Sayın TUBA'ya her zamanki hassasiyeti ve katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Güncel ve önemli bir konuya, Türkiye için milli güvenlik riskine dönüşen bir olguya dikkat çekiyor...
PEJAK ; İlk bakışta ABD'nin, Irak ve Ortadoğu'daki çıkarları için İran'a yönelik sergilediği bir karanlık proje olarak görülüyorsa da Türkiye'ye yönelik kullanılan PKK maşasının İran versiyonu olması nedeni ile bizi de yakından ilgilendiren bir husustur.
Bgün için İran'ın Milli güvenliğine yönelik bir araç ise de,
Yarın bize karşı kullanılamyacağının hiçbir garantisi yoktru..
Zaten PKK versiyonu ara ara ısıtılıp servis yapılırken ara ara buzdolabına konuluyor.
Her zamankinden daha çok uynık ve hassas olmamız gereken bu süreçte, Irak'taki resmi bütünüyle irdeleyen değerli bir analiz sizlerle paylaşmak istiyorum.
Selam ve saygılarımla.
İŞGALİN BEŞİNCİ YILINDA IRAKTA TEMEL GELİŞMELER
Temmuz 1st, 2008 · No Comments
Irakta kaos ve istikrarsızlığa yol açan ABD işgali 5inci yılını doldurdu.
Mayıs08,
Stratejik Analiz,
Dr. Serhat ERKMEN
ASAM Orta Doğu Danışmanı
serkmen@asam.org.trNisan 2008 günü Irakta işgalin başlamasının beşinci yılıydı. Bush yönetimine göre, Iraktaki diktatörlüğü sona erdirmeyi, Iraklıkları özgürleştirmeyi ve Orta Doğuda çatışmaları, terörizmi ve radikal eğilimleri azaltmayı hedefleyen Irak Savaşının büyük ölçüde hedeflerinden uzaklaştığı görülmektedir. Bugün, Irak denilince ilk akla gelen şiddet ve istikrarsızlıktır. İşgalin başlamasından bu yana 5 yıl geçmiş olmasına rağmen Iraktaki siyasi ortamın kalıcı bir istikrara ulaşmaktan uzak olduğu görülmektedir. Hatta etnik ve mezhepsel çatışmaların merkezi hâline gelmesi, bölgesel güçler arasındaki mücadelenin odağı olması, diğer ülkelere verdiği göçler nedeniyle bu ülkelerde yarattığı sosyoekonomik sorunlar ve parçalanması durumunda diğer ülkelerde yaratacağı olumsuz etkiler nedeniyle Irak birçok bölge ülkesi için bir tehdit odağı hâline gelmeye başlamıştır. Sadece Irakın iç politikasını ve devlet mekanizmasını değil aynı zamanda Orta Doğudaki güç dengesini ve alt sistemi de değiştiren işgal, Iraka hâlâ istikrar getirebilmiş değildir. İşte bu ortam içinde Iraktaki gelişmeler bölgedeki tüm ülkelerin ve Iraktaki en belirleyici güç olan ABDnin ortak sorunu hâline gelmiştir. Çalışmamız, böyle bir atmosferde Iraktaki gelişmeleri anlayabilmek ve ülkenin yakın gelecekte karşılaşacağı iç sorunları değerlendirmek üzere hazırlanmıştır. Çalışmada Iraktaki tüm sorunların detaylı bir analizinden ziyade mevcut durumun genel bir görüntüsü verilerek, mesele farklı boyutlarıyla değerlendirilmeye ve Türkiye için izleme ölçütleri saptanmasına çalışılacaktır.
Son Dönemde Irakta Yaşanan Temel Gelişmeler
Güvenlik Boyutu
2007 yılı Irakta hem şiddet olayları hem de siyasi gelişmeler açısından kilit bir yıl olarak kabul ediliyordu. 2005in ortalarından itibaren yükselen şiddet dalgasının 2006 yılında doruğa çıkması Iraklılar, ABD ve bölge ülkeleri açısından bir an önce çözüm üretilmesi gerekliliğini ortaya koyuyordu. 2007nin başına gelindiğinde Irakı doğrudan ilgilendiren gelişmeler açısından şöyle bir tablo olduğu söylenebilir:
Sünni-Şii Araplar arasında özellikle Bağdat ve Diyala çevresinde yoğunlaşan adı konulmamış bir iç savaş yaşanıyordu.
Irak hükümetinin her an devrilebileceği, başbakan Nuri Malikinin yerine bir başka adayın bulunması gerekliliği konuşuluyordu.
Bölge ülkeleri arasında (İran, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere) Irak üzerinden yürütülen dolaylı savaş ve güç mücadelesi tüm hızıyla sürüyordu.
ABDde Cumhuriyetçi Parti ara seçimlerde ağır bir yenilgiye uğramıştı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi olarak Irak görünüyordu.
ABDnin Iraktan askerlerini bir an önce çekmesi gerektiği düşüncesi güçlenmişti. Ara seçimdeki yenilgi ve Iraktaki başarısızlık gibi nedenlerle ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld istifa etmişti.
Bush Yönetiminin Irak ve Orta Doğu politikasını eleştiren, asker çekmeyi öneren ve Iraktaki iç siyasi yapıda ve güç dengesinde yeniden bir düzenleme olmasını savunan Irak Çalışma Grubu raporu yayınlanmıştı.
Bush yönetimine göre, Iraktaki diktatörlüğü sona erdirmeyi, Iraklıkları özgürleştirmeyi ve Orta Doğuda çatışmaları, terörizmi ve radikal eğilimleri azaltmayı hedefleyen Irak Savaşının büyük ölçüde hedeflerinden uzaklaştığı görülmektedir. Bugün, Irak denilince ilk akla gelen şiddet ve istikrarsızlıktır.
Fakat, bu ortamda Bush yönetimi beklentilerin tersine Irakta asker artırmayı içeren ve hamle (surge) adı verilen yeni planını ilan etti. Bu planın açıklanan temel hedefi, Iraklılar arasında siyasi uzlaşma ortamının oluşması için gerekli olan güvenliğin sağlanmasıydı. Hamle, Bush yönetiminin Iraktaki sorunların çözülmesine ilişkin genel yaklaşımını değiştirmediğini, ancak mevcut politika çerçevesinde başarılı olabilmek için taktik bir değişime gittiğini gösteriyordu. Bu değişim çerçevesinde ABD, Iraktaki mevcut birliklerine 30.000 asker daha ekledi. Böylece, daha çok bölgeyi kontrol altına almayı ve bunun sonucunda özellikle farklı Arap partileri arasındaki siyasal uzlaşmanın önünü açabileceğini umuyordu. Bu taktik değişim 2007nin ortalarına kadar ciddi bir sonuç vermemesine rağmen, bu tarihten itibaren Iraktaki şiddet olaylarında göreli bir azalma meydana gelmeye başladı. Gerek sivillerin ölümüne neden olan gerek ABD ve Irak ordusuna yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemleri 2005teki seviyeye geriledi. Güvenlik durumundaki iyileşmenin en açıkça gözlemlenebildiği yer ise daha önce direnişin merkezi olan Anbar vilayeti (Felluce, Ramadi, Hit gibi yerleşimleri barındıran) oldu. Bu vilayette saldırılar 2007 yılına kıyasla yüzde 90 azaldı. Ayrıca, Irakın en sorunlu bölgelerinden birisi olan başkent Bağdattaki saldırılarda yüzde 45 azalma meydana geldi. Ancak, güvenlik durumundaki iyileşmenin ülkenin tamamına yayıldığını söylemek doğru değildir. Musul, Diyala ve Basrada çatışmalar ve genel güvenlik sorunu devam etmekte, hatta kötüleşmektedir. Anbardan çıkmak zorunda kalan bazı direnişçi gruplar ve Iraktaki El Kaidecilerin büyük bir kısmı faaliyetlerini Musul bölgesinde devam ettirmektedir. Buna ek olarak Musul bölgesinde Kürtler ile Araplar arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Araplar, savaştan sonra Kürtlerin Musulda elde ettikleri üstünlüğü onlardan geriye almaya çalışmakta, Kürtler için stratejik öneme haiz Sincar ve Telafer (tam anlamıyla bir Türkmen yerleşimi olmasına rağmen bulunduğu güzergâh Kürtler için önem taşımaktadır) gibi yerleşim birimleriyle Musulun kuzeyindeki bazı alanlarda ciddi bir güç mücadelesi meydana gelmektedir. Irak ordusu ve ABD askerlerinin Musulda yapmış olduğu büyük çaplı operasyonlar ise olayları sona erdirebilmiş ya da azaltabilmiş değildir. Keza, Irakta direnişin ve şiddet olaylarının başladığı andan itibaren ülkenin en karmaşık bölgesinden birisi olan Diyalada da şiddet olaylarında
azalma son derece sınırlıdır. Basrada ise güvenlik durumunun kötüleşmesinin asıl nedeni Şii gruplar arasındaki güç mücadelesidir. 2007 yılı boyunca Irakın güneyindeki farklı kentlerde Muktada Sadra bağlı Mehdi Ordusu ile Irak İslami Yüksek Konseyinin silahlı kanadı olan (büyük ölçüde Irak ordusuna veya polis teşkilatına katılmış olmalarına rağmen faaliyetlerini sürdürüyor) Bedr Tugayları arasında irili ufaklı çatışmalar çıkmıştır. Ancak, 25 Mart 2008de Basrada başlayan operasyonun da gösterdiği gibi Şiiler arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmektedir. Bu durum, bugüne kadar çok büyük şiddet olaylarının yaşanmadığı bazı güney vilayetlerinin çatışma sahası hâline gelebileceğinin işaretlerini vermektedir. Özetle, ancak yukarıda belirtilen üç bölge istisna tutulduğunda 2008 Mart ayı dışında şiddet olaylarının azaldığı söylenebilir. Belli bölgelerde şiddetin azalmasının nedenleri şu başlıklar altında toplanabilir:
ABDnin direnişçi gruplarla ilişki biçimini değiştirmesi
Saldırılardaki azalmanın muhtemelen en önemli nedeni ABDnin Irakta şiddete başvuran gruplarla ilişki biçimini değiştirmesi olmuştur. İşgalin başlamasından sonra ABD ve Irak hükümeti tarafından dışlanan eski Baasçılar ve/veya Sünni Arap aşiretler Iraktaki direnişin belkemiğini oluşturmuştu. Bunlara ek olarak, Sünni Arapların çoğunlukta olduğu bölgelere ve Bağdata yerleşen yabancı savaşçılar şiddet olaylarının büyük bir kısmının asıl sorumlusuydu. Başlangıçta, bu gruplar arasında bir işbirliği bulunmasına rağmen 2005 sonlarından itibaren El Kaideci grupların faaliyetlerinin Sünni Araplara zarar vermesi nedeniyle aralarında sorunlar çıkmaya başlamıştı. ABD de bunu değerlendirmek için aşiretlerle diğer örgütlerin arasındaki farklılıkları kullanmaya girişti. ABD, daha önce de bazı Sünni Arap aşiretlere yakınlaşmaya çalışmasına rağmen, bunu büyük ölçüde başaramamıştı. Ancak, 2007 yılında ABDnin özellikle Anbar vilayetindeki Sünni Arap aşiretleriyle iyi ilişkiler kurması, bunları maaşa bağlaması, silahlandırması ve çıkarılacak yeni yasalar ve hükümete yapacağı telkinlerle Irak siyasal sistemine dâhil edeceği vaatleri Uyanış Konseyi ve Endişeli Yerel Vatandaşlar (EYV) (diğer adıyla Irakın Oğulları) gibi hükümet safında yer alan silahlı grupların ortaya çıkmasına neden oldu. Uyanış Konseyinin gücü ve etkinliği sayesinde ABD Anbar vilayetindeki eylemleri büyük ölçüde azalttı. ABD, Bağdatta da çoğu eski direnişçi Sünni Araplardan oluşan EYVden yararlandı. Benzer bir biçimde, ABD, Sadr ile olan ilişkisini de gözden geçirme yolunu seçti. Sadrın ateşkes ilan etmesi olayların azalmasında büyük bir rol oynadı. Bu durum, ABD açısından bir fırsat olarak kabul edildi. Hatta Mart ayının başlarına kadar bazı Amerikalı askeri yetkililerinin açıklamalarında Sadrın ateşkes ilan etmesi ve bunu sürdürmesinin makul bir politik yola geçme isteğinin göstergesi olarak gösterilmişti.
Öte yandan, ABD, Sünni Araplara yaptığı gibi Şii Arap aşiretlerle de işbirliği yapmaya başladı. Bunun sonucunda batıdaki Uyanış Konseyi uygulamasının bir benzerini güneydeki aşiretler arasında da başlattı.
ABDnin Irakta asker artırmasının operasyonel etkileri:
ABDnin Irakta asker artırma yoluna gitmesi başta Başkent Bağdat olmak üzere bazı bölgeleri ele geçirmesini kolaylaştırmıştır. 2006 yılının sonlarında ABDli komutanların en çok şikâyet ettiği konulardan birisi Amerikan ordusunun Irakta yeterince muharip birliğinin olmadığı ve bu nedenle kalıcı ve sürekli operasyonlar yapamıyor olmalarıydı. 2006 Aralık ayında Bağdattaki güvenlik operasyonlarını gerçekleştirebilen muharip Amerikan birliğinin sayısı 13 alay düzeyindeyken, 30.000 ek muharip birliğin gelmesiyle bu rakamın 25 alay seviyesine çıktığı belirtilmektedir.
ABDnin başta Bağdat olmak üzere askeri operasyonlarını artırdığı ve Sadrcıların eylemlerini durdurması ve Irakın Oğullarının da desteğiyle birçok bölgeyi kontrol altına aldığı gözlemlenmektedir.
İranın yapıcı tavrının etkileri:
Iraktaki çatışmaların azalmasının nedenlerinden birisi de İranın daha yapıcı bir tavır göstermeye başlamasıdır. ABD ile İran arasındaki tansiyonun düşmesine paralel olarak Iraktaki pek çok farklı siyasi grup üzerinde etkisi olan İranın ABDyle doğrudan ve dolaylı olarak yaptığı görüşmeler sonucunda kendisine yakın grupları frenlemesi çatışmaların azalmasında önemli bir rol oynamıştır.
El Kaidenin gücündeki göreli azalma:
Irakta faaliyet gösteren El Kaide örgütü, lideri Ebu Musab El Zarkavi öldürüldükten sonra bir bocalama devri geçirse de ayakta kalmayı başarabilmişti. Ancak, özellikle faaliyet gösterdikleri ve saklandıkları Sünni Arap bölgelerindeki aşiretlerin onları istememesi aralarında önemli sorunlara neden oldu. Bu sorunların nedenler şöyle sıralanabilir: Sünni Arapların siyasi bir çözüm yolu bulma ihtiyacı ve El Kaide faaliyetlerinin bunu tıkaması; El Kaideci bazı grupların bir sözde İslam devleti ilan etmeleri, kendi bölgelerinde kendi koydukları kuralları uygulamaları ve geleneksel liderliği dışlamaları ve eylemlerinin aşırı şiddet yüklü biçimlerinin Araplar arasında yarattığı rahatsızlıklar. Ancak, bu durum El Kaidenin Iraktan tam anlamıyla çıkarıldığı anlamına da gelmemektedir.
Göç ve yer değiştirmelerin doğal sonucu:
Irakta savaşın başlamasından bu yana en az 2,4 milyon kişi ülke içinde, 2,5 milyon kişi ise Iraktan başka bir ülkeye gitmek suretiyle yaşadıkları yeri terk
etti. Bu göçler çoğunlukla farklı etnik ve mezhep gruplarının bir arada yaşadığı bölgelerdeki kişilerin, güvenli yerlerde yaşayan akrabalarının ya da kendileriyle aynı etnik ve mezhepsel gruptan insanların yanına taşınması şeklinde oldu. Özellikle Sünni-Şii çatışmasının en yoğun olduğu dönemlerde meydana
gelen olaylar sonucunda her iki topluluk da kendi yaşadıkları alanları bırakıp etnik ve mezhepsel olarak daha homojen bölgelere taşınmayı tercih ettiler. Bu durum çatışma alanlarının sayısının da azalmasını beraberinde getirdi. Özetle, Iraktaki genel güvenlik durumu 2007 yılında yaşanan gelişmeler sonucunda bazı bölgelerde 2008 başı itibarıyla iyileşmiş gibi görünmektedir. En azından Sünni-Şii iç savaşının düzeyi düşmüş ve saldırılarda azalma meydana gelmiştir. Fakat bazı nedenlerle bu iyileşmenin geçici ve yapay bir görüntü olduğu söylenebilir: Nitekim Mart 2008in sonlarından itibaren güvenlik durumunun yeniden bozulduğu bu eğilimin Nisan ayında da sürdüğü görülmektedir. İyileşmenin geçici ve yapay olduğunu düşündürten nedenler şöyle sıralanabilir:
Sünni ve Şii Araplar arasındaki çatışmaların azalmasının ne kadar süreceği belli değildir. Çatışmanın merkezinin Bağdat olması bu şehirdeki mezhepsel kompozisyonun değişmesine ve bu nedenle çatışan taraflar arasındaki irtibatın kısmen azalmasına neden olmuştur. Ancak, Bağdat, Diyala, Hille ve Basra gibi şehirlerde hâlâ birlikte yaşayan önemli bir Sünni-Şii kitlesi bulunmaktadır. Ayrıca, ABD ile işbirliği yapan Sünni aşiretler şu anda ABD ve Irak hükümetinden beklentileri olduğu için saldırılarını durdurmalarına rağmen hükümetten beklediklerini bulamamaları veya siyasal sistemde istediklerini elde edememeleri halinde, yeniden eski duruma dönme potansiyelini taşımaktadırlar. Sünni ve Şii Araplar arasında Iraktaki çatışmayı ortaya çıkaran asıl sorun iktidarı ele geçirmektir. Çatışmanın asıl unsuru olan bu dinamik ortadan kalkmamıştır. Öte yandan, Uyanış Konseyi gibi oluşumlar iki tarafı keskin bir ABDnin Irakı işgali, bölge ülkeleri üzerinde derin etkiler yarattı.
25 Mart 2008de Basrada başlayan operasyonun da gösterdiği gibi Şiiler arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmektedir. Bu durum, bugüne kadar çok büyük şiddet olaylarının yaşanmadığı bazı güney vilayetlerinin çatışma sahası hâline gelebileceğinin işaretlerini vermektedir.
ABDnin silahlandırarak ve maaşa bağlayarak sisteme entegre etmeye çalıştığı bu grupların nihayetinde Irak hükümetinde ve devletin önemli kurumlarında önemli roller üstlenmek gibi bir amacı bulunmaktadır. Çünkü bu tür yapıların çok uzun süreden beri kendilerini korumak için izlediği yolların başında devlet ile iyi ilişkiler kurmak ve bunun sağladığı nimetlerden yararlanmak gelmektedir. Bu durum sadece Baas döneminde değil, Irak devletinin kuruluşundan hatta Osmanlı İmparatorluğundan önceki döneme kadar dayanmaktadır. Bu nedenle bugün El Kaidenin Anbar ve civarında etkisizleştirilmesini sağlayan bu oluşumların sistemden, çoğunluğunu Şii Arapların ve Kürtlerin oluşturduğu hükümet tarafından dışlanması çatışmaların yeniden başlamasına neden olabilir. Dahası, bu sefer Amerikan silahlarıyla donanmış olan Sünni Arap aşiretlerini kontrol etmek geçmiştekinden çok daha zor olacaktır.
ABDnin güvenliği sağlamak için yerel gruplarla işbirliği yapması bazı iyileşmeler yaşanmasına neden olmuş olabilir. Ancak, bu sürecin ne kadar sürdürülebileceği ciddi bir sorundur. ABD sadece Sünni Araplarla değil diğer yerel güçlerle de işbirliği yapmaktadır. Güneydeki bazı Şii aşiretlerinin de benzer biçimde silahlandırıldığı görülmektedir. Bu durum yerel bazı bölgelerde ilerleme sağlamasına neden olurken genel olarak sorunların çözülmesine değil ötelenmesine neden olmaktadır. Güvenlik durumundaki göreli iyileşmeye ulusal çapta bir siyasi uzlaşının eşlik etmemesi, siyaseten birbirinden kopuk güvenli bölgelerin oluşmasına ve bunların yerel gruplar için kurtarılmış bölgelere dönüşmesine neden olabilir. Bu durum, pek çok yerel önder tarafından bir fırsat olarak da görülebilir. Yani, ülke çapında genel bir siyasi uzlaşının sağlanmasından ziyade hükümetle farklı düzeyde çıkar pazarlığına girişecek yeni güç odakları ortaya çıkabilir. Bu durum, Irakta zaten son derece yavaş ve güç işleyen ulusal uzlaşma sürecinin işlevini yitirmesine neden olabilir. Aslında, Iraktaki sorunları güçlü bir merkezi otorite oluşturamaması nedeniyle yerelden ulusala (diğer bir tabirle aşağıdan yukarı/bottom up) çözme yaklaşımı, ABDnin Irakın siyasetinin ademi merkezileştiğini kabul ettiğini; kendi bölgelerini kontrol eden ve ABDyle işbirliği yapan gruplarla birlikte hareket ederek istikrarı sağlamaya çalıştığını göstermektedir. Bu sürecin doğal sonucu ise Irakta merkez kaç eğilimlerin artması ve ülkenin siyasi bütünlüğünün sağlanmasının iyice güçleşmesidir.
- ABDnin taktik değişikliğiyle birlikte 2007 tarihinden itibaren Iraktaki şiddet olaylarında göreli bir azalma meydana gelmeye başladı. Gerek sivillerin ölümüne neden olan gerek ABD ve Irak ordusuna yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemleri 2005teki seviyeye geriledi.
Irakta merkezî hükümetin güçlü ve kendi sorunlarını çözebilecek bir güvenlik gücü kurulmadığı gözlemlenmektedir. Basradaki son olaylar sırasında çok sayıda askerin emirleri dinlememesi ve Irak ordusunun uzun bir hazırlık evresine rağmen Basrada hedeflediği başarıya ulaşamaması bunu bir kez daha ortaya koymuştur. Ayrıca, asker ve polis gücü mensuplarının birtakım gruplara ve değerlere sadakat duymaya devam etmesi, güvenlik kurumlarını ulusal kurumlar olmaktan çıkarmaktadır. Bu nedenle, Irak ordusunun gerek teknik kapasitesinin yetersizliği gerek ulusal bir güç haline gelememesi, güvenlik operasyonlarının sürmesini Amerikan ordusunun varlığına bağımlı hale getirmektedir. Yani, Amerikan askeri desteği olmadan Irak hükümetinin askerî gücü, diğer gruplar üzerinde caydırıcı bir etki yaratmayacaktır. Bu durum, ABDnin asker seviyesini azaltmasına engel olmaktadır. Ancak, öte yandan gerek Amerikan kamuoyu, gerek Iraklılar gerek bölge ülkeleri artık işgal sürecinin sona ermesini istemektedir. Bu durum, pek çok aktörün, Amerikan askeri varlığının sona ermesi isteği ile bu isteğin pratik sonuçları arasında kalmasına neden olmaktadır. Görülen o ki; daha önce pek çok benzer örnekte de kanıtlandığı gibi askeri güç barış yapılması için uygun koşulları hazırlayabilmekte ama barışın yapılmasını ya da korunmasını sağlayamamaktadır. Bu nedenle, Irakın kalıcı bir istikrara kavuşabilmesi için siyasi alanda genel bir uzlaşıya gitmesi şart görünmektedir.
Siyasi Boyut
Irakta işgalden sonra Şii Araplar, Kürtler ve ABDnin desteklediği dışarıda örgütlenmiş muhaliflere dayalı bir siyasal yapı gelişmiştir. Bir süre sonra dışarıda örgütlenen grupların büyük bir kısmı gücünü yitirmiştir. Sünni Arapların büyük bir kısmının 2005teki genel ve yerel seçimleri boykot etmesi, bu grubu yerel yönetimlerde ve merkezi hükümette etkisiz kılmıştır. Bazı Sünni Arap oluşumları meclise girse de, bunların Sünni Arapların ne kadarını temsil ettiği tartışmalıdır. Sünni Araplar arasındaki siyasal parçalanmışlık Uyanış Konseyi ve Irakın Oğullarının da devreye girmesiyle bugün de devam etmekte, hatta derinleşmektedir. Diğer yandan, 2005te birleşik bir tavır takınarak seçimlere ortak listeyle giren Şii partiler arasındaki siyasal ayrışma büyümektedir. Özellikle güney vilayetlerinde bu ayrılık büyük boyutlara ulaşmıştır. Belki de Dava Partisi ve Irak Devrim Yüksek Konseyi için öncelikli tehdit Sünni Araplardan değil, Muktada Sadrdan gelmeye başlamıştır. Ülkenin en sakin bölgeleri arasında bilinen Amara, Zikar ve Basra gibi şehirlerde Şii gruplar arasındaki güç mücadelesi sokak çatışmalarına dönüşmüştür. Buna karşılık Iraklı Kürt gruplar aralarındaki sorunlara rağmen ittifaklarını sürdürmektedirler. Irakta istikrarın sağlanması için ana unsur olarak görülen siyasal uzlaşma, Sünni Arapların sisteme daha fazla entegre edilmesine ve Şii Araplar ile Kürtlerin elinde toplanan yerel ve merkezi güçlerin yeniden dağıtımına dayanmaktadır. Bu durum, dört alanda siyasal çatışma yaratmaktadır:
Sünni Araplarla Şii Araplar arasında: Baasçıların sisteme dönüşü, Sünni Arapların mecliste hakça temsil edilmesi, ordu ve polis teşkilatları başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına Sünni Arapların katılımının sağlanması, bakanlıkların yeniden dağıtımı.
Sünni Araplarla Kürtler arasında: Musulda iktidarın Kürtlerden alınması, Kerkükün Kürt yönetimine dâhil edilmesi, Kerkükte Saddam döneminde yerleştirilen Arapların şehirden çıkarılmasının engellenmesi ve olası bir federal yapıda bölgedeki petrolün kontrolü.
Şii Araplar ile Kürtler arasında: Merkezi hükümet ile bölgesel hükümet arasındaki ilişkilerin sınırlarının çizilmesi, peşmergelerin statüsü, petrol yasasının çıkarılması, Kürtler ile bazı Sünni Araplar arasında Şiilerin aşırı güçlenmesine karşı yapılan ittifak.
Sünni Araplar, Kürtler ve Şii Arapların her birinin kendi aralarında: Sünni Araplar arasında kimin gerçek temsilci olduğu, Şii Araplar arasında Sadr, Fazilet ve Devrim Yüksek Konseyinin güney vilayetlerindeki güç mücadelesi ve Kürtler arasında başbakanlık ve bölgesel yönetimin işleyişi konusundaki sorunlar. Aslında yukarıda adı geçen gruplar arasındaki çatışmalar hükümetin içinde de cereyan etmektedir. Çünkü bu grupların büyük bir kısmı Irak hükümetinin birer üyesidir. Kendisini oluşturan gruplar arasında dahi temel çelişkileri barındıran Irak hükümetinin zayıf ve bölünmüş bir konumda olduğu söylenebilir. Ayrıca, ne hükümeti oluşturan partilerin ne de siyasi liderlerin birbirlerine güven duymadıkları görülmektedir. Sünni Arapların ve Sadrcıların çekilmesiyle hükümette oluşan boşluk hâlâ doldurulmuş değildir. Bunun da ötesinde ülkedeki siyasi gelişmeleri tıkayan beş temel uzlaşmazlık olduğu söylenebilir: Federal yönetim ile bölgeler arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, petrol gelirlerinin paylaşımı, siyasal alandan dışlanmışların yeniden kazanılmasının sağlanması, milislerin silahsızlanması ve dağıtılması, Kerkükün durumu.
- ABD ve Irak hükümeti tarafından dışlanan Sünni Arap aşiretler Iraktaki direnişin belkemiğini oluşturdu.
Bu sorunlar çerçevesinde en önemli konuları ele alması gereken Anayasa Tadilat Komitesi aylardır çalışamamaktadır. Öte yandan, siyasi uzlaşı sağlanabilmesi için önemli konu başlıklarından olan Baastan Arındırma Yasasında düzeltme yapılması, yerel seçimlerin yapılması ve vilayetlerin yetkilerinin belirlenmesi ve eski direnişçiler için af yasası gibi konularda ilerleme sağlanmıştır. Ancak, Baastan arındırma ve vilayetlerin yetkilerine ilişkin yasaların başarılı olup olmayacağı bu yasaların uygulanmasına bağlıdır. Asıl siyasi meselelerde ise ne bir iyileşme ne de uzlaşma sinyali görünmektedir.
Yani Irak rejiminin niteliği, merkezle bölgeler arasındaki ilişkiler, petrol gelirlerinin paylaşımındaki ölçütlerin belirlenmesi, milislerin dağıtılması ve silahsızlandırılması gibi konularda uzlaşma sağlayıcı bir ilerleme sağlanamamıştır. Hatta, Maliki hükümeti ile Kuzey Iraktaki bölgesel hükümet arasında varılan anlaşma bu konuyu daha da zora sokacak gibi görünmektedir. Henüz meclis tarafından onaylanmamış olan peşmergelerin varlığını sürdürmesini ve petrol yasasının hazırlanan ilk taslağının kabul edilmesini içeren anlaşma diğer gruplarda rahatsızlık yaratmaktadır. Çünkü, hükümetin içindeki iki grup kendi aralarında petrol ve milisler konusunda anlaşmaya varırken Sadrcılara milisleri dağıtması konusunda baskı yapmakta, Sünni Arap milislerin ise sisteme entegre olmasına direnmektedir. Bu durum kısa ve orta vadede çatışmaların artmasına neden olabilir.
Irakın son beş yıllık iç politik hayatı, kalıcı bir istikrar sağlayabilmek için önce askeri sonra siyasi çözüm, ya da önce bir sorunun sonra diğer sorunun çözülmesi yaklaşımının işe yaramadığını göstermektedir. Yukarıda aktarılan sorunlar çoğu örnekte iç içe geçmiş durumdadır. Yani aynı güvenlik sorununun çözümünde olduğu gibi adım adım ilerlemenin işe yaramadığı Iraklı gruplar arasında genel bir anlayış birliği ve siyasal uzlaşma yaratılmadan ilerleme sağlanamayacağı görülmektedir. Bu nedenle, çoğu kez anlaşma havası doğsa da bunun bir yanılsama olduğu yani aslında grupların siyasi konularda uzlaşmadığı sadece ABD ile iyi geçinmek adına bazı sorunları ötelediği görülmektedir. Bu çerçevede Irakın iç politikasını etkileyecek dört siyasi sorunun kısa vadede ön plana çıkması beklenmelidir: Kerkük, petrol yasası, anayasa tadilat komisyonunun faaliyetleri ve yerel seçimler. Bilindiği gibi, Irak Anayasasının Kerkükü de ilgilendiren 140. maddesindeki hükümlerin uygulanması altı ay için teknik nedenlerle ertelenmişti. Bu ertelemenin süresi mayıs ayında dolacaktır. Ancak, ertelemeye neden olan teknik nedenlerin hiçbirisi giderilmiş değildir. Ayrıca BMnin de devreye girmesiyle Iraklı Kürtlerin 140. maddenin uygulanması konusundaki ısrarlarına rağmen sahada meydana gelen gelişmeler Kerkükte ibrenin bir referandumdan ziyade bir siyasi anlaşmaya varılmasına doğru döndüğünü göstermektedir. Ancak, KDP ve KYBnin bu konuda net ve kesin bir tavır geliştirmesi Kerkükteki iddialarından vazgeçmesi kısa vadede pek olası görünmemektedir. Bu durum, Kerkükte Türkmenler ve Araplar ile Kürtler arasındaki anlaşmazlıkların yakın dönemde artmasına neden olabilecektir. Benzer bir biçimde kısa vadede sorun yaratacak hususlardan bir diğeri de petrol yasasıdır. Bu, 4 yasadan oluşan bir pakettir. Paketin en önemli yasası bir çerçeve yasadır. Ancak, Irak petrol yasası içinde en çok ön plana çıkan husus, bölgesel hükümetlerin merkezi hükümetin onayını almaksızın petrol anlaşmaları imzalamalarının önüne geçilmesidir. Irak anayasasında, bölgesel hükümetler ile merkezî hükümet arasındaki yetkileri düzenleyen kısımdaki boşluklardan yararlanmak isteyen Kuzey Iraktaki yönetim ile Irak merkezî hükümeti arasındaki bu sorun çözülmüş değildir. Hatta Irak merkezî hükümeti kendi onayı olmaksızın bölgesel hükümetlerle ilişkiye giren şirketleri ve onların ülkelerini cezalandırma yoluna gideceğini ilan etmiştir. Bununla birlikte, merkezi hükümetin başbakanı Maliki ile Kürt bölgesinin başbakanı Neçirvan Barzani arasında varıldığı söylenen uzlaşma petrol konusunda sadece hükümetteki Şii Arapları ve Kürtleri tatmin edecek bir sonuç da üretebilir. Petrol yasasının ikinci kısmı ise gelirlerin paylaşılmasına ilişkindir. Şu ana kadar bir yasa çıkarılmadığı için her vilayete eşit pay verilmektedir. Ancak, bu olgunun önümüzdeki yıl yeniden gözden geçirilmesi yeni sorunlar yaratabilecektir. Üçüncü önemli siyasi tartışma, anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesiyle ilgilidir. Anayasada değişiklik yapılması için komiteler oluşturulmuş olmasına rağmen bu komitelerin tam anlamıyla işlediği söylenemez. Özellikle, bölgesel hükümetler ve merkezî hükümet arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ve Irakta federalizmin sınırlarının çizilmesi ve tanımının yapılması için yürütülen faaliyetlerde ilerleme sağlanamaması ülkedeki siyasi açmazın devamına neden olmaktadır. Dördüncü sorun ise yerel seçimler çerçevesinde ortaya çıkacak olan yerel yetki devridir. ABDnin büyük ölçüde sistemden dışlanmış Sünni Arapların kendi bölgelerinde kontrolü eline almaları için gerçekleştirmek istediği yerel seçimlerin etkileri güneye de erişecektir. Şu anda birçok bölgeyi kontrol altında tutan Irak İslami Yüksek Konseyinin Sadr hareketinden çekindiği bilinmektedir. Gerçek anlamda bir seçim meydana gelebilirse bunun sonucunda Sadrın başarı olasılığı yüksektir. Bu durum ise Şiiler arasındaki güç mücadelesinin yeniden şiddetlenmesine ve güneyde yeni çatışma sahalarının ortaya çıkmasına neden olabilecektir.
Iraktaki Gelişmelerin Bölgesel Yansımaları ve Türkiye İçin İzleme Kriterleri
Irak işgalden sonra Türkiye için en önemli güvenlik sorunu yaratan ülke hâline gelmiştir. Özellikle, PKK terör örgütünün Kuzey Irakta daha rahat üslenmesi, hareket sahası bulması ve Iraktaki sorumlu makamların PKKya karşı tedbir almaması/alamaması güvenlik tehdidini artırmaktadır. Ayrıca, Irakın toprak bütünlüğünün tehlikeye düşmesi ve ülkenin parçalanma riskinin artması Türkiyenin uzun süredir inşa ettiği denge politikasına zarar vermektedir. Irakın parçalanması Türkiye ve bölge açısından mülteci krizi yaratması, terör örgütlerine üslenme olanağı sağlaması, bölge ülkelerinin dâhil olabileceği bir savaşa neden olabilecek etnik ve mezhepsel savaşa yol açması, küresel enerji fiyatlarında yaratabileceği büyük dalgalanmalar nedeniyle önemlidir. Bu nedenle çalışmamızın sonunda, olası gelişmelerin değerlendirilmesinde istifade edilebilecek denetim kriterleri oluşturmanın yararlı olacağı düşülmüştür. Buradaki maddelerin bir kısmı zaten Türkiyedeki Irak tartışmalarının merkezini oluşturmaktadır. Ancak, özellikle bölgesel dinamikler ve Irak iç politikasının genellikle ihmal edildiği söylenebilir.
1. ABDnin Iraktan çekilmesi tartışması:
Hâlihazırda ABDnin önünde 3 ana yol görünmektedir:
a) Mevcut politikanın devamı. b) Azaltılmış ve koşullu destek. c) Hiçbir koşula bağlı olmadan yakın zamanda tamamen asker çekilmesi. Her bir olasılığın Türkiye için farklı emareleri olabilir. Özellikle, üçüncü olasılık kısa vadede Irakta büyük bir kaosun doğmasına giden kestirme yol gibi görünmektedir. Ancak, diğer seçeneklerin gerçekleşmesi hâlinde de Irakta durumun iyileşeceğinin garantisi yoktur.
2. ABD ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişkiler:
ABDnin Iraklı Kürtlere verdiği destek devam etmektedir. Ancak, bu desteğin 2003-2006 yılları arasındaki döneme benzediğini söylemek zordur. Kürtlerin yönetimdeki rolü, petrol yasasına bakışları ve Kerkük konusundaki tutumları ABDden tam olarak destek görmemektedir. ABDnin özellikle Kerkük konusundaki ve 2009 seçilecek yeni Irak cumhurbaşkanının kim olacağına ilişkin yaklaşımı önemli görünmektedir.
3. Iraklı siyasi grupların Kerkük konusundaki yönelimleri ve çözüm önerileri, bunların birbiriyle örtüşen ve çelişen yanları ve Türkiyenin pozisyonlarına uygunluğu. Iraktaki sorunlu bölgeler için BMnin atadığı özel temsilci çalışmalarını sürdürmektedir. Temsilcinin çalışmasını Temmuz ayında bir rapora dönüştürmesi ve Kerkükteki soruna bu çerçevede bir çözüm bulunması ileri sürülebilir.
4. Bölgesel girişimlerin doğası ve etkinliği:
Türkiyenin en çok üzerinde durduğu çözüm biçimi olmasına rağmen bölge ülkelerinin Irak konusundaki yaklaşımı birbirlerininkinden ve Türkiyeninkinden farklıdır. Irak konusunda diplomatik çözüm arayışları kendi başına bir anlam ifade etmemektedir. Iraka komşu ülkeler toplantılarının sonuçları sınırlı olmuştur. Bunun en önemli nedeni, Arap ülkelerinin çoğunun Iraktaki iç gelişmeleri kendileri ile İran arasındaki bir güç mücadelesinin yansıması olarak görmesi ve Irak hükümetine İranla ilişkileri nedeniyle soğuk yaklaşmasıdır.
5. Irak hükümeti, meclisi veya Iraklı siyasi partiler arasındaki ilişkiler: Bu sorun, muhtemelen Irakın geleceğini belirleyecek olan temel faktördür. Bu nedenle, Türkiyenin bu gruplar arasındaki ilişkilerin siyasal uzlaşma zemininde sağlanması için özel bir önem göstermesi yararlı olabilir. Bu çerçevede yakın dönemde dikkat edilmesi gereken konular şunlardır:
Irak hükümeti, kritik konularda meclisi, hükümeti ve komisyonları işletebiliyor mu? Siyasal sorunlar çözüme bağlanabilecek mi?
Yerel seçimler istikrarı artıracak mı yoksa yerel çatışmaları körükleyecek mi?
Kürtler ile Şii Araplar arasında Kerkük, milisler ve petrolün geleceğine ilişkin varılan uzlaşma Irakta parçalanmayı hızlandıracak bir sürece dönüşebilir mi? Yoksa, tersi mi geçerlidir?
Şii Araplar arasındaki güç mücadelesi (Muktada Sadr ile hükümette olanlar arasında) güneyde yeni bir istikrarsızlığı körükleyebilir mi? Bunun Irakın toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine etkisi ne olabilir?
ABDnin silahlandırdığı Sünni Araplar, yeniden çatışma çıkaracak bir aktöre dönüşebilir mi?
Türkiye, Irakta iç güvenliği sağlayacak olan teşkilatlara ne gibi bir katkıda bulunulabilir? Bu katkı, Irak ordusunun ulusal çapta yeniden örgütlenmesinde ne ölçüde rol oynayabilir?
Irakta iç çatışmaların yeniden tırmanması olasılığı nedir? Bu faktör Irakta parçalanmayı yeniden körükleyebilir mi? 2006daki parçalanma senaryosunun güçlü olduğu dönemden ne kadar uzaklaştık, nasıl ve hangi koşullarda geri dönülebilir? Çatışmaların yeniden artması Irakın parçalanmasını çabuklaştırır mı?
ABD ile İran arasındaki ilişkilerdeki genel eğilim nedir? ABDnin İrana saldırı olasılığının sürmesi Iraktaki gelişmeleri ne kadar etkilemektedir?
Türkmenler için yeniden yapılanması ihtiyacı var mıdır, Irak siyasetinde önemli bir aktör hâline gelebilmeleri için nasıl bir dönüşüm sağlanmalıdır?
BMnin de devreye girmesiyle Iraklı Kürtlerin 140. maddenin uygulanması konusundaki ısrarlarına rağmen sahada meydana gelen gelişmeler Kerkükte ibrenin bir referandumdan ziyade bir siyasi anlaşmaya varılmasına doğru döndüğünü göstermektedir.
Örneğin, 2005 yılı sonunda yapılan seçimlerde Sünni Arapların yaşadığı birçok bölgede, seçime katılanlara yönelik saldırılara karşı güvenliği sağlamayı yine yerel Sünni Arap örgütleri taahhüt etmişti.
Bu iki grup genellikle bir arada anılmasına rağmen aslında birbirine paralel iki farklı uygulamanın birer parçasıdırlar. Uyanış Konseyi başta Anbar olmak üzere büyük bir çoğunluğu önde gelen Sünni Arap aşiretleri ile ABD arasındaki anlaşmanın bir ürünüyken, Endişeli Yerel Vatandaşlar adı verilen organizasyon daha çok başta Bağdat olmak üzere şehirlerdeki direniş komitelerinden oluşmaktadır. İki grup arasında işgale karşı direniş noktasında bir ortaklık bulunmasına rağmen ideoloji, örgütlenme, liderlik ve siyasi vizyon olarak bir birliktelik bulunmamaktadır.
DoD News Briefing with Lt. Gen. Odierno from the Pentagon Briefing Room, 4 Mart 2008,
http://www.defenselink.mil/transcripts/ ... iptid=4167 Raymond T Odierno,
The Surge in Iraq: One Year Later, 3 Mart 2008,
http://www.heritage.org/Research/Nation ... l_1068.pdfThe Iraqi Displacement Crisis , 3 Mart 2008,
http://www.refugeesinternational.org/co ... etail/9679Tags: Pkk & Northern Iraq