21. yüzyılda Atatürk’ü anlamak / Prof. Dr. Mehmet SARAY

21. yüzyılda Atatürk’ü anlamak / Prof. Dr. Mehmet SARAY

İletigönderen Balasagun » Çrş Kas 13, 2013 12:11

Resim

“Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, saygınlığını, şerefini, tanıtmaya kudreti vardır. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar. Saygınlığının bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına yapılacak saldırının bütün varlığına vurulmuş bir darbe olacağını... Türk milletinin fark etmediğini sanmak hatadır.” 1924 M.Kemal Atatürk


21. yüzyılda Atatürk’ü anlamak

Bugün 10 Kasım 2013. Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının üzerinden tam 75 yıl geçti. Türk milletinin her alanda kalkınması için yaptığı çağdaşlaşma hamlelerinin üzerinden yıllar geçtikçe olaylar O’nun ne kadar büyük bir kumandan ve devlet adamı olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koyuyor.

İzin verirseniz yazıma Londra’da katıldığım bir toplantıyı naklederek başlamak istiyorum. Doktora yapmak için gittiğim Londra’da, 1968’de Atatürk’ümüzün vefatının 30. yıldönümünde o zaman Londra Büyükelçimiz ve bilahare bakanlık da yapmış olan rahmetli Ümit Haluk Bayülken bir konferans tertip etmişti. İngiltere’de doktora yapan öğrencilerin de davet edildiği konferansın konuşmacıları İngilizlerin ünlü tarihçisi Arnold Toynbee, “Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabı ile Atatürk’ü anlatan Lord Kinross ve “Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabını yazan Prof. Dr. Bernard Lewis idi. Bu ünlü üç İngiliz tarihçisi, Atatürk’ü Churchill ve Charles de Gaulle ile karşılaştırmışlardı. Her üç tarihçi de Churchill ve De Gaulle’ün 22. Dünya Savaşı’nda kendi milletlerini badirelerden kurtarırken, hem İngiliz ve hem de Fransız toplumunun önemli konularda meselelerini halletmiş topluluklar olduğunu belirterek, Atatürk’ün 1. Dünya Savaşı ve sonrasında Türk milletini büyük felaketlerden kurtarırken, Türk milletinin içinde bulunduğu büyük zorlukları ve olumsuzlukları belirterek bu üç lider içinde Atatürk’ün daha büyük işler başardığını ve diğer iki liderle mukayese edilemeyecek kadar büyük asker ve devlet adamı olduğunu belirtmişlerdir. Bilhassa Lord Kinross kitabına da atıfta bulunarak dile getirdiği “Atatürk bir nevi Türk milletinin yeniden doğuşunu sağladı. Sömürülmüş, yoksul kalmış, eğitilmemiş Türk halkını yeniden hayata kavuşturarak onun çağdaş bir millet haline gelmesini sağlamıştır” ifadesini diğer iki konuşmacı da kabul ve tasdik etmiştir.


Milli birliği sağladı

Bu ünlü konuşmacıların orada belirtmedikleri bir hususu hatırlamakta fayda var. Devletler arası hukuku hiçe sayarak İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya aralarında yaptıkları antlaşmalarla Osmanlı Türkiye’sini paylaşmışlar, Türk olmayan bütün unsurları aleyhimize kışkırtmışlar, bununla da yetinmeyerek başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin muhtelif yerlerini işgal etmişlerdi. Tarihte hiç bir millet Türkler kadar böyle çok yönlü bir saldırıya uğramamıştı. Fakat Atatürk, takip ettiği akıllı dış politika ile düşman sayısını azaltmayı başarmış, iç politikada çıkarılan bütün bozguncu faaliyetleri bertaraf ederek, milli birliğimizi sağlamış ve bir kumandan olarak uyguladığı harp stratejisiyle de bu çok yönlü saldırıyı durdurmayı başarmıştır.

İmparatorluklar devrinin sona erdiğini gören Atatürk, o yiğit arkadaşları ile harpten sonra Türk milletine dayalı milli bir devleti kurmuş ve 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet’i ilan ederek Türk milleti için demokrasinin yolunu açmıştır. Türklüğü ile övünen bir insan olmasına ve halkın büyük çoğunluğunun Türk olduğunu bilmesine rağmen asla şovence davranmayan, bir tavır içine girmeyen Atatürk, birlikte Milli Mücadeleyi yürüttüğü ve Cumhuriyet’in kuruluşuna katkısı olan herkese, etnik kökenine bakmadan anayasa ve yasalar indinde her alanda eşitlik tanımış, herkesi bağrına basmış ve “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir” ifadesiyle milli birliğimizi sağlamıştır. Son günlerde milliyetçiliği kötü göstermek neredeyse bir moda haline gelmiş bulunuyor...

İzin verirseniz Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı üzerinde birkaç söz söylemek isterim: O, milliyetçiliği, milletini ve yurdunu çok sevmek ve onların her alanda çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması ve hatta daha da ileri gitmesi için bütün gücüyle çalışmak olarak anlamıştır. Atatürk milliyetçilik anlayışını hiçbir zaman şovence dile getirmemiş ve ülkemizde yaşayan etnik kökeni ayrı insanları üzecek her hangi bir tavır veya davranışa girmemiştir. Bu milli duygunun ne kadar insani duygularla dolu olduğunu, asla ırkçı, sosyalist olmadığını ve dine saygılı olduğunu; çağdaşlaşmaya, demokrasiye, barışa, milli birlik ve beraberliğe yönelik bir duygu olduğunu yaptığı konuşmalar ve eylemlerle herkese göstermiştir. Bu güzel duyguları bugün yanlış yorumlamaya kalkan çevreler ya iyi niyetten yoksundur veya Atatürk’ü bilmemektedir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk, Türk milleti için tespit ettiği şu iki hedefe varılmasını istemiştir: Türk milletini cehaletten kurtarmak için başlattığı çağdaş ve laik eğitim sisteminde mutlak başarı. Türk milletini fakirlikten kurtarmak için başlattığı gerçekçi iktisadi kalkınmada mutlak başarı. Çünkü o biliyordu ki iktisadi istiklali olmayan bir milletin siyasi istiklalini koruması son derece güçtür. Eğer bu ülkeyi yönetenler O büyük insanın ortaya koyduğu bu vizyonu iyi takip edebilseydi bugünkü sıkıntılarımız büyük ölçüde olmazdı.

Burada akla şu iki soru gelmektedir: Acaba, Atatürk’ün, cehaleti ve fakirliği yenme mücadelesinde gösterdiği hedeflere cumhuriyet hükümetleri varabildi mi? Varamadığını üzülerek belirtmek mecburiyetindeyim. Acaba, çok sevdiği milletini tarihinin en karanlık döneminde elinden tutarak onurlu bir mücadele vermesini, çağdaş demokratik bir cumhuriyet kurarak uygarlık alanında hamleler yapmasını sağlayan Atatürk’ü biz anlayabildik mi? Üzülerek ifade edeyim ki biz bu konuda da o büyük insanı anlayamadık.

Bu konulara yıllarını vermiş bir hoca olarak diyorum ki; ne bu memleketin akademisyenleri, ne bu ülkenin aydınları ve ne de siyasetçileri o büyük insanı anlamıştır. Her şeyden evvel O’nu anlayabilmek için onu okumak lazımdır. O karanlık günlerin bir hikayesi olan eşsiz eserini, yani Nutuk’unu, Söylev ve Demeçleri’ni; Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’ni, Medeni Bilgileri’ni, askerlik hayatı boyunca tuttuğu Not Defterleri’ni, çok sevdiği milleti için kurduğu Cumhuriyet’in inkılaplarını milletine anlatmak için yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarını, çok değer verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin her yıl açılış konuşmasında ülkenin her alanda yaptığı hamleleri anlatan, analiz eden ve yapılması gerekenleri izah eden konuşmalarının bulunduğu Meclis Zabıtlarını çok az kişinin okuduğu kanaatindeyim. Onu anlamak için sizlere arz ettiğim Atatürk’ün eserlerinin çok büyük bir yekun tutmadığını görürüz. Burada akla bir soru daha geliyor: Acaba, Atatürk de bugünün aydınları ve devlet adamları gibi okuma fakiri miydi? Hayır tam aksine, o çok okuyan bir insandı. Şöyle ki: O büyük insan milletini kurtarmak, devletini müdafaa etmek için cepheden cepheye koştuğu o fırtınalı hayatında her zaman çantasında kitap da bulundurmuştur. Öyle bir okuma şevkine sahipti ki, edindiği bilgileri kafasında yoğurup milletinin ihtiyacı ne ise ona göre ortaya koyardı. Okuduğu kitapların sayısı 3997 idi. Bugün düşünüyorum da; kaç aydınımız, akademisyenimiz ve siyasetçimiz bu kadar kitap okumuştur? Onun bu okuma aşkını son Başbakanı olan 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’a sorduğumda şu yanıtı vermişti:


İleriyi gören bir liderdi

“Oğlum, o, Türkiye’de yazılıp neşredilen her şeyi okurdu. Ama o, dünyada olup bitenleri de çok iyi takip ederdi. Yurtdışından devamlı getirttiği kitapları okurdu. Bazen bu okuduklarını o konuda bilgisi olduğuna inandığı kişileri sofrasına davet eder, onlarla tartışırdı. Kısaca Atatürk okuduğu bütün bu kitapları, edindiği bilgileri kafasında yoğurur ve Türk Milleti için en faydalı şekle sokar ve uygulardı. O, öyle bir dahi idi ki, ben her şeyi ondan öğrendim. O, benim muallimimdi. O, Türk Milleti’nin muallimiydi. Bu konuda beni son derece duygulandıran bir olayı da anlatmalıyım. Hastalığının son dönemleriydi. Kendisine hükümet çalışmaları hakkında bilgi arz ettikten sonra, bir emriniz var mı diye sorduğumda bana dedi ki, ‘Celal Bey, geçenlerde Fransa’ya kitap sipariş etmiştik, hâlâ gelmedi, lütfen ilgilenin.’ Oğlum, şu büyük insandaki okuma aşkına bakınız, hasta yatağında benden kitapları soruyordu.” Bilgi, insan hayatında en önemli unsurdur. Bilen insan başarılı olur. Yine bilen insan rakiplerini yener. Kısaca bilenle bilmeyen bir olmaz. Cenab-ı Hak bazı kullarını fevkalade zeki, kabiliyetli ve cesur yaratmış olabilir. İşte Atatürk de bunlardan biri idi. Atatürk’ün diğerlerinden farkı ise, okuyarak edindiği o engin bilgisi idi. O bilgi, ona ışık tuttu, büyük bir medeni cesaretle milleti için yapılması gereken en faydalı inkılapları gerçekleştirdi. Hayat mücadelemizde ise bize bilimi ve bilgiyi rehber bıraktı. Atatürk’ü değerlendirmek gerektiğinde onun sahip olduğu engin bilgi birikimini dikkate almak gerekir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, onun en büyük arzusu Türk Milletini cehaletten ve fakirlikten kurtarmaktı. Bu iki konuyu takiben yaptığı en önemli hamle, kurduğu Cumhuriyetin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için önemli hukuk reformlarını yapmak ve demokratik zemini hazırlamak olmuştur. Dünya tarihini incelediğimizde hiçbir devlet adamının ve kumandanın demokratik prensiplere ve meclise dayalı olarak bir milli kurtuluş savaşı verdiğini göremezsiniz. Ama bir lider ve kumandan bunu yapmıştır, o da Atatürk’tür. Milletin temsilcilerinin toplandığı TBMM’de milli mücadeleyi yürütürken bütün konularda meclis üyelerine bilgi vermiş, milletvekillerinin onayını almış ve öyle hareket etmiştir. O, Meclis’in riyaset makamının arkasına “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” prensibini yazdırarak Türk Milletinin meselelerini milletin temsilcileri kanalıyla halledeceğini ilan etmiş ve Milli Mücadele’yi kazandıktan sonra kurulan Cumhuriyet’in hakimiyet-i milliye esasına göre idare edildiğini ve edileceğini herkese göstermiştir. O’nun Meclis kanalıyla yaptığı bu demokratik uygulamaların haricinde, diyorum ki gelin O’nun Medeni Bilgiler kitabına yazdığı ve özgürlükler ile demokrasi hakkındaki görüşlerini lütfen okuyalım. O’nu diktatörce davranmakla itham eden kişiler O’nun kadar demokrasi fikrine ve idealine sahipler midir? Sömürgeci Batı emperyalizminin en azgın çağını yaşadığı, komünist ideolojiyi yaymak için Bolşeviklerin cirit attığı o dönemde Atatürk’ün demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir yolu seçmesi O’nun ne kadar demokrat ruhlu, ileriyi gören bir lider olduğunu göstermeye yeter. O isteseydi, sömürülmüş ve perişan hale getirilmiş Türk Milletine komünizmin prensiplerini rahatlıkla kabul ettirebilirdi. Ama O, bunu yapmadı. Demokraside kararlılığını devam ettirdi.


Arap profesörün matemi!

Sözlerimi bir anekdot ile noktalamak istiyorum: Atatürk’ün saltanat ve hilafeti kaldırmasının nedenlerini göremeyen bazı çevreler bu konuda O’na haksız tenkitlerde bulunmuşlardı. Bendenizi Avrupa’ya gönderen hocalarımdan biri olan Ord. Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan, Atatürk’ün tarih çalışmalarına katılmış ve bilgilerini genişletmek için Atatürk tarafından Viyana’ya gönderilmiştir. O Viyana’da iken Atatürk vefat eder. Hoca çok üzülür. Bir hafta on gün matem tutar. Fakat hocanın komşusu olan bir Arap profesör vardır ki, o matem tutmaya devam eder. Hoca dayanamaz sorar: “Sen hâlâ niçin matem tutuyorsun? O, Türklerin atası idi. Bir Türk olarak ağladım, matem tuttum, ama hayat devam ediyor. Sen ise matemini hâlâ sürdürüyorsun.” Hocanın bu sözleri karşısında Arap profesör der ki: “Zeki Bey, bizim idarecilerimiz İngilizlerin ve Fransızların telkinleri ile Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı inkılaplardan ve kurduğu laik cumhuriyetten dolayı onu suçlayıp, okul kitaplarına İslam’a en çok kötülüğü yapan adam diye yazdırtmışlar ve bizlere böyle okutturmuşlardı. Ama biz Arap aydınları olarak O’nun yaptığı inkılapların yalnız Türk milletine değil, bütün İslam milletlerine de ışık tuttuğunu biliyorduk, şimdi o ışık söndü. Ben matem tutmayayım da kim matem tutsun?”

Arap profesörün dile getirdiği bu gerçek, yani İslam ülkelerinde Atatürk ve laik cumhuriyet aleyhtarı faaliyetler uzun süre devam etmiş ve halen de etmektedir.

Hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin ve hem de İslam dünyasının yöneticileri şayet, Atatürk hakkında bir fikir ileri sürmek istiyorlarsa, ellerini vicdanlarına koyup mutlaka o büyük insanın yaptığı işleri objektif bir şekilde değerlendirmelidir. Prof. Dr. Mehmet SARAY

Prof. Dr. Mehmet SARAY, 10 Kasım 2013
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x