O’NU ANARKEN, O’NU ANLAYABİLMEK ve de O’NUNLA YAŞAYABiLMEK... Dr. Noyan UMRUK
Gönderilme zamanı: Çrş Kas 09, 2022 12:56
O’NU ANARKEN, O’NU ANLAYABİLMEK ve de O’NUNLA YAŞAYABiLMEK... Dr. Noyan UMRUK
Devrimin ilk yıllarını vicdansızca "faşizm", “diktatörlük" olarak nitelendiren aymazlar “ileri demokrasilerinin" garabetinden hiç utanmıyorlar.
Türkiye'nin “seçimli otokrasi” olarak tanımlandığı 2022 “Dünya Demokrasi Endeksi” raporundan (1) pek rahatsız değiller… Demokrasi endeksi araştırmasında Türkiye 179 ülke arasında İran, Cibuti, Mısır, Ruanda ve Bangladeş’ten sonra 147'nci sırada…
Devrimin ilk yıllarını vicdansızca "faşizm", “diktatörlük" olarak nitelendiren aymazlar konumlarını borçlu oldukları Gaziyi anlayabilmek için en küçük bir çabaları bile yok... Zaten O’nu anlayabilmek için en az duygular kadar yoksun oldukları bilime, bilgiye, bilimsel namusa ve nesnelliğe ihtiyaç var…
Bakın ünlü siyaset bilimci Duverger O’nun hakkında Duverger neler diyor:
“*...Mustafa Kemal'in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu…
*Kemalizm demokratik bir ideolojidir... Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır.(2)
*Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu? Olamazdı da, onun için... Her radikal sosyal dönüşüm, devrim yeni yönetim anlayışını yerleştirebilmek için, otoriter bir dönemi gerektirir.(3)
*Fransız devriminden yarım yüzyıl sonra bile, Fransız kadınlarının, işçisinin oy hakkı var mıydı?
*Amerikan devriminden bir buçuk yüzyıl sonra bile, ABD'de ırklar ve cinsler arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı?
*Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet'i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı...
*Ve de sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği, o inanılmaz kısa süreye sığdırmaya çalıştı...
*Bilim her olguyu kendi koşulları, zaman ve mekân boyutları içinde değerlendirir. Atatürk yönetimi, kendi koşulları(zaman, zemin, mekân) içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi.
*Ölümünün yıldönümünde... Sağdan ve soldan saldırıların üzerinde yoğunlaştığı bu “diktatörü” en içten saygılarımla anıyorum..."
Ne diyelim? Allah her ülkeye O’nun gibi bir “diktatör” nasip etsin…
Şimdi de, O’nun en ciddi, hatırı sayılır muhaliflerinden Zekeriya Sertel'i dinleyelim:
1977 yılında yayınlanan "Hatırladıklarım" kitabından: "Atatürk'ün ölümü geniş halk yığınları arasında derin bir keder yaratmış, memleketin yüreği durmuştu. Halkın Atatürk'ü ne kadar çok sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu. Eşimle birlikte töreni daha iyi görebilmek için Yeni Cami minarelerinden birinin şerefesine çıkmıştık. Tabutun arkasından tekbir sesleri, ilahiler ve hıçkırıklar yükseliyordu. Bütün millet ağlıyordu. Bu hazin manzarayı seyrederken Atatürk'ün son 15 yıllık hayatı bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti. O vakit vicdanımla bir hesaplaşma yapma gereğini duydum.
Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. Onu demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyor, ama ormanı göremiyorduk.
Gerçekleştirdiği devrimler büyük hoşnutsuzluklar yaratmıştı. Şapka ve yazı devrimleri, tekkelerin kaldırılması, birçok kötü geleneklerin yıkılması bazı kimseleri tedirgin etmişti. Emperyalistler de memlekette ardı ardına isyanlar çıkarıyorlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı, gerici basın, Atatürk'e karşı yaylım ateşi açmıştı.
Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi?
Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı tedbirli ve ihtiyatlı bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir diktatörlüğe gitmedi. Bütün koşullar onun doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite korkuya değil, sevgiye dayanıyordu.
Ona bu kuvveti veren, halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı.
Onun için, bizim istediğimiz kadar değilse de, yine de günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce yapabildik.
Nazım Hikmet en devrimci şiirlerini onun döneminde yazdı.(Ne olduysa O’nun ölümünden sonra olmuştur. y.n)
Onun için, Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır..."
Zaten, Türkiye üzerine oynayanların ve iştirakçilerinin bir türlü anlayıp ve çözemedikleri de budur... O toplumun yüreğinde, beyninde ve damarlarında yaşamakta ve sonsuza değin yaşayacak…
Işıklarından bizleri yoksun kılma Mavi Gözlü Devimiz…
(1)”Dünya Demokrasi Endeksi”, İsveç Göteborg Üniversitesi V-Dem Enstitüsü, Eylül 2022
(2)Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Çeviri: Ergun Özbudun, Ankara, 1974, s.359-361.
(3)a.g.e., s.129.
Devrimin ilk yıllarını vicdansızca "faşizm", “diktatörlük" olarak nitelendiren aymazlar “ileri demokrasilerinin" garabetinden hiç utanmıyorlar.
Türkiye'nin “seçimli otokrasi” olarak tanımlandığı 2022 “Dünya Demokrasi Endeksi” raporundan (1) pek rahatsız değiller… Demokrasi endeksi araştırmasında Türkiye 179 ülke arasında İran, Cibuti, Mısır, Ruanda ve Bangladeş’ten sonra 147'nci sırada…
Devrimin ilk yıllarını vicdansızca "faşizm", “diktatörlük" olarak nitelendiren aymazlar konumlarını borçlu oldukları Gaziyi anlayabilmek için en küçük bir çabaları bile yok... Zaten O’nu anlayabilmek için en az duygular kadar yoksun oldukları bilime, bilgiye, bilimsel namusa ve nesnelliğe ihtiyaç var…
Bakın ünlü siyaset bilimci Duverger O’nun hakkında Duverger neler diyor:
“*...Mustafa Kemal'in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu…
*Kemalizm demokratik bir ideolojidir... Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır.(2)
*Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu? Olamazdı da, onun için... Her radikal sosyal dönüşüm, devrim yeni yönetim anlayışını yerleştirebilmek için, otoriter bir dönemi gerektirir.(3)
*Fransız devriminden yarım yüzyıl sonra bile, Fransız kadınlarının, işçisinin oy hakkı var mıydı?
*Amerikan devriminden bir buçuk yüzyıl sonra bile, ABD'de ırklar ve cinsler arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı?
*Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet'i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı...
*Ve de sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği, o inanılmaz kısa süreye sığdırmaya çalıştı...
*Bilim her olguyu kendi koşulları, zaman ve mekân boyutları içinde değerlendirir. Atatürk yönetimi, kendi koşulları(zaman, zemin, mekân) içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi.
*Ölümünün yıldönümünde... Sağdan ve soldan saldırıların üzerinde yoğunlaştığı bu “diktatörü” en içten saygılarımla anıyorum..."
Ne diyelim? Allah her ülkeye O’nun gibi bir “diktatör” nasip etsin…
Şimdi de, O’nun en ciddi, hatırı sayılır muhaliflerinden Zekeriya Sertel'i dinleyelim:
1977 yılında yayınlanan "Hatırladıklarım" kitabından: "Atatürk'ün ölümü geniş halk yığınları arasında derin bir keder yaratmış, memleketin yüreği durmuştu. Halkın Atatürk'ü ne kadar çok sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu. Eşimle birlikte töreni daha iyi görebilmek için Yeni Cami minarelerinden birinin şerefesine çıkmıştık. Tabutun arkasından tekbir sesleri, ilahiler ve hıçkırıklar yükseliyordu. Bütün millet ağlıyordu. Bu hazin manzarayı seyrederken Atatürk'ün son 15 yıllık hayatı bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti. O vakit vicdanımla bir hesaplaşma yapma gereğini duydum.
Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. Onu demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyor, ama ormanı göremiyorduk.
Gerçekleştirdiği devrimler büyük hoşnutsuzluklar yaratmıştı. Şapka ve yazı devrimleri, tekkelerin kaldırılması, birçok kötü geleneklerin yıkılması bazı kimseleri tedirgin etmişti. Emperyalistler de memlekette ardı ardına isyanlar çıkarıyorlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı, gerici basın, Atatürk'e karşı yaylım ateşi açmıştı.
Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi?
Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı tedbirli ve ihtiyatlı bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir diktatörlüğe gitmedi. Bütün koşullar onun doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite korkuya değil, sevgiye dayanıyordu.
Ona bu kuvveti veren, halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı.
Onun için, bizim istediğimiz kadar değilse de, yine de günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce yapabildik.
Nazım Hikmet en devrimci şiirlerini onun döneminde yazdı.(Ne olduysa O’nun ölümünden sonra olmuştur. y.n)
Onun için, Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır..."
Zaten, Türkiye üzerine oynayanların ve iştirakçilerinin bir türlü anlayıp ve çözemedikleri de budur... O toplumun yüreğinde, beyninde ve damarlarında yaşamakta ve sonsuza değin yaşayacak…
Işıklarından bizleri yoksun kılma Mavi Gözlü Devimiz…
(1)”Dünya Demokrasi Endeksi”, İsveç Göteborg Üniversitesi V-Dem Enstitüsü, Eylül 2022
(2)Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Çeviri: Ergun Özbudun, Ankara, 1974, s.359-361.
(3)a.g.e., s.129.