Adaleti Yasaklayan Yasa

Adaleti Yasaklayan Yasa

İletigönderen Selçuk Tınaz » Sal Oca 24, 2012 21:40

Fransa'da adalete karşı çıkarılan yasa, sırayla ateşin üstüne koyulan ithal malı tencerelerimizin içindeki en alaminüt ve en bayat yemeklerden biri olan Ermeni temcit plavını, yeniden ısıttı.

Daima mantıklı düşündüklerine inanan Batılılar, iş bizimle ilgili olunca, nedense bu konuda hiç özen göstermiyorlar.

Aslında bu işte, en mantıksız insanın bile anlayabileceği çok basit bir denklem var ; "SOYKIRIM OLSAYDI, TEHCİR OLMAZDI". Çünkü Ermeniler zaten Türkiye'de yaşıyorlardı. Tehcir'e gerek yoktu.

Sırf bize şantaj yapma imkânını elinden kaçırmamak için, "Yahudiler bütün Avrupa'da yakalanarak, soykırım niyetine fırınlarda yakılmak üzere trenlerle Almanya'ya götürülmüşlerdi. Ermeniler ise, Anadolu'nun dışına atılmışlar. Neden ? Zorunlu Göç, soykırım istikametinde gitmemiş. Bu işte bir terslik var !" şeklinde, doğru bir mantıkla düşünmek istemiyor Batılı.

Avrupalıların soykırım ustası olduklarını herkes bilir. O tarihte Anadolu'da çok sayıda Alman subayı vardı. Amaç soykırım olsaydı onlardan rica ederdik, en mükemmel biçimde uygularlardı. Hem, gözlerinin önünde örnek de vardı. Fransızlar ve Ermeniler, Türklere soykırım yapmaktaydılar zaten.

AMAÇ, SAVUNMASIZ TÜRK AİLELERİNİ, SAVAŞ ZAMANI DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPAN ERMENİLERDEN KORUMAKTI. Kimsenin alnında "Hain" yazmıyordu ve savaşın ortasındaki Türkiye'nin masum Ermenileri hainlerden ayıracak zamanı yoktu. Bu yüzden, bütün Ermenilerin Anadolu'dan uzaklaştırılmalarına karar verildi.

Ölüm kalım mücadelesi içinde olmadığımız zamanlarda, suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırabilecek bilinç ve olgunluğa sahip olduğumuzu gösterdik. Batılılar, çok büyük çaba sarf etmelerine rağmen bu ülkede devletin ve halkın gözünde, Kürtlerle PKK'lıları özdeşleştirmeyi başaramadılar.

Her suç affedilebilir ama, bütün dünyada olduğu gibi bu topraklarda da affedilmeyen tek suç, ihanettir.

Dünyanın her tarafında hayati derecede önemli ve gerekli görülen bu kural Türkiye'de, Ermeniler için manevi olarak bozularak, onlara çok büyük bir ayrıcalık-iltimas yapılmıştır.

Batı kültüründe böyle bir manevi af mekanizması olmadığından, Batı eğitimiyle yetişmiş bazı insanlarımızın bugün işin farkına varmaları, önemini hatta anlamını kavrayabilmeleri çok zor oluyor.

Binlerce yıllık uygarlığımıza dayanan görgü, bilgi, tecrübe birikimi ve kültür farkımız sayesinde bu akılcı davranışı gösterebildik. Uzun bir süredir birlikte yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz insanlara, nesilden nesile miras olarak aktarılacak suçlar yapıştırmak yerine, gelecek nesillerin, geçmişin travmaları altında ezilmeden ve onlardan kaynaklanacak kin, nefret, intikam gibi duyguların yaratacağı farklı muamelelerle hiç karşılaşmadan, eşit vatandaşlar halinde dünyaya gelip, normal bir hayat sürmelerini sağlayacak yolu tercih ettik.

55 senelik hayatımın çocukluk yıllarında Ermeniler, işledikleri vahim suçun ağırlığı altında ezilirken, bir de elde ettikleri bu, dünyada eşi ve benzeri olmayan manevi af nedeniyle büyük bir mahcubiyet ve utanç duymaktaydılar.

Canlı izlediğim bir televizyon programında Hrant Dink, o günlerle bu günlerin farkını çok güzel özetlemişti ; "Toplum içinde suçlu psikolojisiyle ezik ve başım öne eğik dolaşmaktan, Türklere yapılan soykırım suçlaması sayesinde kurtuldum. Şimdi, gençlik yıllarımın acısını çıkarıyorum "

Böyle sözler söylediği için öldürüldüğü iddia ediliyor ama, biliyoruz ki bizim kaderimizi tayin etme hakkını kendilerinde gören bazı ülkeler, uluslararası alanda Türkiye'nin kendi iyiliğini düşünmesini engellemek amacıyla her çeşit silahı kullanmaktan geri durmadılar hiçbir zaman.

Bu tür siyasi cinayetlerin arkasındaki gücü bulabilmek için, sonrasında olayın, kimler tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığına bakmak lazım daima.

O günlerde Türkiye Cumhuriyeti, ABD ve İngiltere tarafından işgal edilen Irak ile ilgili, anlaşmalardan doğan haklarını hatırlamış, TBMM'inde kapalı toplantılar yapmaktaydı.

Cinayet işlenir işlenmez, ellerinde önceden hazırlanmış dövizler ve posterlerle toplanmış grupların derhal olay yerine sevk edilmeleri, onlara devlet aleyhine sloganlar attırılması ve CNN ile BBC televizyonlarının uluslararası yayınlarına hemen ara vererek, stüdyolarda bekleyen uzmanlara Türkiyeyi suçlayıcı ve önceden hazırlandıkları çok belli olan yorumlar yaptırmaları, dikkat çekiciydi.

Çocukluğumda, Osmanbey'de oturan dayımın çok yakın arkadaşı olan bir Ermeni ve ailesiyle çok sık görüşür, yılbaşı gecelerinde aynı evde toplanıp, yeni yıla birlikte girerdik. Benim yaşımda ilkokulda bir kızları olan bu Ermeni dostlarımızı incitmemek için, tarihi konuları açmamak kuralıyla büyüklerim tarafından sıkı sıkı tembihlenirdim.

Herkes her şeyi bilirdi. Ermenilerin, Avrupalılar ve Amerikalılar tarafından isyana kışkırtılmaları ve silahlandırılmaları. Oluşturdukları çetelerle erkekleri cephede savaşan savunmasız Türk köylerine baskınlar düzenleyerek, askerlerimizin annelerini, babalarını, eşlerini ve çocuklarını katletmeleri. Askerlerimizin bu şartlarda savaşamayacağını gören müttefikimiz olan Alman Genelkurmayı'nın, Ermenilerin Anadolu dışına çıkarılıp, Türk köylerinin uzağına götürülmelerini düşünmesi sonucunda zorunlu göç eden bazı Ermenilerin ölmeleri ve savaş zamanı düşmanla iş birliği yaparak vatan savunmasını engelleyen silahlı Ermeni çetelerine karşı verilen mücadele, yediden yetmişe bütün toplumun bildiği olaylardı.

Şark Kurnazlığından haberdardık ama, Batı Sahtekârlığı okullarımızda ders olarak okutulmadığı ve entelektüellerimiz de bu konuda şike yaptıkları için, Ermeniler ile birlikte yaşamaya devam etme konusunda aldığımız olgun, uygar ve akılcı kararımızın, ileride, bizim sözde suçluluğumuzun delili haline sokulmak istenebileceği, hiç aklımıza gelmemişti.

"Türkiye'de bunları konuşmak yasaktı, o yüzden bilmiyordum. Amerika'da öğrendim" diyebilecek derecede, utanmazlıkta sınır tanımayan beyaz saçlı profesörler bile gördük bu tezgâhın içinde.

Bu konuda soğukkanlı davranma telkini yapılmasını tehlikeli ve sakıncalı buluyorum. O davranış tarzının, suçluluk olarak tercüme edilen bir pasifliğe dönüştüğünü defalarca gördük.

Yazdıklarını ve konuştuklarını geniş kitlelere ulaştırma imkânına sahip insanlarımızın tarihi gerçekleri yazma ve söyleme ihmalkârlığı göstermeleri, fesat sahiplerine ve onlarla iş birliği halinde olan içimizdeki hainlere meydanı boş bırakıyor. Şimdi artık gerçekçi düşünüp, gerçekçi politikalar uygulama zamanıdır.

Uluslararası mahkemeler Batılıların ellerinde oldukları için, hiç düşünmemiz gerekir. Hele bazı emekli diplomatlarımızın önerdikleri gibi onlara gidip de "Efendim, o tarihte henüz yasalarda soykırım diye bir tanım yoktu..." şeklinde komik bir savunma yapmaya kalkarsak, çok sevinirler. Çünkü hukuken ne anlama gelirse gelsin, bu ifadenin Batı'da nasıl tercüme edileceğini tahmin etmek zor değil. "Biz bu suçu işledik ama, o zaman bir adı yoktu. Dolayısıyla, ne yaptığımızı bilmiyorduk !!!" demiş olacağız.

BU KONUDA HİÇ AMA HİÇ VAZGEÇMEMEMİZ GEREKEN TEMEL DURUŞ, İFTİRA ŞEKLİNDEKİ HİÇBİR SUÇLAMAYI KABUL ETMEMEK OLMALIDIR.

Dikkat ederseniz, içimizdeki hainlerin de en çok şikâyet ettikleri konu budur. Biz kararlı bir şekilde dik durup iftiraları kabul etmeyince, fesat sahipleri planladıkları öteki adımları atamıyorlar.

Eğer hükümetimiz de "BATININ İPİYLE KUYUYA İNEN, ORADA KALIR" kuralını unutup, uluslararası mahkemelere gitme taraftarı olanlara inanırsa, bu hatayı yaparak hepimizi Sırp Kasaplarının ısıttıkları sandalyeye oturtmadan önce, o mahkemeleri bir sınavdan geçirmek çok yararlı olur ;

Uluslararası hukukun yaptığı soykırım tanımı, Alasya'da (Kıbrıs) Rumların Türklere karşı işledikleri suçları çok güzel tarif ediyor. Tozlu arşivlerde cımbız çalıştırmaya da gerek yok. Olayları yaşayanlar ve şahit olanlar halâ hayattalar. Götürelim uluslararası mahkemelere, bakalım AB ve ABD'ne rağmen soykırım olduğuna karar verebilecekler mi ?

Eğer, darbeci, katliamcı, soykırımcı terör örgütü EOKA'nın kurduğu devleti, Rumların işlediği bütün suçları onaylar ve hatta hepsine ortak olur bir şekilde AB üyeliğine kabul ettikleri ve soykırımdan kurtulan Türklere de "Siz niye ölmediniz ?" diye sorar gibi ambargo uyguladıkları zaman, "soğukkanlı" davranmayıp, gerektiği gibi tepki gösterebilseydik, belirli bir görüşü benimsememiş diplomatlarımızın Asala terörü maskesiyle tasfiye edilmesinden sonra Dışişleri Teşkilatımıza hâkim olan monşer psikolojisinden kurtulup, çok farklı durumlar ortaya çıkarmış olabilirdik.

Başka yerlerde birlik halinde ve huzur içinde yaşayanları bölüp parçalamak için ölümüne uğraşanların, birlikte olmak istemeyen Rumlarla Türkleri neden ısrarla birleşmeye zorladıklarını sormayı akıl edebilen tek bir diplomata dahi, ne yazık ki rastlayamadık henüz.

Kendimizi savunma amacıyla Batılıların yaptıkları soykırımlardan söz etmek de, bize aynı konuda yapılan haksız suçlamayı kabul etmek anlamına gelir. Daha farklı yöntemler kullanmalıyız. Mesela sinema filmleri ve televizyon dizileri, gibi.

Hangi yöntemi kullanırsak kullanalım, bence bu saçma saldırılardan kurtulmak için en başta yapılması gereken iş, onlar devam ettikçe başka hiçbir şeye önem vermediğimizi ve bu konuda her türlü mücadeleyi göze alacağımızı saldırganlara hissettirmek, hatta en açık şekilde göstermek.

Bize böyle şantaj yaparak başka konularda siyasi tavizler koparmak isteyenler, başarılı olamayacaklarını bilmeliler. AB havucu çürüdüğüne ve ABD planları da bize her zamankinden daha fazla muhtaç olduğuna göre, işimiz eskisi kadar zor değil.

Mücadeleye, "SÖZ KONUSU VATANSA, GERİSİ TEFERRUATTIR" cümlesini bütün dillere tercüme ederek başlamak iyi olur.

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x