Söylem Yoluyla Teröre Yardım ve Yataklık Etmek (II)Terör meselesiyle ilgili olarak 'bilginin stratejik yönetimi ve diplomatik denetimi' konusunda somut zaaflar söz konusudur. Siyasî iktidar, toplumsal algıyı korumak için terör örgütüyle görüştüğünü reddetmiş ve böyle bir yaklaşımı eleştirenleri ağır bir dille suçlamıştır.
'Pazarlığın üzerindeki perde yırtılınca' bu kez 'Terörle mücadele, siyasetle müzakere ederiz.' açıklamasını yapmıştır. İktidar-söylem ilişkisi açısından bu durum, iç ve dış mahfillerin tehdit ve talimatla siyasî iktidarı denetlediğini gösterir.
Eylemin Dolaysız Denetimi ve İktidarın TavrıBir söylem biçimi olarak 'tehdit ve talimat' eylemin dolaysız denetimi kapsamında yer alır. Kent merkezlerine inen örgüt elemanlarının doğrudan iktidara seslenerek 'Bizden korkun!', TBMM'ye gelin çağrısını yapan siyasî iktidarın bakanına 'Sana ne ulan!' diyen bir siyasî üslûbu 'Ne olur, yeter artık gelin.' duasına dönüştüren aydın, bürokrat ve iktidar üçlüsü farkında olmadan terör örgütünün güçlü olduğu algısını üretmekte ve bunun propagandasını yapmaktadır.
Böylesi mücadele türlerinde önemli olan 'Eylemin dolaysız denetimidir.' Eylemin denetimi, kuralı kimin koyduğu ve kimin uyguladığıyla doğrudan bağlantılıdır. Terör örgütünün yaptığı eylemler karşısında 'Bundan sonra iyi niyet bitmiştir.' sözü, kelimenin tam anlamıyla iflasın ilanıdır. Bu söz, her türlü eylemi vahşice yapan bir örgüte karşı 'daha önce iyi niyet gösterildiği anlamını' içerir. Bu noktada karşımıza şu soru çıkar: Bir siyasî iktidar, terör örgütüne karşı nasıl bir iyi niyet besleyebilir? Böyle bir şey anlamsız olduğuna göre 'bundan sonra' kaydıyla bir başka yere mesaj gönderildiği anlaşılmaktadır. 'Bundan sonra iyi niyet bitmiştir, işler başka türlü olacak.' mesajına 'Görüşmeler devam edecektir.' sözünün eklenmesi teröre karşı oluşturulan söylemin sorunlu olduğunu somut olarak ortaya koymaktadır.
Müzakereci Bürokratlar ve Siyasî Temsilciler KullanılmıştırÜlkemizin uzun süredir kan kaybetmesinin nedeni, terör örgütüne karşı tutarlı ve sürdürülebilir bir söylemin üretilememesidir. 'Kürt Sorunu' adı altında terör örgütünün üzerinden reddedilen, karşı çıkılan, aşırı bir dille eleştirilen birçok şey daha sonra kabul edilmiştir. Bu durumu tespit eden örgüt ve siyasî uzantıları, her geri adımda taleplerini iki adım ileriye taşımıştır. 'Eğer arkadaşlarımız meclise alınmazsa, bunun ağır sonuçları olur.' sözünün ardından her gün üç-dört şehit haberi geliyorsa 'müzakereci bürokratların ve iktidarın' denetlendiği açığa çıkar. Çünkü bu durum, görüşmelerin ve yapılan müzakerelerin hiçbir anlamının olmadığını gösterir. Dilim varmıyor, acı çekiyorum fakat söylem tahlili çerçevesinde belirtmem gerekir ki bu tablo, görüşme ve müzakere sürecinde terör örgütünün bürokratları ve siyasî temsilcileri kullandığını somutlaştırır. Çünkü bu noktada dikkat edilmesi gereken husus planların, senaryoların, tehditlerin sonuçta kimin işine yaradığıdır.
Yapılan görüşmeler zincirinin sonucunda, mesele özerklik talebine ulaşmışsa başkalarına kızmak yerine, bu tutumun ve uygulanan politik modelin (!) ne işe yaradığını sormak ve gözden geçirmek gerekir. Terör örgütüyle görüşmeyi 'istenmeyen olayları ve karşılanması mümkün olmayan talepleri önleme' nedeniyle meşru görsek bile, fiilî durum bunun böyle olmadığını gösteriyor. Bu manzara, görüşmeye ve müzakereye esas yapılan gerekçelerin ve tanımların sorunlu olduğunu kanıtlar. En azından örgütün geleceğe dönük tutumunu ve taleplerini kestirme noktasında 'stratejik aklın' yetersiz olduğunu açığa çıkartır.
Zaten diyalogcu DİB'in fetvasıyla şehitlere sahiplenmeyi önleyen, 'Eski devlet kötü idi, bizim temsil ettiğimiz devlet iyi.' diyen, 'bu kadar sorun yaşamamızın nedeni dinî ve etnik alanda kendi halkına baskı yapan millî devlet anlayışını benimseyen' bir siyasî söylemin stratejik öngörüde bulunması mümkün değildir. Çünkü topallıkta ittifak edenler, yürürken ele ele tutunma ihtiyacı duyarlar.
Terör Örgütüne Karşı Sürdürülebilir Söylem / Model GeliştirilememiştirTerör uzmanı geçinenlerin çalışmalarını, otuz yıl içerisinde yapılan öneriler, reddedilen konular, tarihî sırlamaya göre elenen ve yumuşatılan meseleler açısından inceleyin. Keza bu durumu devletin 30 yıllık resmi söylemiyle karşılaştırın. Terör örgütüne karşı geliştirilen bir söylemin / modelin olmadığı görürsünüz. Terör örgütünün saldırılarını sayısal duruma döken, coğrafyayı tavsif eden, hatta örgütü eleştirme adına manevralarını öven, neo-liberal-muhafazakâr çevrelerde ise durumu neredeyse 'özgürlük arayışı olarak' takdim eden, 'Terör örgütünün taleplerini yerine getirsek ne olur, kıyamet mi kopar?' diyen yazar-çizer yer almaktadır.
Söylem yoluyla denetleme açısından bu tablonun iki anlamı var: (a) Eğer terör örgütüne karşı üretilen söylem veya geliştirilen model, amelî düzlemde içeriğiyle giderilemez ölçüde çatışıyorsa bu söylem, sonuç itibariyle karşı söylemin denetimi altına girer. Tarihî süreç dikkate alınırsa hem resmî söylemi temsil edenlerin hem de terör uzmanı olarak kendilerini takdim edenlerin şiddetle reddettiklerini, belli bir aşamadan sonra ya kabul ettikleri ya da yumuşattıkları görülmektedir. Söylem tahlili açısından bu durum, 'karanlığa taş atmak' ifadesiyle tanımlanır. Böyle bir söylem, kendi amaçlarına değil, karşı söyleme katkı sağlar.
(b) İnsanların hayatına ve bir milletin birlikte yaşama ve varoluş iradesine saldıran bir örgütü ve taleplerini yumuşatma, sevimli ve cici göstermeye yönelik her ima, yine söylem analizi açısından terör örgütüne yardım ve yataklık etmek anlamına gelir.
Nadim MACİT30 Eylül 2011 / Ortadoğu Gzt.