
"Ulusal kurtuluşların başladığı gün
Ulusal bayramlarımızın en büyüğünü kutluyoruz: Yeni Türkiye Devleti 43 yıl önce bugün kuruldu. 23 Nisan'a "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" diyoruz. Biz, 23 Nisan'a "Ulusal Egemenlik ve Ulusal Kurtuluşlar Bayramı" adı verilmesini isterdik.
Gerçekten de 23 Nisan 1920, ulusal sınırlarımızı aşan bir oluşun başlangıç tarihidir. Türkiye Millet Meclisi Hükümetinin kuruluşu, Sultani hükümet biçiminden, halk iradesine dayanan ulusal devlet ve hükümet biçimine bir geçiş, olağan bir iç politika olayı değildir. Ona bu gözle bakanlar, Kurtuluş Savaşımızın evrensel değerini kavramamışlardır. Kaldı ki, 23 Nisan'a bir iç mesele gözü̈ ile bakılsa da, onu yalnız bir politik olayı olarak değerlendirmek, gerçeklere aykırı düşer. Çünkü̈ 23 Nisan bir biçim değişikliği değil, bir öz değişikliğidir.
23 Nisanı hazırlayan olaylar hatırlanırsa, bunun Halktan gelen aşağıdan yukarı bir hareket olduğu ve tarihimizde ilk defa yurtsever aydınlarla halkın elele verdiği ortaya çıkar.
Fakat 23 Nisan 1920'nin insanlık tarihi bakımından taşıdığı büyük değer, sömürgeci devletlerin kurduğu baskı ve ezgi düzenini altüst edecek bir oluşun, ilk adımı olmasında gizlidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, emperyalizme karşı savaşan bir yarı sömürge halkının kurduğu ilk ulusal devlettir. Kurtuluş Savaşımız da, emperyalizme karşı açılan ve insanlık tarihinin şüphesiz dönüm noktalarından birini teşkil eden, zincirleme kurtuluş savaşlarının birincisidir.
Bizim Kurtuluş Savaşımıza gelene kadar, ulusal direnişler ya bir "vasallıktan" kopma, ya da despot bir kralı devirme biçimindeki politik amaçlı ve her halde kapitalist sistemin mantığı içinde kalan, asla ona karşı geliş karakteri taşımayan hareketler olmaktan ileri gitmemiştir.
Ulusal kurtuluş hareketlerinin evrensel bir karakter kazandığını, sömürgeciliğin tasfiyesini amaç bilen, Halktan, gelme, Halkların yürüttüğü̈ bir savaş biçimini alması için, 23 Nisan 1920'yi beklemek gerekmiştir. Bu, elbette bir tesadüf eseri değildir, Osmanlı devletinin en az yüzelli yıldır bir yarı-sömürge durumuna düşmüş olması, emperyalist kuvvetler hesabına sürüklendiğimiz birinci dünya savaşından yenik çıkmamız, büsbütün yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunmamız gibi olaylar, ulus olarak varlığımızı korumak, ulusal bağımsızlığa kavuşmak konusunda halkımızı bilince kavuşturmuştur. Ve bütün bu oluşlar, emperyalizm zincirinin Türkiye’den geçen halkasını hemen koparacak kadar zayıflatmıştır. Ama ne olursa olsun, bu halkayı ilk koparmanın ve birbirini izleyen öteki kopuşlara yol açmanın, paha biçilmez Şerefi, Türk halkına ve onun ölümsüz Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal'e, büyük Atatürk’e ve "Kuvayı Milliyeci" aydınlar kadrosuna aittir.
Gerçekten de Ulusal Kurtuluş Savaşımızın yöneticileri, işin ta başından beri politik amaçların ötesinde ekonomik sosyal ve kültürel amaçlar gütmüşler, toplumun temel yapısını değiştirmek kararı ile hareket etmişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ana yurdu düşman işgalinden kurtarmak, Misakı Milli sınırları içinde ulusal bağımsızlığa kavuşmak için savaşırken, aynı zamanda yeni devletin bir halk devleti olduğunu ve bu niteliği ile toplumun temel yapısında köklü̈ dönüşümlere girişileceğini açıklıyor ve Ulusal Kurtuluş Savaşımızı belirli bir sisteme karşı yürüttüğünü, evrensel karakterde olduğunu kuvvetle belirtiyordu. Birinci Büyük Millet Meclisinin 2 Kasım 1920 günlü bildirisinden alınmış aşağıdaki satırlar bunu açıkça ortaya koymaktadır:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli hudutlar dahilinde hayat ve istiklâlini temin ahdiyle teşekkül etmiştir (yeminiyle kurulmuştur). Binaenaleyh (dolayısıyla) hayat ve istiklâlini (bağımsızlığını) yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm (baskı) ve zulmünden kurtararak irade ve hakimiyetinin sahibi kılmakla gayesine vasıl olacağı (ulaşacağı) kanaatindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklaline kasteden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzüne karşı müdafaa ve bu maksada münafi (amaca aykırı) hareket edenleri tedip azmiyle müesses (yola getireme karalılığı ile kurulu) bir orduya sahiptir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın ötedenberi maruz bulunduğu, sefalet sebeplerini yeni vesait ve teşkilat ile kaldırarak, yerine refah ve saadet ikame etmeyi (getirmeyi) başlıca hedef bilir. Binaenaleyh Toprak, Maarif, Adliye, Maliye, İktisat ve evkaf işlerinde ve diğer mesailde (sorunlarda) içtimaî uhuvvet ve teavünü (sosyal kardeşlik ve yardımlaşmayı) hakim kılarak, halkın ihtiyacına göre, teceddüdat (yenilikler) ve tesisatı vücude getirmeye (donanımı ortaya çıkarmaya) çalışacaktır."
Beri yandan halkımız da ilk defa kendisi için dövüştüğünü̈ duyarak savaşmakta idi. Düşman ordularının gerisinde bir başka düşmana, yüzyıllardır kanını emen bir görünmez düşmana, bir sisteme, sömürücülüğe, sömürgeciliğe karşı savaştığı halkımız sezinliyordu.
Atatürk aşağıya aldığımız şu sözlerle, halkın bu sezgisine tercüman olmuştur:
"Biz, hayatını, istiklâlini korumak için çalışan erbabı sa'yız (emekçileriz), zavallı bir halkız. Mahiyetimizi (kimliğimizi) bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Yoksa arka üstü yatmak: ve hayatını sa'ydan muarra geçirmek istiyen (çalışmadan yaşamak istiyen) insanların bizim heyeti içtimaiyemiz (toplumumuz) içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur! Halkçılık, nizamı içtimaisini (toplum düzenini) sa'yine (emeğine) hukukuna istinat ettirmek (dayandırmak) isteyen bir mesleki içtimaidir (toplum bilimidir). Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece (ulus olarak) mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız."
Kurtuluş Savaşımız, insanlık tarihinde yeni bir yaprak açmıştı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın dünya ölçüsündeki etkilerini ve sömürge halkları için taşıdığı büyük değeri, hayret edilecek bir uzakgörürlükle, Atatürk zaferden hemen sonra, 1 Eylül 1924'de, Dumlupınar Mehmetçik anıtı önündeki konuşmasında şöyle belirtmişti:
"Tarihimiz bir çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği (ortaya koyduğu) zafer kadar netice-i kat'iyeli (kesin sonuçlu) ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kat'i tesirli (kesin etkili) bir meydan muharebesi hatırlamıyoruz."
Atatürk’ün: "Cihan tarihine yeni cereyan vermekte" sözleri ile, sömürge halklarının bugün şahit olduğumuz zincirleme kurtuluş hareketlerini kastettiği şüphesizdir. Yalnız şu da var ki, 23 Nisanın 43'ncü yıl dönümünde, köylüsü ve kentlisi ile emekçi balkımız "ötedenberi maruz bulunduğu sefalet" ve cehalet içinde yaşamaya devam ettiğine göre, başka halklara ışık tutan ve onun kanı ile kazanılan Kurtuluş Savaşı, halkımıza beklediği hayat şartlarını getirememiştir. Toplumumuzun temel yapısında bir nitelik değişikliği, hiç değilse bizi tam bağımsızlığa kavuşturacak yönde bir nitelik değişikliğinde olmamıştır. Şu halde Kurtuluş Savaşımız Birinci Büyük Millet Meclisinin yukarıki bildiride belirtilen amaçlarına kavuşmamıştır. Kurtuluş yolunu yeniden aradığımız şu günlerde bunun nedenlerini, ilk çizilen yoldan niçin, nasıl ayrıldığımızı, bilimsel değerde incelemelerle bir an önce ortaya koymamız gerekiyor."
Mehmet Ali Aybar - SOSYAL ADALET Dergisi, 23 Nisan 1963