Yazıyı okumadan öce Ordu Neden Hedefte Yazısını okuyun.
---------------------------------------------
- ABD’nin güvenini kazanmış bir “ılımlı İslam temsilcisidir”.
- Washington’ın Ortadoğu politikalarına, “şov yapmadan, en güçlü desteği sessiz ve derinden sağlayan kişidir”.
- Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde Brüksel’in taleplerini bir bir yerine getirirken önde hiç görünmeyen; hatta Tayyip Erdoğan ve Ali Babacan ‘ın kırdığı potları tamir eden insandır.
- İslam Kalkınma Bankası’nda ve örgütlerindeki deneyimini, “İngiltere’de aldığı altyapı ile tamamlayan” kişidir. Hem de Osmanlı dönemindeki Anglo-Arap modeline uyan bir biçimde…
- “Batı’ya güven veren” bir kimlik yanında Sünni Arap dünyasının da bel bağladığı insandır. İngiltere, ABD, Arap üçgeninde önemli bir kişidir.
- ABD’nin üst düzey yetkilileri ve AB kurumları ile “AKP dönemindeki en önemli ve kritik anlaşmalara” imza atan biridir.
- Rand Corporation ‘ın1996′daki Türkiye öngörüsünde, “Tayyip Erdoğan’la birlikte adı geçen insandır”.
- Ve Abdullah Gül 1979′da Sakarya Üniversitesi yönetiminin birkaç aylığına bana tahsis ettiği bir asistandır; 5 Ocak 1982′de İktisat Fakültesi’ndeki doktora jürisinde bulunduğum kişidir, 20 Temmuz 1996′da Başbakan Necmettin Erbakan ‘ı, benim ricam üzerine KKTC’ye ite kaka getiren genç bakandır.
- Yine 1995 ve 1996 yıllarında TBMM’de yaptığı çok çarpıcı konuşmalarda, “Benim AB ve Gümrük Birliği konusundaki değerlendirmelerime tam destek veren bir milletvekilidir”.
Abdullah Gül 1996′daki hali ile kalsaydı acaba;
- Tayyip Erdoğan’la birlikte AKP’yi kurabilir miydi?
- AKP iktidara gelebilir miydi?
- Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olabilir miydi?
- Ve şimdi AKPmin cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenebilir miydi?
Eğer 1996 öncesindeki Abdullah Gül aynen kalsaydı bunların hiçbiri olmazdı. ABD 28 Şubat ile değişenleri kendi tarafına aldı ve operasyonlarını uygulamaya koydu.
Değişmesi gerekirdi…
Bütün bunların olabilmesi için Abdullah Gül’ün değişmesi gerekirdi. Washington’ın ve Brüksel’in taleplerine hiçbir zaman karşı çıkmayan; onların Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki isteklerine boyun eğen bir kimliğe dönüşmesi kaçınılmazdı. Kısacası anti-Amerikancı kimlikten Amerikancı Abdullah Gül’e dönmesi gerekiyordu.
Sanki AKP yönetimince Cumhurbaşkanlığı’na getirileceğini tahmin etmişçesine son kitabımda ona bir bölüm ayırdım. (*) Kendisini enine boyuna inceledim. Onun kimliğinde AKP’nin “serbest piyasa üzerinden İslamcı yapılanmaya geçiş yöntemini” sorguladım.
AB konusunda beni 1995 ve 1996′da destekleyen Gül’ün değişiminin arkasındaki nedenleri gözler önüne serdim. Bunun gerisinde Batı’nın yeni politikalarının Türkiye’yi biçimlendirmek isterken “seçtiği aktörlerin rollerini ele aldım”.
ABD ve AB, Türkiye’yi değil ama Türkiye içindeki oligarşiyi değiştiriyordu. “Siyasal sermaye yanında siyasal İslam, oligarşiye dahil ediliyordu.” Abdullah Gül işte burada sahneye çıkıyor ve bu senaryoda bana göre, “en önemli misyonu” üstleniyordu.
AKP iktidara geldiğinden beri Abdullah Gül Türkiye’nin iç ve dış dengelerinde çok önemli işler yaptı. Medya Tayyip Erdoğan’ı, Bülent Arın ç’ ı, Abdüllatif Şener ‘i konuştu.
Gölgede kalıp saklanan güç ise Abdullah Gül’dü. Batı, işlerini Abdullah Gül ile yürüttü. O medyaya çıkmadı, geride kaldı. Hatta “iyi polis” rolünde oldu; Tayyip Erdoğan, Rauf Denktaş ‘a en ağır sözleri söylerken Gül gidip onun koluna girdi, el ele resimler çektirdi.
ABD’ye büyük ödünler verilirken hiçbir şey yokmuş gibi resim verdi.
Gölgedeki adam şimdi öne çıkarıldı. Washington ve Brüksel memnun; onu çok iyi tanıyorlar ve güveniyorlar; kendilerinden biri gibi görüyorlar. Ilımlı İslam için ideal bir lider.
Üstelik Sünni Arap dünyasında da fiilen çalışmış, kaynaşmış bir kişilik. Bu durum Batı için biçilmiş kaftan, arasan bulamazsın.
Türkiye’de herkes Erdoğan’ı, Arınç’ı, Şener’i konuşuyordu; Ama Batı Abdullah Gül’ü tanıyor ve onunla yüz yüze geliyordu.
Bu sadece AKP liderliğinin değil Washington ve Brüksel’in de seçimiydi. Kulağınızı verip dinleyin bakalım; Batı’ya yakın iş çevreleri ve medyası nasıl el ovuşturacaklar görün… Hepsi Abdullah Gül’ü göklere çıkaracaklar: Türkiye’nin değil ama Batı’nın penceresinden görülen manzara bu…