Ağır Acı

Ağır Acı

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Şub 20, 2014 3:22

Ağır Acı


Baba Ferhat. Anne Zeynep. Bulundukları yerin adı bir birinden güzel Türkçe adlardan oluşmuş:

Kocaeli’nin Darıca ilçesi. Ev adresleri: Kâzım Karabekir Mahallesi, Âşık Veysel Caddesi. Ulus Sokak.


Kocaeli, adını ta 1300 yıllarından Türk Beyi Akça Koca’dan alan bir ilimiz. Buradaki el, ülke, yer anlamında. Kocaeli ilimiz Marmara’da, bir yarımada. Ülkemizin altıncı büyük ili.

Darıca buranın ilçesi. Orhan Bey zamanında yönetimi (1329) Türk egemenliğine geçti. O günden beri adı Darıca’dır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında azınlık çetelerinin saldırısına, Yunan ve İngiliz’in işgaline uğramış, Kurtuluş Savaşı’nda büyük kahramanlıklar göstermiş bir ilçemizdir. Darı, taneli bitki, mısır demektir. Darıca’ya, mısır yetişen yer de diyebilirsiniz, dar uzun yer de… Bu adın, dar ve uca sözlerinin eklenmesiyle oluşan anlamı böyle. Uca, kuyruk sokumu kemiği. Dar; ensiz, sıkı anlamından başka, zor anlamına da geliyor.

Kâzım Karabekir, asker, Kurtuluş Savaşı komutanlarından. İlk Meclis’te vekil olan, Kurtuluş’ta (1920), Sarıkamış, Kars ve Gümrü’yü Ermenilerden alan, ama ne yazık ki Cumhuriyetten sonra, yüce önderimiz, bağımsızlık savaşımızın başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk devrimlerinin büyük önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le yolları ayrılan, sonraki yıllarda çok tartışılan bir eski asker. Diğer ad, saz şiirimizin son ustası büyük ozan Âşık Veysel ve millet anlamına gelen ulus adı. Ulus, aralarında dil, tarih, kültür, ülkü birliği olan, aynı topraklarda yaşayan topluluk.

Ferhat, Ferhat ile Şirin efsanesinin, bir Türk masal kahramanının adı. Halk edebiyatımızın önemli bir kişisi. Aklı, bilgisi, bilek gücü ve aşk dolu yüreğiyle dağı delen kişi. Zeynep, en sevilen dinsel kökenli adlarımızdan biri.

Eskiden haberleşmeler mektupla olurdu. Okullarda çocuklara adres yazma öğretilirdi. Mahalle, sokak, cadde ne demek, aradaki fark anlatılırdı. O zamanlar duyardık; Amerika’da, caddeye, sokaklara pek ad konmazmış. Ad verme yerine numara verilirmiş çoğunlukla. Tarihleri pek yeni olduğu, ortak geçmişleri olmadığı için orada yaşayanlar ortak ad bulmada, ad vermede güçlük çekerlermiş…

Bizim durumumuz başkaydı bu ülkelerden. Vatanın yurdun binlerce yıllık sahibiydik. Dilimiz zengindi. Tarihimiz eskiydi. Sokaklar, caddeler, özellikle Kurtuluş savaşı kahramanlarıyla, büyük şair, yazar ve devlet adamlarımızla anılırdı. En çok konulan adlar, Cumhuriyet, Atatürk, Kurtuluş, İnönü, İstiklal, Hürriyet, Zafer… gibi, duyduğumuzda bize coşku veren, bizi birleştiren adlardı.

Çocuklarımızın adları da öyleydi. Bizim adımızı duyan bilirdi, bu ad Türk adı. Cumhuriyet’le aldığımız soyadları, hep bize takılan, yakıştırılan, beğenilen adlar. Müslüman adlarından da bu adları Türkleştirerek yazıp söylediğimiz için Türkçe adlar kolayca ayrılırdı.

Peygamberimizin adı Muhammed, dilimizde Mehmet’ti. Mehmet adını gören bilirdi ki bu ad bir Türk’ün adıdır. Müslüman Türk’ün. Ahmed diye yazılmaz, söylenmezdi en çok katılan bu peygamber adı: Ahmet. Dilimizin kurallarına halkımız tarafından kendiliğinden uydurulmuştu, kökeni Arapça- Farsça olan adlar. Emine Arapçada Amine idi. Fatıma, Fatma, Aişe, bizde Ayşe. Dini kişilerin adı dışında pek Arapça ad takılmazdı çocuklarımıza. Bunu gönlü yüce, mizah gücü çok yüksek olan halkımız kendiliğinden çözmüştü. Yoksa Arap ay adı “Şaban”la neden bunca alay edilsin? Keçiye neden Abdurrahman çelebi densin? Hem herkes çocuğuna istediği adı takamazdı. Tutup bir İngilizce ad koyamazdın çocuğuna sana para verseler, bunu yap deseler… Türkçemizde olmayan harfle ad konamazdı. Adımızın yazılışıyla tanırdı dünya ilk önce Türk adlarını. Dost düşman saygı duyardı. Ayrımcılığı böyle önlemişti, devrimci, çağdaş, fikri (akıl- düşünce) hür, vicdanı (bulunç- hak gözetme-insaf) hür, irfanı (bilgi- zeka- kültür) hür genç cumhuriyetimiz…

İyice anımsıyorum yurtdışında Türk temsilciliklerinde Türk adları listeleri vardı. Almanlar orada olmayan bir adı resmi işlemlerinde sana yazdırmazlardı.

Devlet, kendini, kimliğini, kültürünü korumayı, ayakta kalmasını, elin insafına, bölücülerin keyfine bırakmamıştı…

Adlarımızla, eşsiz büyük dilimizle, Türkçemizin güzel adlarıyla övünürdük, onurlanırdık… Bir ulus olmanın, nerede yaşarsak yaşayalım bizi koruyan bir devletimizin bulunmasının güvenini duyardık. Avrupalı’nın, hele hele İngiliz’in dilinde olmayan, övünç duyduğumuz Türk harflerimiz! Yalnızca bizim olan, küçük de olsa büyük de olsa noktasız yazılan, “i”den başka okunan “ı” harfimiz, yabancı dillerin hepsinde olmayan “ ö, ü” harflerimiz, bizim “yumuşak g” harfimiz, biriciğimiz “ç” harfimiz, yazmayı okumayı ne kadar kolaylaştıran, kimselerde görmediğimiz, Türkçeye has “ş” harfimiz… “v” ye ve dediğimiz, “j” je dediğimiz, “z” ye kestirmeden kısaca, ses değiştirmeden “ze” dediğimiz seslerimiz…

Bazı sesli harflerimizin üstünde kullandığımız inceltme, uzatma görevi yapan inceltme (^) imimiz… Hepsini hepsini severdik, dilimize uyan, dilimizi bir kat daha güzelleştiren Atatürk’ün harflerini, Türk harflerini çok severdik…

Her okula giden çocuk, iki ayda okuma yazma öğrenir, harflerini gözü kapalı okurdu, ezberlerdi:

A, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, ı, i, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z.

(a, be, ce, çe, de, e, fe, ge, yumuşak ge, he, ı, i, je, ke, le, me, ne, o, ö, pe, re, se, şe, te, u, ü, ve, ye, ze.)

Şimdi gözünüzü kapayın seslerimizi sırayla söyleyin bakalım. Ne o? Takılan takılana… Unuttunuz mu? Öğrenmediniz mi? Kafanız mı karışık?

Bir ulus için en büyük tehlike dilinin bozulmasıdır. “Dil bozulursa ulusal birlik kalmaz. Dili bozulursa bir toplumun, o toplumda töre, düzen kalmaz. Töre düzen olmazsa hak- adalet de kalmaz. Ülke karışır.” Bu ilkçağlardan beri böyle söylenegelmiştir. Kesin kuraldır. Bu nedenle de Atatürk devrimlerinin en önemlisi “Dil Devrimi” dir. En çok saldırı da şu an dilimizedir.

Okumuş, cahil hepimiz saldırı altındayız. En çok da okumuşlar bu atılan oltayı yemiyle yuttular. Bir kısmı yutmadı, hainliğinden bilerek bu oltadaki ele sarıldı, birlikte başkalarını yakalıyor, yemliyor, ölüme zorluyorlar…

Otuz yılı aşkındır devam eden, son yıllarda doruğa çıkan bir saldırı bu. Özal’la açıkça yola çıkan, dilimizi yok etme, ulusumuzu çökertme hareketi…

En son, bizi yayılmacılara kolayca yem etmek, dilimizi bozmak için onlarca yıldır uğraştıkları ama dilimize sokamadıkları o üç Batı harfini, virüsü (w-x-q) dilimizde serbest bıraktılar, biliyorsunuz. Bunlar yetmedi Atatürk’ün kurduğu, görevi Türk Dili’ni koruma geliştirme olan Türk Dil Kurumu: “Bunlar yetmez beş olsun bu bize girecek virüsler!” dedi.

Şimdi bunun acı meyveleri bir bir yediriliyor topluma. Tüm değerler ters yüz! Cumhuriyetin aydınlık yüzü neye izin vermediyse, ne yapılmadıysa şimdi hepsi yapılıyor. Bilerek, birliğimize göz dikilerek, kindarca, düşmanca yapılıyor!

Adlarımız karman çorman edildi. Kimin adı, ne adı belli değil.

Artık yabancıların çocuklarına koydukları adı, televizyon dizilerinden duyulan yerel ağızların kendi aralarındaki özel adları, gözü kapalı çocuklarımıza ad olarak vermeye başladık. Değişik olsun da, kimsede olmayan bir ad olsun da veya bölücülerin dedikleri gibi, Türkçe olmasın da ne olursa olsun, kendimizi toplumda herkesten kabak gibi ayırsın, bu yolla ayrılalım, sömürgecilere “ucuz mal” olalım diye, adlarımız üzerinde cinayet işleniyor. Köylerden, yerlerden bile Türkçe adları kaldıracak kadar bitleri kanlandı bölücülerin. Cüretleri arttı. Baştaki AKP iktidarı, bütün bu yolları açan, ön ayak olan dildeki ihanete, geçit veren bu işlere… Dilimize, birliğimize, geleceğimize kıyıcı, acımasız, Cumhuriyet ilkelerine kinli bu kadrolar çünkü… Adların yazımı, devlet düzeninde bu virüslü harflerle eminim çoktan yazılmaya başlamıştır. Henüz başlanmadıysa da bu iş çok yakındır…

İki gün önce gazetelerde bir haber vardı:

“Asmin’in ameliyat parasını çaldılar.”

Başlığı görünce, böyle olaylar olsa olsa bizde olur. Hem başka bir ülkedeki basit bir hırsızlık Türk toplumunu neden ilgilendirsin ki diye düşündüm. Acaba hangi milletten bu Asmin? Mehmet Ali Erbil, kızına Yasemin adı yerine bu adın İngilizce okunuşunu, Yasmin adını takmıştı. Bu Asmin “Y”si düşmüş Yasmin olmasın? dedim ilk anda. Kulağa İngiliz adı gibi gelmiyor da değil. Rus? Niye olmasın? Soyu sopu Türk olduğu halde çocuğuna Mia adını bile veren var sanatçılarımız(!) arasında. Işın Karaca’ya tek Mia da yetmemiş. Sasha bir adı da kız çocuğunun. Böyle daha ne isimler koydu ünlülerimiz çocuklarına. Duyana dudak uçuklatıyor. Toplum şarkıcıları, artistleri taklit etmeye bayıldığı için bu örneği veriyorum. Yaptıkları örnek alındığı için. Şimdi, bu şarkıcının adı Işın. Baba adı Ali, Şeniz, anne adı. Çocuğunun babası Sedat. Soralım: Nereden çıktı bu yabancı ad? Tipik bir Yunan adını, İngiliz adını Türk olan çocuğuna yakıştıran mı ararsınız, İsrail’i kötüleyip, yurdumuzda gözleri var, Kıbrıs’ta Rumlarla işbirliği ediyorlar, Filistinlilere zulüm ediyorlar deyip sonra kendi Yahudi olmadığı halde, kızına oğluna dinsel kökenli bir İsrail vatandaşı adı takan mı ararsınız...

Neyse bu ad neyin nesidir? Hayır mıdır şer midir derken konuyu öğrendim.

Habere konu olan aile: Baba Ferhat. Anne Zeynep. Soyadları Yılan. Çocuk Asmin.

Olay, sıradan bir ad olayından ağır. Gazetecilerin konuya bakış açıları ağırdan da ağır… Ertesi gün ortaya fırlayıveren, televizyonlarda canlı yayında sadaka dağıtmaya kalkışan, bu işten parsa toplamaktan utanmayan, iktidarın sağlık politikasını överek de yandaşlık eden bir Cumhuriyet valisinin durumu hepsinden ağır…


Baba Ferhat. Anne Zeynep. Soyadları Yılan. Çocuk Asmin. Yer Kocaeli’nin Darıca ilçesi. Mahalle Kâzım Karabekir, cadde Âşık Veysel, sokak Ulus. Burada bir evde, doğru deyişle bir apartmanda yaşayan üç kişilik Yılan ailesi.

Ailenin haber olması gazetelere geçmesi olayı şöyle:

Ailenin bir buçuk yaşındaki kızları hastalanmış, kanser tanısı konmuş. Marmara Üniversitesi hastanesinde ara ara tedavileri sürüyormuş. Bir gün anne çocuğuyla kapı önündeymiş. Oradan geçen iki çarşaflı kadın onlarla ilgilenmiş. Yalnızca gözleri görünen iki kara çarşaflı. Hal hatır sorarken, çocuğun hasta olduğunu duymuşlar. Dertlendiğiniz şeye bakın, biz ona bir dua okuruz, Allah’ın izniyle bir şeyciği kalmaz demişler.

Bir suya okuyup üflemişler. Sen bu suyu odalara serperken çocuğun odasında bizi yalnız bırak demişler. Tembihlemişler: “Biz gittikten sonra da on iki saat bu odaya girilmesin! Olanlar o arada olmuş. Üfürükçüler odadan çekmecedeki dört bin beş yüz lirayı alıp kayıplara karışmışlar.

İlk gün, haber gazetelere yansıyınca, haberde en önde küçük kızın adı vardı. Bir de acımasız hırsız sözü. İşin üfürükçü yanını, bu çağda bu kafayı tüm gazeteler, yayınlar görmezden gelmişti. Adlarımızın durumunu zaten kimse görecek durumda değil. Bu konuya sırf bu Türkçe olmayan ad için özel ilgi duyanlar, merhametten erime, popo yalama pozlarına girenler de cabası!

“Kanser hastası bebeğin tedavi parasını çaldılar.” (Akşam)

“Kanser hastası bebeğin tedavi parasının çalındığı iddiası.“ (Timetürk)

“Asmin’in ameliyat parasını çaldılar.” (Taraf)

“Kanser hastası bebeğin ameliyat parasını çaldılar.” (Zaman)

“Böyle vicdansızlık görülmedi.” (Malatya Güncel)

“Kocaeli’nde bir buçuk yaşındaki Asmin Yılan’ın ameliyat parası çalındı.” (Bugün)

“Minik Asmin’in hayatını çaldılar.”(Vatan)

Bakınız, devletin televizyonu böyle derse, yani, imam yellenirse, diğer gazeteler ne yapmaz:

“İnsanlık tamamen ölmüş.”(TRT Haber)

Hani buradaki üfürükçü ögesi? Böyle az para çalanın insanlığı ölmüş, milyon dolarları götüren ne olmuş ey TRT?

Yalnızca bir yayın haberi biraz başka vermiş, bir bilgiağı (internet) gazetesi:

“Hasta bebeğin ameliyat parasını çaldılar.”

Bebeğin adını öne çıkarmamış. Buradaki bebek ne ayazdan ölen Ayaz bebek, ne Ateş’le oynarken evde yanan” Ateş” bebek. En nihayet sıradan bir bebek. Bebek bebektir denmiş.

Ülkemizin en önemli ulusal gazetelerinden biri olan, umudumuz Yeniçağ bile modaya uymuş mu uymuş:

“İnsanlık ölmüş” dedirten bir hırsızlık! onların başlığı.

Radikal iyice kafayı sıyırmış:

“Kanser hastası bebek soyuldu.”
Böyle dedikten sonra “Asmin Yılan… diyerek devam etmişler.

Bebek nasıl soyulursa?..

Oysa burada çocuk zaten devlet korumasında. Anlaşıldığı kadarıyla aile sağlık sigortalı. Çünkü ameliyatı parasız yapılmış. Sigorta ödemiş. Hastane ücret istememiş. Aile devletin yardım dairesinden yardım alıyor. Babanın, annenin açıklamalarına göre, çalınan yalnızca bu işler için günlük koşturmacada gereken, ailenin biriktirdiği, buna sağdan soldan verilenin eklendiği, bir kenara konulan birikmiş para.

Haberin veriliş şekli ise zaten durumumuzu gösteriyor. Nasıl bitmişiz, nerelere gelmişiz çok açık…

Yönlendiriliyoruz bir merkezden!

Algımız tutsak!

Ertesi gün haberlerin seyri değişti. Asmin adı yine önde, içerik
başka:

“Hırsız mağduru kanser hastası Asmin’e müjde.” (Arcaajans)

“Kanser hastası Asmin’e validen müjde.”(Sonuç Haber)

“Asmin bebeğin tedavisi aksamayacak.”( Demokrat Kocaeli )

“Asmin’in ameliyat parasını valilik karşılayacak.”(İhlas)

“Asmin’e validen yardım eli.”(Gazete 24)

Bu başlık çok kullanılmış:

“Kanser hastası Asmin’in son umudunu çaldılar.”


Hürriyet konuyu başlığından indirmemiş: “Çabalar Asmin’in hayatı için.”

İktidarın yayın organı şöyle atmış başlığı:

“Türkiye böyle insafsızlık görmemişti.”
( Sabah)

Demek ki, devleti soyan, rüşvet alan veren, devlet kurumlarını yağmalayan insaflı. En büyük insafsızlık, bir evden, ev sahibinin gözü önünde, ev sahibini kandırarak bir parça para çalmak.

“Asmin’e devlet babalık edecek.”
başlığı da Sabah’ın son başlığı.

Vay be, ağlatacaklar! Devlet Baba’dan, bunlar, bunu anlıyorlar demek.

Üfürükçüyle basına düşen, bebeğin alışılmadık aykırı adıyla gündeme gelen bu haberi bölücüler, bölücü yardakçıları kaçırmamış.
Gazetelerine haberin başka yönünü yazmışlar. Daha ince açıklamalarda, ailenin kökeni, göçtükleri kent, nüfus kâğıdında annenin adının Zeynep değil “Zini” olduğu bilgisi acele uydurulmuş, habere eklenmiş, konuyla ne ilgisi varsa “Zini”nin. Adlar öne çıkarılarak bölücülüğe malzeme yapılan bu haberin son aldığı şekil işte böyleymiş:

Devlet babalık edecek!

Aynı durumda belki yüz binlerce çocuk var. Babalıksa herkese babalık!

Şehit çocukları için neler yaptınız ? Şehit aileleri ne durumda? Size acısını duyuramayan yanacak mı?


Hem haberi basına da yansıyan, bu kış açlıktan, soğuktan ölen Ayaz bebek için, neden babalık etmedin demezler mi sana o zaman? Babası o sırada yeni asker olduğu, askerde vatan görevini yaptığı için mi? Ailesi kağıt toplayarak geçindiği için mi? Çingene dediğiniz, dincilikte onları kullanamadığınız, onları küçümsediğiniz için mi? Üfürükçülere inanmadıkları, dilenmedikleri, onuruyla yaşamaya çalıştıkları için mi? Bölücülükte kullanamadığınız için mi? Ülkenin parçalanmasına çalışmadıkları, Batı’ya, İsrail Yahudisi’ne, Ermenistan Ermenisi’ne yem olmak, vatanı peş keş çekmek için özerklik istemedikleri, devlete – millete hep bağlı oldukları için mi?

Böyle bir haber, eskiden olsaydı, hemen bütün gazeteler olayın üfürükçüye inanma, üfürükçüden medet umma yönüne odaklanırdı. Üfürükçülük, dinle aldatma, yobazlar yerden yere vurulurdu. Kara çarşaflı giyime göz yuman valilik, kaymakamlık yerilirdi. Cahilliğe acınırdı, tatlı sert sövülürdü buna kananlara…

Devletin sağlıktaki görevi, eksikleri, sağlık hizmeti nasıl olmalı tartışılırdı.

Yardımsa yardım yapılırdı ama göze sokmadan. Hele vali böyle bir olayın içine dışına bulaşamazdı. Canlı yayınlara çıkmaz, valiliğin değerini, devleti temsil etme işini devlete yakışır bir onurla yapar, devletin adını kendisiyle birlikte yerlere düşürmezdi. Partili bir yurttaş gibi davranmazdı. Tarafsızlığını korur, hükümetin değil, devletin valisi olduğunu bilir, sadaka dağıtıcı, hayır kurumu rolüne soyunmaz, basında yayında vatandaşın küçük düşürülmesine izin vermezdi.

Ülkesini, yurdunu milletini seven, ülke çıkarlarını her şeyden üstün tutan, yurtsever, bağımsız bir Cumhuriyet basını yayını, böyle bir olayda duyarlı davranır, Türk vatandaşının Türkçe olmayan adını yüzlerce binlerce kez kulaklara haykırmaz, göz önüne sermez, algıları böyle aykırılıklara alıştırmayı basının görevi saymazdı.

Hızını alamayan bölücülere bu kadar boş alan bırakılmaz, içimize ayrılık tohumları ekilmesine fırsat verilmezdi.
Yandaş televizyonlardaki dizilerin halkı aldatmasına, uyutmasına, buralarda yabancı adların benimsetilmesine, özendirilmesine karşı çıkılırdı...

Geçen akşam, tam Cumhuriyet’in kuruluşuyla doğmuş bir yazarımızı televizyonda konuşturdular. 1923 yılında doğmuş. Sağlıklı, aklı, bedeni sağlam bir Cumhuriyet çocuğu. Gelin sesli düşünelim:

Türkiye Cumhuriyeti çok genç. Bir insanın ömrü kadar, bir ömür kadar uzun.

Bu günler geçer, karanlıklar uzaklaşır düze çıkarız elbet bir gün ama adlarımıza yapılanları bir daha hiç düzeltemeyiz!

Bakın Cumhuriyet, bir insanın ömrü kadar.

O günlerde yapılan devrimler bizi ayakta tutuyor, yıkılmıyoruz, direniyoruz.

Bu gün yapılanlar da aynı öyle olacak. Bir insan ömrü doksan yılsa, bir doksan yıl bu kötü izleri silemeyeceğiz! Kendimize bir daha gelemeyecek, eskisi gibi olamayacağız…

Dile yapılan ihanet, en az doksan yıl silinemeyecek!

Bu gerçeği bilmezden geliyor, oturduğumuz yerden yurtseverlik nutukları atıyoruz…

Bölücülüğe boş veriyoruz, aldırmıyoruz…

Çok acı… Ağır acı…

Feza Tiryaki, 19 Şubat 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x