Zaman Algısı
Gönderilme zamanı: Pzt Tem 21, 2008 22:49
Sürekli olarak devinen ve değişen bir dış dünyada yaşıyoruz.
Davranışlarımızı bu devinim içinde doğru bir biçimde düzenleyebildiğimiz ve etkilere doğru anlarda tepkiler verebildiğimizi göz önünde bulundurduğumuzda öyle ya da böyle bir şekilde zamanın iç temsiline sahip olduğumuzu çıkarsayabiliyoruz. Ancak bu noktada önemli bir soru beliriyor akıllarda:
Saniyenin yarısı kadar kısa bir süreyi de tıpkı saatleri ya da günleri algıladığımız gibi mi algılıyoruz?
İşte bu soruya yanıtımız hayır oluyor.
Çünkü zaman algısı mikrosaniye (saniyenin milyonda biri), milisaniye (saniyenin binde biri), saniye ve biyolojik ritimler gibi farklı süre ölçekleri için farklı işleyişler gerektiriyor.
Bugüne kadar biliminsanlarının yaptığı çalışmalar seslerin geldikleri yönleri belirlerken kullandığımız mikrosaniye ölçeğinin sinirsel iletimdeki gecikmeler, uyku-uyanıklık ve iştah döngülerini düzenleyenbiyolojik ritimlerinse bir takım genlerin etkileşimi ve beynimizde görme sinirlerinin birleştiği noktanın hemen üzerinde bulunan süprakiyazmatik çekirdek bölge yardımıyla düzenlendiğini ortaya koyuyor.
Saniye ve milisaniye ölçeklerinde zamanı ne şekilde algıladığımızsa halen anlaşılabilmiş değil. Ancak bu iki ölçeğin gerektirdiği bilinç seviyesindeki farklılığı göz önünde bulundurduğumuzda farklı işleyişler gerektirdiklerini söyleyebiliyoruz. Örneğin, saniyeleri sayabiliyoruz.
Oysa konuşma dilini anlayabilme ve hız algısı gibi işlevlerde ön plana çıkan milisaniyeleri algılayışımız daha farklı bir işleyişle gerçekleşiyor.
Biliminsanları saniyeleri algılarken beynimizde henüz tam olarak nerede bulunduğu bilinemeyen bir iç saat kullandığımızı düşünüyor.
Bu iç saatin belli bir tempoda sinir uyarımları yaratarak bu sinir uyarımlarını bir şekilde biriktirdiğini ve sürecin sonunda ne kadar zaman geçmiş olabileceğine dair bir sonuca vardığını varsayıyorlar. Heyecan ve açlık gibi öğelerin saatin temposunu değiştirerek zaman algılarımızda değişimlere yol açabileceğini de vurguluyorlar.
Bu nedenle sıkıldığımız sırada zaman hiç geçmezken, zevk aldığımız eylemler sırasında zaman hemen geçivermiş gibi hissedebiliyoruz. Odada duvarda asılı olan ya da kolumuzdaki saate bir anda gözlerimizi çevirdiğimizde saatin saniye kolunu sanki o an için durmuş gibi algılıyoruz.
Milisaniye ölçeğinde zaman algısıysa gizemini halen koruyor.
Bu alanda yapılan çalışmalardan bir bölümü kendimizin de basitçe deneyimleyebileceği kronostasis adı verilenbir olayı kapsıyor.
Odada duvarda asılı olan ya da kolumuzdaki saate bir anda gözlerimizi çevirdiğimizde saatin saniye kolunu sanki o an için durmuş gibi algılıyoruz.
Bir anlamda zaman o an için genişliyor. Biliminsanları bu olayın göz hareketi sırasında kaybedilen zamanı dengeleme işlevi barındırabileceğini düşünüyor.
Zaman algılarımız daha pek çok şekilde de gerçeklikten sapabiliyor.
Bu konuda özellikle de son birkaç yıldır çalışmalarını hızlandıran psikologlar zaman algılarındaki sapmalara açıklık getirmeye çalışıyor.
Dipçe(Kaynakça):
1.Thilo KV & Walsh V (2002). Chronostasis. Current Biology.12(17): 580-581.
2.Mauk MD & Buonomano DV (2004). The Neural Basis of Temporal Processing. Annu. Rev. Neurosci. 27: 307-340.
3.http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisi ... .htm#zaman
Davranışlarımızı bu devinim içinde doğru bir biçimde düzenleyebildiğimiz ve etkilere doğru anlarda tepkiler verebildiğimizi göz önünde bulundurduğumuzda öyle ya da böyle bir şekilde zamanın iç temsiline sahip olduğumuzu çıkarsayabiliyoruz. Ancak bu noktada önemli bir soru beliriyor akıllarda:
Saniyenin yarısı kadar kısa bir süreyi de tıpkı saatleri ya da günleri algıladığımız gibi mi algılıyoruz?
İşte bu soruya yanıtımız hayır oluyor.
Çünkü zaman algısı mikrosaniye (saniyenin milyonda biri), milisaniye (saniyenin binde biri), saniye ve biyolojik ritimler gibi farklı süre ölçekleri için farklı işleyişler gerektiriyor.
Bugüne kadar biliminsanlarının yaptığı çalışmalar seslerin geldikleri yönleri belirlerken kullandığımız mikrosaniye ölçeğinin sinirsel iletimdeki gecikmeler, uyku-uyanıklık ve iştah döngülerini düzenleyenbiyolojik ritimlerinse bir takım genlerin etkileşimi ve beynimizde görme sinirlerinin birleştiği noktanın hemen üzerinde bulunan süprakiyazmatik çekirdek bölge yardımıyla düzenlendiğini ortaya koyuyor.
Saniye ve milisaniye ölçeklerinde zamanı ne şekilde algıladığımızsa halen anlaşılabilmiş değil. Ancak bu iki ölçeğin gerektirdiği bilinç seviyesindeki farklılığı göz önünde bulundurduğumuzda farklı işleyişler gerektirdiklerini söyleyebiliyoruz. Örneğin, saniyeleri sayabiliyoruz.
Oysa konuşma dilini anlayabilme ve hız algısı gibi işlevlerde ön plana çıkan milisaniyeleri algılayışımız daha farklı bir işleyişle gerçekleşiyor.
Biliminsanları saniyeleri algılarken beynimizde henüz tam olarak nerede bulunduğu bilinemeyen bir iç saat kullandığımızı düşünüyor.
Bu iç saatin belli bir tempoda sinir uyarımları yaratarak bu sinir uyarımlarını bir şekilde biriktirdiğini ve sürecin sonunda ne kadar zaman geçmiş olabileceğine dair bir sonuca vardığını varsayıyorlar. Heyecan ve açlık gibi öğelerin saatin temposunu değiştirerek zaman algılarımızda değişimlere yol açabileceğini de vurguluyorlar.
Bu nedenle sıkıldığımız sırada zaman hiç geçmezken, zevk aldığımız eylemler sırasında zaman hemen geçivermiş gibi hissedebiliyoruz. Odada duvarda asılı olan ya da kolumuzdaki saate bir anda gözlerimizi çevirdiğimizde saatin saniye kolunu sanki o an için durmuş gibi algılıyoruz.
Milisaniye ölçeğinde zaman algısıysa gizemini halen koruyor.
Bu alanda yapılan çalışmalardan bir bölümü kendimizin de basitçe deneyimleyebileceği kronostasis adı verilenbir olayı kapsıyor.
Odada duvarda asılı olan ya da kolumuzdaki saate bir anda gözlerimizi çevirdiğimizde saatin saniye kolunu sanki o an için durmuş gibi algılıyoruz.
Bir anlamda zaman o an için genişliyor. Biliminsanları bu olayın göz hareketi sırasında kaybedilen zamanı dengeleme işlevi barındırabileceğini düşünüyor.
Zaman algılarımız daha pek çok şekilde de gerçeklikten sapabiliyor.
Bu konuda özellikle de son birkaç yıldır çalışmalarını hızlandıran psikologlar zaman algılarındaki sapmalara açıklık getirmeye çalışıyor.
Alice Harikalar Diyarı'nda, Lewis Caroll, Bölüm 7 yazdı:"Düşünüyorum da, zamanınızı yanıtı olmayan bilmeceler sorarak harcayacağınıza daha iyi amaçlar adına kullanabilirsiniz." dedi Alice.
"Eğer ki Zaman'ı benim kadar iyi tanımış olsaydınız" diye yanıtladı Şapkacı, "O'ndan harcanabilen bir nesne olarak değil, bir kişi gibi bahsederdiniz."
"Ne dediğinizi anlamıyorum." diye söylendi Alice.
"Elbette ki anlamıyorsunuz!" diye baş salladı Şapkacı kibirli bir tavırla. "Öyle tahmin ederim ki, Zaman'la bir kez olsun konuşmamışsınızdır bile."
"Zannedersem hayır" diye yanıtladı Alice tedbirle. Ancak müzik dinlerken ne kadar zaman aralıklarıyla tempo tutulması gerektiğini biliyorum."
"Ya, işte şimdi anlaşıldı." dedi Şapkacı. "Zamanın temposu tutulmaz. Oysa O'nunla iyi geçinmeyi bir öğrenebilseniz, saati hep sizin keyfinize göre işletir. Söz gelişi sabahleyin saat dokuzda, tam derslere başlama vakti, ona şöyle bir fısıldadınız mı, gözünüzü açıp kapayana kadar fırt diye döner, bir de bakarsınız saat 13.30 olmuş, tam yemek vakti!".
Dipçe(Kaynakça):
1.Thilo KV & Walsh V (2002). Chronostasis. Current Biology.12(17): 580-581.
2.Mauk MD & Buonomano DV (2004). The Neural Basis of Temporal Processing. Annu. Rev. Neurosci. 27: 307-340.
3.http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisi ... .htm#zaman