ACI ACI GÜLMEK

ACI ACI GÜLMEK

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Eyl 30, 2017 22:23

ACI ACI GÜLMEK


Tercüme Hatası:

“Erdoğan, korumaları hakkındaki dava nedeniyle Trump’un üzgün olduğunu söyledi.” yazıldı geçen hafta gazete başlıklarında. Yandaş basın, “özür dilendi” çığlıkları attı. Ertesi günü:

C. Sözcüsü Kalın, özür yok, tercüme hatası oldu.”dedi.

Demek ki, üniversite eğitiminin bile sömürgeymişiz gibi çoğu okulumuzda İngilizce yaptırıldığı, İngilizcenin anaokullarında başlatıldığı, İngilizce yer adları, marka adları çılgınlığının yaşandığı ülkemizde tercüman sıkıntısı var. Seçilip götürülen çevirmen bu kadar büyük bir anlam farkını anlayamıyor, yanlış çeviriyor. Veya herkes istediğini söylüyor...

Bir kaç gün önce, Akdeniz’de, bir yörede (Kaş) koşuldu, gezginciler maratonu gibi bir şey, her yıl yinelenen, İngilizce adlı, tanıtımlı. Yollara yalnızca İngilizce duyurular asılmıştı. Başka dilli bir ülkede gibiyiz. Yanımız yöremiz, sağımız solumuz İngilizce. İşin acısı buna şaşıran yok.

Tacı Alındı:

“Miss Turkey 2017 yarışmasında birinci seçilen Itır’ın kraliçeliği 15 saat sürdü. Tacı, geçen yıl 15 Temmuz’da yazdığı bir “Tweet” yüzünden geri alındı.”

Burada toplumun dikkati, “Bu gün, bizim en önemli günümüz, sakın ha, hafife almaya kalkışmayın, yakarız!”, parmak sallamasına çekiliyor. Yoksa şunu bunu yazdı diye, bir yıl önce suç duyurusu yapılmayan, cezası olmayan çirkin bir yazılı eylem için, hem de on iki saat içinde yarışma sonuçları değiştirilmez. (Yarışma adı da utanç verici, ne o mis bilmem ne?) Yapılan suçsa, zamanında uyarılır, cezalandırılır, yasada varsa bir yeri, böyle bir suçlu (!) yarışmaya sokulmaz. Sokulduysa, kişi önce birinci seçilip sonra yerden yere vurulmaz. (Kızın ne yazdığını da bu arada duymayan kalmadı, en özel durumun, en pis sözlerle ortalık yerde konuşulabileceğini bir güzel öğrettiler.)

Ulusal Bayramların artık okullarla kutlanmayacağının konuşulduğu bu dönemde, 15 Temmuz’a devamlı dikkat çekilecek ki, herkes adımını ona göre ayarlasın! Posta gazetesi magazin yazarı “Şirin”, mesajı almış, kıza bindiriyor: “Bence ülkeyi temsil eden bir genç kız, sadece yüzüyle değil, aklıyla, hareketleriyle de güzel olmalı, nezaketli olmalı.”

“Atatürk Heykeli Atı ile” Kayboldu:

“Karamürsel’deki Atatürk heykeli atı ile beraber kayboldu”.
Kaldırılan, bir yerde atık bulunan, kayboldu denilen, son günlerin bitmez tükenmez Atatürk heykeli haberlerinin en son duyulanı, haberinin başlığıyla da iç yakanı. Ar damarı çatlamışların toplumla alay etmelerinin en son örneği. “Heykel kaybolur mu? Hadi, bizde kaybolur diyelim, o kadar saf olalım, “Atlı heykele” alay edercesine, Atatürk’ün adını önce diyerek, “ atı ile beraber” denilir mi? İki parçalı mı heykel? Değil, Atatürk, Samsun’daki heykelindeki gibi, şaha kalkmış at üzerinde.

Burada da hemen CHP’li üye belediye meclisine soru önergesi veriyor, kendi “saf oğlan”sorularıyla duyanı güldürüyor. CHP bilmiyor mu, bu iktidar tüm bunları bilerek yaptırıyor, ders kitaplarından olduğu gibi meydanlarımızdan da önderimiz yavaş yavaş siliniyor, silinecek...

“Dr. Aşkım”... Hastanesi, Adana:

2010 yılında Adana Devlet Hastanesinin adı bakan kararıyla değişmiş, orada beş yıl başhekimlik yapan, hastanesinde değil, Ankara Başkent hastanesinde kanserden tedavi görürken ölen bir doktorun adı hastaneye verilmiş. İktidar Adana milletvekilinin “Aşkım Bey” arkadaşıymış.

“Aşkım Tüfekçi’yi, hastasını, hastanesini ve vatandaşını seven biri olarak tanıdık.” demiş aynı milletvekili. Hastanenin adını değiştirtirebildiğine göre çok çok başka, dünyaya parmak ısırtan bir buluşun türeticisi (mucidi) mi yoksa bu hekimimiz diyorsun, kendisini herkesten ayıran bir neden bekliyorsun açıklamada. Yok. Her hekimde olması gereken özellikler...

Bu habere, bir araca (veya aracına) mazot koyarken Adanalı bir şoförün (veya tamircinin) olaydan on üç gün sonra öldüğünü bildiren ünlü üçüncü sayfa haberlerinden ulaştım. İhlas Haber Ajansı ile Doğan Haber Ajansı, haberi birbiriyle çelişkili verse de, ölene biri tamirci, biri şoför dese de, bir araca yakıt koyarken bağlantı borusundan hava çeken, bu sırada ciğerlerine kaçan mazottan fenalaşan, günler sonra hastanede ölen, 45 yaşındaki “Pozaray” gerçek. Adana Dr. Aşkım Tüfekçi hastanesinde on üç gün tedavi gördüğünü yazmış yerel haberci Gökhan Keskin. Olay, eğitimsizlikten, bilgisizlikten pisi pisine ölme haberi. Hastanenin adı da son geldiğimiz nokta. Her başhekimin, her değerli hekimin adını hastanelere veriniz o zaman. Durmuş oturmuş hiç bir kurum adı, meydan adı, okul adı, sokak adı, cadde adı, park adı kalmasın. Kime neye konulursa konulsun, “ad” kimliğimiz, bir ülkenin geçmişi, geleceği değil midir? Çağdaş ülkelerde konulan adların neden dokunulmazlığı vardır? Neden oralarda adlar, kurumlar; siyasetçiler, yönetimler değişse de, kuşaklar boyu değiştirilmeden yaşatılırlar?

Ülkemizde bir yere, kuruma, köprüye, okula... ad koymak böyle çocuk oyuncağı oldu artık. İster kurum yarım yüzyıllık olsun, asırlık olsun, ister köprü, kurulduğundan beri aynı adı taşısın, ver buyruğu, al sonucu!

Ne Senaryo ama?

Bağışlayın, uzun süredir, hiç televizyon izlemeyen, “aptal kutusu”nu yaşamından çıkaran biri olarak, “Emrah Serbes” adını hiç duymamıştım. Dün bilgiağında, her yerde bu kişinin haberini görünce kendi cahilliğime (!) şaşırdım. Neleri kaçırıyormuşum öyle? Bu kişi çok önemli ki, her tür yayının başında, muhalefet, yandaş yayın ayırt etmiyor, yayınlanan itiraf mektubu her yerde gözüne gözüne sokuluyor, istersen okuma.

Okudukça da için bulanmasın, elindeyse irkilme.

Son model Amerikan arabasıyla (Chevrolet Camaro) hız yaparken, otoyolda önünde giden sıradan bir ailenin sıradan arabasına çarpan, arabadaki baba ile kızın ölümüne, annenin ağır yaralanmasına neden olan Amerikan taklidi bir polisiye dizinin senaryo yazarının dünkü ortalığı inleten, “Teslim oldu, itiraf etti” haberi bu gün de, tüm gazetelerin ön sayfalarındaydı. Konuya atlamayan kalmamış.

“Kazayı yara almadan atlatan diğer otomobilin sürücüsü Kenan Doğru, gözaltına alınarak polis merkezine götürüldü.”deniyor eski haberlerde. Nasıl sakladılarsa bir hafta boyunca Emrah Serbes’in adı kimseye duyurulmamış. Kenan Doğru adı da bazı gazetelerde Kenan D. şeklinde yazılmış. İyi saklanmışlar. Paranın, gücün açmadığı kapı yok...

Bir hafta sonraki itirafla, olay aydınlanıyor. Sonra, nasıl bir hızla gidiyorsa araç, yağmur çiseliyor diye hızını 130- 140 kilometreye indirmişmiş arabayı kullanan. Ülkemizde yollarda hız sınırlaması yok mu? Almanya’da bile yollarda en fazla 130 kilometreye izin verilirken biz de son model arabalı fiyakalılara her şey serbest mi? O hızla giden bir arabanın önünde siz de olabilirdiniz, olmamanız yalnızca bir rastlantı, daha yaşayacak günleriniz varmış da ondan. Olay tam olarak şöyle:

Bir hafta önce ölümcül kazaya neden oluyor bu ünlü, sorumluluğu yanındaki kişi, iki bin liraya tuttuğu hizmetlisi üstleniyor, tutuklanıp hapse giriyor. Sonra savcılık, arabayı kaza anında bu kişinin kullandığını belgelemek üzereyken, ünlümüz ortaya çıkıyor:

“...Ama oradan günler geçtikçe bu vicdani sorumluluğu kaldıramayacağımı anladım. Savcılığa geldim ve kendim teslim oluyorum.”diyor.

Lügat paralıyor denirdi eskiden yabancı sözleri çok kullananlara, burada İngilizce kıvırtılıyor:

“Kaza esnasında yanımda oturan arkadaşım Kenan Doğru ile birlikte aracın sun roof’undan çıktık ve diğer aracın yanına gittik.” “Sun roof” da ne ki? Biz çok cahil kalmışız çok. Araç araç değil, uzay mekiğiymiş mübarek.

Bu kişinin en garip sözleri de ölenler üzerine:

“Hiçbir şey bir genç kızın hayatından daha değerli değildir.”
Soralım “Elli dokuz yaşındaki babanın hayatı değersiz mi, hız tutkunuz yüzünden ölen babaya bir söz yok mu? Yaralı annenin çektiği, çekeceği acı ne peki?”

Aslında ünlü (!) senarist boşuna korkmuş, üzülmüş. Sinan Çetin’in oğlu, geçen yılın başında, aşırı hızla giderken, son model aracıyla polis arabasına çarpmış, bir polisi öldürmüş, bir diğerini de ağır yaralamıştı, tutukladılar. Ne oldu? Bir punduna getirilip uygun zamanda salıverildi, kimse de hey ne oluyor, demedi.

Yaz Saati:

Gazetelerde (28 Eylül) ön sayfada küçük mü küçük bir boyutta okuduk haberini:

“Danıştay yaz saati uygulamasını durdurdu.”

Çocuğu kışın karanlıkta okula giden bir veli dava açtı demişler ve muştulamışlar:

“Danıştay yaz saati uygulamasını kalıcı yapan kararı iptal etti.”

Okuyan sevindi, okuyan sevindi bu güzel habere, ülkemizin yeniden eski saat ayarına döneceğine, bir hukuk devleti olduğumuzun bu kararla kanıtlanmasına... Kimse aklına, unutkanlıktan olmalı, “Danıştay” kararına karşı çıkılacağı, bu kararın bir kez daha önemsenmeyeceği gelmedi.

Oysa iki gün bekleyeceklerdi. Yanıt dün iktidardan(?) geldi, hem de o biçim:

İktidar partisinin sözcüsü Mahir Ünal, yaptığı açıklamada, "Yaz saati düzenlemesi ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı var. Buna ilişkin bizim pozisyonumuz da sizinle paylaşılacak" dedi.

Toplumu, değişimlere, yıkımlara hazırlayan, güdümlü, korkak basın yayın, görevini yaptı bu arada, sallanan sopayı gördü, özlemlerinden vaz geçerken olasılıkları sıraladı hemen:

“Hükümet, yaz saatinin kalıcı hale getirilmesine dönük yasa ya da KHK ile yeniden bir düzenleme yapmazsa, ekim sonunda bütün dünya ile birlikte Türkiye de kış saatine geçecek, çocuklar karanlıkta okula gitmekten kurtulacak.”

Kutlu Doğum Haftası:

Bu da geçen haftanın duyurusuydu, gazetelerde küçücük puntoyla (boyda) verildi:

“Kutlu doğum haftasının tarihi değişti. Bu yıl kutlamalar 29 Kasım’da.”

Buna gerekçe olarak da, “kutlu doğumun” her yıl 14 - 20 Nisan’da kutlanmasının Fethullah Gülen oyunu olduğu, Gülen’in Nisan doğumlu olduğu yazılmış. Yine doğruyu dememişler. Dinciler, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlatmama, önemini azaltma için yıllarca her şeyi denediler. O günlerde, artık okullarda devletimizin kuruluş gününün (23 Nisan 1920) kutlu bayramı kutlanmayacaksa, Fethullah Gülen haini, cahil, kara yobaz kullanılarak çocuklarımıza aynı hafta yaptırılan okullardaki bu garip (!) törenler son bulabilir, işler normale dönebilir, öyle değil mi? Nasılsa önceki durumu sorgulayan olmayacak...

Kaçmaz Bu Fırsat!

Mersin’de bir imam hatip okulu, okul duvarına Türkçesi bozuk bir anlatımla şu pankartı asmış:

“Mezitli İmam Hatip Ortaokulu sizleri bekliyor. Hem dünyası, hem ahireti için.”

En alta da yazmışlar:

“Ne duruyorsunuz? Kaçmaz bu fırsat!”

Bu dünyanın pazarlanması az gelmiş, artık öbür dünyayı (?) pazarlamaya başlamışlar. Görün bakın, bu suça, laiklik karşıtlığına kimse aldırmayacak. Muharrem İnce’nin, oğlunun düğününde CHP’nin altı okunu (Atatürk ilkelerini), saçma sapan bir istekle, ailenin çocuk sayısıyla özdeşleştirip bu gidişten korkanlarla alay etmesine de takılmayın. Hepsi rolünü oynuyor.
*
Böyle yüzlerce örnek, hangisini yazacaksın, akıl tutulmasına uğratılmışız topluca. Alan da razı, veren de... Televizyon izlemeye, dizilere devam. Çer çöpe para kazandırmaya, sanatçı kılıfında aç gözlü türediler yaratmaya devam... Yunan’ı korumaya devam. Yunanistan’da (25 Eylül) sokak köpeklerinin parçaladığı İngiliz profesörün haberini sakla, oranın turizmini besle, Yunanlıların vatan topraklarına el koymalarına ses çıkarma, bunu onayla... Ülkemizde eski Yunanca yer adlarını kullanmaya, buralar sizin değildi diyen algı karıştırıcı casuslara kanmaya da devam... “En mutlu şehir Sinop” başlığıyla sizlerin dikkatini çeken “BBC Türkçe” adlı yayın, sonra, "Diyojen'in döneminden beri Sinop'ta çok şey değişti. Rumlar gitti, Türkler geldi." desin, kaç bin yıllık Türk yurdunu, tarihten beri Türk olan ülkeni Rum’a yamayıversin.

Barzani’yle oynanan oyuna da inan, geçmişte yapılanları, açılımları, iktidarın geçmişteki Irak, Suriye siyasetini tek tek unut...

Elinde cep telefonunla durmadan konuş, fotoğraf izle, evde dizüstü bilgiyarınla oyna, oyun oynamak için okuldan bilgisayar çalan küçük çocuğa, mükafat olarak yeni bilgisayar hediye eden iktidar vekiline şaşırma, onları alkışla!.. iki şarkı bilen, üstü pembe kürklü, göbeği açık pozunu her gün gazetelerde gördüğümüz liseli şarkıcı “Tilki”yi tüm festivallerinde (şenlik) sahneye çıkart, gençlerin kendinden geçsin, izdihamdan ortalık yıkılsın...

Gazetelerinde, “Fikirler kolay zamanda gelmez!” diyen iktidarın başdanışmanlarından bir bayan, kadınlara bulaşık yıkamanın erdemlerinden, bulaşık yıkarken yapılan buluşlardan örnekler versin... Baş salla, öğren, taklit et... Kadının yeri mutfak, unutma!

Bilecik’te “Şeyh Edebali Kültür Merkezi’nde olduğu gibi, analar babalar, tam tesettürlü kara giyimli bacılar, kültürel etkinlik adıyla yedi aylık bebekleri yarıştırsınlar, otuz bebeği “en iyi emekleyen” yarışına sokarak kültürlerini artırsınlar.

Her gün, bunların bin beterini gör, izle, yaşa...

Olan biteni anlayanlara, bundan acı çekenlere kalansa, ne yazık, yalnızca, acı acı gülmek...

Feza Tiryaki, 29 Eylül 2017
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x