10 KASIM’DA KAŞ: "HEMEN SİLİN!"

10 KASIM’DA KAŞ: "HEMEN SİLİN!"

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Kas 13, 2015 17:55

10 KASIM’DA KAŞ:
"HEMEN SİLİN!"


Zamanın durduğu, onlarca yıl geriye dönülen, çocukluğunuzu yeniden bulduğunuz, geçmişi yakaladığınız bir kenttir Kaş. Günümüzde böyle bir kentin varlığı, geçmişinin bu kadar özenle korunması inanılmaz bir durumdur, Kaş’ı görmeyenler ne demek istediğimizi anlayamazlar...

Sabah sekizde yola çıktık. Dilimizi, dinimizi, birey oluşumuzu, kimliğimizi, onurlu duruşumuzu, yurdumuzu, Cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, devrimlerimizi, çağdaş yaşamımızı, kısaca varlığımızı borçlu olduğumuz yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa göçmesinin 77’nci yıldönümünü Anıt’ının önünde saygı duruşuyla anacaktık. Saat dokuzu beş geçerken ulusumuzla tek yürek olarak siren sesleriyle birlikte o en uzun bir dakikayı, sırtımızı denize vererek, Atamız gibi görkemli, dimdik yükselerek bulutlara erişen karşı dağlara bakarak yaşayacaktık... Atatürk’ün, yapılmış en güzel, en anlamlı heykellerinin birinin önünde... Dirsekten bükülü eliyle karşıyı, denizi, adaları gösteren, bir eli cebinde, gözleri enginlerde, tek ayağı önde, ayakta duruşta yapılmış yüksek bir taşıyıcı üzerinde tunçtan bir heykeli vardır burada. Bir yanı deniz, bir yanı ağaçlıklı, çiçekli, oturulup çay içilen küçük yeşil park, karşısı, yanı yöresi korunmuş eski Kaş evleri... Eski zamanı yaşatan beyaz badanalı, taş yapılı alçak boylu yapılardan oluşan, daracık sokaklı Kaş çarşısı... Zamanı durdurarak, Cumhuriyet’in en güzel eski yıllarına dönmüşçesine tek bir beton yapı, çirkin yüksek yapı görmeden, günümüzün yozlaşmışlığına tanık olmadan toplanacaktık bu küçük alanda. Gözümüzde yaş, içimizde O’na duyulan sonsuz bir minnet, özlem, sevgi, saygı...

Kaş’ı daha önce de anlatmıştım. Dağlardan tepelerden aşağıya, deniz kenarına kıvrıla kıvrıla giden yoldan yavaş yavaş inerken birden bire önce adalarını, sonra yemyeşil koylarını, mavi bir göl gibi uzanan, adalarını dolanan tertemiz denizini, denizle buluşmuş sonsuz göğünü bir anda görüverdiğiniz bir yer. Ta aşağıya inene kadar kenti görmeniz olanaksız. Ötedeki uçta duran küçük yeşil adadan sonra, karşıda, kıyıyla birbirinin içine girer gibi duran, kıyımızla kucaklaşan bir ada Yunan’a bırakılan Meis adası. Önce o görüntü böğrünüzü hançerliyor. Yunanistan nerede, Kaş nerede, ötedeki sıra sıra adalar bizim de bu ada niye Yunan’ın sorusu içinizi yakıyor bir an.

Kaş göründükten sonra son dönemece kocaman bir resimli duyuru asılmış:

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır.”

Bu dizelerin altında, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” yazılı.

Güzel. Bu sözleri dost düşman gelip geçerken okuyacak.

Bu yaftayla onurlanırken, bir anda az önce başlayan, gözümüzü acıtan, yoldaki bizi bunaltan şeyi ayırt ediveriyoruz. Neden bu kez Kaş’a inerken, denize kuşlar gibi kanatlanıp konuverecekmişiz duygusunu yaşatan son dönemeçlerde, bu en güzel görüntüde böyle irkildik? Nedenini buluyoruz içimizde buruk bir acıyla, isyanla... Ne bu şimdi? Yeniden Yunan işgaline mi uğrandı? Ne oluyor? En son buraya geldiğimiz 29 Ekim’de böyle değildi buralar, çok kısa bir süre önce yapılmış bu aymazlık...

Bu kısma, tören sonundaki izlenimlerimle yeniden döneceğim. Bilerek mi, bilmeyerek mi - bilmemek olanaksız- bu renk ihanetini görmeyenlere söyleyeceğim.

Meydana geldiğimizde ses yükselticiden verilen radyo dinletisi vardı. Atatürk’ü anlatan güzel sözler... Her 10 Kasım’da dinlediğimiz, ezberlediğimiz, dış basının Atatürk’ün ardından yazdıkları, zamanının devlet adamlarının söyledikleri... Yüce Önderimizin ulusuna, insanlığa dediği en güzel sözleri...

Bir kadın sesi, bir erkek sesi, güzel bir Türkçeyle sırayla konuşuyorlar:

Atatürk’ün hastalanışı, unutturulan Hatay konusu (O günlerde hasta yatağında bile düşmanı korkutarak, Hatay bizimdir diye direnerek, yurt topraklarına kattığı bölgemiz Hatay), 10 Kasım 1938, Perşembe günü sonsuzluğa uğurlanışı, ardından yakılan ağıtlar, Anıtkabir’in yapılış öyküsü... Üstüne örtülen dünyadaki Türk yurtlarından, yurdumuzun her köşesinden getirilen topraklar... Atatürk’ün yaşam öyküsü, savaştığı cepheler... Son Cumhuriyet Bayramı’nda, 1938 yılı 29 Ekim’inde Türk Ordusu’na seslenişi...

Törenden önce bu sesli yayından okunan güzel ve anlamlı sözlerden bazıları:

İngiltere Başbakanı “Çörçil”in 1938 yılında dedikleri: “Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusu'nu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır.”

Atatürk’ten sözler: “Milletim beni nereye isterse oraya gömsün. Yeter ki beni unutmasın.”

“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir!

Orduya veda konuşmasında (29 Ekim 1938) Atatürk’ün ordumuza seslenişi:

“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu!”

En son sözler, bir İngiliz gazetesinden alınma: “Kemal Atatürk, Türk’ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.”

Bu arada meydan dolmaya başladı. Okulların temsilcileri yerlerini aldılar. Bir yanda anıta konacak çelenkler ve taşıyıcıları durdu, diğer yanda öğrenciler. Aralarında öğretmenleri. Karşıda oturma yerlerinde en önde devlet görevlileri, deri-veya deri taklidi- koltuklarda. Arkada plastik sandalyelerde vatandaşlar. İçlerinde resmi giyimli memurlar da vardı. Kaymakam geldiğinde ayağa kalktılar, selama durdular. En arkada duvarlara oturanlar, ayakta duranlar, parkın sandalyelerinde oturanlar... Kadınlar, çocuklar... En çok da Kaş’ın yaş yaşamışları koşup gelmişler törene, ulusun Atası’na, buraların, gün görmüşleri, Cumhuriyetin kır saçlı, gönlü genç, anaları, ataları...

Saat dokuza gelirken anıta çelenk koyma töreni başladı. Çelenk sunma proğramı okundu. Çelenk sunumundan sonra saygı duruşu yapılacağı, ardından hemen İstiklal Marşı okunacağı duyuruldu. Atatürk’ü Anma Programı Kaş Turizm Okulunun salonunda devam edecektir, dendi.

Önce Kaymakam, sonra asker (Garnizon Komutanı) en son Belediye Başkanı çelengini koydu. Kaymakamlık çelengini iki polis taşıdı. Askerin çelengini iki asker, belediye çelengini iki zabıta memuru.

Her devlet görevlisi adı okununca ayağa kalkıyor, anıta doğru yürüyor. Çelengi iki görevli taşıyor, yere bırakıyor, üçü anıt önünde Atatürk’e selam veriyor, başlarını öne eğip oradan ayrılıyorlar.

Tam belediye çelengi yere konmuştu ki, bir anda uzaktan denizden siren sesleri gelmeye başladı. Töreni yöneten şu sözlerle herkesi saygı duruşuna çağırdı:

[“Sizleri,Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve aziz şehitlerimizin manevi huzurunda 2 dakikalık saygı duruşuna, akabinde İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyorum.”

Saygı duruşunda o iki dakikada neler neler geçti kafamızdan... Nerelere gittik, nerelerden geldik... Gözümüz yaşlı...

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” derken gel de dayan. Çalınan marşı dinlemekle olur mu, söylemeden olur mu? İlk bir iki dizeyi hıçkırarak okumaya çalıştım. Sonra toparlandım. Baktım çevremdeki çoğu kişi de aynı. Yerimize oturduğumuzda herkes çantasında mendil arıyor, kimi burnunu çekip duruyordu...

Çelenk işinde kolaya kaçıyorlar. Çelenk, çiçekler, yapraklarla süslenmiş halka, çember demek. Bir halkayı çeviren süslemeler. Çiçeği, dalı, yaprağı yoksa onun adı çelenk olur mu? İçi yazılı halkaya tabela demek daha çok yakışmaz mı? Demirden, metalden bir tepsi, içini boya, yazısını yaz, tut koy sonra gerekli yere, kurumunun adına. Olur mu? Biz de oluyor son yıllarda. Çelengi çiçeklerle süslemeyi iş sayıyorlar; emeksiz, özensiz, süslemesiz, masrafsız, çiçeğine beş kuruş ödemeden, tek dal çiçek koymadan üstüne, bir ayaklı tabelayı çelenk niyetine koy kaldır... Ne kolay... Yalnız günahını almayalım, Garnizon Komutanlığı’nın çelengi gerçek çiçeklerle süslenmişti. Asker asker olmanın ayrıcalığını göstermişti...

Bu andan sonra anıta gecikmeli, CHP’nin, Vatan Partisi’nin çelengi de kondu. Çiçeksiz çelenkler... Sonra anıt önünde resim çektiren çektirene... Daha sonra da bir anda herkes dağıldı. Anıtın dibinde üç beş karanfil, bir de sıra sıra duran ayaklı tabelalar...

Alanı geçip araba yoluna gelince düşten uyandık, yolun durumu yine irkiltti bizleri bir anda. Yolların kenarlarına, yaya kaldırımlarının kenarlarına öyle bir boya sürülmüş ki, görür görmez çarpılıyorsunuz. Bu iki renk, yan yana, sürüp gidiyor metrelerce... Her yanda, her yerde bu yeni boyanmış, cırtlak mı cırtlak iki renk. Karşıda burnunuzda Meis. Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz’in korumasındaki Yunan’la savaşmışız, Yunan işgaline, Yunan zulmüne uğramış ülkemiz... Yunan son bir kaç yılda yüz ellinin üstünde adamıza el koymuş, bayrak çekmiş... Kıbrıs’ın geleceği, böyle giderse tutumumuz, belli. Sıra buralarda mı? Bir anda içiniz buz kesiyor, bir el boğazınızı sıkıyor.

Bilirsiniz, yolların kıyılarını, beton döşemelerin kenarlarını bizde boyamayı pek sever belediyelerimiz. Çoğunlukla fazla göze batmayan iki renge boyarlar. Kareli gömlek gibi, bir o renk, bir o renk... Buralar önceleri açık kirli sarı ile beyazdı. Göze batmıyor, ne bu dedirtmiyordu...

Şimdi bu son bir kaç günde hangi renge boyamışlar Kaş’ın ta yukarlara kadar, yüzlerce metresi boyanan yol kenarlarını bilin bakalım?

Bilen çoktan bildi buranın hangi iki renge boyandığını da, bilmeyene Atatürk’ten bir anıyı anlatarak bunu anımsatalım:

Olay 2 Eylül 1922 Pazartesi günü geçer. Mustafa Kemal, Uşak’ta bir milletvekilinin evine gelir. Evin yüzü mavili beyazlı boyalıdır. Sorar:

“Bu renk de ne?” Cevap verirler:

“Düşman boyadı.”

“Hemen silin!”


Feza Tiryaki, 12 Kasım 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x