1. yüz (Toplam 1 yüz)

17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin - Metin Aydoğan

İletiGönderilme zamanı: Çrş Kas 18, 2020 6:23
gönderen İlteriş Kağan
17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin, ulus vicdanını gerçek anlamda rahatsız eden ağır suçlar işlemişti. Anadolu’da ordu yoksulluk içinde savaşırken; kadınlar, yaşlılar, çocuklar ölüm dahil her türlü eziyeti göze alıp ateş hatlarına silah götürürken; İstanbul’da, “en sıradan hamal bile özgürlüğün temeline bir taş koymak için yaşamını tehlikeye atmaktan çekinmezken”; Padişah, tüm ulusun kutsal saydığı bu savaşa katılmamış, tam tersi her türlü karanlık oyun içinde düşmanla işbirliği yapmıştı. Tüm ulus, bağımsızlığı için “kendini feda ederken”, o ülkeyi işgal edenlerle anlaşmıştı. Düzenlediği iç isyanlarla kardeş kanı akıtmış, Kurtuluş Savaşı önderlerini idama mahkum etmişti.
Resim
Sultan Vahdettin İngiliz koruması altında. - The Illustrated, 2 Aralık 1922.

Kaçış
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı VI. Mehmet (Vahdettin), 16 Kasım 1922 öğleden sonra, Saray hizmetlilerine o geceyi Tören Köşkü’nde geçireceğini bildirdi. II. Abdülhamit tarafından Alman İmparatoru II. Giyyom’u ağırlamak için 1889’da Yıldız Sarayı’na bağlı olarak yaptırılan bu bölüm, ivedi olarak ısıtıldı ve Vahdettin akşam Köşk’e geçti.

Görevliler, durumu olağan karşılamış, Büyük Millet Meclisi kararıyla tahttan uzaklaştırılan Padişahın, bundan böyle Tören Köşkü’nde yaşayacağını sanmıştı. Oysa, gerçek durum başkaydı. Devrik Padişah Köşke yerleşmek için değil, İngilizlere sığınarak ülkeden kaçmak için geliyordu.

Davranışı, önceden tasarlanmış ve bir plana bağlanmıştı. Altı yaşındaki oğlu Şehzade Ertuğrul, altı danışmanı, hekimi, iki harem ağası ve kendisi toplam on bir kişiydiler. Mücevherler, değerli taşlar, içinde altın olan saray eşyaları, Vahdettin’in ‘dikkatli gözetimi altında’, özenle sandıklara yerleştirilmişti.

17 Kasım sabahı saat 6’da, ortalık henüz tam ağarmamışken, küçük topluluk Köşkten ayrıldı. Dışarda, üzerinde kızılhaç işareti bulunan iki otomobil ve çevresinde İngiliz subay ve erleri bekliyordu. Küçük bir askeri birlik otomobilleri izledi. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. İngilizler yoğun yağmura karşın, gidilen yol boyunca, sözümona ‘yürüyüş ve silahlı talim için’ toplanmıştı.

Gerçekte bu düzenleme, Padişah’ın güvenliğini sağlamaya yönelik, biraz da gülünç kaçan bir önlemdi. Arabalar, Dolmabahçe Sarayı’nın önünde durdu. İngiliz İşgal Güçleri Komutanı General Sir Charles Harrington ve kurmayları tarafından karşılanan ‘kaçaklar topluluğu’, Boğaz’da bekleyen Malaya zırhlısına gitmek üzere motorlara bindiler. On dakika sonra son Osmanlı Hükümdarı, ülkeden kaçmak için İngiliz donanmasının en büyük savaş gemilerinden birinin merdivenlerini çıkıyordu.

Bu çıkış, egemenlik gücünü yitirmiş yeteneksiz bir hükümdarın, yalnızca can kaygısıyla giriştiği kişisel bir eylem değil, onunla birlikte ve kuşkusuz daha önemli olarak; Avrupa’yı 500 yıl etkisi altına alarak dünya siyasetine yön vermiş büyük bir imparatorluğun çöküşünü noktalayan üzünçlü (dramatik) bir tarih olayıydı. Osmanlı ülkesinin hükümdarı, dünya Müslümanlarının dini önderi, Hıristiyan bir devlete sığınarak ülkesinden kaçıyordu. Böyle bir durum, 1400 yıllık İslam tarihinde ilk kez oluyor; ‘Peygamber’in temsilcisi gâvurlara sığınıyordu’.1
Resim
Kaçışın Etkisi
Vahdettin’in kaçışı, Ankara için, yenileşme önündeki önemli bir engeli kendiliğinden ortadan kaldıran uygun bir çözüm oldu. ‘Tutuklayıp sürgüne göndermek gibi hoş olmayan’ bir girişime gerek kalmamış, Padişah kendi isteğiyle, üstelik ‘düşmanın yardımıyla’ kaçmıştı. İslam dünyasındaki saygınlığı bir anda yok olmuş, ‘haksızlığa uğramış gibi görünme’ şansını tümüyle yitirmişti. O artık, Müslümanların ‘nefretle andığı’ sıradan bir sürgündü.2

Kaçışı, tüm ülkede çok sert söylemlerle kınandı. Çözülüp dağılmış olsa da büyük bir tarihe sahip koskoca bir imparatorluğun son temsilcisi, imparatorluğu parçalayan devletin işgalci ordusuna sığınarak kaçmıştı. Konumuna hiç yakışmayan bu girişimi, kendisini, Yunan Ordusu’na sığınan Çerkez Ethem’in düzeyine düşürmüştü. Atatürk Nutuk’ta ondan, “canını kendi milleti içinde tehlikede görerek, bir yabancının himayesine giren” ve bu davranışıyla “onuru yüksek soylu bir milleti utançlı duruma düşüren alçak” diye söz edecektir.3 Kaçış olayı için şunları söylemişti: “Vahdettin gibi hürriyet ve yaşamını milleti içinde tehlikede görecek kadar adi bir mahlûkun, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir. Şuna sevinebiliriz ki bu alçak, soyundan gelen saltanat makamından, millet tarafından atıldıktan sonra, adiliğini (denaet) tamamlamış bulunuyor... Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca, özgürlüğe ve bağımsızlığa simge olmuş bir milletiz. Değersiz yaşamlarını iki buçuk gün daha, alçakçasına sürükleyebilmek için her türlü düşkünlüğü gösteren halifeler oyununu da ortadan kaldırabileceğimizi gösterdik”.4

Vahdettin’in kaçışı, kendiliğinden gelişen bir olaydı ancak kendiliğindenlik gerçekte Ankara’nın sabırla sürdürdüğü akılcı bir siyasetin yönlendirilmesiyle elde edilen bir sonuçtu. Vahdettin, kendisine karşı herhangi bir eyleme başvurmamasına karşın, güçlenmekte olan demokratik düşünceden korkmuş ve saltanatın kaldırılışından 17 gün sonra İngilizlere sığınarak kaçmıştı.

Karşıtçılar Cephesi
Vahdettin’in kaçışına dek yaşanan olaylar, Mustafa Kemal için, sıkıntılar ve kimi zaman çekincelerle örülmüş bir dizi gelişmeyi içeriyordu. Padişah’ın Kurtuluş Savaşına karşı yürüttüğü politikaya karşın, çıkarları saltanatın sürdürülmesine bağlı, tutucular cephesi, düzeysiz karşıtçılıklarını ‘altı yüz yıllık saltanatın korunması’ üzerine oturtmuştu. Saltanatın kaldırılmasına karşı çıkan tutucu kitlenin genişliği tam olarak bilinmiyor, gerçek gücü saptanamıyordu. Ancak, yaşanan bir gerçek vardı ki karşıtçılığın gücü hakkında bir fikir veriyordu.

Kurtuluş Savaşı’na katılan ve ordudaki üst düzey görevleri süren kimi komutanlar, geleceğini hissettikleri devrimci atılımlardan korkmuş, saltanatın kaldırılmasına onay vermek istememişti. Devlet kurumlarında, Meclis içinde ve yaygın örgüt ağına sahip tarikat çevrelerinde, güçlü bir karşıtçılık vardı. Buralarda; Mustafa Kemal’in saltanatı kaldırarak baskıcı bir yönetim kuracağı, “diktatör olacağı” ve halkın değerlerine saygı göstermeyeceği yönünde etkili bir yaymaca yürütülüyordu.

Silah Arkadaşları Karşı Çıkıyor
Böyle bir ortamda, Başbakan Rauf (Orbay) Bey, 12 Ekim 1922’de Refet (Bele) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Mustafa Kemal Paşa’yı, Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde bir toplantıya çağırmıştı. Rauf Bey toplantıda; Meclisin, ‘Saltanatın ve belki de Hilafetin’ ortadan kaldırılacağı söylentisi nedeniyle kaygı ve üzüntü içinde olduğunu, ‘gelecekte yapacaklarından kuşku duyduğunu’, bu nedenle kamuoyuna bu tür söylentilerin doğru olmadığını bildiren bir açıklama yapılması gerektiğini söylemişti.5

Mustafa Kemal, bu sözler üzerine, Kurtuluş Savaş’ındaki bu en yakın üç arkadaşına, ayrı ayrı padişahlık ve halifelik konusundaki düşüncelerini sordu. Aldığı yanıtlar, daha işin başında karşılaşacağı güçlüklerin çetinliğini ortaya koyuyordu. Rauf Bey soruya şu yanıtı vermişti: “Ben saltanat makamına ve hilafete vicdan ve duygu bakımından bağlıyım. Çünkü benim babam padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen adamları arasına geçmiştir. Benim kanımda o ekmeğin kırıntıları vardır. Ben nankör değilim ve olamam, Padişaha bağlı kalmak borcumdur. Halifeye bağlılık ise terbiyem gereğidir”.6

Mustafa Kemal, kendine en yakın gördüğü komutanlardan böyle bir tutum beklemiyordu. Vahdettin, kendisi gibi bu üç savaş arkadaşını da idama mahkum ettirmiş, Rauf Bey’in Malta’ya sürülmesine onay vermişti. Refet ve Ali Fuat Paşalar, Padişaha bağlı iç ayaklanmaların yükünü çekmiş komutanlardı.

TBMM, 20 Ocak 1921’de kabul ettiği Anayasa’da ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim biçimi, halkın, kendi geleceğini bizzat ve eylemsel olarak yönetmesi esasına dayanır’ diyerek7, Saltanatı yönetim düzeni dışına zaten çıkarmıştı. Buna karşın en yakınında bulunan insanlar şimdi, Padişahı koruyan bir tutum içine giriyordu.

Bu durum, zafer sonrasında bilinçsizlik nedeniyle ve bir kesimde yaygın olan, geleceğe yönelik amaçsızlığın doğal sonucuydu. Ne yaptığını ve neler yapacağını bilen yalnızca oydu. Batı’yla birliktelik isteyen mandacılar, eski düzeni aynısıyla korumak isteyen tutucular, geçmişten gelen alışkanlıklarını aşamayan komutanlar ve yaşadığı koşulları kavrayamayan ‘aydınlar’ ortalıkta dolaşıyor, ne anlama geldiğini tam olarak kendilerinin de bilmediği öneriler yapıyor, görüşler ileri sürüyordu.

Mustafa Kemal’e, padişah ve halife olmasını önerenler bile vardı. Kurtuluş Savaşı’nın sağladığı amaç birliği, savaşın bitmesiyle bir anda dağılmış, belirsizliklerle dolu, karışık bir siyasi ortam oluşmuştu. Halkın sevinciyle, yönetimi ele geçirme hırsı peşindeki çıkarcıların hesapları iç içe girmişti.

Geleceği Kim Belirleyecek
Zafere karşın Türkiye’nin geleceği belirsizdi. İçerde ve dışarda, sonucu merak edilen ana sorun, Türkiye’nin geleceğini kimin belirleyeceğiydi. Bağımsızlıkta kararlı Kemalist devrimciler mi, Batı’yla uzlaşmaya hazır eski düzen yanlıları mı egemen olacaktı?

Hemen her yerde, ‘görevleri sanki, Saltanat ve Hilafeti koruyup güçlendirmek olan’8 insanlar ortaya çıkıyordu. ‘Kurtuluş Savaşı’nın ortak ölüm-kalım çekincesi karşısında birleşen ve o günkü koşullar içinde adeta ihtilalci bir hava taşıyan ortak ruh hali’9, yerini şimdi inançsal ayrılıkların, kişisel çıkarların etkisi altında, çatışma olasılığı yüksek karşıtlıklara bırakmıştı. Bu karşıtlık kısa süre içinde o denli sertleşmişti ki, Meclis’te, “Yunanlılar’dan kurtulduk, bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız?” diyebilen milletvekilleri ortaya çıkmıştı.10

Saltanat ve Hilafeti kaldırmaya çok önce karar vermişti. Uzun süre kendinde saklı tuttuğu bu kararını, örneğin Mahzar Müfit’e (Kansu) Erzurum Kongresi’nin son günü (7 Ağustos 1919) açıklamış, üstelik kimseye göstermemesi koşuluyla not ettirmişti.11

Meclis’te yaptığı pek çok konuşmada, egemenliğin yalnızca ulusa ait olduğunu, hiçbir güçle paylaşılmayacağını kerelerce yinelemişti. Halk yönetimindeki kalıcılığın, bu iki kurumun kaldırılmasıyla başarılabileceğini biliyor bu işe girişmek için uygun zamanın gelmesini bekliyordu.

Zafer sonrasında oluşan ve bilinmezliklerle yüklü, duyarlı bir denge ya da sessiz bir dengesizlik yaşanıyordu. Halkın kendisine duyduğu güven ve sevgiden başka hiçbir şeyden emin değildi. Girişeceği atılımlarda, halk dışında kimlerden ne kadar destek alacağı, örgütlü karşıtçılığın gücü ve etkisinin ne olacağı bilinmiyordu.

Saltanatı böyle bir ortamda kaldırmıştı. 30 Ekim’de Meclis Başkanlığı’na, 80 imzalı bir önerge verilmiş; Onun’da imzaladığı önergede, ‘Osmanlı İmparatorluğunun artık yıkıldığı, yeni bir Türk devletinin doğduğu, Anayasal düzen ile egemenlik haklarının ulusa ait olduğu’ söylenmişti.12 Önerge, 2 gün sonra Meclis’te oylanmış ve oy birliğiyle kabul edilmişti. Büyük Millet Meclisi, 623 yıllık Osmanlı Saltanatı’na, 1 Kasım 1922’de son vermişti.

Re: 17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin - Metin Aydoğan

İletiGönderilme zamanı: Çrş Kas 18, 2020 6:42
gönderen İlteriş Kağan
17 Kasım 1922'de "Cuma " günü İngilizlerin Malaya zırhlısına binerek apar topar Malta'ya kaçtı.
Malta'ya gittikten sonra sıkça İngiliz basınına demeç veren Vahideddin Bu demeçlerle kendisinin 'kullanışlı' olduğunu vurguluyordu.
Resim
İngiliz savaş gemisiyle 9 Aralık 1922'de Malta'ya gelir.

Bazen bir fotoğraf, kitaplar dolusu bilgiden daha çok şey anlatır.

İletiGönderilme zamanı: Çrş Kas 18, 2020 6:57
gönderen İlteriş Kağan
İstanbul İtilâf Devletleri Tarafından İşgal - Görüntüleri
http://acikistihbarat-bilgipaylasim.blo ... fndan.html

Saray Hainlerinin Unutulmaz İhaneti:Sevr Görüntüleri
http://acikistihbarat-bilgipaylasim.blo ... isevr.html

Resim
'Fransa'da Sevr'i imzalamaya gittiğinde trenden indiğinde selamı dahi alınmayan Ermeni aslından Damat Ferit''Bazen bir fotoğraf, kitaplar dolusu bilgiden daha çok şey anlatır.
Resim
Resim
Resim
Resim
Resim
Resim
Resim
Resim
Resim
Damat Ferid , Milli Mücadele karşıtı gazeteci Ali Kemal ile İşgal komutanı~1919

’Mütareke basını’ nedir?Kısaca

İletiGönderilme zamanı: Çrş Kas 18, 2020 7:14
gönderen İlteriş Kağan
Ali Kemal, İstanbul’da çıkan Peyam-ı Sabah gazetesinin başyazarıdır, Kurtuluş Savaşı’na karşıdır, ona göre “Düşmanlar, teşkilat-ı milliyeden bin kere daha iyidir.” Milli Mücadele’ye katılanlar onun kaleminde “serseri sürüsü”dür, “celali eşkıyası”dır. Ona göre Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele “Osmanlının kurtuluşuna vurulan en son darbedir.”

İstanbul’u İngilizlere peşkeş çeken Damat Ferid şerefsizi 1922'de yurt dışına kaçarken, Ali Kemal 1922’de İstanbul’da tutuklandı ve Nurettin Paşa’nın talimatıyla gönderildiği İzmit’te bir grup asker tarafından linç edilerek öldürüldü. Ali Kemal’in ölümünden sonra çocukları İngiliz vatandaşlığına geçti.

İhanetin zaman aşımı olmaz!
Ali Kemal, Anadolu topraklarının işgalinde düşmanın safında yer alan aşağılık bir İngiliz iş birlikçisi ve satılmış bir haindir!
Resim
’Mütareke basını’ nedir?Kısaca
’Mütareke basını’ nedir?Kısaca
Mütareke Basını, Mondros Mütarekesi zamanında Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan basına verilen ad.

Mütareke basını Ali Kemal, Refi Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım gibi gazeteci ve yazarların milli mücadelenin verilmesine karşı olan tavırlarını ortaya koydukları basına daha sonradan verilmiş isimdir. Bu yazarlar Damat Ferit Paşa'nın İngiltere ile dostane işbirliğini savunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası politikalarını destekler, Türk Milleti kavramına antipati duyar onun yerine Osmanlı halkları fikrinin devam ettirilebileceğini savunur. Türk milletini Anadolu'da yaşayan sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan, tahsili ve bir zanaati olmayan köylüler olarak tanımlayarak bu insanların Düvel-i Muzzama karşısında varlık gösteremeyeceğini bu yüzden büyük devletlerle Mondros Mütarekesi çerçevesinde sürdürülen dostane ilişkilerin doğruluğunu savunurlar...

Mütareke yanlısı gazeteler
-Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar gazetesi
-Ali Kemal'in Peyam-ı Sabah gazetesi
-Sait Molla'nın İstanbul Gazetesi
-Mehmet Asım Us ve Ahmet Emin Yalman'ın Vakit gazetesi

Nedir mütareke basını?
Osmanlı Devleti 1918’de Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. Mütareke (ateşkes anlaşması) imzalanmış, başkent İstanbul dahil Vatan'ın her yanı işgal altına girmiş. Esareti kabul etmeyen Vatan sever güçler silaha sarılarak Anadolu’da mücadeleye başlamışlardı. Buna Kuvayı Milliye direnişi deniliyordu. Başta Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa vardı.

İşgal altındaki İstanbul’da basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere şakşakçılık yapıyor, onları yağlayıp ballıyordu.

Milli Mücadele tarihimizde bu yüz karası bir olaydır. Bir kısım basın, işgalci devletlere karşı konulmamasını, onların tüm isteklerine uyulmasını, hatta Yunan işgaline bile karşı çıkılmamasını istemiş ve hain yayınları ile Türk Milleti'ni ahlaksızca zehirlemeye çalışmıştır.

Kimdir Ali Kemal?
Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal ve arkadaşları memleketi kurtarmak için mücadele verirken aralarında Adnan Menderes’in babası, Sait Molla ve Ali Kemal gibilerin bulunduğu bir grup ‘İngiliz muhipleri (sevenleri) derneğini kurmuş ve Kuvvayi-milliye ve Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarını eleştirmiş, Aznavur çetelerini destekleyen ve öven yazılar yazmış bir gazetecidir. Mütareke basınının mütareke gazeteciliğini yapmış bir gazetecidir.
Resim
Kurtuluş savaşı kazanılıp İngilizler memleketlerine dönerken, ülkeye ihanet edenler teker teker toplanmaya başlamıştır. Gazeteci Ali Kemal de tutuklanan bu hainler arasındadır. Tutuklananlar İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanmak üzere Ankara’ya sevk edilirken Tren İzmit’te durduğu sırada Menzil Komutanı Nurettin Paşa kendisini görmek istemiş ve kendisine şu soruyu sormuştur:‘

Memleket işgal altındayken, Yunan mezalimi, padişahçı kuvvetlerin, çetelerin saldırıları devam ederken vatanı kurtarmak için canını dişine takmış vatanseverlerin binlerce şehit ve gazi vererek sürdürdükleri Kurtuluş Savaşı ve başta Mustafa Kemal olmak üzere, millî kuvvetlerin yönetim kadroları ve kurtuluş savaşı aleyhine nasıl bu kadar hainane yazılar yazarsınız?’ Ali Kemal’in verdiği cevap ilginçtir.Ali Kemal “ bütün medeni memleketlerde basın hürdür, yazar fikrini serbestçe söyler, ben görevimi yaptım” demiştir. Bunun üzerine Nurettin Paşa “O zaman bu fikirlerini, vatan için binlerce şehit vermiş dışarıdaki ahalinin kendisine söyle “ diyerek Ali Kemal’i halkın arasına göndermiştir. Halk ta onu linç etmiştir.
Resim
Ali Kemal Wilfred Brun isimli bir İngiliz kadınla evlenmiş ve bir çocuk dünyaya getirmişti. Boris Johnson'ın dedesi olan Osman Kemal, İngiliz vatandaşlığına geçmiş ve "Johnson" soyadını almıştı.
Resim

Hatırla.
Ali Kemal ve Sait Molla vatana ihanet ediyordu...
Türk Milleti, sözde gazeteci Ali Kemal'i ayağından çam ağacına astı,
Sait Molla kaçtığı Atina’da ölmüştür...
Resim

Kurtuluş Savaşı döneminde İngiliz casusu olarak tanınan siyasetçi Sait Molla, İstanbul’da doğmuştur. Mütareke döneminde Damat Ferit Paşa hükümetince Adliye Vekâleti Müsteşarlığına, sonra Şura-yı Devlet İkinci Başkanlığına atanmıştır.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almış ve derneğin ikinci başkanlığını üstlenmiştir. İngiliz Ajanı Rahip Frew ile yakın ilişki kurmuş ve İngiliz mandacılığını savunmuştur. Bu arada İstanbul gazetesini yayımlamıştır. İngiliz casusu olduğunun anlaşılması üzerine Romanya’ya kaçmıştır. 1924’te Yüzellilikler listesine alınmış ve 1927’de vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Sait Molla 1930’da Atina’da ölmüştür.

Re: 17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin - Metin Aydoğan

İletiGönderilme zamanı: Sal Kas 24, 2020 16:57
gönderen Gönül Pınar Atacı
Baştan sona MUHTEŞEM VE MÜKEMMEL bir yazılı ve görsel teşhir ve tel'in. Çok değerli yazarları rahmetli Metin AYDOĞAN'a ebedi rahmet ve sükunet, şükran ve minnet, sevgili İlteriş’e ise en yürekten tebrikler,sonsuz teşekkürler,içten selamlar,yeni başarılar, en iyi dilekler ve konuyla ilgili özel bir ithaf :

BU ESKİ VE YENİ SEVR SEVİCİ GÜRUH

En ürkek
Ve ödlek,
En kalleş
Ve çirkef,
En barbar
Ve gaddar
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

En cahil
Ve gafil,
En kanlı,
Ve azılı,
En malum
Ve mel’un
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

En leke
Ve çete,
En şirret
Ve zillet,
En şeriatcı
Ve cihadcı
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

En cenabet
Ve namert,
En düzenbaz
Ve hokkabaz,
En büyük aptal
Ve azılı deccal
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

En riyakar
Ve hilekar,
En cambaz
Ve doymaz
En ahmak ve kaltak
Ve sersem ve salak
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

En üfürükcü ve muskacı
Ve kökü dışarda cuntacı,
En Allah’sız
Ve Kitap’sız,
En aymaz ve abdest almaz,namaz kılmaz,
Ve Muhammed, Ali, İsa ve Musa tanımaz
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh

En mandacı
Ve mafyacı,
En himayeci
Ve takiyyeci,
En sömürücü
Ve u dönüşcü
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh,

İnsan ve vatan,halk ve ulus taciri,
Ve hak, hukuk,ahlak,fazilet fakiri,
Barış, bilim,fen,sanat ve edebiyat düşmanı
Ve haram kar haksız rant,kara para hayranı
En açık ve süper gizli eski ve yeni köstebek
Ve her tür ihanete ve melanete hazır şebek
Bu eski ve yeni SEVR sevici güruh

Ülke ve dünya tarihinde ilk defa oluşmuş ve ortaya çıkmıştır
Ve bugüne dek asla görülmedik suçlar ve günahlar yapmıştır.

Bu kanlı güruhu yenmek ve hortlamış olduğu o deliklere tekrar tıkmak
Yani tek ve en geniş bir Hak,Vatan Ve Halk Cephesi kurarak savaşmak,
İlahi ve insani, vatani ve milli, hukuki ve askeri, idari ve ahlaki görevdir
Bu en kutsal görevi yapacak erkekler ve melekler, tek tek öpüleceklerdir.

Gönül Pınar Atacı, 24.Kasım.2020

Sevr Antlaşmasını kabul eden, can atarak imza eden ferdi saltanat ile etrafına toplanmış vatansızlar değil miydi?

İletiGönderilme zamanı: Cmt Ara 05, 2020 21:44
gönderen İlteriş Kağan
Yusuf Akçura Osmanoğullarının hepsine birden yetecek cevabı şu iki paragrafta vermiş, hem de daha Cumhuriyet ilan edilmeden altı ay önce, İstanbul'da üstelik:

"Sevr Antlaşmasını kabul eden, can atarak imza eden ferdi saltanat ile etrafına toplanmış vatansızlar değil miydi? Türk milletinin, Türk vatanının Avrupalılar arasında değil, Ermeniler ve Rumlar arasında bile paylaşılmasına razı olan, ferdi saltanat ve etrafına toplanmış haysiyetsizler değil miydi? O uğursuz idam beratını yırtmak için ayaklandığı zaman milletin üzerine asker sevk eden, ferdi saltanat ile etrafına toplanmış namussuzlar değil miydi? Buna karşılık milli hakimiyet ne yaptı? Ayrıntılı açıklamaya gerek var mı?.. Nerede Ermenistan? Nerede yeni Yunanistan? Sevr Antlaşması nerede?
Oh, artık yeter, bu milletin ferdi saltanattan bahse bile tahammülü kalmamıştır. Hint'te Gürganiye saltanatı son çırpınışlarıyla ölürken, Babür'ün torunlarından iki şehzade saltanatlarını imha eden istilacılarla (İngilizlerle) harp ede ede, kanlarını akıta akıta şehit olmuşlardı. Osmanlı saltanatında, ferdi saltanatta böyle bir fedakarlık olsun görüldü mü ki müdafaası için söylenilecek bir söz bulunabilsin?.."

Yusuf Akçura (11 Mayıs 1923 tarihinde İstanbul Darülfünunu konferans salonundaki söylevinden.)

Resim