1. yüz (Toplam 1 yüz)

Tarikatlar yada Cemaat Adına Ne Derseniz Deyin Hepsi Milli Güvenlik Sorunu pkk ile içli dışlı bunlar

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ağu 12, 2020 1:39
gönderen İlteriş Kağan
PKK terör örgütünün sözcülüğüne soyunarak HDP'li Hüda Kaya'nın oğlu Muhammed Cihad Saatçioğlu, Mustafa İslamoğlu'nun Akabe Vakfı'nda yöneticilik yapıyor. İslamoğlu, Kaya ve oğlunun ilişkileri bununla sınırlı kalmıyor.
Öncelikle HDP’li vekil Hüda Kaya’nın Mustafa İslamoğlu adlı şahısla olan bağlantısını ele alalım. Ekteki görselde Hüda Kaya henüz HDP’den vekil değil iken Mustafa İslamoğlu’na bağlı Bilge-Der adlı vakıfta kadınlara sohbet veriyordu.
Resim
Bu fotoğrafta gördüğünüz çocuk ise Hüda Kaya’nın oğlu Muhammed Cihat Saatçioğlu’dur.
Resim
Bu fotoğrafta ise Mustafa İslamoğlu, Hüda Kaya ve oğlu Muhammed Cihat Saatçioğlu, Suriye’nin Hama şehrindeler...
Resim
Bu fotoğrafta ise Hüda Kaya’nın oğlu ve Mustafa İslamoğlu’nun talebesi Muhammed Cihat Saatçioğlu, İran dini lideri ile...
Resim
HDP vekili Hüda Kaya’nın Kandil’i ziyaret ettiğini ve PKK’lı teröristleri ziyaret ettiğini bilmeyenimiz yoktur herhalde.
Resim
Bu görselde ise Mustafa İslamoğlu’nun talebesi ve Hüda Kaya’nın oğlu olan Muhammed Cihad Saatçioğlu, PKK’lı terörist başı Öcalan’ın kardeşinin evinde.
Resim
Muhammed Cihat Saatçioğlu, Kandil Dağı’ndaki PKK kamplarında...
Resim
Mustafa İslamoğlu, HDP’li Hüda Kaya’nın Akabe Vakfı’nda yönetici olan damadı Fikri Rençber ve Hüda Kaya’nın oğlu Muhammed Cihad Saatçioğlu umredeler..
Resim
Mustafa İslamoğlu’nun vakfında yöneticilik yapan, HDP’li Hüda Kaya’nın oğlu Muhammed Cihad Saatçioğlu onlarca şehit verdiğimiz Hendek operasyonunda teröristlerin cephesinde saf.
Resim
Özetle şunun altını çiziyorum: Görüldüğü üzere PKK, İran organik bağı olan Siyasal islamcılar ülkemizin milli güvenliği için ciddi şekilde tehdit unsurudur.
Tarikatlar yada Cemaat Adına Ne Derseniz Deyin Hepsi Milli Güvenlik Sorunu pkk ile içli dışlı bunlar.

Prof.Dr.Erol Güngör diyor ki;
“İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisizleştirmektir."
Bu azınlıklar "ayrılıkçı bir politika" takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe "İslâm davasının şampiyonu" olarak görünürler.

- ATSIZ diyor ki;
"Bugün Türkiye'de Türklüğe ve dolayısı ile Türk bayrağına düşman üç zümre vardır: Moskofçular, kürtçüler ve siyasi ümmetçiler.''

- Necdet Sevinç diyor ki;
Milliyetsiz-İslamcılar tarafından kuşatılan kirli siyasetin zaafı yüzünden devşirmenin "virüslü kanı" Türk Devletini çürütmektedir.

İngiliz aşıkları ve kürt Said - 2011

İletiGönderilme zamanı: Sal Kas 24, 2020 15:51
gönderen İlteriş Kağan
Keşke İngilizler gelseydi! İran'a değil,Kanada'ya Gitmiş 2.5 saatte kanada vatandaşı olmuş Yani İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı....Diyen şahıslar nerede .
Kanal 1'de yayınlanan Teke Tek programında Fatih Altaylı'ya konuk olan iki türbanlı öğrenciye Altaylı şu soruyu soruyor:
"Eğer Atatürk olmasaydı burada belki de İngilizler vardı, Fransızlar vardı. Atatürk bunu sağlamadı mı?"
Resim
Nuray Bezirgan adlı kızın cevabı şöyle: "Yani İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı. Zaten mesele bu yani!" Evet, türbanlı kızımızın "Keşke bizi yönetselerdi" diye arzuladığı İngilizler, Amerikalılarla kol kola vererek şu sıralarda "daha özgür bir hale getirmek için!" girdikleri Irak'taki Müslüman kızların, oradaki Nuray'ların ırzına geçiyor. Hem de on binlercesinin.

Ama bu kızlarda bir kabahat yok. Onların destek verdiği AKP'nin Dışişleri Bakanı Brüksel'e koşup, Avrupalı meslektaşlarının huzurunda "Türkiye'de Müslümanlar haklarından mahrum" diye kendi ülkesini (bakanı olduğu ülkeyi!) şikayet ederse Nuray Bezirgan'lar da "ağabeylerinin" peşinden gidecek elbet!

Ne garip bir tesadüf, Türkiye'de ismi "Nuray" olan bir kız ekranlara çıkıp "Keşke bizi İngilizler yönetseydi" diye haykırırken, İngilizlerin yönettiği Irak'ta bir başka "Nur" isimli kız ise orada olup biteni bakın nasıl anlatıyor:

"Halkıma, Ramadi`nin, Halidiye`nin ve Felluce`nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara...

Bu size, Amerikan–Siyonist hapishanesi Ebu Garib`ten kardeşiniz Nur`un mektubudur.

İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.

Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...

Kardeşlerim;

Allah'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalıların bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım...

Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin...

Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler!

Amerikalıların bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?

Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz.

Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!

Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!

Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar`ı ve onların piçlerini öldürün!

Allah rızası için! Size yalvarıyoruz."

Yukarıdaki uzun feryadın mektubunu kısaltarak aktardım. Eğer Nuray Bezirgan'ın istediği olsaydı, Türkiye'yi İngilizler yönetseydi "Nurların karnında Amerikan piçleri" olacaktı.

İngilizlerin Afrika kıtasını ele geçirdikten sonra oradaki Müslümanların başına nelerin geldiğini, nasıl dinlerini ve dillerini kaybettiklerini, babaları, dedeleri Müslüman olan Arapların bugün nasıl "ana dili İngilizce olan Araplar" haline getirildiğini bu kızlarımıza kimse anlatmamış anlaşılan.

Başörtülü öğrencilerin örtüleri ile okuma hakkına sahip olmalarını sonuna kadar savunan bir kişi olarak "İngiliz emperyalizmine alkış tutan böyle bir zihniyete yuh diyorum!"

Onları bu noktaya getiren, örnek aldıkları ağabeylerine yuh diyorum!

Yıllardan beri bu ülke Müslümanları için "AB'yi tek kurtuluş reçetesi olarak" iden siyasi güruh, eseriyle ne kadar övünse azdır.

İngiliz âşıkları ve Saidi Nursi

Bütün Türkiye'nin tüylerini diken diken eden, türbanlı nurcu kızımız Nuray Bezirgan'ın sözlerini tekrar hatırlatalım:

"İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı. Zaten mesele bu yani!"

Mesele bu yani!

İngilizler, Türk topraklarını işgalde başarılı olsalardı, Nuray gibi düşünen İngiliz sever Müslümanlar daha çok hakka sahip olacaklarmış!

Bu zihniyet dün de vardı, bugün de var, yarın da var olacak.

Önceki yazımızda, bu konuya geniş olarak yer verdik. İngiliz işgali altındaki Irak'ta, Ebu Garip Cezaevi'nden yazdığı mektupta "karnımızda İngilizlerin piçlerini taşıyoruz!" diye haykıran Iraklı Nur'un mektubunu da yayınladık.

Iraklı Nur, İngiliz sevdasının ne bela bir şey olduğunu feryad ederek anlatırken, Türkiyeli Nuray "keşke İngilizler bizi yönetseydi" diye temennilerde bulunuyor.

Ne gariptir, Zaman, Yeni Asya, Yeni Şafak, Vakit gibi gazeteler bu İngiliz sevdalısı kızın sözlerini haber yapmadılar.

Basının "bu kesiminin" sessizliğini varın siz yorumlayın.

Başı sıkıştıklarında Avrupa'ya ve Avrupa elçilerinin kapısına koşup oradan hak ve özgürlük isteyenlere dair çok hazin hikâyeler vardır tarihin tozlu sayfalarında.

Bugün "dini özgürlük" diye Batıya koşanların üstatları, dün "etnik özgürlük" diye İngiliz elçilerinin kapılarını aşındırıyorlardı.

Mondros Mütareke'siyle savaş sona erince İstanbul'da bulunan Kürt liderler, Kürdistan'ın ulusal bağımsızlığını elde etmek amacı ile Kürdistan Teali Cemiyeti adıyla siyasi bir cemiyet kurdular. Bu cemiyetin kurucuları olan Saidi Nursi, Müküslü Hamza, Botkili Halil Hayali Beyler, faaliyete geçerek cemiyete üye kaydetmeye başladılar.

Kürdistan Teali Cemiyeti yönetim kurulunda ilginç isimler vardı:

"Birinci başkan: Şemdinanlı Seyyit ubeydullah'ın oğlu Seyyit Abdulkadir Birinci başkan Vekili: Bedirhan Emin Ali, İkinci Başkan Vekili: Süleymaniyeli Eski Dışişleri Bakanı Said Paşa'nın oğlu Fuat Paşa, Üyeler, Dersimli Miralay Halil Paşa, Babanzade Şükrü, Tüccar Fethullah, Mehmet Şükrü v.d"

Kabarık listeden bir bölüm aktardım sizlere. Asıl gayem Kürdistan Teali Cemiyeti'nin kuruluşu değil, bu cemiyette yönetim kurulu seçilen kişilerin İstanbul'da bulunan ABD, İngiliz, Fransız işgal komiserlerini ziyaret ederek bazı taleplerde bulunmalarına dikkat çekmek.

ABD işgal komiseri ile yapılan bir toplantıya Seyyit Abdulkadir, Emin Ali Bedrihan, Prof. Mehmet Şükrü, Emin Ali Bedirhan ve "kavmiyetçiliğe güya karşı olan!" Saidi Nursi de yer alıyor.

ABD işgal komiserinin karşısına çıkıp yalvar yakar "Kürt milli haklarının sağlanmasına yardımcı olmaları "ricasında bulunan bu cemiyet üyeleri tarihe "kara bir leke olarak geçmiştir."

İngiliz işgal komiserinin karşısında "Kürtlere özgürlük!" talebinde bulunan Saidi Nursi'nin bu hareketi ne hikmetse hep dikkatlerden kaçırılmıştır.

Türk basınında da ilk defa bu sütunda yer almış oluyor.

Bunu niye mi anlattım?

Bugün "keşke bizi İngilizler yönetseydi, daha çok haklarımız olurdu" diyen Nuray kızımızla, dün İngilizlere koşup "Kürtlere haklarını verin" diyen zihniyet aynı çeşmeden besleniyor.

Hristiyanların da cennete gideceğine dair fetva buyuran, misyonerlerle ittifak yapılmasını öğüt buyuran da aynı zat.

Ve o yolu takip edenler bugün "AB'nin on iki havarili yıldızları altında daha çok özgür olmak" için çırpınıp duruyorlar.

Re: Tarikatlar yada Cemaat Adına Ne Derseniz Deyin Hepsi Milli Güvenlik Sorunu pkk ile içli dışlı bunlar

İletiGönderilme zamanı: Sal Kas 24, 2020 15:53
gönderen İlteriş Kağan
Öncelikle Mevcut tarikatlar neden keko kökenli tarikat şeyhleri tarafından kurulmuştur. düşünülmesi gereken bir konu...bu bölücü pkk destekçi keko tarikatları karanlık emellerini gerçekleştirmek için dîni âlet eden bölücü artıklar.
Onun için neden dini istismâr edip cebini dolduran beyni kefenli bölücü yobazlar yakalanmalarına ramak kala Suûdî Arabistan veyâ başka müslüman ülkelerden biri yerine Avrupaya kaçar, ya Amerikaya çok merâk etmişimdir. Batı hakkında mânevî açlık çektiklerinden mi acep?

CAHİLLER PEŞLERİNDE
Asıl şaşılacak nokta bu tarantula suratlıların davranışı değil, çünki onlar cibiliyyetlerinin îcâbını yerine getirmektedirler, ama binlerce, hattâ onbinlerce Türkün bu câhil adamların peşinden gidip onların hâinâne öğreti ve öğütlerine körü körüne boyun eğmeleridir.

Elbet bir milleti çökertmek için o milletin içinden çıkacak hâinlere ihtiyâc olacaktır. Ve elbet bunlar iplikleri pazara çıktığı zamân hizmetinde bulundukları ülkelere kaçıp sığıntı olarak süflî hayatlarını orada yaşayacaklardır. Bunların doğdukları topraklara dönebilmeleri ancak hizmet ettikleri devletlerin hedeflerine nâil olmalarıyla mümkündür. Bu sapıkların sâdece kanlarından değil, vicdanlarından da şüphe etmek gerekir. Ama tabiî vicdan insanlara mahsûs bir kavramdır.

90 yıl önce 'Emperyalist güçler'gene bunları kullanmıştı bu ülkeyi parçalamak için ama beceremedi....ŞİMDİ gene bu zihniyeti kullanmakta ve busever gerçekleşti çünki Türk milleti yumuşak yerinden vurmakta iç düşman

Re: Tarikatlar yada Cemaat Adına Ne Derseniz Deyin Hepsi Milli Güvenlik Sorunu pkk ile içli dışlı bunlar

İletiGönderilme zamanı: Pzt Şub 15, 2021 15:38
gönderen İlteriş Kağan
Bir kez daha görüldü ki, Pkk tarihin en kanlı terör örgütüdür, bir kez daha görüldü ki, Pkk’yla masaya oturanlarda, Pkk’yı tanık Tsk’yı sanık yapanlarda utanma yoktur.

Ergenekon,balyoz kumpaslarında TSK'a Sanık Yakaladıkları Teröristler Gizli Tanık. PKK'nın 2 Numarası Ergenekon'da gizli tanık '' Deniz'' kod isimli gizli tanık kimliğini açıkladı ve Şemdin Sakık olduğunu Ve pkk açılımında pusuya düşürülen TSK idi.

PKK'nın tanıklığıyla TSK yargılıyorlar. Ve bunu yapanlar ülke yönetiyor!! Batı tek kurşun atmadan ülkeyi işgal etmiş bu embesil milletin haberi yok...
TSK komutanları yargılandı, PKKlı teröristler tanık diye dinlendi...

Siyasal silamcı köpeklerin Su gibi renksiz ve her kabın şekline giren bir yapıları var. ve Birileri ülkenin içine ederek zenginleşirken, Bunların pisliğini temizlemek fakir çocuklarının canı, kanına düşer.

Osman Öcalan’ı Tük Ordusu’na kumpas kurdukları, Ergenekon ve Balyoz davalarında "gizli tanık" olarak kullananlar; seçim öncesi devletin televizyonu TRT’ye çıkartanlar, açıklamalarını AA üzerinden de duyuranlar şimdi utanmadan bize “milliyetçilik” taslıyorlar! - TSK ya kurdukları O kumpasları "Gizli Tanık" adı altında bazı PKK lı teröristleri kullanarak yaptılar.

PKK açılımı ile 5 yıl ahaliyi düzdüler , Yol arkadaşları FETÖ ile 12 Yıl elele kol kola gezinip şimdi Sağı solu FETÖ'cü diye suçlayıp Ahaliyi düzmekteler !

Genel kurmay başkanının sanık, teröristin tanık olduğu güzel ülkemde kimse bize vatanseverlikten bahsetmesin.
eskimeyen surata sahipler. Bunların basiretsizliğinin faturasını ülkece ödüyoruz... çapsız dış siyasetinin ülkeye yaşattığı hezimettir!

https://www.youtube.com/watch?v=V229jlP ... qX2bKJwRLg

Resim

Risaleci Deccal’den bombacı Deccal’e: Şarlatan Said’den Fetullah müptezeline

İletiGönderilme zamanı: Prş Mar 25, 2021 21:52
gönderen İlteriş Kağan
Risaleci deccal, Said-i Şarlatan, bombacı deccal de Fetödür.

Gerçek İslâm’ın aydınlık yüzünden gözleri rahatsız olan Said-i Şarlatan ve şürekası, Fetullah gibi emperyalist ajanlar, Türk halkını asırlardır din ve bilimde cahil bırakan uğursuz cühela zincirinin Cumhuriyet sonrası korkunç halkalarından biridir.

Türk milleti Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’le varlığını ve geleceğini kurtarmayı başardığında, içeriden ve dışarıdan akıl almaz saldırıların hedefi haline gelmiştir. Temelde içeridekiler dışarıdaki saldırıların devamıdır. Belki de en tehlikelisi, emperyalistlerin bizzat kendi düşmanlıkları değil, ülke içinde yarattıkları cahil hainlerdir; kullanageldikleri karanlık çehrelerdir.
Asıl adı Said-i Kürdi olan şarlatan bunların başında gelir. Kur’an ayetlerinde geçen “Nur” yani ışık, aydınlık kavramını, kendi karanlık ve hainane misyonuna eklemleyen Said-i Deccal, FETÖ ile yeniden hortlamıştır. Şarlatan nitelemesi aslında bu karanlık kişi için çok hafif bir deyim olur. Cumhuriyet’in aydınlık tarihinin çöplüğüne gömülen bu cahil adam, bir kanser hücresi gibi başta FETÖ olmak üzere tüm Nurcu cemaat ve tarikatlarda mütemadiyen hortlamakta, hortlatılmaktadır.

Nedeni, emperyalistlerin bilek gücüyle yenemedikleri Türk milletini ve bozamadıkları İslâmiyet’i, Said-i Deccal gibi “kuzu kılığına girmiş karanlık çehreler”le” bozguna uğratmayı denemekten vazgeçmeyişleridir. Said-i Şarlatan ve şürekası Fetullah gibi emperyalist ajanlar, Türk halkını asırlardır din ve bilimde cahil bırakan maziyi meş’um (kötü, uğursuz) bir insanlık düşmanlığına çevirmeyi hedeflemişlerdir. Türk milletinin üzerine yıllardır cehalet pisliğini boca eden Said karanlığı ve şakirdi Fetullah, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için her yolu denemektedirler. Din işportacılığından mehdilik, peygamberlik hatta tanrılık iddialarına kadar her türlü ahlâksız ve dinsiz yöntemlere başvurmaktan çekinmemekte; olmadı, kendi silahlarımızla bizi vurup kan gölü içinde boğmayı planlamaktadırlar..
Dün Fetullah’ı “kuzu” sananlardan bir kısmı bugün adeta Deccal olan Said-i Şarlatan’ı “kuzu” postuna sarmaya çalışmaktadır. Oysa bozacının şahidi şıracıdır.
USTA: SAİD, ÇIRAK: FETULLAH

Konumuz “çırak” Fetullah-ı naşerif değil, halen mevcut veya istikbalde sayelerinde yeniden hortlama imkanı bulabileceği tarihsel ve dini lanete uğramış Nurculuğun ağababası Said-i Deccal’dır.
Said-i Deccal; Cumhuriyetimiz üzerine çöken karanlıkların kaynağıdır. Ülkemizde yüzleri bulan cemaat ve tarikatların çoğu, bir elinden ihanet, öbür elinden cehalet akan bu deccalın safsatalarından, ruhsal rahatsızlığının zahire vuran Risalelerinden beslenir. Karanlık bir ruhtan, mantıksız, akıllarla zarar, dine, Allah’a ve elçisine küfreden sözler dökülürdü ancak. Nitekim böyle de olmuştur.
Köpekten kuzu doğmaz atasözü, Said’le Fetullah arasındaki somut organik ilişkide bir kez daha kanıtlanmış olur. Ülke yanarken saçını tarayandan, ülkeyi darbeyle ateşe atan evlat doğarmış. (Türk Milleti varlık yokluk mücadelesindeyken Said’in Boğaz’daki evine çekilip sözüm ona kitaplarla uğraşması vs., bkz. Sinan Meydan, Odatv, Said-i Nursi hakkındaki yazısı.). Çünkü Fetullah, Said’in hem öğrencisi hem de bir Nurculuktan beslenen takipçisidir. Cehaletin hortlağı Said, Fetullah’ın kendi ağzından takdis edilir, ululanır:
“Mürşit, bu düşünce ve amel ufkunu-Allah’ın inayetiyle-yakalayabilirse Allah da onun birini bin eder, gönlünü ilham kaynağı yapar. Bir avuç kor olan mahiyetini, okyanusları söndürecek derecede genişletir. İşte kendinden evvel de yüzlercesi gibi Bediuzzaman! Altı aylık tahsil hayatına deryaları sığdıran insan.” (Fasıldan Fasıla 1, M. Fethullah Gülen, Nil Y., 3. Baskı, Eylül 1995, s. 60.)
SAİD’DEN PAPA’YA MEKTUP

Said’le Fetullah, Papa’nın teröristleri olarak da birbirine benzerler. (Bkz. Ramazan Koyuncu, Fetöizm, ss. 215,216.)Papa’ya 1950’de ilk dinlerarası diyalog mektubunu gönderen Said deccalıdır. Çırağı Fetullah ise tam 48 yıl sonra mektupla yetinmemiş, bizzat Papa’ya ayağına gitmiş, iki diz çökmüş, ona, Said-i Deccal’in vasiyeti olan bağlılığını ilan etmiştir. Bu ilişki zinciri rastlantısal değil, emperyalizmin plânlı uşaklığının kanıtıdır. Bu uşaklık, bir ihanet şebekesinin dini ve milli değerlere yönelik bölücü faaliyetidir. Papa’nın teröristi ile ırkçı terörizmin Türkiye versiyonu Abdullah Öcalan teröristi arasında bu şarlatanlar için herhangi bir ayrım yoktur. Çünkü dinsel cehalet ve vatana ihanet at başı gider. Cehalet ve ihanet, terörün her türlüsüne teşne (istekli hazır) bir ahlâk ve ruh bozukluğudur.
Usta-çırak ortaklığındaki cehalet örgütünün Risaleler veya kitaplar olarak yazdıkları hezeyanlar öyle çok, öyle sayısızdır ki, neresinden tutsanız dökülür. Said-i Deccal cahilinin altı ayda tüm ilimleri bellemesi, kendine ilhamlar (dilinin altında vahiy vardır ama açık etmez) geldiğini, Risaleler’in Kur’an’ın tek tefsiri kutsal kitap olduğunu öne sürmesi bu tehlikeli zırvalardandır. Ancak bu zırvalar, salt cehaletin ürünü değil, altında ülkeye, Türk milletine ve özellikle İslâm dinine yönelik subliminal iletiler saklıdır. Örneklerini yazının ilerleyen kısmında kendi palavralarından vereceğim.

Said-i Deccal, 130 küsür mavrasından oluşan Risalelerde sürekli kendini kutsal bir kişi gibi öne sürer. Kerameti kendinden menkul birçok ifadesinde, Risalelerin doğrudan Allah tarafından kendisine yazdırıldığını söyler.

Bu teoloji diliyle:

“Bana vahiy geliyor, son Peygamber Hz. Muhammed değil, benim” demektir. İkincisi, bu tür saçmalıklar tüm Müslümanlar için şeksiz (kuşkusuz) kutsal kitap olan Kur’an’ı gölgede bırakmak, onu Risaleler karşısında ikincil duruma sokmak hatta önemsizleştirmektir. (Örneğin bkz. Risale-i Nur, Şualar, Sözler Yayınevi, s.833; s.693, s.681, s.756; Risale-i Nur Kastamonu Lahikası, Yirmiyedinci Mektuptan, Yeni Asya Neşriyat, s.29, 49.)

Daha bir yığın tezviratla ve zırvalıklarla dolu Risaleler’in Kur’an-ı Kerim’e denk tutulduğu hatta ondan bile üstün görüldüğüne ilişkin dipnotları çoğaltmaya gerek yoktur. Ancak Kur’an’ın bu ve benzeri küfre ve sapıklığa karşı verdiği birkaç yanıtı buraya alıyorum, anlayan için fazla ayet zikretmeye zaten gerek yoktur:

“Kitabı elleriyle yazıp da sonra az bir pahayla satabilmek için, bu, Allah katındandır, diyenlerin vay haline! Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!” (Bakara Suresi, 79.)

“Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (En’am Suresi, 44.)

Tüm ilimleri altı ayda kutsal ilham yoluyla elde ettiğini öne sürmesi, İslâm yerine, üstadlarının cehaletini din edinmiş sürünün, profesörlüğü, İslâm alimliğini, bilgiyi, felsefeyi, sanat, edebiyat ve hatta insaniyeti küçümseme paranoyasına tutulmasına yol açmıştır.

Onlara göre tüm ilimler altı ayda üstat tarafından elde edilirken, yıllarca süren araştırmalarla elde edilen bilimsel bilginin hiçbir kıymeti yoktur. Ayrıca, Hz. Muhammed’in 23 yılda aldığı vahyi, altı ayda kotarmıştır... Ne diyelim, zurnada peşrev olmaz.

Said-i Şarlatan, Said-i Ekfer, Said-i Casus, Said-i Hain, Said-i Deccal... Onun binbir surat bir İslâm, vatan ve millet düşmanı olduğunu gösterir.

Said-i Şarlatan gerçek bir ruh hastasıdır, zaten kendisi de bunu söyler. Ruh hastası olması onun emperyalist bir provakatör, bir hain ve yaman bir İslâm düşmanı olmasına mani değildir. Burada çelişki yoktur, çünkü terör örgütleri intihar bombacılarını ruh hastalarından ya da uyuşturucuya müptela ettikleri kişilerden seçerler.

Ancak bu, intihar bombacıları gibi kendini de patlatacak kadar aptal değil, kurnazdır. Öldürüleceği paranoyasını, Risalelerinde zaman zaman dillendirerek etrafına tabilerinden koruma duvarı örer. Ülkemizin en nadide yerlerinde bir eli yağda, bir eli balda yaşar bu cehalet bombacısı. Ülkeyi cehalet bombasıyla patlatırken, cehalet ve hıyanetinin kölelerini her çağda yaratır.
'HADİS UYDURMACISIDIR'

Said-i Naşerif, hadisleri, ayetleri kullanarak kendince müptezel çıkarımlar yapar. Eğer saçmalığına dayanak olabilecek bir nass (kutsal kanıt) bulmazsa, hemen bir hadis uydurur. Yeter ki kirli ve hastalıklı sayıklamalarına medar olabilsin.

Bununla da kalmaz, uydurduğu hadislerden ve kendi ruhsal saplantılarından ve dahi emperyalizmin ona yüklediği ihanet misyonundan yola çıkarak, işi din üstüne din uydurmaya kadar vardırır. Evet, Nurculuk aynen Batınilik, Hurufilik, Bahailik gibi, İslâm’a karşı kurulmuş proje bir dindir. Nasıl ki bu kökten türeyen Fetullahçılar Müslüman değillerse, bu dini kuranlar ve ona uyanlar, hayli hayli Müslüman değildir. Çünkü cemaat ve tarikatlar, İslâm’ı sahih nass ve ruhundan saptırmada ortak bir yol izler.
DİYANET: "NURCULUK BİR İLHAD HAREKETİDİR"

Diyanet’in Said şarlatanının kurduğu Nurculuk adlı emperyalist örgüt ve Risaleleri hakkında tuttuğu rapor, bu kurumun bir zamanlar Cumhuriyet kurumuna yakışır tarzda nasıl işlev gördüğünü gözler önüne sermektedir. Raporda ebcet hesabıyla ve ruhsal dalgalanmalara göre nasslara anlam verildiği, bunların ise dini ve ilmi değeri olmadığı, Said’in kendisine manevi rütbe verdiği ve ona muhalefetin Allah’ın rızasına uygun düşmeyeceği, duayı sırf Nurcular için isteyip Müslümanlar arasında tefrika yarattığı, Risalelere olağanüstü kutsallık atfedildiği, hatta bunların Kur’an’ın manevi mucizesi olduğu gibi daha pek çok karanlık tarafı ifşa edilmekte; Müslüman Türk halkı bu şeytanlığa ve ilhada karşı Diyanet tarafından uyarılmaktadır.

Diyanet’in 1964’teki bu raporunda Nurculuk, dini ve hukuki yönden zararlı olarak tescillenmekte, devamı olan Fetullahçılığın 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini adeta haber vermektedir.

Nurculuğun ve Fetullahçılığın felsefeye, pozitif bilimlere, İslamiyet’e, Türk milleti ve vatanına, insanlığa, barış ve kardeşliğe olan kinleri, 15 Temmuz darbesiyle ülkenin üstüne kustukları ölüm ateşiyle izah edilmezse, neyle izah edilebilir?

Şarlatanlığın sonu deccalliktir. Said-i Şarlatan-i Deccal, öğrencisi Fethullah’ı kendisi gibi şarlatan olarak yetiştirmiş ve bombalar yağdıran bir deccali Türk milletinin başına sarmıştır.

Aynı kökten türeyen deccallerin birbirinden farkı yoktur. Said deccalini aklayanlar, onun devamını da aklamış, meşru görmüş olur. Türkiye Cumhuriyeti, kendine yönelik hiçbir tehlike arasında tercih yapma mecburiyetinde değildir.

Türk milleti hiçbir şarlatana ve deccale de mahkûm değildir.

Kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı fikirleriyle bilinen Bediüzzaman Said Nursi'nin vefatının 61. yılı dolayısıyla "Üstada Saygı" temasıyla anma programı düzenlendi. (Veryansıntv.com, 24.03.2021)

“Hiç mi öğüt alıp düşünmüyor sunuz?” (Saffat, 37)

Dönme dolap, aynı yere getirir.

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı....

Türkiye’deki en köklü Türk Düşmanlığı akımlarından biridir. kürtçüler ve siyasal islamcılar

İletiGönderilme zamanı: Prş Mar 25, 2021 21:58
gönderen İlteriş Kağan
Nurculuk Türkiye’deki en köklü Kürt akımlarından biridir. Ve bu akım kendini gizlemek, mütedeyyin Türk insanlarını kandırmak için en sinsi oyunları başarıyla kullanmıştır.
Resim
"Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün"
Yalnızca bir dakika durup düşünün. Yukarıdaki tümceyi kim söylemiş olabilir? Apo mu? Aklınıza hemen Apo geldiyse, aslında bir bakıma başarılı oldular demektir. Görünen düşmana karşı Türk’ün savaşması zor olmaz.

Ama saf Türk halkının görünmeyen sinsi düşmana karşı savaşması çok daha zordur. Yukarıdaki tümceyi söyleyen kişi amansız bir Türk düşmanı olan ve son soluğuna kadar Türkiye toprakları üzerinde bir Kürdistan kurma düşüyle ölen Kürt Said ya da çoğunun bildiği adıyla Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’dir.

Bu tümce, bir zamanlar çıkarılan ve kime hizmet ettiğini herkesin çok iyi bildiği Özgür Ülke gazetesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazetenin ifadesinde ve diğer Kürtçü yayın organlarında Kürt Said için “devrim şehidi” ifadesinin kullanılması nurculuğun hangi ereğe hizmet ettiğinin en kesin kanıtıdır

Nurculuk savaşla ulaşılamayan bir hedefin sinsi bir düşünce yapısı ile başarılması uğraşıdır. Bu uğraşın ana hedefini de Türkiye’nin doğusunda bağımsız bir Kürdistan kurmadır. Yukarda da anlattığımız gibi bu işi ilk başta savaş ile başarmaya çalışmışlar fakat devlet ve ordu gelenekleri olmadığından dolayı sonları hep bozgun, hezimet olmuştur.
Resim
1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bu burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.

31 Mart ayaklanmasında da Kürt Said, Volkan gazetesi ile beraber yeniden sahneye çıkar. İngilizlerin tek bir kurşun atmadan bir Türk toprağı olan Kıbrıs’ı ele geçirmesinden büyük bir sevinç duyarlar. İnsanın midesini bulandıracak şekilde, Volkan gazetesinde İngiliz propagandası yaparlar. Çünkü umdukları şey Kürdistan için İngilizlerden görecekleri yardımdır. 31 Mart ayaklanmasında birçok Türk subayını vahşice katlettikleri halde Hıristiyanların kapısına birer nöbetçi koyarak onları korurlar. Yağmalanan Türkler ise umurlarında değildir. Fakat Mustafa Kemal’in kurmay başkanlığını yaptığı Yıldırım Orduları çok geçmeden bu isyanı bastırınca Isparta’ya sürülür. Bu andan itibaren Kürt Said Mustafa Kemal’i artık unutamayacak ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tüm kinini kusacaktır.

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca Said-i Nursi tekrar sahneye çıkar. İngilizlerin güdümünde Kürt Teali Cemiyeti’ni kurar ve İngilizlerin işgal planlarına uygun olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeniden Kürdistan düşleri görmeye başlar. “Uyan ey Selahattin Eyyübi’nin torunları Kürtler!” diyerek Kürtleri ayaklanmaya çağırır. 16 Eylül 1919’da İkdam gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk Ulusunu Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye, hatta onlara karşı mücadele etmeye çağırır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra da Kürtlerin isyan dalgası devam eder. Said-i Nursi de bu isyanlara katılır. “Biraderi azamım” dediği Şeyh Sait’in isyanına katıldığından dolayı yeniden sürgüne gönderilir. Onun biraderinin, “Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür” sözü Said-i Nursi’nin düşünce yapısını dolaylı yoldan bize gösterir. Şeyh Sait Türk Ulusu’na karşı bu hainliğinin bedelini darağacında sallanarak öder. Said-i Nursi bunu asla unutmaz. Hasta yatağında yatarken şimdi Hakpar Başkanı olan Abdülmelik Fırat’a “Biraderi azamım Şeyh Sait’in öcünü alacağım.” der. Öcünü almak istediği kişi, yaşamını Türk’ü sırtından vurmakla geçiren, İngilizlere ruhunu satarak Musul ve Kerkük’ün Türklerin eline geçmesini engelleyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayarak bir Kürdistan kurma düşü olan kişidir.

Resim
Sıkça hezeyanlara kapılan Said-i Nursi’nin bir hezeyanı ise Atatürk ile ilgilidir. Emirdağ Lahikası’ndaki “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlığını Mustafa Kemal’e vermediğim için bana hücüm ediyorlar.” sözü, en koyu ikinci cumhuriyetçilerin bile akıllarına getiremeyecekleri ve kargaları bile güldürecek kadar komik bir laftır.

İslam ile çelişkileri
Said-i Nursi’nin düşünce yapısı da İslam inanışı ile çoğu yerde çelişki gösterir. Ve bu çelişkiler İslam alimi olmayanlar tarafından bile hemen anlaşılacak şekilde çok açıktır. Hiç evlenmemesi, Cuma namazına gitmemesi, kendisine Kuran öğreten hocalarına karşı gösterdiği saygısızlık gibi. Ne Yunus Emre ne de diğer İslam büyükleri kendilerini yetiştiren hocalarına karşı “Sen bir şey bilmiyorsun.” lafını kullanmamıştır. Belki de bundan dolayı Said-i Nursi ders almak üzere gittiği tüm medreselerden kovulmuştur. Cuma namazı kalabalık olarak kılındığından ve kendisinin kalabalık yerlerde namaz kılmaktan huzur bulmadığını söyleyen Said’in durumu son derece ilginçtir. Çünkü Cuma namazı inananlar için müminlerin bir araya toplandığı bir andır ve cemaat ile kılınması zorunludur. Üst üste üç Cuma namazı kılmayan bir Müslümanın cenaze namazı bile kılınmaz.

Risaleleri ile ilgili söylediği sözler bile İslamı nasıl yorumladığını bizlere gösterir. “Risale-i Nur okumak ona hizmet etmek bir ibadettir. Ona hizmet üç aylarda yapılan zikirlere bile tercih edilmelidir.” Kısacası Said-i Nursi kendi yazdığı kitapları okumanın Allah’a karşı yapılan ibadetten daha hayırlı olduğunu söyler ve İslam’a yeni bir yorum getirir.

Bu noktada akla İngiliz casus Hempher’in anıları geliyor. Az sayıdaki İngiliz casusa verilen “İslam’ı Nasıl Yıkarız” adlı kitapta da cihadın geçici bir farz olduğu ve artık cihad yerine başka işlerle uğraşmasının Müslümanlar için daha iyi olduğu propagandasının yayılarak İslamiyetin zayıf düşürülmesi öneriliyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında da İkdam gazetesinde Kuvayı Milliyecilerin İngilizlere karşı savaşmaması için bildiri yayınlayan Said-i Nursi’nin davranışının bir nedeni de bu olabilir mi?
Resim
Resim
Said-i Nursi, “Risale-i Nur okumak ya da yazmak alim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.” sözü ile Kuran’ı, hadisleri ve diğer tüm İslam bilimlerini bir çırpıda silmiş temel kaynak olarak kendi risalelerini koymuştur. Hattâ Hizbullahın öldürdüğü Zehra Vakfı’nın bir üyesinin cenazesinde de Kuran yerine risale okuyacak kadar ileri gitmişlerdir.

Bu ve bunun gibi İslamdışı yorumlarından dolayı nurcular, diğer bazı tarikatlar tarafından “narcılar” yani cehennemlikler diye adlandırılmaktadır.

Said-i Nursi’den sonra Bayrak Fethullah’ta
Said-i Nursi’nin ölümünden sonra nurcular kendi aralarında bölünmüş Fethullahçılar, Med Zehracılar, Kırkıncılar, Aczmendiler gibi çeşitli akımlar türemiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı’nın hazırlamış olduğu rapora göre, nurcular dokuz gruba ayrılmış olup, içlerinde en güçlü konumda bulunan Fethullahçılardır. Ekonomik yönden inanılmaz bir güce ulaşan bu grubun en tanınan şirketleri ise Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonudur. Finans sektöründe Asya Finans eğitim sektöründe ise yurdun her tarafına yayılmış olan dersaneler ve Fatih Üniversitesi ile faaliyet göstermektedir. Bu dershaneler ve üniversite Fethullahçılar için bir numaralı insan kaynağıdır.

Bu çalışmalar yalnızca yurtiçinde değil yurtdışında da sürdürülmektedir. Dünyanın neredeyse yarısında Fethullah’a bağlı şirketler aracılığı ile okullar kurrulmakta ve İngiliz kültürü adına önemli hizmetler verilmektedir. Buna en güzel örnek olarak bir Türk yurdu olan Yakutistan’ı verebiliriz. Ana dili Türkçe olan bu ülkede, Fethullah bir üniversite ve 5 okul açarak İngilizce eğitim vermeye başlamış ve nihayet 1999 yılında ülkenin resmi dili Türkçe yerine İngilizce olarak değiştirilmiştir. İngiltere’nin Kazakistan Büyükelçisi 1995 yılında Fetulla’ın Kazakistan’daki okulları için “Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür ediyoruz” diyordu. Londra’da Fethullah için düzenlenen ödül töreninde de Lord Rotherham Fethullahçıların okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek “50’den fazla ülkede 500’den fazla okulumuz var.” demiştir. Böylece Said-i Nursi gibi Fethullah’ın da kime hizmet ettiğini tüm Türk Ulusu görmüştür.

Fethullah saf insanları etkilemek için üstadının taktiklerini birebir uyguluyor. Sabah gazetesinde yayınlanan bir röportajında, cehennemin önünde kollarını acıp beklediğini insanların yığınlar halinde cehenneme doğru giderken kendi cemaetinden kimsenin olmadığını Allah’ın adını vererek yemin ediyor. Böylece Fethullah İslam dünyasına Hıristiyanlıkta bulunan ruhbanlığı sokmuş oluyor. Hz. Muhammed bile sahabelerden en fazla 10 kişiyi cennet ile müjdeleyebilirken Fethullah tüm cemaatini cennet ile müjdelemektedir.
Resim
28 Şubat’tan sonra
28 Şubat sürecinde eski hastalıkları yinelediğinden ABD’ye giden Fethullah ne hikmetse bir türlü iyileşememiş ve ülkesine dönememiştir. Aradan 6 yıl geçmiştir. Ezan sesini ve minareleri çok özlediğini söyleyen Fethullah her ne hikmetse Türkiye olmasa bile başka bir Müslüman ülkeye gidip bu özlemini gidermeyi akıl edememiştir. İnsanın aklına gelen başka bir soru da insanın bir emekli maaşı Amerika’da nasıl yaşamayı başardığıdır. Bizim emeklilerimiz devlet hastenesine bile gidemezken kendisinin Mayo Clinic gibi tüm dünyanın bildiği bir sağlık kurumunda nasıl tedavi olduğunu açıklarsa en büyük hizmeti yapmış olur.

Fethullah şu an yaşamını Pensilvanya’daki bir çiftlikte CIA tarafından en düzeyde korunarak sürdürmektedir. 11 Eylül’ün ardından tüm dünyada Müslümanlar için sürek avı başlatan ABD neden Fethullah’ı korumak için en üst düzeydeki örgütünü görevlendirmektedir?

Bunun nedeni aslında çok açıktır. ABD’nin ılımlı İslam uygulaması için Fethullah biçilmiş kaftandır. Irak-ABD savaşında ABD’yi desteklediğini açıklaması, savaşta ölen İsrailli çocuklar için üzüldüğünü söylerken, Iraklı çocuklar için tek laf etmemesi onu İslamı Protestanlaştırmak için en uygun aday yapmaktadır. ABD eski başkanlarından Bill Clinton’un danışmanı Eckelman da Fettullah Gülen’i “İslam’ın Martin Lutheri” olarak tanımlıyor. Vatikan’ın bundan dolayı Fethullah’ı sevmesinden daha doğal birşey olamaz. Vatikan’ın Türkiye temsilcisi Maroviç’in, “O şeriatı getirmez çünkü ‘Muhammedun resulullah demeyen de cennetlıktır’ dedi. Onun için biz onu çok seviyoruz?” diyerek bağrına basmıştır.

Türk Birliği’nin önündeki en büyük engel: Nurculuk
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce ABD, ortaya çıkacak yeni durumu çok iyi değerlendirmiş, tüm Türk dünyasının tek bir çatı altında birleşmesinin kendisi için en büyük tehdit olacağını anlamıştır.
İşte tam bu noktada doğan boşluğu doldurmak üzere Fethullah devreye girer. Orta Asya ülkelerinde birbiri ardınca İngilizce eğitim veren okullar açılır.
Resim
Katledilmeden önce Necip Hablemitoğlu, Fethullah’ın ABD adına üstlendiği rolü de yazdığı bir rapor ile ortaya çıkarmıştı:
“Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre; hocaefendileri yakın zamana kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. Bir başka ifade ile gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amaçlarının örtülmesine yönelik olarak (second cover)-Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre devam etti. CIA bağlantısı, Fethullahçıların ve de Hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmesi (defection in place) sonucuna yol açtı. Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MIT farkedinceye kadar! CIA nezdinde tüm Fethullahçılar (walk-in) diye tabir edilen bir kategoride tutulmaktadır. Yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetine talip olmuşlardır”

Kısacası kendi gizli amaçlarına ulaşmak için Fethullah, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve MİT’in işine yaramayacak bilgiler veriyor ve bu arada gerçek görevi olan CIA ajanlığını sürdürüyordu. Kısacası çift taraflı oynuyordu. Türk tarihinde devletini, ulusunu satanların sonu her zaman bellidir.
Rapordaki bir tümce son derece dikkat çekicidir:

“Fethullahçılar, Türkiye’nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardır”
İngiliz kültürüne yaptığı çok büyük katkılardan dolayı ödül alan, yüzlerce yıllık Türk yurdu olan Yakutistan’ın ana dilinin İngilizce olmasını sağlayan Fethullah’tan bunları beklemek hiç garip olmasa gerek.

Fethullah’ın eğitim alanındaki hizmetleri yalnız yurtdışı ile sınırlı değildir. Fethullah Heybeliada’daki ruhban okulunun açılmasının en büyük destekçilerinden birisidir. Bu konudaki çalışmaları için Patrik Bartholomeos her seferinde ona teşekkür etmekte ve “Ona bir emrimiz değil ancak bir ricamız olur.” diyerek gözlerimizi yaşartan bir dostluk tablosu sunmaktadır. Aynı Fethullah ise Batı Trakya’da yaşayan Türk yurttaşlarımızın eğitim hakkı için en ufak çaba göstermemektedir. Hoş! Aslında bu çabayı gösterse ne için olacağı da oldukça açıktır.
Resim
Fethullah Türk milliyetçileri arasına girerek onları bölmeye çalışmakta ve nabza göre şerbet verme ustalığını en iyi şekilde kullanmaktadır. Askerliğinde Cemal Tural adlı komutanının milliyetçi olduğunu öğrendikten sonra bir anda milliyetçi söylemlere başlayan Fethullah tüm Türkler için “Peygamber Ocağı” sayılan ve bu görevi tamamlamayanlara kız bile verilmeyen askerlikten yırtmak için neler yaptığını anlatır. Ona göre askerlik yılları tüm yaşamının en kabuslu yıllarıdır. Korkulu bir rüya gibi sürekli olarak askerliğinin bitmesini beklediğini söyler. Herkesin 24 ay askerlik yaptığı bir zamanda 17 ay askerlik yaptığını böbürlenerek anlatır.

Zaman kime hizmet ediyor?
Tüm bu süreç içinde Zaman gazetesi, Türk tezlerine yeteri kadar yer vermezken Ermeni ve Kürt tezlerini fazlasıyla yer bulmaktadır. Sayfalarında Ermeni soykırımı masallarını büyük puntolarla duyuran Zaman, şehit haberlerini ise küçük puntolarla bir köşeye sıkıştırma gayreti içindedir. Sabrının sınırları zorlanan Türk halkının Bözüyük’te PKK sempatizanlarına hak ettikleri karşılığı vermelerine “Provokasyona gelmeyin” diyen gazete, Türk insanı ile bir avuç PKK sempatizanına eşit uzaklıkta durduğunu son derece net şekilde göstermektedir. Türk insanının PKK yandaşlarına nasıl davranmalarını bekliyorlardı? Davullar calıp kurban keserek mi? Bazı Zaman gazetesi yazarlarının Ermeni sözde soykırım anıtına çelenk koyduğu da unutulmamalıdır.
Resim
Samanyolu Televizyonu aynı yolda Türk insanına hizmetlerine (!) devam etmektedir. Bilal Ercan adını çoğunuz duymamış olabilir. Bu adam PKK propagandası yapan ve Türk Devleti’nin kapatmak için büyük uğraş verdiği Danimarkayı defalarca uyardığı Kürtçü ROJ TV’de düzenli olarak program yapan bir adam. Berat Kandili nedeniyle Samanyolu televizyonu bu adamı programına çağırıyor. Ve bu adamın kasetlerinin reklamı, Fethullah’a bağlı kırtasiye mağazalarının vitrinlerini süslemekte. Bir PKK sempatizanını Samanyolu neden ekrana çıkarıyor dersiniz? Yanıt oldukça basit. Çünkü Fethullah’ın şiirlerinden birini bu adama bestelemiş. Bundan dolayı bu adama sponsor oluyorlar. Etraflarında herhalde PKK sempatizanı olmayan bir besteci bulamamış olsalar gerek... AB üyeliği uğruna Apo’yu salıverdiklerinde de Samanyolu’nda kahramanlık türküleri okuturlar artık.
Resim
22 Eylül 2005 tarihli Zaman gazetesinde şöyle bir yazı geçmekte: “...Bize karşı yapılanlara karşı devleti bir sorgulamaya kalksak çoğu zaman dengeyi koruyamayız. Farkında olmadan devletine karşı milletin güvenini sarsmış oluruz...” Bu sözlerin kime ait olduğunu hemen anladınız herhalde. Yani Fethullah diyor ki: Bu devlet bana karşı haksız davrandı, ben bana yapılan haksızlıkları açıklarsam millet galeyana gelir, devletinden soğur. Doğrusu gözlerim yaşardı. Ne yurtsever ne mazlum insanmış Fethullah. Ama burada ince bir nüans var. Fethullah aslında aba altından sopa gösteriyor. Yazının devamında milletin güveninin sarsılması halinde anarşi doğacağını söylüyor. Yani bana yapılan haksızlıkları bir açıklarsam Türkiye Cumhuriyeti anarşiye boğulur diyor Hocaefendi.
Artık Türk gencinin böyle laflara karnı tok. Atatürk’ün dediği gibi içteki düşmanlar hiç ara vermeden calışmaktadır. Eğer günün birinde Türk toprakları üzerinde bir Kürdistan görmek istemiyorsak, nurculuk gibi ABD çıkarlarına hizmet eden sapık tarikatların oyunlarına karşı dikkatli olmalıyız. Bu yurdu atalarımızdan aldığımız şekilde çocuklarımızı da bir Türk yurdu olarak bırakmak için nurcu hareketi engellemek her Türk için bir namus borcudur.

S.Bağrışen
Haziran 2007

Hamiş: Nurcu basın kurumları artık sadece Zaman’dan ibaret değildir. Başka isimlerle yayın yapan, TSK’yı hedef gösteren yazı ve çeteyle alakalı birçok uydurma haberin bulunduğu malum basın kurumlarını da gözardı etmemeli, onların haberlerinin ne maksatlı yapıldığını iyi çözümlemeliyiz.

Resim


En sinsi Kürtçü-bölücü akım olan Nurculuk ve Fethullahçılık o kadar iki yüzlüdür ki, Türkleri kandırabilmek için bizzat kendi Bediüzzaman‘larının eserlerini tahrif etmekte, bu eserlerdeki Kürtçü ifadeleri sansürlemektedir.
PKK’lı Kürtçüler ise Nurcuları bu açıdan eleştirmekte, tam bir Kürtçü olan Said’in gerçek ifadelerini halktan gizledikleri için Fethullahçıları kınamaktadır.
Yine Ahmet Türk Fethullah cemaatini Kürtçülükte samimi olmamakla suçlamaktadır. Çünkü Nur Risalelerindeki “Kürt“, “Kürt halkı“, “Kürdistan“ kelimeleri cemaat ve diğer Nurcular tarafından yıllarca sansür edilmiştir.
Gerçekten de Nurcular tarafından 1960 ve 1978’de basılan ve diğer basımlara kaynaklık eden Risalelerde, Said-i Kürdi’nin defalarca kullandığı “Kürdistan” kelimeleri “vilayeti Şark”, “Kürdistan Dağları” ifadesi “şark dağları”, “Kürt” kelimesi “şarklılar”, “Kürt halkı” ifadesi ise “şark halkı” olarak değiştirilmiştir.
Resim
Prof.Dr.Erol Güngör diyor ki;
“İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisizleştirmektir."
Bu azınlıklar "ayrılıkçı bir politika" takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe "İslâm davasının şampiyonu" olarak görünürler.

- ATSIZ diyor ki;
"Bugün Türkiye'de Türklüğe ve dolayısı ile Türk bayrağına düşman üç zümre vardır: Moskofçular, kürtçüler ve siyasi ümmetçiler.''

- Necdet Sevinç diyor ki;
Milliyetsiz-İslamcılar tarafından kuşatılan kirli siyasetin zaafı yüzünden devşirmenin "virüslü kanı" Türk Devletini çürütmektedir.

BEDELLİ MÜCAHİTLER BEDELSİZ MEHMETLERE EMREDİYOR ‼️ "MEHMETÇİK GAZZE'YE"

İletiGönderilme zamanı: Çrş May 12, 2021 22:38
gönderen İlteriş Kağan
Oldu paşam! Başka isteğiniz var mı???!
*
Varsa çekinmeyin, söyleyin yani!
*
Mehmetçik sizin emir eriniz ya zaten!!
Siz emredin yeter amk.
Mehmetçik emirlerinizi hemen telakki eder!!!
***
Birader.... Kusura bakmayın ama o mehmetler sizin gibi dantel kefenli çakma kahramanların emir postası değil öyle...
***
Siz, o Mehmetlere her kafanıza estiğinde,
Her düğmenize basıldığında,
Her tasmanız gevşetildiğinde;
Mehmetçik Suriye'ye
Mehmetçik Kuzey Irak’a
Mehmetçik Libya'ya
Mehmetçik Filistin'e
Mehmetçik Gazze'ye
Mehmetçik Kudüs'e diye emredemezsiniz!
***
O, bugün emretme gafilliğinde bulunduğunuz Mehmetlerin ataları, dedeleri zaten bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu askeri olarak adını zikrettiğiniz o Filistin, Şam, Yemen, Arabistan çöllerindeydi...
*
Sonuç olarak ne oldu???
*
O, bugün götünü yalamaktan hala bir türlü usanmadığınız pek kıymetli Araplarınız, İngilizlerle, Fransızlarla, hristiyanlarla, yahudilerle birlik olup benim Mehmetlerimi sırtından hançerledi.
*
O, bugün savuna savuna canınızın çıktığı Filistinliler, Suudlar, Yemenler, Şamlılar, Mısırlılar, kısacası Araplar benim Mehmetlerimi emperyalistlerle iş birliği kurup arkasından bıçakladı...
*
O Araplar çöllerde açtıkları kuyularda benim 15 bin mehmedimi banyo yaptıracağız bahanesi ile asitli sulara sokup gözlerini kör etti, derilerini cayır cayır yaktı...
*
Şeker ikram ediyorum diye zehirli şekerler yedirip insafsızca katletti...
*
O, bugün benim mehmedimi topraklarına kurtarıcı olarak göndermeye çalıştığınız Filistin değil mi; "Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır" palavrasını, o adi yalanı ilk önce kabul edip onaylayan!?
*
O Filistin değil mi; "Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır" dedikten sonra, birde üzerine devlet postanelerinden "Ermeni Soykırımı" yalanı için özel pullar bastıran?!
*
O Filistin değil mi; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni bir devlet olarak tanımayacağını ilk önce ilan eden ve hala Kıbrıs Türk Devletimizi bir devlet olarak tanımayan?!
*
O Filistin değil mi; Mehmetçik memleketini savunmak için şundan üç beş sene önce Suriye'ye, Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyonlar yaptığında devletimize nota veren?!
***
Hadi babacım hadi...
Bakın dalganıza!
*
Eğer çok meraklıysanız Filistin'e, çok meraklıysanız Arap kardeşlerinize, çekin sırtınıza pencerenizin beyaz perdelerinden bozma kefenlerinizi, doluşun otobüslere basın ve gidin... Filistin'e mi gidiyorsunuz, Şam'a mı, Yemen'e mi artık hangi arap ellerineyse...
*
Öyle kuru kuru meydanlarda "Kahrolsun İsrail" demekle, "Mehmetçik Gazze'ye" demekle olmaz bu işler...
Elin gariban çocukları üzerinden delikanlılık yapmak kolay... Götünüz yiyorsa kendiniz basın gidin, kendiniz yardım edin Arap kardeşlerinize!
*
Benim askerimi, benim mehmedimi karıştırmayın din tandanslı abuk subuk, sonu dibi belli olmayan işlerinize!!!

KURTULUŞ SAVAŞI SONRASI AZINLIKLAR NE OLDULAR?

İletiGönderilme zamanı: Çrş May 19, 2021 14:03
gönderen İlteriş Kağan
Sevgili arkadaşlar, lütfen bu yazdıklarımı dikkatli bir şekilde okuyunuz. Ülkemizde yaşadığımız birçok olayın ve olumsuz gelişmenin asıl nedeni, belki de burada yaptığım tespitlerin içeriğinde gizlidir.

Nasıl mı? İzah edeyim:
Osmanlı 1800’lü yıllardan itibaren, dış pazarlara teslim olmaya başladığında, kapitalist ülkeler imparatorluğun eyaletlerinde at oynattıklarında, onların temsilciliklerini, pazarlama ve dağıtım işlerini kimler yapıyordu? Türkler ve Müslümanlar mı, yoksa gayri-müslim kökenli unsurlar mı?
Devam ediyorum: 1881 yılında, Muharrem Kararnamesi ile “borcunu ödeyemeyeceğini” ilan eden Osmanlıya karşı, “o iş öyle olmaz, böyle olur” diyerek, İngiltere’nin önderliğinde oluşturulan ve devlet içinde devlet olup, Osmanlının gümrük, reji, tuzla, ulaşım vb. gelirlerine el koyan Duyun-u Umumiye’nin 8000 tane Osmanlı tebasından görevlisi vardı. Bu görevliler kimlerdi, Türkler ve Müslümanlar mı, yoksa gayri Müslim kökenli unsurlar mı?
Bu gayri-müslim kökenli unsurların ekseriyeti, Anadolu işgal edildiğinde ne yaptılar? Bizimle beraber işgalcilere karşı direndiler mi, yoksa onlarla işbirliğini devam mı ettirdiler?

Evet, Anadolu dört bir taraftan işgal edildiğinde, işgalcilerle işbirliği yaparak, bu mazlum, biçare, savunmasız halka; yüzlerce sene kendilerine “Allah’ın emaneti” saydıkları için, iyi davranan bu halka, bir eli yağda, bir eli balda yaşamalarına rağmen, her türlü alçaklığı reva gören bu azınlık mensuplarının, hiçbir şey olmamış gibi yine bulundukları yerlerde yaşamalarının mümkünü olmadığı açık ve nettir. Peki, madem bu azınlıklar, eski bulundukları yörelerde yaşayamayacaklarına göre, bunlara ne oldu, bunlar nerelere gittiler? “Buhar olup uçtular” desem inanmayacaksınız. O nedenle daha akılcı bir şeyler söylemem gerektiğini biliyor ve söylüyorum:

1- BU İNSANLARIN BİR KISMI, TERK-İ DİYAR ETTİLER.
Başta Yunanistan olmak üzere, Avrupa’nın diğer ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar. Gittikleri yerlerde yaşadıkları acılar nedeniyle, tabiri caizse it gibi pişman oldular. “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” diye özlemlerini dile getiren, her okuyanı hüzünlendiren ve emperyalistlerin oyunları üzerine bir kere daha düşündüren eserler kaleme aldılar. Her fırsatta Anadolu özlemlerini dile getiren mektuplar, yazılar yazdılar. Gittikleri yerlerde Anadolu’yu çağrıştıran mahalleler kurdular, futbol takımlarına Anadolu’ya özgü isimler verdiler. Ancak ne çare? Tarih bir kere daha hükmünü yürütüyordu.

2- BU İNSANLARIN BİR KISMINI, YAŞADIĞI ACILAR NEDENİYLE ANADOLU HALKI ÖLDÜRDÜ.
Öldürmek çok ağır ve acı bir kelime. Ancak, kendinizi, ırzına bir değil, iki değil, yüzlerce defa geçilen o kadınların; süngülere geçirilen o bebelerin; evleri yakılan, tavuklarına-köpeklerine kadar öldürülen köylülerin ve daha nice zulümlere maruz kalan insanların yerine koyun bakalım, o an, başka ne yapmayı düşünebilirlerdi ki?

3- Lütfen dikkat, burası işin en önemli kısmıdır. BU İNSANLARIN BİR KISMI DA YER DEĞİŞTİRDİLER. Yani, Manisa’da her türlü alçaklığı yapıp da teşhir olan Afyon’a; Afyon’daki İzmir’e; İzmir’deki, Kütahya’ya; Kütahya’daki Adana’ya; Adana’daki, Malatya’ya; Antep’teki, Mersin’e; Mersin’deki İstanbul’a; İstanbul’daki, her yere göç ettiler. Zaten Türkçeyi bizden daha iyi konuştukları için nere giderlerse gitsinler kimliklerini gizlemekte zorluk çekmediler. Hemencecik “bizden biri” oluverdiler.

Şimdilerde çok moda olan bir tabirle, “Kripto” olarak yaşamaya devam ettiler.
“20.yy. başlarında önemli sayıda Ermeni ve Rum görünürlerde dil ve din değiştirerek kimliklerini gizlediler. Bunların büyük bir kısmı gizli olarak kendi kimliklerine bağlılığı sürdürüyor ve aramızda Türk olarak dolaşıyor. Aralarından parti başkanları, bakanlar, önemli kurumların yöneticileri, büyük iş adamları, rektörler ve güvenliğimizi emanet ettiğimiz üst düzey kimseler çıkmıştır.(Osman Karatay, Türklerin Tarihi, s.22-23)

Bu şahıslar, gittikleri yerlerde bir numaralı “milliyetçi”, “Türkçü”, “Müslüman”, “Mukaddesatçı” kesildiler. Türklüğü ve Müslümanlığı kimseye bırakmadılar. Milli bayramlarda, ne kadar “milliyetçi” desinler diye en büyük bayrakları astılar. Asmayanları “ikaz” ettiler. “Ya sev, ya terk et!” dediler. Bunların sonraki halefleri, “ne mozaiği ulan!” diyerek naralar atıp, babalandılar.

Cuma günleri, ezandan iki saat önce, abdest alma ritüellerini törenle başlattılar. Takunya seslerinden sokakların parke taşlarını inlettiler. “Haydi komşu, ahretini unutma, yürü namaza gidelim” diye teraneler tutturdular. Hacca gittiler; bir değil, iki değil, üç-beş sefer. “Hacı baba”, “Hacı Anne” unvanları aldılar. Evlerini yeşile boyattılar. Göbeklerinin ta altına kadar sakal uzattılar. Koltuklarının altında “Kur’an-ı Kerim”ler, Yasin-i Şerif’lerle dolaştılar. Üstüne üstlük, çevrelerindeki insanları dini vecibeleri yerine getirmedikleri için azarladılar. Onları “irşad” yoluna davet ettiler. Dinin hükümlerini “tebliğ” ettiler. Konuşmalarının iki kelimesinden biri ya “Allah”, ya “Hz.Muhammed”, “Ya Kur’an-ı Kerim”, “ya Hadis-i Şerif” oldu.

Ve bu efendiler, soyadı kanunu çıktığında, çıktığında, burada aldıkları birkaç tane soyadını veriyorum: “Hacıoğlu”, “Hocaoğlu”, “Mollaoğlu”, “Kadıoğlu”, “Dervişoğlu”, “Velioğlu”, “Müftüoğlu”, “Müderrisoğlu” , Hatipoğlu, Türkoğlu, Kocatürk, Koyutürk, Tamtürk, Tümtürk, Ünlütürk, Canlıtürk, Kanlıtürk, Büyüktürk, Baştürk, Türk’ün önde geleni.. vb. soyadları aldılar. Bunların % 99’unun Hıristiyan Rum, Ermeni, vb. kökenli olduklarını belirtiyor ve diyorum ki: BENİM KİMSENİN ETNİK KÖKENİ İLE İŞİM YOK. TEK DERDİM, GEÇMİŞTE İŞGALCİLERLE İŞBİRLİĞİ YAPAN ALÇAKLARIN VE BU ALÇAKLARIN AYNI VAZİFEYİ DEVAM ETTİREN TORUNLARININ KİMLER OLUP OLMADIKLARI…

19.MAYIS.2021
MEHMET BEŞERİ