1. yüz (Toplam 1 yüz)

Türk'ün "Kimlik" Cüzdanı -7 / Arslan BULUT

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 30, 2013 20:26
gönderen Oğuz Kağan
Türk'ün "Kimlik" Cüzdanı -7

• Milliyetçiliğe saldırıların küresel sebepleri
• Atatürk’ün örnek aldığı devlet başkanı kimdir?
• Atatürk’e göre millet ve milliyetçilik tanımı
• Türk Milleti’nin tek ve ortak tanımı nedir?
• Korkut Özal’ın tarihi itirafından Erdoğan’a..?
• Türkçülüğün bugünkü esasları ne olabilir?


Bilmeliyiz ki Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyorsa, yani AB modeli, Türkiye’nin etnik temelde bölünmesi anlamına geliyorsa, Türk Dünyası’nın her yerinde bulunan ve Türkçe’nin temelleri olan Türk tamgalarının aynısı, Hakkâri’nin Gevaruk yaylasında da varsa Türk Birliği de Hakkâri’den, Şırnak’tan, Batman’dan, Erbil’den, Kerkük’ten geçer!

Türkçülüğün bugünkü esasları:

Türk Birliği Hakkâri’den geçer

Yeniden milli mücadelenin temel bakışı nasıl olacaktır? Milletin bütünlüğü öncelikle beyinlerde nasıl sağlanacaktır?

Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk kimliğinin gerçek anlamı ve buna dayalı milliyetçiliğin gerçek anlamı, sanatın ve medyanın bütün alanları kullanılarak 7’den 70’e bütün Türk halkına sıfırdan ve yeniden benimsetilmelidir.

Bunu yaparken, geçmişte yapılan hatalara düşülmemeli ve milli kimlik üzerindeki tartışmalara son verebilecek ve yine, ister Altay kökenli olsun, ister Balkan veya Kafkas, ister Orta Doğu veya Önasya kökenli olsun, ister Müslüman, ister Hıristiyan, Yahudi, Süryani, Yezidi, ister Ermeni veya Rum kökenli olsun, hiçbir ferdi veya etnik ve dini grubu ihmal etmeden 7’den 70’e bütün Türkiye halkını bir potada, ortak paydada birleştirecek bir bakış açısı geliştirilmelidir..

Bu ortak payda, Sakarya Savaşı’nda Sakarya nehrinden akan kan selidir.

Sakarya ve Dumlupınar’da, Azerbaycan’dan, Türkmenistan’dan, Kazakistan’dan, Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Kafkaslar’dan, Kırım’dan gelen az sayıda da olsa gönüllü gençler vardır. Hepsi şehit olmuştur. Yine Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, Buhara ve Hive hanlıkları ile Hint Müslümanlarının toplayıp gönderdiği para da vardır.

Yine Sakarya ve Dumlupınar’da, Çerkez’i, Gürcü’sü, Çeçen’i, Avar’ı, Dağıstanlı’sı, Karapapak’ı, Terekeme’si, Kumık’ı, Karaçay’ı Balkar’ı ile bütün Kafkasya halklarından temsilcilerin kanı vardır. Aralarında üst düzey komutanlar vardır, devleti kuranlar vardır. Sakarya ve Dumlupınar’da Arnavut’u ile Boşnak’ı ile Pomak’ı ile ve Karaman Türkleri ile Yörükleri ile Balkan halklarının temsilcileri vardır. Aralarında Mehmet Akif gibi milletin İstiklal Marşı’nı yazan dev bir şahsiyet vardır.

Sakarya ve Dumlupınar’da, Kürtler ve Türkiye’nin Arapları yanında, ülkesine ve milletine bağlı Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Yezidiler de vardır. Yine Sakarya ve Dumlupınar’da, Hanefiler, Şafiler yanında Hacıbektaş dergâhının talimatı ile bütün Aleviler ve Türkiye’nin Şiileri de vardır.

Eskişehir’de, Kütahya’da, Bilecik’te İnönü’de, Metristepe’de, Afyon’da, Manisa’da ve İzmir’de hepsinin teri, eti, kemiği birbirine karışmış, döktükleri kan birleşerek Sakarya nehrinden akarak vatan topraklarını sulamıştır. O kanı etnik ve dini kökenlerine göre birbirinden ayırabilir misiniz?

Vurun Antepliler diyenler arasında, Şahin Bey’i Karayılan’dan, Karayılan’ı Arslan Bey’den ayırabilir misiniz? Şanlıurfa’yı Şanlıurfa yapan Beydili gibi Türkmen aşiretlerini Kürt aşiretlerinden ayırabilir misiniz? Kahramanmaraş’ı Kahramanmaraş yapan Sünniler ile Alevileri birbirinden ayırabilir misiniz? Giresunlu Topal Osman’ı İzmir’in, Aydın’ın efelerinden ayırabilir misiniz?

Sakarya’da bütün bu etnik ve dini unsurların kanı, herkesin kendi nüfus oranına göre birleşerek tek bir kan oldu. İşte Türk kanı o kandır. Türk bu kanla sulanmış topraklardan beslenen insanların adıdır. Atatürk o kana Türk kanı demiştir, o kimliğe Türk demiştir ve eklemiştir:
“Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, İstanbullu, Trabzonlu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”

Peki bu zihniyeti hâkim kılmak yeter mi?

Elbette yetmez!

Nasıl ki Oğuz Han destanı bütün Türk çocuklarında bir coşkuya sebep oluyorsa, yukarıda sayılan bütün etnik grupların içinden çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulduğu Selçuklu, Osmanlı gibi büyük devletler ve onların yanında, yöresinde kurulmuş diğer devletler tarihinde, bilimde, sanatta, askerlikte ve diğer alanlarda tarihe imza atmış insanları tanıtırken, Alparslan, Fatih, Yavuz, Kanuni derken Şah İsmail gibi Selahattin Eyyubi gibi önemli şahsiyetleri ve onların destanlaşan hayatlarını da hiçbir ayırıma yer vermeden, Türk kanı dediğimiz o Sakarya’da birleşen kanı taşıyan yeni nesillere aynı coşkuyla aynı sevgiyle Oğuz Han ile birlikte öğretmek durumundayız..

Diyarbakırlı bir çocuk İstanbul’da veya Tuncelili bir çocuk Ankara’da, ilkokul ikinci sınıfa giderken veya İstanbullu, Ankaralı, İzmirli bir delikanlı Diyarbakır’da, Hakkâri’de askerlik yaparken, arkadaşları ile birlikte Sakarya’daki kanı taşıdığının bilincinde olmalıdır ki kimseyi kimseden ayırt etmesin. Sakarya’da birleşen kan, bugünkü Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu ile Kırım ve bütün Türk Dünyası’nın kanıdır.

Yine, Altaylardan esen yeller Türkistan’a selam söylerken, Kuzey Irak ile Türkiye arasındaki sınıra duvar çekmek veya göletler inşa ederek doğal engeller koymak yerine, onların da Sakarya’da akan kanda ortak paydaları olduğunu görerek, hepsini “Dış Türkler” dediğimiz ve sevgiyle baktığımız gruplar arasında değerlendirmek ve bunda da içten olduğumuzu göstermek durumundayız.

Bütün bu unsurlar hep birlikte, Malazgirt’ten Sakarya’ya kadar yeterince etten, kemikten dağ gibi duvarlar oluşturmadı mı? Bu duvarların her tuğlasının harcında Alevisi ile Sünnisi ile Türkmeni ile Kürt’ü ile Zaza’sı ile Türk dediğimiz unsurlar bir bütün değil midir?

Bilmeliyiz ki Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyorsa, yani AB modeli, Türkiye’nin etnik temelde bölünmesi anlamına geliyorsa, fakat Türk Dünyası’nın her yerinde bulunan ve Türkçe’nin temelleri olan Türk tamgalarının aynısı, Hakkâri’nin Gevaruk yaylasında da varsa Türk Birliği de Hakkâri’den, Şırnak’tan, Batman’dan, Erbil’den, Kerkük’ten geçer!

Edirne ile Erbil’i, Kütahya ile Kerkük’ü veya Erbil ile Bakü’yü, Astana’yı, Aşkabat’ı Taşkent’i ve orada yaşayan insanları aynı derecede sevmeliyiz ki onlar da bizi aynı derecede sevsin ve saysın.

Gerçi Türk Kültürü’nü Araştırma Enstitüsü’nün bilimsel verileri ile açıkladığı gibi “Doğu ve Güney-Doğu Anadolu, 1848-1867 yılları arasındaki kısa dönem hariç, hiçbir zaman Kürdistan Eyaleti adını taşımamıştır. Bu bölgedeki eyalet veya vilayetler Diyarbekr, Van gibi adlar almışlardır. Doğu ve Güney-Doğu Anadolu, Kürt topluluğunun ana yurdu da değildir. 10. yüzyıl ve sonrasındaki Müslüman Arap kaynakları Kürtlerin ana yurdu olarak Fars eyaletini yani İran’ı gösterirler. Kürtler, Anadolu’ya Türk yönetimleri döneminde gelmişlerdir. 1965’teki nüfus sayımında ana dili Kürtçe olanların oranı yüzde 7.07’dir. Türkiye için örnek gösterilmek istenen ABD, Almanya gibi devletlerde federalizm, bütünden parçaya gitmenin değil, parçadan bütüne gitmenin sonucudur. Yani bu ülkelerde ayrı ve bağımsız devletler birleşerek federatif devlet haline gelmişlerdir. Buna karşılık Türkiye’nin federatif yapıya geçmesi, bütünden parçaya doğru bir gidiş olur. Türk milletinin tarihi haklarını yok etmeye hiçbir şahıs, grup, parti ve yönetimin hak ve yetkisi yoktur. Bu yolda bir teşebbüs dahi büyük bir vebal ve taşınamayacak ağır bir sorumluluk demektir.”

Atatürk’ün sözleriyle o vebalin ne olduğunu hatırlatmak isterim:
“Şüphe yok ki, arkadaşlar, millet, birçok fedakârlık, birçok kan pahasına, en nihayet elde ettiği hayat dayanağına kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükümetin, meclisin, kanunların, anayasanın mahiyeti ve hikmeti hep bundan ibarettir.”

Aksi halde Meclis ve hükümet Türk Milleti açısından meşruiyetini kaybetmiş sayılır.

Tarihi gerçekler bu şekildedir ancak, Oğuzlar ve Kürtler, hidrojen ve oksijenin birleşip suyu meydana getirmesi gibi Malazgirt’ten beri, doğaya hayat veren su gibi olmuşlardır. Doğada parçalanmayacak hiçbir varlık yoktur. Ancak parçalama, doğanın imha edilmesi demektir. Türkmen ve Kürt’ün veya diğer unsurların birbirinden ayrılması, birbirlerini parçalamaları anlamına gelir. Bundan da sadece ortak düşmanları sevinir. Demek ki ideolojileri bir kenara bırakarak, en azından bin yıldır tek bir köke bağlı olan ağacın dalları olan bu iki kimliği yeniden tek kimlik olarak düşünebilmeliyiz.

Yine tarihi olayları bir kenara bırakarak, Erivan’ı da yeniden gönül olarak kendimize bağlamak durumundayız. Çünkü Türk Birliği, karayolu olarak Erivan’dan da geçer!

Herkesin kanında şu veya bu kökenden şu veya bu oranda bir farklılık bulunabilir. Değil mi ki bu kanlar Malazgirt’ten Sakarya’ya uzanan süreçte Mehmetçik adı altında tek bir kan olmuştur, o kanın adına Türk denilmiştir, o halde Türklüğü de sadece etnik bir grubun adı olarak görmek veya göstermekten kaçınmalıyız. Bunun, oksijen veya hidrojenin birbirinden ayrılması ve birbirlerini imha edici birer silâh haline dönüşmesi demek olduğunu algılayabilmeliyiz.

Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan’dan oluşan Oğuz birliğinden önce Türkiye’nin Balkanlar, Kafkaslar, Kuzey Irak ve Suriye hattı ile birlik araması fevkalade yerindedir ve zaten daha ötesi bu birlik olmadan Türk Birliği mümkün değildir.

Bu bilincin dayanacağı sınıf temeli de elbette yine Malazgirt’ten Sakarya’ya uzanan süreçte oluşan ve Türk dediğimiz ortak paydaya sahip köylüdür, esnaftır, işçidir, sanayicidir, iş adamıdır.

Dolayısıyla mücadeleye bu bilinçle yeniden ve Atatürk’ün deyimiyle, kendimizi “vasıtasız ve hiç telakki ederek” sıfırdan başlayabilmeliyiz. Bu başlangıcı yapabilecek yeterlilikte kadrolar vardır. Mesele buna karar vermek ve organizasyonu yapmak ve bu bilinçle yetişmiş her alandan lider kişilikler çıkarmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk Devlet ve Toplulukları ile ilgili istikrarlı bir politikası yoktur. Bunun sebebi, Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısında oyalanmasıdır. Avrupa Birliği, Türkiye için hiçbir zaman alternatif olmamıştır. Avrupa’nın hedefi, Türkiye’yi Hıristiyanlaştırmak ve teslim almaktır. Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki akraba topluluklar ve Türk Cumhuriyetleri ile petrol ve doğal gaz konusunda bir işbirliği örgütü kurarak, bunu bir ekonomik ve kültürel birliğe dönüştürebilir. Bunu başarabilmek için öncelikle, sadece Türklüğün değil bütün insanlığın mutluluğunu esas alan 21’inci yüzyılın veya üçüncü bir bin yılın ideolojisini hazırlamak gerekir.

Temel ölçülerimiz, kendini bile kayırmayan ve şiddeti reddeden bir adalet fikri ve açıklıkla bağdaşmayan eylemleri ve karar mekanizmalarını hukuk dışı kabul eden ve gizli terör olarak nitelendiren, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışı olmalıdır.

Türklerin jeopolitiği

“Türklerin jeopolitiği” üzerinde temel olarak kabul edebileceğimiz en veciz stratejik söz, Oğuz Kağan destanındaki, “Daha deniz daha müren / Gün tuğ olsun gök kurıkan” ifadesidir.

Demek ki Türk felsefesinde güneş bayrak, gök çadırdır!

İşte bu bilinçle, bütün insanlığı esas alarak, yeni bir dünya vizyonu çizebilirsek, insanlığı ve kendimizi, yani Oğuz Han destanından Malazgirt’e, Malazgirt’ten Sakarya’ya uzanan süreçte oluşan ve içinde Sünnisi ile Alevisi ile Şiisi ile Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Türk Dünyası’nın tamamını kapsayan ve bu süreçte büten antik ve dini unsurlarla birlikte özellikle Kürtlerin varlığıyla da güçlenen Türk kimliğini, küresel kapitalizmin boyunduruğundan kurtarmak mümkün olabilir.

Anadolu içinden yükselen yeni sınıfın desteğini almadan bütün bunları yapmak mümkün değildir. Demek ki mesele, siyasi mücadelede düğümleniyor. Ancak siyasi bir mücadele de bir ekonomik zemine dayanmak durumundadır.

O halde, bu sınıfın insan hakları, demokratikleşme, askeri vesayetten kurtulmak gibi haklı taleplerine artık Türk Milliyetçileri şekil ve yön vermek durumundadır.

İstikbal “KÖK”lerdedir!

Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mehmet Nuri Yardım’a demişti ki; “Kökten koptukça filiz çürür, köke aykırı süren sürgün ne çiçek açar ne de meyveye durur.”

Milliyetçilik söylemden ibaret değildir. Milliyetçilik eylemdir! Eylem yoksa milliyetçi olduğunu iddia etmek sahtekârlıktan başka bir şey değildir.

Hz. Muhammed ve 4 halife, Müslüman olduktan sonra Arap olduklarını inkâr mı etmiştir ki, tarikat ve cemaat önderleri, Türk çocuklarının beyinlerini yıkamaya kalkıyorlar ve bir İslâm milleti oluşturmaktan söz ediyor? Kur’ân, “Allah dileseydi bütün insanları tek bir millet yapardı, tek bir ümmet yapardı” diyor. Kur’an’da, insanların dilleri ve renklerinin ayrı ayrı oluşu, Allah’ın varlık delili olarak gösterildiği halde, Türk’ü ve Türk dilini ortadan kaldırmaya çalışanların, İslâm’ı temsil etmek iddiası olabilir mi?

Bunlar, İslami açıdan, “Allah’ın varlık delillerini ortadan kaldırmaya çalışan” ve dinden ziyade etnik ırkçılıkla ilgili gruplardır.

O halde, toplumsal bağışıklık sistemine yönelik saldırılara karşı başvurulacak en önemli kaynak, kök kültürdür.

Bilge Kağan’ın ’Öykün ve kendine dön’ çağrısı, bugünkü psikolojik savaşa karşı da tam bir panzehirdir. ’Titre’ diye bilinen o kelime ’öykün’dür!
“Öykün; yani atalarından örnek al!”

-BİTTİ-

Arslan BULUT, 29 Mart 2013
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr