
Ad, varlıkları tanımlayan sözlere denir.
Ad, varlıkları tanıtır, anlatır, anımsatır, birbirinden ayırır. Ad sözü, Türkçe ses kuralına uymayan birkaç sözcükten biridir. Türkçede “ b, c, d, g” sesleri sözcüğün sonunda bulunmaz. Sesteş birkaç söz (at- ad, ot- od, saç- sac…) bu kuralın dışındadır. İsim, adla eş anlamlıdır, Arapça kökenlidir. Dilimizde ad sözü, bütün devlet işlemlerine girmiştir.
Sınav kâğıtlarında ilk soru: “Adı, soyadı.”
Bir başvuru kâğıdı dolduruy...orsunuz: “Adı soyadı.” Evli kadınsanız, sorarlar: “Kızlık soyadınız?” Mahkemede: “Adınız, soyadınız? Baba adınız? Anne adınız?”
Sorarlar: “ Adın ne?” “Adınızı bağışlar mısınız?”
Biriyle tanıştığınız da, önce adınızı dersiniz. Karşınızdaki de elini uzatırken adını söyler. “Ben…” Meslekten, sandan önce adınız gelir. Adınızla varsınız, adınızla diğerlerinden ayrılırsınız.
Çocuk doğdu, ilk konulan, adı. En çok unuttuğumuz sözler, başkalarının adları…
Gizlersen bir olayı, “Adlı adıyla söyle!” denir.
Hepimizin bir adı olduğu gibi, her dilin, her ülkenin, her yerin, her kurumun, kuruluşun, daha bunun gibi her kitabın, gazetenin, yerleşimin, engebenin, gölün, ovanın, dağın yaylanın, gökteki gök cisminin adı var. Bunlar tek olan varlıkların adıdır. Özel ad. Hayvanına ayrıca bir ad takmışsan hayvanın da özel adı olur.
Bunun dışında aynı türden varlıklara ad olan sözcükler de vardır. Tür adları: Balık, meyve, bitki, öğrenci, çocuk, ırmak… gibi. Topluluklara verilen ad, topluluk adı: Ordu, meclis, dernek, sınıf, çete, örgüt…
Varlıkları duyularımızla algılayabiliyorsak ( insan, ağaç, ev, kitap, çiçek, deniz…), bunlara somut ad, kavram olarak adlandırmışsak (akıl, sevgi, ülkü, korku, iğrenme, öfke, yiğitlik, bağımsızlık, hayvanlık…), akılla buluyorsak, bunlara soyut ad deriz. Ayrıca varlıkların adları, tek, çok oluşlarına göre, tekil, çoğul ad olur: Kuş, kuşlar, yiğit, yiğitler…
Özel adlar bile çoğul olabilir yerine göre: Türkler, Mustafa Kemaller, İzmirliler, Selçuklular…
Türkçede özel adlar, büyük harfle başlanarak yazılır. Tür adları küçük harfle yazılır.
Yabancı dillerde böyle değildir. Bu, Türkçemizin kuralıdır. Özel adlar hem büyük harfle başlar , hem de ek aldıklarında yukardan kesme imi ile ayrılırlar:
Atatürk’ü, Türkiye’ye, Akdeniz’de, İzmir’den… Bu kurala uymayan adlar, dil adlarıdır. Dil adları ek alınca, ek, kesme imiyle ayrılmaz. Türkçenin, İngilizcede, Fransızcayı, Almancası… gibi.
Ayrıca dilimizde, adlarda birkaç söz dışında dişilik- erillik(erkeklik)ayrımı yoktur. Han ( Türk beyi, hanı, sultanı), Hanım ( Hanın eşi, sultan). Sultan yine hem erkek hem kadının sanı olabilir. Kadın erkeği, adların sonuna eklediğimiz bey, hanım sözleriyle ayırırız. Kız kardeş, oğlan kardeş( erkek kardeş) , ağabey, abla, amca, hala, teyze, dayı, yenge, enişte… sözleriyle de cinsiyetler belirtilir. Hayvanlar erkek- dişi diye ayrılır. Bazıları ayrıca adlandırılır. Koç (erkek), koyun (dişi). Küçültme ekiyle de özel ad olur. Mehmetçik, Ayşecik.
Kişi adları bir toplumun aynasıdır. Hem toplumun durumunu gösterir, hem kişinin hangi topluma ait olduğunu gösterir.
Türk müsün değil misin önce adından anlaşılır.
Türk adını gören, aynı zamanda o adın Müslüman adı olduğunu da bilir. Bu iki kavram birbirinden pek ayrılmaz. Dünyada zihinlere böyle yerleşmiştir.
Arapça bir adla Türkçe ad kesin bir şekilde ayrılır. Mehmet nerede, Muhammed adı nerede?.. Arapça kökenli adları biz Türkçeleştirmişiz. Fatıma, Fatma olmuş. Fadime, Fadik, Fatoş… Âmina, Emine. Âişe, Ayşe…
Halkımız dilini, çocuklarına verdiği adı, başka dillerden korumak için öyle önlemler almış ki şaşar kalırız. Yoksa Arap aylarından, hem de en kutsallarından birinin adı bizde niye aptal, saf anlamına gelsin? “Şaban.” Bu adı duyan gülümser hemen. Mahkemelere de gidenler varmış, hep duyarız, bu adını değiştirmek için.
Adımızı bize başkası koyar. Anamız, babamız, bir yakınımız… Bu adı ölene dek taşırız, adımız kimliğimizdir.
Yaşadığımız yörelerin yer adları da, ülkemizin kimliği.
Hıristiyan adları, yabancıların adları birbirlerine benzer. Aynı adı Alman da koyar, İngiliz de, Fransız da, Rus da… Çoğu kez yazılışları bile birdir bu adların.
Türk’ü kesin olarak yabancılardan ayıran ilk özelliği adıdır. Dinsel kökenli adları (Arapça) olanlar bile, Araplardan kesin olarak adlarının söylenişiyle, yazılışıyla hemen ayrılırlar.
Bölücüler amaçlarına erişmek için dili kullanıyorlar. Diyarbakır kentimize bunlar inatla başka ad derler. Biliyor musunuz o dedikleri ad hangi dildendir? Şaşırmayın: Arapça. Arapça, Farsça, Türkçe sözleri karıştırıp harman etmişler, alın size Kürtçe demişler…
Birbirini anlamayan beş- altı ağzı birleştirip tek bir dilcik yapma savaşında şimdi bunlar. Kuzey Irak’ta konuşulanla aynı olacak ki, bölünme kolaylaşsın, kendine bir yol bulsun…
İki binli yıllardan önce devletimiz adımızı korurdu. Her isteyen her istediğine istediği adı veremezdi. Başka dilin, başka dinin adı nasıl bir çırpıda belli oluyorsa, bizim adımız da öyleydi.
Yurtdışında konsoloslukların ellerinde ad listeleri olurdu. Oralarda doğan çocuklara bu listede yazmayan adı veremezdin. Gönlüm istedi diye örneğin Alman adı, İngiliz adı koyamazdın.
Adımızın kimliğimiz olduğunu, devletimiz de bilirdi, halkımız da bilirdi…
Adımızda, ad verdiğimiz yerlerde, dilimizde olmayan harfleri bir özentiyle, aymazlıkla, ihanete ortak olarak ( w, x, q) kullanmazdık. Dilimizin kurallarına göre adımızın son harfi “b, c,d, g” olamazdı.
En çok şaşırdığım örnek şu: Şarkıcı bir kadın, çocuğuna “Mia” adını katmıştı. Kendi adı Türk, eşinin adı Türk. Çocuğu Mia. İngiliz’in, Amerikalı’nın tipik bir adı. Latince, Yunanca adları bilmeden katan katana son yıllarda. Bir otun adı aldı başını gidiyor… “Ada” denilince sanılıyor ki bu bildiğimiz ada. Yunan’ın adı değil. Köylü kadın, çocuğuna böyle bir ad takıyor. Yunanca. Bir başkası bilmeden İbranice ad koyuyor. Soruyorsun neden? Beğenmiş, televizyonda dizide duymuş. Falanca artistin kızının, yok oğlunun adıymış… Eskiden yapılamayan, su yüzüne çıkmayan her şey şimdi ortalık yerde… Çekinmeden bir İtalyan adını, Romalı adını sanatçı kılıklı kişi çocuğuna veriyor.
Büyük Türk Ulusu’nun önünde yemin ederek milletvekili olan bir kişi (BDP’li)Türkçe alfabeye bu yabancı harfler de eklensin diye yüce Meclis’e teklif bile götürebiliyor.
Türkçenin ölüm fermanını veriyor. Öyle, suskun bekliyoruz. Devlet kapanın elinde mi yoksa? Nerede sahibi? Milletvekilleri kimin vekili?
“Kaldır parmak, indir parmak, kabul edilmiştir!” denince göreceğiz asıl o zaman Hanya’yı Konya’yı! O andan sonra geri dönüşün artık olanaksız olacağını… Trenin kaçacağını, dilimizin öldürüleceğini… Çatır çatır temellerimizin sarsılacağını… Vatanımızın altımızdan kaydırılma hamlesini görmeyenler de görecekler o zaman…
En acar CHP’li vekil (Muharrem İnce), Kürtçe(?) seçim çalışmaları, konuşmaları yapılabilsin diye bölücü vekillerinden bile ileri giderek Meclis’e teklif veriyor. Buna kimse şaşmıyor.
İşyerlerine, ürünlere, markalara, yerlere son yıllarda verilen adları da sayarsak, ne durumlara düşürüldüğümüzü, oyunun büyüklüğünü daha bir iyi görürüz…
Başkent Televizyonu (Kanalb), ara doldururken Bursa’ya bağlı bir yeri gösteriyor iki günde bir: “Bursa –Trilye” yazmışlar yayının kenarına. İçişleri Bakanlığının kararı ile Türkçe adı kaldırılıp Yunanca ada döndürülen yerleşim yerimiz: “ Zeytinbağı” buranın asıl adı.
Neden her akşam ama her akşam bu iç acıtan Triyle adı karşımızda?
Orada oturduğunuzu düşünün. Zeytinbağı demek nasıl, Trilye demek nasıl? Kendi dilinden olmayan bir yerdesin. Vatanında gurbettesin. Gelen Yunan’ın orada sana nasıl bakacağını bir düşün… Yunanistan’da bir tek Türkçe ad bulabilir misin arasan?
Ya adlarını doğru düzgün yazmayanlar?
Adını yadsıyanlar?
Adlarındaki özellikle “I” sesini önemsemeyenlere, “Ç”, ”Ğ”, “Ö”, ”Ş”, ”Ü” seslerini görmeyenlere ne demeli?
Adını bilerek isteyerek yanlış yazan yazana…Taşkın’ı Taskın, Gürbüz’ü Gurbuz, Hüseyin’i Huseyyin, Hülya’yı Hulya… yazan var. Yalçın, Yalçin, Işık, İşik olmuş. “Ş”yi “ch” “sch” ile yazanları, “K” harfimizi, “H” harfimizi “q” ile yazanları, “V”yi “w” yapanları saymıyorum bile… Koskoca gazete adını Haber Turk diye yazıyor. Bunu hep yazıyorum, bir türlü alışamıyorum.Türk’e Türk diyemiyor, Türkiye’de Türkçe gazetesine Türkçe ad koyamıyor. Buna izin veriliyor. Halkımız da bunu, paşa paşa parasını verip alıyor.
Dün Hürriyet’te bir başlık. Ana başlık. Nereden bakarsanız bakın habere, yorumu içinde:
“ Beren’in canı çok sıkıldı.”
Bir yatak çarşafı markası, ülkemizde ürettiği ve ülkemizde sattığı ürünlerine şu adları vermiş: “Emanuel-Letya gri” “Alanis – Frappe- Deborah kırmızı”” Glory- Ranforce mavi” “Grenda - Lilyum lila” “Dolce kahve” “Felicita siyah” “Serilde turkuaz”…
Aslında yataklarımıza, koynumuza giren bizi saran bu bezler değil, bu bezlerin adları. Tıpkı uyurken İngilizce öğretmeleri gibi, beynini satışa çıkaranlara…
Yabancı adlarla koyun koyunayız. Topraklarımız satışta, kıyılarımız yabancıların ellerinde… Dilimiz orta yerde…
Terörist, ana haberlerde, baş köşede. Evimizin içinde. Bir de bunun özellikle seçilmiş, üstünde oynanmış resimlerini bulup, uydurup habere koyuyorlar. Mavi yakalı gömlek. Sırıtıp sırıtmama arasında bön bir surat… “Bak, bu katil değil, melek, can kıyıcı azılı katil başkası…”
Dilimizi evirttiler, çevirttiler bir caninin kaldığı hapishanenin yerini, bir san (ünvan) adına döndürdüler: “İmralı Heyeti”.
Millîyetçi partinin başının adıyla da bir haber başlığı:
“Meclis’e gelsin, kürsüden konuşsun!” Kime bu söz? Terörist başına! Hepsi aynı. Hepsi oyunun bir parçası.
Yine Türk gazeteleri, Türk haber ajansları, bölücünün, yayılmacı küresel çetenin diliyle ad veriyor bazı oluşumlara:
“Irak kürdistanı” nın Türkiye sınırı. Bak bak! Sanki bu adla tarih boyunca bir yer, bir devlet adı olmuş gibi… Hem de bu oluşumun bir çok bölümü varmış gibi. Bu, Irak bilmem nesi… Eee, gerisi nerede? Ülkesini gözden çıkarmış, vatanını satmış bir gazeteci olursan tam da böyle yazarsın bu haberi. Ne eksik, ne fazla…
Katil başının terör örgütü, Türk devletine tutanak tutturarak, kaçırdığı Türk devlet görevlilerini geri vermişmiş sınırın bilmem neresinde. Bunu derken dediklerine bakın şeytanın!
Böyle ilanlar da konuyor köşeye bucağa:
“Fırsatlar ülkesi Türkiye”
Koşun yağmalayın denilen, bugün Fransa’da açılışı yapılan gayrimenkul fuarında onur konuğu ilan edilen, orada bir de horan teptirilen Türkiye!
Türkiye son on yılda çok değişmişmiş, İstanbul’un AKP’li başkanına göre. İstanbul yenileniyormuş…
Fırsat bu fırsat deyip, dilimize, algımıza, kimliğimize saldıran saldırana!..
*
Ad deyip geçmeyin. Ad çok önemlidir.
Türk Ulusu, çocuklarına verdiği adı çok önemser. En beğenmediğiniz , ulusalcılıkla bir ilgisi yoktur onun dediğiniz kişi bile, bir yabancıyla evlendiğinde, dikkat ediniz, mutlaka çocuğuna Türk adı koyar. Her şeyinden vazgeçer adından geçmez. Ne yapar eder, daha evlenmeden çocuğunun adını güvenceye alır.
İşte bizim en önemli özelliğimiz olan adımız artık tehlikede!
Sanmayınız, “Türkiye’nin Anayasası”nda yalnız Türklük tehlikede!
Adımız da tehlikede. Hem de her zamankinden daha çok tehlikede!
Adımıza göz diktiler.
Adını koyalım yapılanların. “Adı batasıcalar” adımıza karışıyorlar. Türk’ün adı bile okunmayacak Türk ülkesinde, böyle giderse, yalnızca adımız kalacak geride… Adı sanı belirsiz bir kalabalık olmamız isteniyor.
Adımızı bozacaklar!
Adsız kalacağız!
Feza Tiryaki, 13 Mart 2013
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1631181354469