1. yüz (Toplam 1 yüz)

Aşağıdaki yazıda bu söylediklerimin bir parçasıdır. Buyurun okuyunuz. - 30.AĞUSTOS.2020

İletiGönderilme zamanı: Cum Ara 02, 2022 19:50
gönderen İlteriş Kağan
30 AĞUSTOS SONRASI
Bugün 30 Ağustos. Dünya arenasında Türk milletinin ölmediğinin, yeri geldiğinde ne kadar büyük imkânsızlıklar içerisinde bulunursa bulunsun, kimsenin akıl ve sır erdiremediği mucizeleri gerçekleştirebileceğinin, dost ve düşmana karşı ispatlandığı gün.
Resim
Bu millet, yine aynı koşullarla karşılaşırsa, yine aynı mucizeleri gösterebilecek potansiyele sahiptir. Ancak bütün marifet, o kara günleri bir daha yaşamadan önlemini alabilmektir. Bu nedenle, süreci çok iyi izlemeli, araştırmalı ve anlamalıyız.

Hemen hemen bütün çalışmalarım bu yöndedir desem yalan olmaz.

Aşağıdaki yazıda bu söylediklerimin bir parçasıdır. Buyurun okuyunuz.

KURTULUŞ SAVAŞI SONRASI İŞBİRLİKÇİLER NEREYE GİTTİLER?
Sevgili arkadaşlar, lütfen bu yazdıklarımı dikkatli bir şekilde okuyunuz. Ülkemizde yaşadığımız birçok olayın ve olumsuz gelişmenin asıl nedeni, belki de burada yaptığım tespitlerin içeriğinde gizlidir.

Nasıl mı? İzah edeyim:
Osmanlı 1800’lü yıllardan itibaren, dış pazarlara teslim olmaya başladığında, kapitalist ülkeler imparatorluğun eyaletlerinde at oynattıklarında, onların temsilciliklerini, pazarlamacılıklarını, dağıtımcılıklarını kimler yapıyordu? Türkler ve Müslümanlar mı, yoksa gayri-müslim kökenli unsurlar mı?

Devam ediyorum: 1881 yılında, Muharrem Kararnamesi ile “borcunu ödeyemeyeceğini” ilan eden Osmanlıya karşı, “o iş öyle olmaz, böyle olur” diyerek, İngiltere’nin önderliğinde oluşturulan ve devlet içinde devlet olup, Osmanlının gümrük, reji, tuzla, ulaşım vb. gelirlerine el koyan Duyun-u Umumiye’nin 7000 tane Osmanlı tebasından görevlisi vardı. Bu görevliler kimlerdi, Türkler ve Müslümanlar mı, yoksa gayri Müslim kökenli unsurlar mı?

Bu gayri-müslim kökenli unsurların ekseriyeti, Anadolu işgal edildiğinde ne yaptılar? Bizimle beraber işgalcilere karşı direndiler mi, yoksa onlarla işbirliğini devam mı ettirdiler?

Evet, Anadolu dört bir taraftan işgal edildiğinde, işgalcilerle işbirliği yaparak, bu mazlum, biçare, savunmasız halka; yüzlerce sene kendilerine “Allah’ın emaneti” saydıkları için, iyi davranan bu halka, bir eli yağda, bir eli balda yaşamalarına rağmen, her türlü alçaklığı reva gören bu azınlık mensuplarının, hiçbir şey olmamış gibi yine bulundukları yerlerde yaşamalarının mümkünü olmadığı açık ve nettir.

Peki, madem bu azınlıklar, eski bulundukları yörelerde yaşayamayacaklarına göre, bunlara ne oldu, bunlar nerelere gittiler? “Buhar olup uçtular” desem inanmayacaksınız. O nedenle daha akılcı bir şeyler söylemem gerektiğini biliyor ve söylüyorum:

1- BU İNSANLARIN BİR KISMI, ÜLKEYİ TERK-İ DİYAR ETTİLER.
Başta Yunanistan olmak üzere, Avrupa’nın diğer ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar. Gittikleri yerlerde yaşadıkları acılar nedeniyle, tabiri caizse it gibi pişman oldular. “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” diye özlemlerini dile getiren, her okuyanı hüzünlendiren ve emperyalistlerin oyunları üzerine bir kere daha düşündüren eserler kaleme aldılar. Her fırsatta Anadolu özlemlerini dile getiren mektuplar, yazılar yazdılar. Gittikleri yerlerde Anadolu’yu çağrıştıran mahalleler kurdular, futbol takımlarına Anadolu’ya özgü isimler verdiler. Ancak ne çare? Tarih bir kere daha hükmünü yürütüyordu.

2- BU İNSANLARIN BİR KISMINI, YAŞADIĞI ACILAR NEDENİYLE ANADOLU HALKI ÖLDÜRDÜ.
Öldürmek çok ağır ve acı bir kelime. Ancak, kendinizi ırzına bir değil, iki değil, yüzlerce defa geçilen o kadınların; süngülere geçirilen o bebelerin; evleri yakılan, tavuklarına-köpeklerine kadar öldürülen köylülerin ve daha nice zulümlere maruz kalan insanların yerine koyun bakalım, o an, başka ne yapmayı düşünebilirlerdi ki?

3- Lütfen dikkat, burası işin en önemli kısmıdır. BU İNSANLARIN BİR KISMI DA YER DEĞİŞTİRDİLER.
Yani, Manisa’da her türlü alçaklığı yapıp da teşhir olan Afyon’a; Afyon’daki İzmir’e; İzmir’deki, Kütahya’ya; Kütahya’daki Adana’ya; Adana’daki, Malatya’ya; Antep’teki, Mersin’e; Mersin’deki İstanbul’a; İstanbul’daki, her yere göç ettiler. Zaten Türkçeyi bizden daha iyi konuştukları için nere giderlerse gitsinler kimliklerini gizlemekte zorluk çekmediler. Hemencecik “bizden biri” oluverdiler. Şimdilerde çok moda olan bir tabirle, “Kripto” olarak yaşamaya devam ettiler.

“20.yy. başlarında önemli sayıda Ermeni ve Rum görünürlerde dil ve din değiştirerek kimliklerini gizlediler. Bunların önemli bir kısmı gizli olarak kendi kimliklerine bağlılığı sürdürüyor ve aramızda Türk olarak dolaşıyor. Aralarından parti başkanları, bakanlar, önemli kurumların yöneticileri, büyük iş adamları, rektörler ve güvenliğimizi emanet ettiğimiz üst düzey kimseler çıkmıştır.(Osman Karatay, Türklerin Tarihi, s.22-23)

Bu şahıslar, gittikleri yerlerde bir numaralı “milliyetçi”, “Müslüman”, “Mukaddesatçı” kesildiler. Türklüğü ve Müslümanlığı kimseye bırakmadılar. Milli bayramlarda, ne kadar “milliyetçi” desinler diye en büyük bayrakları astılar. Asmayanları “ikaz” ettiler. “Ya sev, ya terk et!” dediler. Bunların sonraki halefleri, “ne mozaiği ulan!” diyerek naralar atıp, babalandılar.

Cuma günleri, ezandan iki saat önce, abdest alma ritüellerini törenle başlattılar. Takunya seslerinden sokakların parke taşlarını inlettiler. “Haydi komşu, ahretini unutma, yürü namaza gidelim” diye teraneler tutturdular. Hacca gittiler; bir değil, iki değil, üç-beş sefer. “Hacı baba”, “Hacı Anne” unvanları aldılar. Evlerini yeşile boyattılar. Sakal uzattılar göbeklerinin ta altına kadar. Koltuklarının altında “Kur’an-ı Kerim”ler, Yasin-i Şerif’lerle dolaştılar. Üstüne üstlük, çevrelerindeki insanları dini vecibeleri yerine getirmedikleri için azarladılar. Onları “irşad” yoluna davet ettiler. Dinin hükümlerini “tebliğ” ettiler. Konuşmalarının iki kelimesinden biri ya “Allah”, ya “Hz.Muhammed”, “Ya Kur’an-ı Kerim”, “ya Hadis-i Şerif” oldu.

Ve bu efendiler, 1934’de soyadı kanunu çıktığında YASAK OLDUĞU İÇİN ALAMADIKLARI SOYADLARINI Atatürk’ün ölümünden sonra yapılan değişiklikle ilk fırsatta başka soyadları ile değiştirdiler ve Hacıoğlu”, “Hocaoğlu”, “Mollaoğlu”, “Kadıoğlu”, “Dervişoğlu”, “Velioğlu”, “Müftüoğlu”, “Müderrisoğlu” , Hatipoğlu, Türkoğlu, Kocatürk, Koyutürk, Tamtürk, Tümtürk, Ünlütürk, Canlıtürk, Kanlıtürk, Büyüktürk, Baştürk, Türk’ün önde geleni.. vb. soyadları aldılar. Bunların % 99’unun Hıristiyan Rum, Ermeni, vb. kökenli olduklarını belirtiyor ve diyorum ki: BENİM KİMSENİN ETNİK KÖKENİ İLE İŞİM YOK. TEK DERDİM, GEÇMİŞTE İŞGALCİLERLE İŞBİRLİĞİ YAPAN ALÇAKLARIN VE BU ALÇAKLARIN AYNI VAZİFEYİ DEVAM ETTİREN TORUNLARININ KİMLER OLUP OLMADIKLARI…

30.AĞUSTOS.2020
MEHMET BEŞERİ

Re: Aşağıdaki yazıda bu söylediklerimin bir parçasıdır. Buyurun okuyunuz. - 30.AĞUSTOS.2020

İletiGönderilme zamanı: Cum Ara 02, 2022 21:25
gönderen İlteriş Kağan
- Necdet Sevinç diyor ki;
“Etnik İhanet” Cami duvarına pisleyen “İt” gibi pervasızdır. Emperyalistler, Siyonistler ve Milliyetsiz-İslamcılar tarafından kuşatılan kirli siyasetin zaafı yüzünden devşirmenin “Virüslü Kanı” Türk devletini çürütmektedir.

- Prof.Dr.Erol Güngör diyor ki;
“İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisizleştirmektir."
Bu azınlıklar "ayrılıkçı bir politika" takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe "İslâm davasının şampiyonu" olarak görünürler.
Resim