ACI

ACI

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Tem 24, 2015 0:19

ACI


Bu söz, bir zamanların ünlü televizyoncusunun sözleriyle anımsanır:

“Acı var mı acı?” derdi Reha Muhtar. O zamanlar hepimizin gönlündeydi, çok sevilirdi bu sunucu. Anahabercilerin en ünlüsüydü. Daha dinci yobazlar (dini kullanan gericiler) başa geçmemişlerdi, ülkemizde değerler henüz böyle alt üst edilmemişti. Gönüller bölünmemişti, yaşamımız diğer çağdaş ülke insanlarınınki gibiydi; işimizle gücümüzle uğraşıyor, şimdilerde olduğu gibi, bölücü hainlerin kirli oyunlarıyla, yüzsüzlükleriyle, cezasız kalan kırımlarıyla, yobazların Türk devrimlerine karşı işledikleri büyük suçlarla yatıp kalkmıyorduk…

Reha Muhtar, sordum, artık ne şiş yansın ne kebap tarzı yazılar yazıyormuş; eski düşünürlerin sözlerine merak salmış. Ayraç içinde Latincelerini de mutlaka verdiği bu düşünürlerin ünlü sözleri, sevdiği Batılı şarkıcılar, bunların söylediği şarkıların İngilizce sözleri, bir takım hava civa konular, yaşamla ilgili her türden özlü sözler arasında yuvarlanıp gidiyormuş… Arada bir içindeki Yunan sevgisi de kabarmıyor değilmiş hani. Yunanistan’daki halk oylaması üzerine yazdığı başlığı Yunanca “Oxi” (hayır) adlı bir yazısı bile varmış. Onlara bile kafa yoruyor, bizim iktidara, etkisiz, işbirlikçi muhalefete, bölücü pisliklere ise hiç mi hiç dokunmuyormuş. En son 15 Temmuz’da “acı “ üzerine bir iki söz yazmış Vatan’daki köşesinde. Birini çok beğendim. Çiçero (Eskiden dilimize yerleşmiş bir yabancı ad olduğu için bu ad, Reha Muhtar’ın bir yazısında yazdığı gibi Marcus Tullius Cicero olarak değil, okunduğu gibi yazılmalıdır.) demiş:

“Acı tanımamış olmak büyük bir acıdır.” Bunlar da Goethe’den (Göte) :

“Kendi acımız bize başkalarınınkini bölüşmeyi öğretir.”

“Yardıma çağırdığım şey acılardır çünkü onlar dostturlar ve iyi öğütler verirler.”

*

Acı, beş duyumuzdan (görme, duyma, koklama, tat alma, dokunma) biri. Bir tat alma ( tatlı-acı-ekşi-tuzlu) duyusu. Acı, tatlının karşıtıdır. İkinci anlamı, ağrı, sızı, üzüntü, dert… Acı gün, acı söz, gurbet acısı… Acı tatlı günler… Zorlu, etkili, sert anlamına da gelir acı. Acı kuvvet, acı bir rüzgâr…

Acı yemek… Acı çekmek… Acı duymak…

“Acı dil, dinden çıkarır, tatlı dil yılanı deliğinden…” sözüne karşı çıkabilir misiniz, bu günkü iktidarın dini kullanmasına, ikiyüzlülüğüne kızıp dinden çıkanları bir an anımsarsanız…

“Acı acıyı keser, soğuk su sancıyı…” derler.

Ulusumuz şu anda bu durumda olmalı. Her gün öyle acılar çektiriyorlar ki bize, acıya karşı bilenmiş olmalıyız. Evlerinde, yataklarında uyurken başlarına kurşun sıkılarak ölümlerin en kahpesiyle, en insanlık dışı şekilde öldürülen o iki gencecik polisin haberinden sonra ulusça yollara dökülünmediğine, ülkemizde yer yerinden oynamadığına, tüm siyasetçiler yerli yerlerinde olduklarına, kılları kıpırdamadığına, bir de utanmadan ölenlerin ailelerine başsağlığı dileği gönderebildiklerine göre…

Önceki gün de (20 Temmuz), gencecik bir askerimizi şehit ettilerdi. Adıyaman’da terör örgütü askerimize saldırıyor, Müsellim Ünal şehit oluyor, iki askerimiz yaralanıyor. Adıyaman’ın Kömürlü beldesinde, Kürk Derinsu’da, görevdeki askerine hainler ateş ediyorlar. Askerine silah çeken, devletine başkaldıran örgüt, bu kadar azgın, bu kadar korkusuz artık ülkemizde… Vatan görevini yapan askerine artık kentlerde, tüm dünyanın gözü önünde silah çekebiliyorlar. Devletine silah çekenler anında yakalanıp, yapanlara ders verileceğine, yürüyüşler, karşı duruşlar gösterileceğine, tek ses olunup teröristler, onların işbirlikçi yandaşları yaptıklarına yapacaklarına pişman edileceğine, örgütün iç yüzü duyana duymana, bilene bilmeyene gösterileceğine, hiçbir şey yapılmıyor. Toplum bu acıya katılsın, acıları yüreğinde duysun, acılar birlikte yaşansın, yapanlar lanetlensin istenmiyor…

Şehit Müsellim Ünal, 23 yaşındaymış. Kayseri’nin Develi ilçesinden. Müsellim, geçen yıl askerliğini yapmış, askerliğini bitirince de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uzmanlık için başvurmuş. Hataylı Uzman Onbaşı Tanju Gülen, Başçavuş Yunus Vatandaş da bu saldırıda yaralanmışlar.

Müsellim Onbaşı’nın (Jandarma Uzman Onbaşı) babası acı haberi aldığında haykırmış:

“Allah’ım, bu nasıl acı!” Yaktın beni oğlum! Ben bu acıya nasıl dayanacağım?” Sonra yüce gönüllü baba şunları demiş:

“ Kimseye verme yârabbim (ya Rabbi) böyle bir acıyı!” Evlat acısıyla içi yanan baba, şehit oğluna da, umarsızca sızıldanmış:

“ Oğlum ne yaptın? Kolumu kanadımı kırdın!”

Aynı örgütün üyelerinin kurduğu partiden bir tek kişinin bile can vermediği, bilinmezlerle dolu, oyun içinde oyun olan bir de patlama oldu aynı bölgenin yakınında (Suruç) geçen gün. Bu bölücü, ayrılıkçı, PKK terör örgütünün başına liderimiz diyen partinin (HDP) üyeleri, elleri yukarda iki parmaklarını ayırarak, zafer işaretleriyle cenazeleri almışlar. Saldırıda ağır yaralanan bir kadın bile ameliyatından sonra resmini çekenlere eliyle aynı işareti yapmış. Neyin zaferiyse bu, yayılmacı ülkelerin emelleri uğruna, ülkemizin bölünmesi için, kötülüğü için, çıkarlarına karşı yapılan bir eylemde pisipisine gelecek bir ölümden kurtulma nasıl zafer sayılıyorsa? Aldatılmanın zaferi olur mu? Neyin zaferiyse bu, canlı bombayla toplu öldürmede, can almada, can yakmada elde edilen kazanç neyse? Kandırılmış gençlerin yanında, kandırılmadan, bölücülere yardım ettiklerini, Türk vatanına, bütünlüğüne, sınırlarına, geleceğine ihanet ettiklerini ama öleceklerini bilmeden toplanan gençlerin topluca kırımı, bölgedeki Arap ülkelerinin düştüğü kanlı bataklığa çekilme ne zaferiyse?..

Tabutları bu kurbanların, kırmızı parlak renkli bir şeyle örtülmüş. Naylon mu, bez mi, kâğıt mı anlaşılmıyor. İlk bakışta ay yıldızı kapanmış görülmeyen bir Türk bayrağı sanıyorsun bu renkli örtüyü, bezi, her neyse onu… Daha dikkatli bakınca görüyorsun ki bu kırmızı rengin üstündeki beyaz, ad yazılı büyük boy etiketlerin beyazı, bayrağımızla uzak yakın bir ilgisi yok… Kimi cenaze de zaten açık açık PKK terör örgütünün simgeleriyle götürülmüş.

Acı sakız gibi yapışırmış…

Dün o iki gencin öldürülüşünden beri acıları içimde. Bir anda 2011 Temmuz’una döndüm, “Yüksekova’da iki şehit ”haberini, kapıları önünde enselerinden vurulup kanlar içinde yatan sivil giyimli iki askerimizi anımsadım…

Çatışmada şehit olmak, savaşırken ölmek başka. Vatanın, ulusun için canını veriyorsun, hainin pis kurşunundan kaçamıyorsun… Seni devletin o hainlerden korumuyor; hainleri ortalığa salıyor, onlarla masaya oturuyor, ülkenin geleceği üzerine haydutlarla, eli kanlılarla, insanlığını yitirmişlerle pazarlık yapıyor, hainleri azdırıyor… Ne kadar acı da olsa böyle ölümün avuntusu var:

Yurdun, ulusun için, ülken için elinde silahın çarpışırken canını vermek… Şehit olmak…

Diğer durumda, sırtından vurulmak, eli kolu bağlı, uyurken öldürülmek, ölen için de, kalan için de acıların en büyüğü olmalı.

Kendinizi onların yerine bir an için koyunuz. Görevli bir polissiniz. Zırhlı araç eğitimi alacaksınız, yakında bunun için bir seminere gideceksiniz, görevinizi severek yapıyorsunuz, gençsiniz, güçlüsünüz, gelecek umutlarınız var… Seneye evleneceksiniz, dünya evine gireceksiniz… Yurdumuzun en güzel adlı yörelerinden birine, Ceylanpınar’a gönderilmişsiniz. Bir zamanlar buralar örnek devlet çiftliğiyle, verimli çok büyük tarım topraklarıyla, yetiştirdikleriyle ünlü bir yerdi. Sınırdaki mayınların kalkmadığı, terör örgütlerinin sınır ötesine değil yerleşmek, ayak basamadığı, Suriye sınırının mayınlarla korunduğu yılların örnek üretim bölgesi, ülkemizin göz bebeği olan bir çiftlik yöresi…

Bir ara buralar, sınırı temizleme karşılığında bu iktidarın başınca, Yahudi devleti İsrail’e, İsrail vatandaşlarına uzun yıllar ekip biçmeleri, belki de bir daha hiç geri vermemeleri için peşkeş çekilecekti. Olmadı, ulusumuz buna izin vermedi, sonra buraları kendi ordumuz kendi eliyle çarçabuk temizledi, bilmeden teröre açtı…

Buraya atanan iki genç polis. Biri Niğdeli, 21 yaşındaki Okan Acar, diğeri Kırşehir, Kaman’dan Feyyaz Yumuşak, 25 yaşında. TOKİ’nin yaptığı evlerden birinde üç polis arkadaş oturuyorlarmış. Evler dandik. Eften püften. Binanın çevrili bir bahçesi, giriş kapısı bile yok. Güvenlik, bekçi, kapıcı, koruma hak getire…

Dün, “Pekakalılarca (pkk terör örgütü)” evlerinde şehit edilen polisler” diye veriyor haberini Doğan Haber Ajansı Haber Türk’te bu polislerimizin. Bir de diyor ki muhabirleri: “Güvenlik nedeniyle polisler işe zırhlı araçlarla gidip geliyorlardı.” Madem öyle, katillerin nereden girdikleri bile anlaşılmayan bu korunaksız ev ne peki? Polisin güvenliğini sağlamak, onları korunaklı evlerde, güven içinde barındırmak o kadar mı zor? Okan Acar’ın burası ilk görev yeri. Muhabir (Ahmet Yakup) olayı anlatamıyor, duyduğu üzüntüden, gördüğü cinayetin korkunçluğundan olmalı, Türkçenin başını gözünü yarıyor:

“Meslektaşları eve geldiklerinde yataklarında enselerine kurşun sıkılmış halde infaz edildiğiyle karşılaştı.”

Cenazede anne gözyaşları içinde acı gerçeği haykırıyor:

“Dağlarda hayvan gibi yaşayanlar yirmi yaşındaki oğlumu şehit ettiler!”

Sonra ekliyor: “Hakkımızı helal etmiyoruz!” Cenazede toplanan binler iktidara, iktidar partisine ileniyorlar. Kimi yuh çekiyor… En sonra, terör örgütünü lanetliyorlar…

Pekaka terör örgütü, sözde, bu yataklarında uyuyan genç polisleri yine bir terör örgütünün üstlendiği Suruç’taki intihar saldırısına karşılık olarak öldürmüş. Kanlı örgüt böyle açıklamış cinayetini. Bu açıklamayı duymayan kalmamıştır. İnsan olan, bunu duyduğunda ne yapar? İçi acıyla dolmaz mı? Huzuru kaçmaz mı? Kendini de bir şekilde bu olanlardan sorumlu görmez mi?

Öldürülenlerin yerine kendinizi, bir yakınınızı koyunuz. Bir an bile dayanamıyorsunuz, düşüncesinin acısı bile yetiyor, yakıp kavuruyor yüreğinizi değil mi?

Reha Muhtar gibi soralım duygusuzlara, terör örgütünün partisinin arkasından gidenlere, terörist başının resmiyle İstanbul sokaklarında yürüyüş yapma cüreti gösteren utanmazlara, yasa tanımazlara, yasaları uygulamayanlara, bunları koruyup kollayan sanatçı bozuntularına, kendini yazardan sayan vatan hainlerine, bölücülere, eli kanlılara arka çıkan sözde solculara, gamsızlara, vurdumduymazlara, çıkarcılara, vatan satıcılarına:

“Acı var mı acı?”

En güzel başsağlığı dileklerimizden biridir:

“Tanrı acınızı unutturmasın!”

Uzağı göremeyen, görmek istemeyen, bilerek görmeyen, kendi erki, gücü, emelleri, çıkarı için terörü kullanan siyasetçiler eski acımızı unutturuyor, acımıza yenilerini ekliyorlar…

İşte yeni acı sırada. Demin duyuruldu:

“Son dakika haberi. Diyarbakır’da polise hain saldırı. Saldırıda bir polis şehit edildi.”

Feza Tiryaki, 23 Temmuz 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x