsaydı, bugün demir parmaklıklar ardında çile dolduran hiçbir aydınlık kafa bu durumda kalmayacaktı.
Bu nokta çok önemlidir...
Bu sorumluluğu idrak etmek Türkiye’nin kaderi ile ilgili bir mihenk taşıdır.
Evet doğrudur:
- Ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak / nasıl çıkar / karanlıklar / aydınlığa?..
Tamam da... 2012 yılının ilk ayını tüketmek üzere olduğumuz süreç içinde, [hala] bu insanların “Kerem gibi yana yana...” zindanlarda çürümesinin anlamı ve özellikle de sorumluluğu [artık] idrak edilmeyecek midir?
Nazım Hikmet o şiirini yazdığında Türkiye’de okuma-yazma oranı yüzde 12 civarındaydı.
Bugün yüzde 90’ı aşmış, gidiyor… Ama, nereye?..
İşte sorun buradadır!
Atatürk devrimleri’nin getirileri halkın okuma-yazma, öğrenme, düşünme ve idrak etme yüzdesini o rakamlardan bu rakamlara doğru taşımıştır.
Bugünün karşı devrimcileri ise, okuyup yazan bir nüfusun, öğrenme, düşünme ve idrak etme olanaklarını dumura uğratabilmek için medyayı bir silah olarak kullanabilmenin ve halkın bilincini, ortaçağ karanlığına doğru geri püskürtmenin çabası içindedirler.
İşte Türkiye halkı bu ikilemi doğru teşhis etmek ve ağırlığını Atatürk Devrimleri’nin saçtığı ışıktan yana koymak zorundadır.
Tablo, 1919’dakinden temel iskeleti bakımından çok farklı değildir.
Osmanlı iktidarı o koşullarda işgal altındaydı.
İstanbul medyası, emperyalistlerin beslemesi haline gelmişti.
Ülkenin ekonomisi yabancıların kontrolü altındaydı.
Ordu dağıtılmıştı.
Bugün görünen odur ki, sadece ordu emperyalistlerin kontrolünde değildir,
Ancak, bilindiği gibi, emperyalistler tarafından dağıtılan Osmanlı ordusu, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Anadolu’da, Cumhuriyetin ordusu olarak yeniden kurulmuştur.
1919 koşullarının bir öncü kadrosu vardır.
Bu kadronun başı, emperyalizmin maşası durumundaki Osmanlı yönetimi tarafından idama mahkûm edilmiştir.
Bugünün aydın kadroları ise, hapishaneleri doldurmaktadır.
Bugünün Türkiye ekonomisi IMF’nin kontrolü altındadır.
Medya’nın önemli bir bölümü emperyalistlerin kontrollünde ya da tümüyle bu gücün “malı” durumundadır.
Ülke, yeniden ciddi bir bölünme riskine doğru hızlı adımlarla yaklaşmaktadır.
Türkiye halkı gözünün önünden bir film şeridi gibi akıp giden olayların içindeki nedensellikleri kavrayarak, “kendi kaderini tayin hakkı”na sahip çıkmak durumundadır.
Bu hakka sahip çıkılamazsa ne olur?
Ülke yanıp yok olur.
Ve bu trajediye seyirci kalan insanlar da bir yabancı ülkenin boyunduruğunda Ortaçağ karanlığına doğru yol alır, gider…
İşte bu kadar basit.
Ve yalın!

farukhaksal@gmail.com

LÜTFEN “TIK”LAYINIZ:
http://www.soruyusormak.com
http://www.dnm-ler.com