14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen Başkomutan » Cum May 14, 2010 3:10

14 Mayıs 1950

DÜNYA tarihinde 14 Mayıs 1950 kadar avanta yemiş bir başka “tarih-gün” yoktur vallahi!

Aradan 60 yıl geçtiği için 14 Mayıs 1950 tarihinde ne olduğunu hatırlatmaktan çok bu konuda açıklama yapmam gerekecek.
14 Mayıs 1950 günü yapılan genel seçimlerin sonucu adı Demokrat Parti olan bir siyasal parti Türkiye’de iktidara geldi. Bu partinin iktidara gelişi “demirkıratlar” için bayramdır, ama bu partiyi kendi elleriyle iktidara getiren CHP nedense hor görülür. 14 Mayıs 1950 günü seçim kazanan Demokrat Parti iktidarında Refik Koraltan TBMM Başkanı, Celal Bayar Cumhurbaşkanı oldu. Birinci Adnan Menderes hükümeti 22 Mayıs 1950 tarihinde kuruldu.
Dünya tarihinde demokrat parti iktidarı kadar şımartılmış, pışpışlanmış bir başka iktidar yoktur, yoktu. Ama ve ancak AKP’nin iktidara gelmesiyle yerini bu partiye kaptırdı.

DEVR-İ DEMİRKIRAT

Türkiye tarihiyle yüzleşmeye meraklı tarihçiler (muhterem müverrihler) nedense 14 Mayıs 1950 ile 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında saltanat sürmüş “devr-i demirkırat” ile her nedense hiç ilgilenmezler. Sanki hiç yaşanmamış gibi. İsterseniz bu işe biz girişelim biraz:
Demokrat Parti’yi kuranlar gerçekten Demokrat bir parti mi kurmak istemişlerdi, yoksa bir başka dürtüleri mi vardı? Bunun yanıtını, daha sonra Demokrat Parti’nin ağır toplarından olacak olan CHP Eskişehir Milletvekili Emin Sazak 1945 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı çıkarken veriyordu:
“Padişahı devirdik. Halifeyi kovduk, şapkayı giydik, Latin harflerini kabullendik, tekkeleri kapattık, bazı gerekçelerle varlık vergisini bile kabul ettik. Fakat bunu kabul edemiyorum” (Doğu Perinçek, “Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu”, Kaynak Yayınları, s. 158)
Emin Sazak dönemin en büyük toprak ağalarından biriydi. Toprak ağalığı düzeni onun ağzından, bütün devrimleri gönülsüz sineye çektiklerini, ama toprak düzeninin değişmesini kabul etmediğini itiraf ediyordu.
CHP tek parti döneminin diktatörlük olduğunu söylerler. Toprak devrimini bırakın, istediği halde toprak reformu yapamamış bir rejime nasıl diktatörlük denir?

EY NAYLON TARİHÇİLER
Demokrat Parti döneminin (1950-1960) karşı-devrimin semirdiği dönem olduğunu söyleyenlere, kimi uyanıklar demokrasi düşmanı faşist muamelesi yapar. 13 Haziran 1950 günü, 14 Mayıs’tan 30 gün sonra, “Millete mal olmuş inkılâpları mahfuz tutacağız demiştik. Millete mal olmamış, millet vicdanına bir değirmen taşı ağırlığıyla çökmüş olan bazı tedbirleri ortadan kaldıracağız!” diyen kim? DP Başbakanı Adnan Menderes. Aynı Menderes, 1955 yılında, DP grubu kabinesini düşürdüğü halde, kendisini kurtarmak için, “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz. Kendime sabık başvekil dedirtmem!” diyecektir. Ey naylon tarihçiler, biraz da 1950-1960 dönemi ile yüzleşin de irşat olalım!

14.05.10
ÖZDEMİR İNCE
hurriyet.com.tr








Demokrasinin Yıldızları


"Demokrasi'nin kahramanları" demiştim, meğer "Demokrasi'nin yıldızları" imiş!

Bugünlerde tarih yazılıyor, tarih yapılıyor ya...

Üstüne üstlük tarihi fırsatlar da yakalanıyor ya!

Daha da ötesi "tarihe geçiliyor" ya.

Önceki gün "tarih"i şöyle bir eşelemiştim.

"Tarihi bir hesap yapalım" demiştim.

Sayın Erdoğan tarih düşmüştü ya:

"Bırakın bizi başka ülkelerle kıyaslamayı, 1945'ten 2002'ye kadar Türkiye'ye ne kazandırdınız? Kendi tarihinize bakın" diye.


1945'i "öğrenci", 2002'yi de "yazar" olarak yaşamış biri olarak, bu 57 yıllık süre gözümün önünden bir tarih şeridi olarak geçmişti!

O süreye bir 8 yılda ben eklemiştim.

2010 yılındaydık ya. Etti mi 65 yıl!

Önceki gün de yazdığım gibi, o süre içinde tam 17 Başbakan görmüştüm. 10'da Cumhurbaşkanı!

O 65 yılın 57 yılının faturası hep başkalarına kesilmişti.

"1945'ten 2002'ye kadar ne yaptınız?" diye soruluyordu ya.

57 yıl aynı sebete, aynı kefeye konulmuştu.

Ben de, "Sayın Erdoğan'ın bir bildiği olsa gerek" demiştim.

Yazıma da şöyle bir hesap pusulası iliştirmiştim:

"Bu 65 yılın 10 yılını merhum Adnan Menderes doldurmuş, 11 yılını da merhum Turgut Özal... Etti mi 21 yıl. Arada 2,5 yıllık bir NECMETTİN ERBAKAN dönemi bulunuyor. 23,5 yıla ulaştık mı? 7,5 yılda GÜL VE ERDOĞAN dönemi. Yani 31 (yazı ile otuz bir) yıl" demiştim.

O hesabı yaparken de, son seçimde Türkiye'nin dört bir duvarına yapıştırılan "3'lü posterler"i göz önüne almıştım.

O yazım, 10 Mayıs 2010 tarihli yazım, "TARİHİ BİR CUK OTURMAYA" tanık olmuştu.

O yazım da sözünü ettiğim,

"Demokrasinin kahramanları" posteri, gazeteleri de ilan olarak 10 Mayıs 2010 Pazartesi günü yayınlanmıştı.

Yazım ile aynı günde!

O poster, belleğimde, "demokrasinin kahramanları olarak kalmıştı. Meğer, DEMOKRASİNİN YILDIZLARI" imiş.

Gazete yayınlanan "üç yıldızlı" posterde Türkiye'yi yönetmiş ve yöneten üç kişinin, Adnan Menderes'in, Turgut Özal'ın ve R. Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafının üstüne DEMOKRASİNİN YILDIZLARI başlığı atılmıştı.

Fotoğrafların altına da şu cümleler yazılmıştı:

"Onlar bu memleketin aklı, gönlü vicdanı oldu. Onlar (egemenlik kayıtsız şartsız milletindir) ilkesine inandı. Milletten aldığı emaneti baş tacı yaptı. Onlar sadece milleti ve memleketi için çalıştı.

Onlarla demokrasi yeniden doğdu.

Milli irade hakim oldu.

Onlar milletin adamları, demokrasinin yıldızları".


Evet, önceki günkü yazımda sorduğum soruya, yazımın mürekkebi kurumadan, aynı gün yanıt almıştım.

Yanıtı veren de SİVİL DAYANIŞMA PLATFORMU idi.

Anlayacağınız, 31.5 yılın hesabı "bir sayfalık ilan"la verilmişti.

Taçlı, başlı sözlerle!

Biliyorum, soracaksınız, "O sözlere ne diyeceksiniz?" diye.

Yazım ile o ilanın aynı güne denk düşmesi çok ilginç!

Sayın Erdoğan'ın tarihi sorusuna da yanıt verildi!

Herhalde Sayın Erdoğan o "kendi yaptırdığı, kendi çizdirdiği, kendi astırdığı" posteri unutmuştu.

Böylece, o posteri, hem benim yazımla, hem de o ilan ile anımsamış oldu!

"Üç yıldız"lı bir biçimde!


*Demokratik Nağmeler

Ağızlardan bugünlerde bal damlıyor, yağ damlıyor.

Ballı demokrasi, yağlı demokrasi dönemini yaşıyoruz.

Ama ağızlardan çıkanı kulaklar duymuyor galiba?

Oysa, Cumhurbaşkanı Gül, birilerini, daha doğrusu, herkesi uyarmıştı:

"Herkes, ağzından çıkan sözü bir kez daha kulağı ile işitsin" demiştim.

O sözün, Türkçesi biraz kulağı ters yönden gösterir nitelikteydi de!

Ama bugünlerde "Türkçe'den gayrı diller" üzerinde tartışıldığı, konuşulduğu için "doğru Türkçe"den söz etmek yersiz bir şeydi!

Ayrıca, "demokrasi"nin dili, dini, imanı yoktu ki.

"Demokrasi" sözcüğü Yunancadan geliyordu ya!

Bu arada, birileri birilerini de "faşistlik"le suçluyordu!

"Diktatörlük"le de.

Faşist, sözcüğü de Türkçe değildi!

Diktatör, sözcüğü idi.

Bu yüzden Türkçe bir tartışma yapmak anlamsızdı.

Bugün köşeme birkaç "demokratik güfte" aktarmakla yetineceğim.

Güfteyi "söz" anlamında kullandım.

Şarkılar da, türküler de eskiler söz yerine, "güfte" sözcüğü kullanırlardı ya!

O güfte üzerine ne nağmeler döktürüldü.

Bugünlerde de manşetlerden ne nağmeler süzülüyor, ne güfteler sızıyor.

Bir iki tanesini okuyalım mı?

"Başka bir soy değilse, bunu neye göre yazmışlar. Kendi aramızda samimi bir biçimde bakacağız. Kimse böyle yalakalıklar yapmaya çalışarak başkalarını karalamasın. Bakın bu tarz benim tarzım bu. Ne söylediysek onu yaparız. Eğer Başbakan uçurumdan atlıyorsa, bize yakışan onunla beraber atlamaktır. Biz bunu yaparız. Ama yanlıştır, ama doğrudur".

Bu sözün altındaki ıslak imza, AKP'li eski ve sayın bakan Kürşad Tüzmen'in!

Şimdi de bir başka bakanın, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün.

O sözleri de okuyalım:

"Görüşümü açıklayamam. Sayın Başbakan'ın konuştuğu yerde bizim konuşmamız olur mu? Yorum yok. No comment! Söz Başbakan'da o ne derse, o olur!"

Sayın Gönül, söz Başbakan da dedi ya, biz de sözü Sayın R. Tayyip Erdoğan'a bırakalım:

"Yetki artık senin, ister asarsın, ister kesersin. Her şey, her yetki sen de".

Sayın Erdoğan bu sözü ile, başbakanlık koltuğuna oturan bir öğrenciye "Başbakanlığın tanımı"nı yapmıştı da!

Bugün yalnızca kulağının işittiği sözleri aktardım!

Bir başka tanımla da, ağızlardan çıkan sözleri!

Sayın Vecdi Gönül'ün dediği gibi, "No comment", "yorum yok!"

Bize söyleyecek söz mü kaldı!

"Sözün bittiği yer" bu olsa gerek!

Orhan TAHSİN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen Başkomutan » Sal Haz 29, 2010 1:38


AKP’nin azınlık hükümeti

BİR tamirat (onarım) daha yapalım: 29.06.2010 günü hükümet etmekte olan AKP hükümeti bir azınlık hükümetidir. Demokratçılar hemen itiraz edecektir, ama lütfen sabır.

Olması gereken her şey tersine oldu: 14 Mayıs 1950’de fiilen çokpartili rejime geçen Türkiye’de her şeyin yavaş yavaş yerine oturması gerekmez miydi, gerekmez mi?

Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu, Abant Platformu’nda “DP’nin 1950’de iktidara geldiğinde CHP’yi kapatıp İnönü’yü tarihteki huzurlu yere göndermemiş olması en büyük talihsizliktir” (Hürriyet, 26.06.10) diyebildiğine göre, siyasal bilinç 60 yılda bir arpa boyu ileri gitmediği gibi birkaç arşın da geri basmış.


Ama asıl suç CHP’de: Her seçim bölgesinde birkaç fazla oy alan partinin milletvekillerinin tamamını götüreceği bir seçim yasası çıkartmışsın ve bunun demokrasi olduğunu sanmışsın.

Türkiye’nin daha sonraki yıllarda yaşadığı siyasal sapıtmanın baş sorumlusu dönemin CHP’sidir. Kendi işine yarayacağını sanarak çıkarttığı bu berbat seçim kanunudur.

Bu yasanın marifeti olarak: Demokrat Parti 1950 yılında oyların yüzde 52’sini alıp 487 milletvekilliğinin 408’ini elde etmiş. 1954 seçimlerinde oy oranı yüzde 57, milletvekili sayısı 541 üzerinden 502 olmuş.

İki seçimde de milletvekili sayısı antidemokratik oranda olsa da yüzde ellinin üzerinde oy aldığı için DP’nin 1950-1957 arasında kurduğu hükümetler çoğunluk hükümetidir.

Ama 1957 seçimlerinde yüzde 47 oy almasına karşın seçim sisteminin antidemokratik cilvesi olarak 610 milletvekilliğinin 424’ünü alarak bir azınlık hükümeti kurmuştur. Çünkü muhalefetin aldığı toplam oy oranı yüzde 53’tür.


YOZLAŞTIRILMIŞ DEMOKRASİ

1950-1960 arasında egemen olan seçim sistemi Türkiye’nin demokrasiye ait ne kadar kavram varsa hepsini yozlaştırmıştır:

1. Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir, ama hükümete ve Meclis’e ait değildir. 1950-1960 arasında DP hükümeti ve TBMM DP grubu bu kayıtsız şartsız egemenliğin kendisine ait olduğuna inanmış ve uygulamaları da buna göre olmuştur

2. 1950-1960 yılları arasında üçlü kuvvetler ayrılığında yargı hiçbir güce sahip değildir. Bunun için 1961 Anayasası’nı beklemek gerekecektir.

3. 1950-2010 yılları arasında sağ iktidarların ulusal egemenlik ve “milli irade” anlayışları Demokrat Parti anlayışının devamıdır yani antidemokratiktir.


DP’DEN BİR FARKI YOK

2002 yılından bu yana yaşadığımız dönemde AKP’nin siyasal zihniyet ve mantığının eski Demokrat Parti’den herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Demokratik açılım yapacak bir iktidarın ilkin ulusal egemenlik ve milli irade kavramlarında demokratik reform yapması gerekiyor.

Mevcut AKP hükümeti, ulusal egemenlik ve milli iradenin sadece yüzde 46.54’ünü temsil ederken muhalefet yüzde 53.56’sını temsil etmektedir.

AKP bu koşullar altında bir azınlık hükümetidir. Benden söylemesi. Gerisi siyaset bilimcilerin işi (eğer varsa)! Başka bir dünya elbette mümkündür ama gerçek demokratik ortamda.


Özdemir İNCE
hurriyet.com.tr
29 Haziran 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen Deli Haydar » Sal Haz 29, 2010 3:05

Özdemir İnce yazdı:"1945'ten 2002'ye kadar ne yaptınız?" diye soruluyordu ya.

57 yıl aynı sebete, aynı kefeye konulmuştu. Ben de, "Sayın Erdoğan'ın bir bildiği olsa gerek" demiştim. Yazıma da şöyle bir hesap pusulası iliştirmiştim:

"Bu 65 yılın 10 yılını merhum Adnan Menderes doldurmuş, 11 yılını da merhum Turgut Özal... Etti mi 21 yıl. Arada 2,5 yıllık bir Necmettin Erbakan dönemi bulunuyor. 23,5 yıla ulaştık mı? 7,5 yıl da Gül ve Erdoğan dönemi. Yani 31 (yazı ile otuz bir) yıl" demiştim.
Demek ki ne olduysa o 34 yılda oldu işte...

"Hep Başbakan" Süleyman Demirel'den bile daha uzun süredir devleti yöneten Başbakanımızın "Ulusa Sesleniş" metinlerinde de en az bu hesaplama kadar çarpıcı "sayımlamasal bilgiler" veriliyordu. Şimdi olsa şöyle yazar herhalde kurmayları:

1925 yılında kelle başına düşen bilgisayar sayısı koca bir sıfır iken...
İktidara geldiğimizden beri, üç aylık bebek bile bilgisayar kullanıyor!

1930'larda gerçekleştirilen toplam et ithalatının, tüketilen ete oranı koca bir sıfır iken...
Helalini geçtik, bugün çok şükür doya doya, tıka-basa "ithal et" yiyebiliyoruz!
Gavur en iyisini besliyor, kesiyor arkadaşım!

1920'lerde Yunanistan'a kafa tutan "birkaç asi", komşumuzun huzurunu bozar iken...
Bugün Yunanistan'dan pamuk ithal edebilecek kadar, komşularımız ile sıkı-fıkıyız!
Kıskananlar çatlıyor!

Dün ekmeği karne ile alan insanım...
Bugün -bırakın muzu- buğdayı bile ithalini yiyor!

Uçak fabrikaları falan fasa-fiso!
1935 yılında İstanbul'da kaç tane Metrobüs vardı, ben söyleyeyim...

Orhan Tahsin yazdı:"Eğer Başbakan uçurumdan atlıyorsa, bize yakışan onunla beraber atlamaktır. Biz bunu yaparız. Ama yanlıştır, ama doğrudur."

Bu sözün altındaki ıslak imza, AKP'li eski ve sayın bakan Kürşad Tüzmen'in!
Şimdi de bir başka bakanın, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün.
O sözleri de okuyalım:

"Görüşümü açıklayamam. Sayın Başbakan'ın konuştuğu yerde bizim konuşmamız olur mu? Yorum yok. No comment! Söz Başbakan'da o ne derse, o olur!"

Sayın Gönül, söz Başbakan da dedi ya, biz de sözü Sayın R. Tayyip Erdoğan'a bırakalım:
"Yetki artık senin, ister asarsın, ister kesersin. Her şey, her yetki sen de."

Sayın Erdoğan bu sözü ile, başbakanlık koltuğuna oturan bir öğrenciye "Başbakanlığın tanımı"nı yapmıştı da!
O koltukta çokça oturunca böyle oluyor herhalde:
Yetki sınırlarını kendin belirleyebiliyorsun!

Atatürk mü!
Diktatördü o diktatör!

Hem de eli kanlı diktatörlerden!

En zalimine "pes" dedirtecek...
En düzenbazına parmak ısırtacak...
En sapığına tövbe ettirecek türden!

Bir kez bile "halk oylaması"na gitmemiş adamdan ne beklenir ki zaten....



Orhan Tahsin Beyefendi'ye Allah'tan rahmet diliyoruz.
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen Başkomutan » Pzt Eyl 20, 2010 3:15


Kimdir Menderes


BAŞBAKAN Erdoğan birdenbire Adnan Menderes hayranı kesiliverdi, ilk kez ölüm yıldönümü anma törenine katıldı. Büyük bir duygusallık içinde şiir okudu.

Başbakan’ın bu vefası kuşkusuz güzeldi ama güzel olmayan rahmetli Menderes’i iç politikada figürü olarak kullanmasıydı. Neyse...

Başbakan’ın büyük saygı ile söz ettiği Menderes’i tanımayan genç nesillere anlatmaya çalışalım.

Menderes büyük toprakların sahibi bir ailenin çocuğuydu. Çok küçük yaşta annesi ile babasını yitirdi, onu anneannesi büyüttü.

Ailenin Ege’nin bereketli topraklarında binlerce dönüm arazileri vardı.

Amerikan Koleji’nde okuyan Adnan, 1930’da Fethi Bey’e Atatürk’ün kurdurduğu Serbest Fırka’da politikaya atıldı. Ancak bu partinin ömrü çok kısa oldu. Genç Menderes de CHP’ye girdi ve Aydın İl Başkanı oldu. Bu arada hukuku bitirdi.

Atatürk’ün isteğiyle Aydın’dan milletvekili seçildi ve Meclis’e girdi.

Genç, bilgili, zeki, güzel konuşan, çok şık giyinen Menderes kısa zamanda sivrilerek politikanın ciddi aktörlerden biri haline geldi.

1945’te CHP’nin topraksız köylüleri toprak sahibi yapmak amacıyla getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı’na karşı çıktı.

Bunun üzerine iki arkadaşıyla birlikte CHP’den ihraç edildi.

Eski başbakanlardan Celal Bayar da CHP’den istifa ederek bu gruba katıldı. Bu dört kişi Demokrat Parti’yi kurdu.

Demokrat Parti kısa zamanda halkın büyük ilgisini çekti ve 1950 seçimlerinde 27 yıllık tek parti iktidarı olan CHP’yi yenerek iktidara geldi. Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes de Başbakan oldu. Menderes koltuğuna oturur oturmaz büyük kalkınma hamlesi başlattı. Amerikan yardımları ve alınan dış kredilerle fabrikaların temelleri atıldı, yol, baraj, liman inşaatları başlatıldı, tarım makineleştirildi. Köylü traktörle tanıştı.

Türkiye bir anda şantiyeye döndü. Halk bu dinamizmin getirdiği refahtan çok mutluydu. 1954 seçimlerinde DP daha fazla milletvekilliği kazandı.


Ancak plansız programsız bir şekilde yürütülen bu kalkınma hamlesi sonunda ülke döviz sıkıntısına girdi ve borçlarını ödeyemez hale geldi.

İthalat hemen hemen durdu. Bu da yokluklara neden oldu. Kahve yoktu. Halk nohudu kavurup öğüterek kahve niyetine içiyordu. Şeker karneye başlanmıştı.

Halkın sevgisi ve desteği günbegün azalmaya başladı. Muhalefet arttı, gazetelerdeki eleştiriler şiddetlendi.

Menderes bunu önlemek için baskıcı yollara başvurdu. Gazetelere yoğun bir sansür uygulanıyor, özellikle köşe yazarları hapislere atılıyordu.

Başbakan’a bazı akil adamların nasihatleri etkili olmuyordu. O dönemlerde ülkenin tek iletişim organı olan radyo tamamen hükümetin sesi haline gelmişti.

Muhalefetin söyledikleri verilmiyor, tersine onlara Başbakan’ın yanıtları dakikalarca yayınlanıyordu.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü yurt gezilerinde bindirilmiş kıtalar tarafından saldırıya uğruyor, bunun için önlem alınmıyordu.

Bu huzursuzluklar üniversitelerde yoğun tepkilere neden oldu. Ankara ve İstanbul’a on binlerce öğrenci sokaklara dökülerek gösteriler yapmaya başladılar.

Polisle öğrenciler arasında çatışmalar oluyordu.

Bu hava orduda da rahatsızlık yaratıyordu. Sonunda olan oldu ve daha ağırlıklı olarak genç subaylar 27 Mayıs’ta Menderes hükümetini devirdiler.

Türkiye ilk kez darbeyle tanıştı.

Bayar, Menderes, bakanlar ve DP milletvekilleri tutuklanarak Yassıada’ya kapatıldılar ve orada kurulan mahkemede yargılandılar.

Çok sayıda idam ve hapis cezası çıktı. İdamların üçü dışındakiler kaldırıldı.

Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.

Oysa 27 Mayıs olmasaydı 3 politikacı asılmayacak, DP büyük olasılıkla iktidarı yitirecek, değişim sandıkta gerçekleşecekti.

Sonuç: Politik hataları olan ancak hiçbir yolsuzluğa karışmayan 3 dürüst politikacı ile genç demokrasimiz darbenin kurbanı oldu.


Tufan TÜRENÇ
20.09.10 / Hürriyet
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt Eyl 20, 2010 16:02

Ülkemizdeki pek sayın Amerikancı baylara, bayanlara, merdivenden kayıp ters dönenlere soracak olsanız; yıllardır yaşadığımız sorunların temelinde ''Kemalizm vardır, ittihatçılık vardır, statükoculuk vardır, bürokrasi vardır...''

Oysa, yılları altta da yazıp toplasanız, yan yana da toplasanız, 65 yıldır bu güzel ülkeyi ne kemalistler yönetmiştir, ne de ittihatçılar yönlendirmiştir.

İşte hesabı Özdemir İnce yapmış,

Özdemir İnce yazdı:"Bu 65 yılın 10 yılını merhum Adnan Menderes doldurmuş, 11 yılını da merhum Turgut Özal... Etti mi 21 yıl. Arada 2,5 yıllık bir NECMETTİN ERBAKAN dönemi bulunuyor. 23,5 yıla ulaştık mı? 7,5 yılda GÜL VE ERDOĞAN dönemi. Yani 31 (yazı ile otuz bir) yıl" demiştim.


Peki 65 yılın 31 yıldan geri kalan 34 yılında ne olmuş?

Geri kalan 34 yılı da; Amerikancı 12 Mart muhtırası ile onu izleyen Nihat Erim Hükümeti, MC Hükümetleri, Amerikancı 12 Eylül darbesi, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller başbakanlığındaki hükümetler doldurmuş...

İşin özü, 65 yıldır ülkemizi yöneten de, yönlendiren de, Amerikan emperyalizmidir, ABD güdümlü partiler ve politikacılardır dostlar...

İktidara gelecek partilerin ve politikacıların yolu Washington'da açılmakta, ''milli irade'' yutturmacasıyla seçim sandığından, sihirbazın şapkasından çıkan tavşan gibi, hep Sam Amca'nın istediği partiler ve politikacılar çıkmaktadır.

İşte kırmamız gereken kısır döngü ve kurtulmamız gereken ''Vesayet Rejimi'' budur.

Eğer, ülkemizdeki Amerikancıların iddia ettiği gibi, ülkemiz Kemalist politikalarla yönetiliyor olsaydı, ne ABD güdümlü Fethullah çetesi devleti ele geçirebilirdi, ne ''laiklik ve cumhuriyet karşıtı eylemlerin odağı olduğu'' yargı kararıyla kesinleşmiş bir parti Anayasa'yı değiştirebilirdi, ne de doğu ve güneydoğumuzdaki şeyhlik ve toprak ağalığı ile aşiret, tarikat, cemaat ve ortaçağ töreleri gibi çağdışı kalıntılar varlığını sürdürebilir, seçim sonuçlarına etki edebilirdi.

Bakmayın siz adı geçenlere ''Demokrasinin Yıldızları'' dendiğine, bunlar aslında ABD'nin ülkemizdeki yıldızlarıdır... Işığını ''Beyaz Saray''dan alan bu ''yıldızlar'', Washigton'dan aldıkları ''ışık'' kesildiği anda kayıp gitmektedirler...
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen İrfan Tuna » Sal Eyl 21, 2010 18:53

Çelşkiyi görüyor musunuz dostlar?

Büyük bir toprak ağası olan Adnan Menderes, topraksız köylülerin toprak sahibi olmasını amaçlayan ''Toprak Reformu'' na karşı çıkıyor ve CHP ile yollarını ayırıyor.

O yıllarda milletin önemli bir bölümünü oluşturan ve ''milletin efendisi'' denen köylülerin toprak sahibi olmasına karşı çıkan bu zat, hem milletin yararına olan bir reforma karşı çıkıyor, hem de ''Artık Yeter! Söz Milletin!'' sloganıyla milletin oylarını toplayarak 1950'de iktidara geliyor. Üstelik, partisinin adı da ''Demokrat''...

Yani hem toprak ağalığını savunuyor, hem de ''demokrat''...

Hem ''Odunu koysam seçtiririm'' diyor hem de ''demokrat''...

''Odun''la eş değer gördüğü milletvekillerine, hem ''Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz'' diyor, hem de ''demokrat''...

Hem hilafetçi, hem Saidi Nursi hayranı, hem de ''demokrat''...

Onun için hiç şaşırmayın, günümüzde de Abdülhamitçilerin, Vahdettincilerin, saltanatçıların, hilafetçilerin, tarikatçıların ''demokratlığı'' kimseye bırakmamalarına; kendileri gibi Amerikancı olmayanlara; Kemalizm'in halkçı-devletçi-devrimci-milliyetçi-cumhuriyetçi-tam bağımsızlıkçı ve laik programını savunan aydınlara ''darbeci'' damgası vurmalarına...

Ne zaman ki taşlar yerli yerine oturur, o zaman görürüz kimin ''demokrat'', kimin ''darbeci'' olduğunu...
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: 14 Mayıs 1950... Demokrasinin yıldızları

İletigönderen Başkomutan » Çrş Eyl 22, 2010 2:02


Kimdir Menderes (2)


1950-1960 arası Türkiye’yi on yıl süreyle yöneten Başbakan Adnan Menderes’i bugünkü nesillerin tanıması için anlatmaya devam edelim.

Çok çapkın bir insandı. İktidara geldiği ilk yıl bir kokteylde o dönemin en ünlü ve güzel opera sanatçısı Soprano Ayhan Aydan’a rastladı ve anında âşık oldu.
Derhal yanına giderek ondan çok etkilendiğini söyledi ve ünlü sopranoyu kolundan tuttuğu gibi terasa çıkararak ona ilan-ı aşk etti.

Ayhan Hanım evliydi. Adnan Menderes bunu hiç önemsemedi ve onu kocasından boşattı. O sırada Adnan Bey 50, Aydan ise 25 yaşındaydı.
Genç operacı da kısa sürede bu karizmatik adamın etkisine girdi ve ona âşık oldu.

Yassıada Mahkemesi’nde tanık olarak çağrılan Aydan, Menderes’e âşık olduğunu, kendi isteğiyle ondan hamile kaldığını ancak çocuğunun ölü doğduğunu anlattı.

“Yaşadıklarımdan pişman değilim, çünkü onu hâlâ seviyorum” dedi.

Menderes’in aynı dönemde İstanbul’da da bir sevgilisi vardı. Roman yazarı Suzan Sözen. O da çok güzel bir kadındı ve İstanbul Emniyet Müdürü ile evliydi.
Başbakan İstanbul’a geldiği zaman mutlaka Sözen’in Nişantaşı’ndaki evine gider, çoğu kez orada kalırdı.

* * *

Menderes aklına koyduğunu yapan bir insandı. Milliyetçiydi. Kıbrıs’ta Rum yeraltı örgütü EOKA’ya karşı Türk yeraltı örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurdurdu ve adaya gizlice silah gönderdi.

Kıbrıs olaylarında Rumlarla çarpışan “Mücahitler” Türk Mukavemet Teşkilatı’nın yetiştirdiği milislerdi.

Menderes dönemin ünlü politikacısı Millet Partisi Lideri Osman Bölükbaşı’na oy veren memleketi Kırşehir’i haritadan silmeye karar verdi ve orayı ilçe yaptı.
Bir ili ilçe yapacak kadar kızmasının nedeni şuydu: O dönemde geçerli olan seçim sistemine göre bir ilde en çok oyu alan parti o ildeki bütün milletvekillerini çıkarmış sayılıyordu.

Menderes’in bütün baskılarına karşın Kırşehir, hemşerisi Osman Bölükbaşı’dan vazgeçmiyor, oylarını onun partisine veriyordu.

* * *

Menderes muhalefeti tümüyle silmek amacıyla Vatan Cephesi’ni kurdu. Radyolarda her gün saatlerce Vatan Cephesi’ne katılanların isimleri okunurdu. Üye olmayanların, hatta ölülerin bile isimleri okunurdu.

Suç icat edilerek politikacılar, gazeteciler, yazarlar sürekli hapse atılırdı.

Hemen her gün gazetelerin bazı bölümleri beyaz çıkardı. Son dakikada yasaklanan haber ve yazıların yerine başka haber ve yazı konamayacağı için o bölümler sayfalardan kazınırdı.

Türkiye’nin dünyadaki imajını berbat eden 6-7 Eylül olaylarında Menderes hükümetinin çok büyük ihmali vardı.

Geç alınan önlemler nedeniyle olaylar çok büyüdü ve İstanbul’daki Rumların malları mülkleri yakılıp yıkılarak yağma edildi. Türkiye bunun faturasını çok ağır ödedi.

Menderes despotizminin belki de bardağı taşıran son damlası Tahkikat Komisyonu çılgınlığı oldu.

Başbakan o kadar kontrolden çıkmıştı ki Meclis’te iktidar milletvekillerinin üye olduğu, yargının bütün yetkilerine sahip bir mahkeme kurdurdu.

Demokrasilerde ve hukuk devletinde kabul edilemeyecek olan bu olay tam bir diktatörlüktü.

Tahkikat Komisyonu bir mahkeme gibi yargılama yapıyor ve mahkûmiyet kararı veriyordu.

Menderes’in hazırlattığı yasaya göre Tahkikat Komisyonu’nun kararlarına itiraz da edilemiyordu. Kararlar kesindi.

İşte Menderes’in demokrasisi böyleydi.

O bir konuşmasında muhalefete “Allah bana idam sehpası kurmayı inşallah nasip etmez” diye tehdit savuracak kadar da çıldırmıştı.

Ne acıdır ki bu çılgınlık onun felaketi oldu.


Tufan TÜRENÇ
22.09.10 / Hürriyet
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x