1984’TEN GÜNÜMÜZE: TERÖRLE MÜCADELEDE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI / MİTHAT AKAR

Üniversiteli Gençler Burada Yazıyor

1984’TEN GÜNÜMÜZE: TERÖRLE MÜCADELEDE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI / MİTHAT AKAR

İletigönderen mithat akar 1923 » Prş Haz 09, 2016 22:14

Resim
1984’TEN GÜNÜMÜZE: TERÖRLE MÜCADELEDE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI

Midyat’ta 8 Haziran 2016’da bölücü terör örgütünün saldırısı sonucu şehit düşen Polis Memuru Nefize Özsoy ve 3 ay sonra çocuk bekleyen Polis Memuru Şerife Özden Sütçü nezdinde bütün şehitlerimize. Unutursak, hatırlatırlar.


1 - Düzenli Ordu Savaşı ve Düşük Yoğunluklu Çatışma

Terörle mücadele, diğer silahlı mücadele yöntemlerimden birçok yönüyle ayrılır. Terörle ve teröristle mücadele, kendi bütünlüğü içerisinde, iç içe geçmiş birden fazla unsuru / yönü barındırır.

Düzenli ordu savaşlarında bir devletin veya devletler topluluğunun, bütün kaynaklarını kullanarak, karşıdaki devleti veya devletler topluluğunu, ordularını etkisiz hale getirme, karşıt güç olmaktan çıkarma, kendisine bağımlı hale getirme esastır.

Belirli bir cephede / sınırda orduların, belirli bir zaman diliminde, düzenli askeri birliklerle karşılıklı çarpışması, konvansiyonel savaşın belirleyici özelliklerindendir.

Konvansiyonel savaşta, düşmanın ordu düzenini, stratejisini, imkan ve kabiliyetini tespit etmek daha kolaydır. Ayrıca bu savaş yönteminde devletin temel mukavemet, saldırı ve savunma gücü olan ordu, ön plandadır. Diğer milli güç unsurları yani ekonomik, siyasi ve psikolojik güç, kültürel dinamikler, jeopolitik konum gibi milli güç unsuları ordunun destekçisi konumundadır ve ordu dışındaki diğer milli güç unsurları destekleyici, tali ( ikincil ) bir rol oynar.

Konvansiyonel savaşta düşmanı üniformasından, silahından, kimi zaman fiziksel görünümünden tespit etmek daha kolaydır.

Konvansiyonel savaş, belirli bir zaman diliminde sona erer ve belirli şartlarda bir süreliğine, kaybeden taraf ya da taraflar netleşince, belirli koşullarda bir anlaşma ile bitirilir.

Düşük Yoğunluklu Çatışma, askeri yöntemleri kendi içerisinde barındırmakla beraber, genel olarak “savaş” kavramı ile nitelendirilemez. Gayri nizami harp, gerilla örgütlenmeleri, örtülü operasyonlar, terörle mücadele düşük yoğunluklu çatışma unsurlarını içerisinde barındırır.

Terörle mücadele, bizim ülkemizde Düşük Yoğunluklu Çatışma şeklinde gerçekleşiyor. Burada konvansiyonel savaşın tersine ekonomik, politik, kültürel, psikolojik milli güç unsurları ön plandadır, ordu gücü ( askeri güç ) bu milli güç unsurlarının yanında tali rol oynar.

Bu çatışma yönteminde sınır, cephe belirsizdir. Çünkü düşük yoğunluklu çatışmada iki ordunun karşılıklı çatışması şeklinde bir “savaş” söz konusu değildir.

Mekan belirsizliği ön plana çıkar. Bir askeri birlik, tim, manga her an bir binadan, mahalleden, bir kayalıktan ya da "sıradan" görünen bir "sivilin" kendini patlatması ile saldırıya uğrayabilir.

Çatışma belli bir zaman dilimi ile sınırlı değildir. Düzenli ordu savaşlarında olduğu gibi, cephede / sahada ordu ya da ordular kaybettiğinde mücadele bitmiş sayılmaz. Dahası mücadelenin nerede başlayıp nerede biteceği, ne zaman başlayıp ne zaman sona ereceği belirsizlik taşır. Düşman unsurları tespit etmek, bu unsurlar hakkında istihbarata dayalı bilgi almak, konvansiyonel savaştakine göre biraz daha zordur.

Terörle Mücadelenin Kısa Askeri Özeti: Türk Ordusu Nasıl Kazanmıştı?

Türkiye’de bölücü terörle mücadele 1984'te kırsal alanda başladı.1992 - 93'ten itibaren bölücü terör örgütünün “kıra dayalı kent saldırıları” ve “kent ayaklanmaları” taktiğini etkisiz hale getirmek yönünde devam etti. 1994 - 95'ten itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri, JÖH ve PÖH güçleri, üstünlüğü belirgin biçimde ele geçirdi. 1997 – 1999 arasındaki dönemde bölücü örgütün elebaşlarının ele geçirilmesi ile PKK ile mücadelede, Türk Devleti askeri olarak üstünlük sağladı. Bu zaman diliminde 23 binden fazla terörist imha edildi.

1999 - 2002 arasında geçici olarak biten bölücü terör örgütünün saldırıları, 2002’de AKP'nin iktidar olması ve 2003’te ABD'nin Irak'ı işgal etmesi ile yeniden başladı.

1999 – 2002 arasındaki dönemde etkin eylemler gerçekleştiremeyen terör örgütü, bu dönemden sonra, ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşme çabaları ile birlikte, uluslar arası anlamda aktif destek almaya başladı.

2003 – 2015 arasındaki dönem, bölücü terör örgütünün “siyasi” olarak muhatap alındığı, “Çüzüm Süreci”, “Açılım Politikaları” adı altında elinin güçlendiği; Dağlıca, Aktütün gibi planlı ve dış destekli saldırılarını arttırdığı bir dönemdir. Bu süreçte TSK’ ya karşı asimetrik psikolojik savaş temeline dayanan, Ergenekon – Balyoz gibi kumpaslar başlatılmıştır.

Burada dikkat çeken nokta, terör örgütünün siyasi, kültürel, ekonomik olarak hakimiyet alanı genişletilirken, terörle mücadelede en etkin olan unsurun, yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, yoğun psikolojik ve fiili operasyonlarla, etkisizleştirilmesidir. Yani bölücü terör örgütünün elinin güçlendirilmesi ile TSK’ya karşı başlatılan dış merkezli, iç odaklı operasyonlar eşgüdüm içerisinde planlanmıştır.

TSK’ya karşı başlatılan asimetrik psikolojik savaş, sanıldığı gibi 2007 – 2008 döneminde değil, 2003’te ABD askerlerinin Kürt peşmergelerle birlikte, Süleymaniye’de Türk Özel Timi’ne yönelik saldırısı ile başlamıştır. 2005 Şemdinli kışkırtması ile devam etmiş, 2007 – 2008’de iktidar merkezli operasyonlarla seviyesini artırmıştır.

2 – “Vekaleten Savaş” ve Terörle Mücadele

ABD, Büyük Ortadoğu hedefini açıkladıktan sonra, bölge ülkelerine yönelik etnik / dini / mezhep ayrışmasına dayanan iç savaşlarla, Batının fonladığı sivil toplum örgütü hareketleriyle Ortadoğu ve Kuzey Afrikayı kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarına göre dizayn etmeye ( tasarımlamaya ) yönelik operasyonlara başlamıştır.

Bölgeyi kendisine göre dizayn etmek isteyen ABD, bu tasarımına uyumlu olarak beslediği örgütleri de, hedef haline getirdiği ülkelere karşı kullanmıştır. Irak’ta Barzani ve diğer Kürt Peşmergelerini, Suriye’de PYD/YPG, IŞİD gibi örgütleri, Türkiye’de ise PKK’yı kullanan ABD; İran’da da PKK’nın kolu olan PJAK’ı etkin olarak kullanmaktadır.

Bu dönemde ABD 2003’ten sonra adım adım, Irak’ın kuzeyinde Kürt bölgesi, Güneyinde Sünni Arapların olduğu, merkezinde ise Şiilerin bulunduğu fiilen bölünmüş bir Irak oluşturmuştur.

2011’de Suriye’de başlatılan iç savaş sürecinde ise Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı olan PYD/YPG’nin güçlenmesi sağlanmıştır.

Bölücü terör örgütü her iki ülkede ( Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde ) ABD’nin de sağladığı himaye ile geniş bir harekat alanı ve cephe gerisi bölge elde etmiştir.

Suriye’de 3 yıl sürekli çatışma ve ABD’nin “Eğit – Donat” adını verdiği askeri eğitim ile terör örgütü PKK, askeri anlamda deneyim elde etmiş, kendisine sağlanan silahlarla teknolojik donanımını da güçlendirmiştir. 2015 Temmuz ayından itibaren, PKK, Suriye’de elde ettiği deneyimi, Silopi, Şırnak, Diyarbakır, Mardin, Hakkari gibi illerimizde tatbik etmeye çalışmaktadır. 90’ların ortasında “Kıra dayalı kent eylemlerini” esas alan örgüt, 2014 – 2015’ten itibaren “Kent merkezlerine dayanan” meskun mahalde çatışma taktiğini izlemeye çalışmıştır. Örgütün belirlediği temel strateji ise 1984’te belirttiği şekli ile şuydu: il ve ilçelerde kitlesel halk desteğini arkasına alan silahlı unsurlar, “genel silahlı halk ayaklanması” ile kurtarılmış bölgeler yaratacak. Bu bölgelerde” kızıl” kantonlar oluşturacak, nihayetinde Türk Devletine bağlı silahlı güçleri bölgeden atarak, Güneydoğu’da denetimi tamamen ele geçireceklerdi. Ancak bunu başaramadılar.

Son süreçte TSK’ya bağlı JÖH ve Emniyet Teşkilatına bağlı PÖH’ün büyük özverilerle ortaya koyduğu mücadele ile “fena halde dayak yiyen” bölücü örgüt, eylemlerini Doğu ve Batı Karadeniz illerine, aynı zamanda İstanbul, Ankara gibi büyük kentlere, farklı yöntemlerle kaydırmıştır.

Özetlersek: 1999’da Türk Silahlı Kuvvetleri ile askeri açıdan başa çıkamayacağını anlayan terör örgütü, hukuksal ve siyasi yaptırım gücünün yeterli şekilde etkin olmamasından dolayı, 2002’den sonra yeniden etkin olmuştur.

Silahlı anlamda TSK ve diğer güvenlik güçleri mücadeleyi kazanmasına rağmen, bölücü örgüt, uluslar arası güçlerin AB uyum yasalarını dayatması, milli devletteki büyük oranda yaşanan çözülme, TSK’ ya karşı dış merkezli başlatılan operasyon ve tertiplerin gerçekleşmesi ile birlikte yeniden güç kazanmıştır.

Çözüm süreci ile siyasal anlamda güçlenen örgüt, bölge halkı üzerinde etkiye sahip olmuş ve güvenlik güçlerinin karakol ve kışlalara hapsedilmesinden ötürü bölgede denetim sağlamaya başlamıştır.

Şehit olan bir Uzman Çavuşumuzun da belirttiği gibi “Güvenlik güçleri saldırılara karşı, sürekli defansta bekletilmiştir.”

2015 Temmuz ayından itibaren ise TSK, inisiyatifi kısmen de olsa ele almış ve askeri anlamda yoğun mücadele sürecine başlamıştır. Fakat “Açılım Süreci” ve “Müzakere” lerin yapıldığı süre zarfında bölücü terör örgütü: Özellikle kent merkezlerinde EYP, asfalt altına döşenen uyuyan bombalar, misina bombası, tüple desteklenen bomba tuzaklamaları, evden eve kazılan tüneller, görüş açısını daraltmak ( Perdeleme ) ve güvenlik güçlerinin alan hakimiyetini engellemek için hazırlanan kum torbaları ile adeta bir “Kent Savaşı”na hazırlık yapmıştır. Açıklanan rakamlara göre 24 Temmuz 2015’den bu yana 8 bine yakın terörist bu süreçte imha edildi.

3 – Terörle Mücadelede Askeri Yöntem ve Hukuki – Siyasi Caydırıcılık: Müzakere Değil, Mücadele

Emperyalizm, Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş sonrası, tek kutuplu dünya düzenini ilan ettikten sonra, ortadan kaldırmak istediği devletlere / iktidarlara / milli bağımsızlıktan yana olan kuvvetlere yönelik “Vekaleten Savaş” ları yöntem olarak, daha aktif kullanmaya başlamıştır.

Yinelemekte fayda var:

Vekaleten savaş, hedef alınan devlet / iktidar ya da kuvvete karşı; doğrudan işgal ya da kendi orduları ile savaşmak yerine, başka devletleri ya da örgütleri kullanmak üzere gelişir.

Libya, Tunus, Lübnan, Fas, Mısır ve son olarak Suriye’de gerçekleşen durum, Vekaleten Savaşa verilecek kimi örneklerdir.

4 - “Savaş” Kavramı Üzerinden Yürütülen Algı Operasyonu

Bölücü terör örgütüne için Yunanlı Generallerin “PKK 2.Yunan Ordusudur.” şeklinde, kendi mahkemelerinde verdiği ifade, bizi bağlayan başka bir örnektir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, terörle mücadeleye dair kullanılan tanımlamaların / kavramların doğru kullanılmasıdır.

Güneydoğu’da yürütülen terörle mücadeleyi “Savaş” olarak adlandırmak, Batılı devletlerin kullandığı algı operasyonu sonucu ortaya çıkmış bir kavramdır.

“Savaş”, konunun başında da belirttiğimiz gibi iki ordu / iki devlet arasında gerçekleşen, çoğu zaman uyulmasa da “uluslar arası hukuk çerçevesinde” kendine göre resmiyeti olan bir kavramdır.

Bölücü teröre karşı verilen mücadeleyi “Savaş” olarak nitelendirmek ise birçok yönüyle kasıtlı bir amaç taşımaktadır.

1 – Bölücü terör örgütü, Türk Ordusu karşısında bir devleti, düzenli bir orduyu ya da Türk Ulusunun karşısında başka bir ulusu temsil etmemektedir. Terörle mücadeleyi “Savaş” olarak nitelendirmek, PKK ile TSK’yı eşitlemek ve bölücü örgüte bir meşruiyet sağlamak için kullanılan bir propagandadır.

2- “Savaş” vurgusu, terörle mücadele kavramını perdelemektedir. Çünkü savaşlarda iki ya da daha fazla ordunun karşı karşıya gelmesi söz konusudur. Doğrudan savaşlarda, terör örgütleri ile devletler doğrudan karşı karşıya gelmezler. Güneydoğu’da yürütülen mücadeleyi “savaş” olarak özellikle belirtenler, ister istemez terör örgütünü, bir örgüt olarak değil, “ordu” olarak gösteren bir algı yönlendirmesine yol açmaktadırlar.

3- Yukarıdaki tanımlardan yola çıkarsak: Terör örgütünün, kendisine karşı yürütülen mücadeleyi “savaş” olarak nitelendirmesindeki amaç, Güneydoğu’yu “işgal edilen ayrı bir toprak”, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bu toprakları işgal eden ordu, PKK’ yı da “Bu toprağı savunan güç” olarak gösterme mantığıdır. Birçok illegal sol terör örgütünün, terörle mücadeleyi yorumlarken, Güneydoğu’yu ayrı bir ülke olarak gösteren “Sömürge Kürdistan”, “İşgalci Türk Ordusu” vurgularının temel dayanağı, yukarıda açıkladığım “Savaş” kurgusudur.

4 – Bölücü örgütün ve birçok Batı devletinin amacı burada nettir: Uluslar arası kamuoyuna, TSK’nın yürüttüğü terörle mücadele “Savaş” olarak kabul ettirilirse, TSK subaylarının ileride “Savaş Suçlusu” olarak yargılanmasının önü açılmak istenmektedir.

Bu açıdan kullandığımız kavramlara dikkat etmek lazım gelir. Çoğu zaman, ana akım medyada bölücü terör örgütü kast edilirken, “PKK Askeri Konsey Sorumlusu”, “PKK’nın Askeri Kadrosu”, hatta daha da ileri giderek “YPG güçleri “ gibi, sanki terör örgütü resmi/meşru bir kurummuş gibi ibareler kullanılması, büyük tehdit içermektedir. Bu ifadeler, “toplumu yavaş yavaş duruma alıştırma” yönünde yapılan, düşünceleri ve algıları yönlendirme operasyonunun sürece yayılmış halinden başka bir şey ifade etmez. Suda ısıtılan canlı kurbağa örneğini hatırlayınız.


5 – Terörle Mücadelede Çözüm Üzerine


Terörle mücadelenin, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanların ortasında kalan Türkiye gibi bir ülkede verildiği bilinirse, terörle mücadelenin aynı zamanda uluslar arası güçlere karşı bir mücadeleyi gerektirdiği sonucunu anlamamız daha kolay olur.

Bu açıdan terörle mücadelede, askeri caydırıcılık kadar, siyasi, hukuki, diplomatik yaptırımlar da etkin ve sonuç almaya dönük olmalı.

Terörle mücadele, teröre aktif destek veren yabancı devletlere yönelik diplomatik – askeri mücadeleyi gerektirir. ABD’nin Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG’ye verdiği aktif desteğe karşı, bu örgütlerin tehdit ettiği; Irak merkezi hükümeti, Suriye, İran ile sürekli diyalog halinde olunmalı ve bölgesel işbirliğinin yolları aranmalıdır. Ortadoğu ülkeleri ile ortak sorunlara karşı, ortak çözümler aranmalı, gerektiğinde NATO Ve ABD’nin toprak bütünlüğümüzü tehdit eden stratejisine karşı, bölge ülkeleri ile askeri işbirliğini sağlayacak çözümler üretilmelidir.

Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi, terör örgütünün cephe gerisi olmaktan çıkarılmalıdır. Sınır ötesinde ve berisinde, terör örgütünün geçişlerini engelleyecek, tampon bir hat oluşturulmalı. Terör örgütü, kendi illerimizde adeta boğulmalıdır. Daha farklı bir ifadeyle bölücü terör örgütünün cephe gerisi, tatbikat alanı haline getirilmelidir.
Cephe gerisi, örgütün çatışma dışında kalan döneminde, geri çekildiği, yaralarını sardığı, moral depoladığı, gücünü yenilediği, lojistik destek ve eğitim aldığı alandır. Cephe gerisi çökertilen bir örgütün kaynakları zaman içerisinde tükenir, örgüt iradi olarak hızla zayıflar, moral gücü çöker.

Hukuksal yaptırım gücü etkin hale getirilmeli, Ulus Devlet / Üniter Devlet esaslarına da aykırı olan Türk Devletini zayıflatıcı yasa maddeleri gözden geçirilmeli.

ABD’nin Ortadoğu’da Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi de kapsayan ve bu ülkelerin toprak bütünlüğünü tehdit eden; BOP ekseninde şekillenen “Birleşik Kürdistan”, planı uluslar arası anlamda, kaynakları ile birlikte teşhir edilmeli, ABD’nin bölge ülkelerini açıktan hedef aldığı altı çizilerek vurgulanmalıdır.

Bölgede ve diğer illerde terörle mücadelede etkin görev yapan personelin temel ihtiyaçları, ekonomik sıkıntıları, görev ve yetki alanı, sorumluluk bölgesi ve bu bölgede personel sayısının yeterliliği analiz edilmeli.

Örneğin Ankara’da polisin sorumluluk alanı çok geniş, personel sayısı az; Jandarma teşkilatının ise personel sayısı fazla sorumluluk alanı dar bir bölgede kalmaktadır. Bu durum görev yapan aktif personeli yıprattığı gibi, personel fazlasının etkin değerlendirilmesini de engellemektedir. Buna benzer aksaklıklar kısa zamanda giderilmeli, güvenlik kuvvetlerinin sadece göreve odaklanmasını sağlayacak koşullar oluşturulmalıdır.

Medya, bilinçli ya da bilinçsiz, örgütün propagandasını yapmaktan vazgeçirilmelidir. Yukarıda “Savaş” kavramı üzerine ele aldığım konudaki gibi, algıları yönlendirici yayın yapan görsel – yazılı basına karşı, caydırıcı ağız cezalar uygulanmalıdır.

Türk Devleti, Batı merkezli odakların Türkiye’deki milli kuvvetlere yönelik yürüttüğü psikolojik savaşa karşı, karşı psikolojik savaş yöntemini aktif olarak uygulamalıdır.

Örgütün legal uzantısı konumundaki parti, dernek, yayın organları gibi Kandil’in nefes borusu vazifesi gören kuruluşlar kapatılmalı, mecliste bulunan PKK’lı vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılarak ağır hapisle cezalandırılmaları sağlanmalıdır.

Vatana İhanet cezası anayasal anlamda tanımlanmalı, bölücü terör örgütünde üst konumda olan teröristler için idam cezası da dahil, diğer yaptırımlar devreye sokulmalıdır.

Hukuki anlamda, gerçekten caydırıcı bir uygulama kullanıldığında, terör örgütüne katılım oranında belirgin bir düşüş olacak, hala örgütte aktif olarak yer alan terörist, iradi anlamda moral bozukluğu, odaklanma sorunu gibi güvenlik güçlerimize fayda sağlayacak, birçok kırılma yaşayacaktır. Düşük Yoğunluklu Çatışmada , konvansiyonel savaşta olduğu gibi, moral gücü etkin olarak yükseltmek, buna karşın düşman unsurun moral gücünü kırmak, psikolojik üstünlüğü sağlamak açısından önemlidir.

Suriye’den Türkiye’ye yerleşen 3 milyondan fazla mültecinin kademeli olarak yeniden kendi ülkelerine dönmeleri sağlanmalı. Türkiye’de terör faaliyeti sürdürenler varsa, Türk Ceza Yasalarına göre cezalandırılmalıdır. Yeni göç dalgası kati olarak engellenmeli, mevcut olanlar denetim dahilinde gönderilmelidir. Bu konuda Suriye devleti ile yeniden temas kurmak en mantıklı çözüm yolu olacaktır. Böylece, Suriye’nin kuzeyinde bulunan YPG/PYD mensuplarına dair, istihbarat akışı iki devlet arasında sağlıklı bir zeminde sağlanacaktır. Türkiye’de faaliyet sürdüren, Suriye’den geçiş yapan teröristler konusunda Suriye devletine düzenli olarak bilgi verilmeli, bunun karşısında da Suriye devletinden, bölücü terör örgütünün faaliyetleri konusunda bilgi alınmalıdır. Karşılıklı istihbarat akışı, sağlıklı bir ölçekte, iki devlet arasında yapılmalıdır.

Bunun için NATO’ya ya da ABD’ye uyumlu güvenlik anlayışına uyum sağlamak yerine, milli bağımsızlığımızı ve toprak bütünlüğümüzü sağlayacak ve sürdürecek milli strateji üretilmelidir.


Sonuç olarak bütün bunların yapılabilmesi için, Türkiye’de milli kuvvetlerin, partiler üstü bir zeminde birleşerek, yeniden Müdafaa-i Hukuk ekseninde teşkilatlanması ve Atatürk’ün savunduğu Türk milliyetçiliği esasına dayanan Cumhuriyet’in, yeniden Türk Devrimi rotasına girmesi zorunludur.

Çünkü terörle mücadele, dar bir alanla sınırlandırılarak değil, ulusal, bölgesel, uluslar arası koşul ve etkenler göz önünde bulundurularak verilecek bir seviyededir. Vekaleten savaşların yürütüldüğü günümüzde, emperyalizmin planları 100 yıl öncekinin aynı. Neydi bu plan? Türkleri önce Anadolu’ya hapsetmek, sonrasında küçük parçalara ayrıştırarak Anadolu’dan atmak.

Terör, Batı merkezli devletlerin Türkiye’deki kollarından sadece biridir. Bu yüzden terörle mücadelenin aynı zamanda Türk Ulusunun varlık yokluk sorunu olduğu, emperyalizme karşı bir milli bağımsızlık savaşının önemli parçası olduğu, mutlaka akılda tutulmalıdır.

Şehitlerimizin kanı o zaman bir daha yerde kalmayacak. Ruhları Şad olsun.

https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226

Mithat Akar – Gaziantep
Kullanıcı küçük betizi
mithat akar 1923
Üye
Üye
 
İletiler: 298
Kayıt: Çrş Ağu 28, 2013 16:18

Şu dizine dön: Gençlik Diyor ki

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x