“Ağlatan Ziyaret!”
Sabah bilgiağı (internet) gazetelerinde başlıklara bakıyorum. Yalnızca başlıkların üstüne dokunuyor, çıkan başlığı okuyup yenisine geçiyorum. Hep bilindik sözler, bilindik haberler. Yeni bir şey yok. Aynı oyunun oyuncularından sözler, yolsuzluklara göndermeler, yakalanan Suriye’ye giden silah dolu TIR üzerine abuk sabuk savunmalar, gülünç olmalar…
Sonra magazin haberlerini inceliyorum. Dikkat edin haber başlıklarının en az yarısı bu tür haberlere ayrılmıştır.
Bu tür haberleri küçümsemeyin.
Durumumuzu siyasi haberlerden, güncel haberlerden daha çok gösteriyor magazin haberleri. Neyiz, ne olacağız, neydik, nereye gideceğiz bu tür haberlere bakınca görmek mümkün… Soruyorum kendi kendime: Ne bulup ne yazmışlar, hangi gizli yaranın bilmeden üstünü kazımışlar? Bir bakayım:
”Yaz aşkı doludizgin”, “Çocuk için evlenmedik”, “Kanuni’nin gözdesi değilim”, “Cici anneye soğuk bakış”, “Nişanlandık mutluyuz”, “Canlı yayında büyük sürpriz”… Böyle ıvır zıvır haberlerin arasına bir haber koymuşlar, değişik:
“Ağlatan ziyaret” yazıyor mezar taşı gibi bir şeyin yanında duran, iki eliyle bir kara direğe sarılan, başı bereli, uzun mantolu genç kız resmi üstünde. Yanında bir kız daha var bu kızın aynı şekilde giyinmiş sanıyorum ilk bakışta ama değilmiş, bir saniye duralayınca görüyorsun, iki mezarı birleştirmişler. Bu kız ikisinin başında da durmuş resmi çekene bakarak poz vermiş. Veya resmi çeken, haberi yaratan akıl buna böyle poz verdirmiş. Başlık neydi?
“Ağlatan ziyaret.”
Şimdi, habere bir mezar resmi koyarsan, başında da birine poz verdirirsen, hem de ağlamayan birine, yüzünü bile asmayan, öyle poz verip objektiflere bakan birine, belli bir amaçla, zorlamayla poz verdirerek bir haber yaparsan ne düşünülür?
Ya bu mezarda yatan ölü çok ünlü, çok bilinen, anılan biri, ya bu başı bereli, sırtı eski zaman modası mantolu genç kız çok ünlü, çok önemli biri!
Ağlamayan kızın resmi üstüne “Ağlatan ziyaret” yazılmış üstelik. Bu durumda bu ölüye herkes ağlıyor, ağlamalı, bu kız da hepimizi temsil ediyor, mezara bakıp bakıp sen de ağlayacaksın, bu haber bizim ağlamamız için konmuş, anlamı çıkmıyor mu?
Mezarların başında, mezarlar iki, bu kız bir mezarın önünde, yığılı çiçeklerin başında durmuş, diğerinin mezar taşını tek eliyle tutmuş:
“Ağlatan ziyaret.”
Bense hâlâ düşünüyorum. Bu kız kim? Neden bir mezar ziyareti haber oluyor? Bu mezarlar kimin? Hem de iki tane? Bu kız ikisini de, aynı giyim kuşamla ziyaret etmiş. Demek ki mezarlar aynı yerde.
Ya bu kız çok ünlü, benim bilmediğim, cahilliğimi bağışlayın, tanıyamadığım çok çok ünlü biri. Herkes peşinden koşuyor. Yeni yılın ilk günü de öyle olmuş. Gazeteciler bunu kovalamışlar, nereye gittiyse arkasından koşmuşlar… Ya da bu mezarlarda yeni yılda hepimizin anması gereken, ziyaret etmesi gereken Türk tarihindeki büyük Türklerden, kahramanlardan, şehitlerimizden, ülkemiz için büyük işler başarmış kişilerden birileri yatıyor.
Aldı mı beni bir merak? O mu? Bu mu? Hangisi? Bu ne iştir? Günün haber bombası bu! Dehşetengiz! İnanılmaz!
Başlık: “Ağlatan ziyaret!”
Haber Hürriyet’ten. Bir zamanlar, yurt dışında, “Türk basınının amiral gemisi” diye anılan gazeteden, üstünde “Türkiye Türklerindir ” simge yazısıyla, bayraklı Atatürk resmiyle ünlü Türk gazetesinden.
Başlığın altında bir resim, fotomontajla birleştirilmiş iki mezar resmi, iki mezarın başında da bu kız. Birinde, bir dikili kara direği, diğerinde, mezarın taşlısında, taşın başını tutmuş.
A, bir anda fark ediyorum, bu mezar resimleri dört- beş resim. Tek tek sayfası açılıyor. Her sayfanın üstünde de bir ad yazılı: Sevcan Orhan 4 Ocak 2014.
Merakım gidiyor mu? Ne gezer. Bu ad bende hiç bir çağrışım yapmıyor. Sevcan adına tek bir ses ayrımıyla benzeyen tek bir kişi tanıyorum: Yeniçağ gazetesinin ulusalcı yazılarıyla, korkusuz yüreğiyle tanınan, çok sevilen ünlü kadın yazarı: Selcan Taşçı.
Bu ad Sevcan. Soyadı da Orhan.
Birden akıl ediyorum bakayım, mezarda ad okunuyor mu? Bu kadın madem ünlü değil, en azından magazin dünyasını iyi bilen biri olarak benim bile tanımadığım, adını hiç duymadığım biri o zaman mezardakiler ünlüdür…
Resim bir de (resim 1), kızın ayağındaki, kırmızı yandan daracık bantlı yazlık pabuçlarının yanında yere paralel olan taşta “Yılmaz Güney” yazıyor mezarın. İkinci resim tek mezar resmi. Yani çiçekli bir tepe ve yine bu ad.
Üçüncü resim başka mezardan. Kız iki eliyle üstüne kafa resmi çizilmiş taşı tutuyor, taşta: “Ahmet Kaya” yazılı. Yerdeki taşa da Türkçe, inanın yalan değil Türkçe, küçük harflerle, bir şiir yazılı. Acılar içindeyim, gurbet… falan filan… Bu resimde bu kız kafayı iyice bükmüş. Hüzünlenmiş anlayacağınız veya böyle görünmeyi başarmış… Dördüncü resim tam mezar resmi, üstü çiçekten tepeli. Beşinci resim biraz değişik. Kızın yanına kara saçlı sakallı, çantası göğüsten çarprazlı kötü bakışlı iri yarı biri gelmiş, birlikte poz vermişler. Kız yine aynı öyle anlamsız anlamsız bakıyor. Tek eli taşta. Oğlan gösteririm ben size bakışıyla duruyor yanında.
Şimdi buraya kadar olanlardan ne anladınız?
“Ağlatan Ziyaret”in sırrını çözdünüz mü?
Ben daha çözemedim. Kızla ilgili iki tümce yazılı bu resimlerin tanıtımında. Bakın, birlikte çözelim:
“Yeni Yıl gecesi Fransa’da sahneye çıkan Sevcan Orhan, 1 Ocak sabahı soluğu mezarlıkta aldı.”
Ah işte biraz biraz perde aralandı. Demin mezarı öğrendik. Şimdi bu kız neymiş az biraz duyduk… Sahneye çıkan biri. Manken mi? Oyuncu mu? Şarkıcı mı? Dansçı mı? Ne? Hem durun daha kim olduğunu öğrenemedik. Mezardakilerin kızı mı? Gelini mi? Yeğeni mi? Yoksa bölücü, terör örgütü sevicisi, sevdalısı mı?
Diğer resmin yazısını okuyoruz ki, işin gizemi biraz daha aydınlanıyor:
“Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in Paris’teki mezarlarını ziyaret eden türkücü, gözyaşlarını tutamadı.” yazılı burada.
Kız türkücüymüş. Türk’üz türkü söyleriz diye tanımlarlar türkü nedir diye sorana. Türk nedir diye sorarsanız, “Türk”, Türkiye Cumhuriyetini kuran ulus, bu ulustan olan kimse diye tanımlanıyor sözlüklerimizde (Temel Türkçe Sözlük- Kemal Demiray-) açın bakın. İlkokullar için hazırlanan sözlüklerde de İnkılâp Kitabevi -1989) şöyle yazıyor. Üç ayrı tanımı var Türk'ün burada: “Beyaz ırktan, pek eski ve ileri kültürlü, yiğit, yurtsever bir millet." "Türkiye halkından olan." "Ana dili Türkçe olan.”
İktidarın eline geçen Türk Dil Kurumu’nda bile Türk’ü şöyle tanımlamışlar, anlamını biraz sulandırsalar da: “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse.” Bize sezdirmeden bu tanımda Türk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma özelliğini, Atatürk’ün yaptığı tanımı kaldırmışlar, yoruma açık bırakmışlar. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir, Atatürk’ün tanımlamasıdır. Atatürk’ün, “ Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü de nasıl olmuşsa bu tanımın yanına yazmışlar. Türk’ün başka bir tanımı şöyle yazılmış: “ Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse. Mehmet Emin Yurdakul’un: "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur." dizelerini de eklemişler bu tanıma.
Türkü, halk ezgisi. Bu kız türkücüymüş. “Türk Halk Müziği” parçaları okuyormuş anlaşılan. Fransa’da yaşayıp yaşamadığını anlayamadık ama en azından Türkçe konuştuğunu, Türkçe okuduğunu öğrendik. Türkü söylüyor, türkücü.
Türk vatanından gelmiş Fransa’ya, Türkiye’den. Fransa’daki Türklere türkü söylemiş. Ertesi günü de ilk işi bu iki mezarı ziyaret etmek olmuş. Bu mezarların özelliği ne? Burada yatan kişilerin ortak yanı?
Bunlardan birinin özelliği, bölücülük, bölücülüğün ilk taşlarını döşeme, Türkiye’yi kötüleyen, bölücülüğü başlatan filmler yapma. Kürt, Türk ve diğer halklar diye sayarak ulusumuzu ilk parçalama tohumlarını atma, bütün ülkelerdeki Kürtleri birleştirme diye söze başlayıp Suriye Kürtleri, Türkiye Kürtleri, İran ve Irak’taki Kürtler diyerek bunların birleşmesini isteme… Bu hayali birleşmeye milli kurtuluş, ulusal kurtuluş mücadelesi deme, Kürtlerin siyasi bağımsızlığı diyerek ayrı devlet kurmayı dile getirme, Türk, Kürt, Ermeni, Rum… diye toplumu ayırma, böyle ne kadar azınlık varsa diyerek, Türk’ü, Türk ulusunu azınlık sayma, azınlık sayılmayan kökenleri de bölücülük uğruna azınlıktan sayma… Lozan’a aykırı sözleri, suç olan sözleri daha o zamanlar etme… Devletini kötüleme. Bir Türk yargıcını, yargıcın, “Silahını beline sok havaya ateş edip durma, yoksa hakkında işlem yapacağım!” demesi üzerine, yemek yediği lokantada tabancayla adice öldürme… Sonra da katillikten (adam öldürmekten) hapis yattığı hapishaneden kaçırılarak Fransa’ya getirilme, orada da eceliyle hastalanıp ölme bu kişinin bilinen önemli özellikleri değil mi?
Diğerinin, şarkıcı olanının özelliği, silahlı terör örgütünü, devlete başkaldıran, asker sivil ayırmadan insanımızı öldüren, yurdumuzu koruyan, sınırlarımızı bekleyen askerlerimizin yollarına mayın döşeyerek onları parçalayan, sakat bırakan, karakollara saldıran, köyleri basan kanlı terör örgütünü övme… Türkiye’yi kötüleme, kaçtığı yabancı ülkede, Türkiye’ye dolaylı yoldan şerefsizlerin ülkesi deme… Terör örgütünün sahneye astığı çaputlarının önünde şarkı söyleme, onlara destek verdiğini gösterme, terörist başı için söylediği, “Ben Apo’yu özledim!” sözüyle de belleklere silinmemek üzere kazınma, öyle değil mi?
Gördünüz mü bir magazin haberi neler neler anlatıyor:
Bunlara bu cüreti, bu utanmazlığı veren biziz. “Açılım baklavası” ortada. Açılıma susanlar, destek verenler ortada. İranlı soyguncunun bir magazin şarkıcısıyla evliliği, yakınlık kurdukları, birlikte resim çektirdikleri, eşi dostu ortada. Bu yandaş gazeteleri, televizyonları kimler yönlendiriyor, sahipleri kimler, bölücüleri kimler arkalıyor, teröriste yüz veriyor, ortada.
Sonra da başlıklardan kaç gündür inmeyen bu haberi - “Ağlatan ziyaret!” - neden yaptıklarını anlamakta zorlanıyoruz.
Bunlara bu utanmazca gösterileri yaptıran, bu utanmazlığı alıp haber diye sayfalarımızda yayınlatan biziz. Bunları yücelten, artist diye seven, şarkıcı diye dinleyen, konserine giden, para kazandıran yine biziz… Seçici olmayan, bilinçli davranmayan, bölücüleri aramızdan çıkarmayan, bilene bilmeyene onları duyurmayan, lanetlemeyen, onların oyunlarına gelen biziz…
Bu vatan hainlerine ödül verilirken susan, ödül verilen kapının önünde gösteri bile yapamayan, bırakın gösteri yapmayı yazılı sözlü yayınlarda bu durumu anlatamayan, bunu yapanları kınamayan, yine biziz…
Şimdi iki cemaat, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yemin etmiş iki anlayış birbiriyle göstermelik savaşıyor. Muhalefet partileri CHP, MHP durmuş seyrediyor. Ara bulucu bile oluyorlar. Aman dümenleri bozulmasın, rahatları kaçmasın… Bu arada ülkemizde artık bırakın en yetkili ağızdan, hem de meydanda ilk kez bu sözün söylenmesini, “Kürdistan” adıyla başlayan bilmem ne partisi bile kuruluyor. Böyle bir parti için İçişleri bakanlığına müracaat ediliyor, ciddi ciddi böyle bir ihanete, aymazlığa doğru gidiliyor, yer adlarımız Ermeniceye, Rumcaya çevriliyor, ülke elden gidiyor, bunlara dur diyecek kimse kalmamış mı?” diye niye şaşırıyorsunuz?
Her şey ama her şey, bu küçücük magazin haberinde gizli.
Bırakın büyük büyük işleri anlamaya çalışmayı, büyük büyük laflar etmeyi. İşte gerçek haber burada:
“Ağlatan ziyaret!”
Bunu, yeni yılın ilk günlerinde yazanı, bu haberde rol alıp oynayanı, bu resimleri çekeni, bunu haber diye gazetesinde yayınlayanı, bu habere izin vereni, bu ikiyüzlü, vatan haini şarkıcı bozuntularını dinleyeni, konserine, kasetine para verip bunları besleyeni, bu haberi görüp eleştirmeden, kınamadan okuyanı, karşı duruş göstermeyeni görelim ilk önce.
Bu ağlayan ziyaretçi hanıma da sormalı: “Orada –ağlamadın, poz verdin aslında ya- neden ağladın? Bir söyleseler neden ağlanır orada? Ölen yargıcın eşine mi yandı için? Şehitlerimiz mi gözünün önüne geldi? Pekaka terör örgütünün öldürdükleri mi birden canlandı gözünde? Büyümeden ölen bebekler, kurşunlanan askerler, öksüz yetim bırakılan çocuklar, kolsuz bacaksız, gözsüz elsiz kalan mayın kurbanları…
Demin açtım, baktım. Bilgiağında doğum yerin Erzurum yazıyor. Erzurumlu; Nene Hatun diyarından gelen bir kadın, ninelerinin Rus zulmünden, Ermeni zulmünden neler çektiğini bilen insanların içinden gelen biri… Kurtuluş Savaşı’nın kongrelerinin yapıldığı, kararlarının alındığı Erzurum’da doğan biri…
Yoksa zorla mı getirdiler seni oraya? Terör örgütü yandaşları tehdit mi ettiler? TRT’ye bir daha çıkamaz mısın dendi yoksa böyle yapmazsan? Ne oldu?
Bu, “Ağlatan ziyaret” değil, durumumuzu gösteren, bizi bilmeden aydınlatan bir ziyarettir.
Bir Türkiye resmidir!
Hiç yakınmayalım, dövünmeyelim: Suçlu biziz. Bizim duyarsızlığımız… Boş vermişliğimiz…
Kendini ülkücü diye tanıtan, Türk milliyetçiliğini kimselere kaptırmayan tanıdığım bir genç, geçenlerde bir Ahmet Kaya şarkısı paylaşmıştı bilgiağında, bir sosyal paylaşım yerinde. “Nedir bu? Sizin bu şarkıcıdan, bunun kim olduğundan haberiniz yok mu?” dedim, dayanamadım işine karıştım. Yanıt geldi:
“Biliyorum ama sesini seviyorum.”
“İyi, onlar da seni başka türlü sevince bağırma!”
Bile bile bu suçu işliyorsanız, vatan hainlerini dinliyorsanız, onlara para, şan şöhret kazandırıyorsanız hiç daha büyük olaylar için sızıldanmayın! Bölücü yandaşı, işbirlikçisi aramayın! Suçlu aramayın!
Suçlu, “Ağlatan ziyaret!” haberinde görülüyor.
Teröristi kınamayan, teröristin terörist olduğunu, katil olduğunu, bunların acımadan herkesi öldürebileceklerini, her şeyden önce, teröristlerin insanlık suçu işlediklerini, teröristin vatanına ihanet ettiğini, teröristlerin- bölücülerin dış güçlerin maşası olduklarını aklından çıkaranlara sözüm:
Şehitlerini, vatanı korurken, bir hain pusuda can veren askerlerini unutan, “Ağlatan ziyaret” gibi ihanet haberlerine tavrını koyamayan, dik duramayan dönsün aynaya baksın. Suçu da suçluyu da görecektir…
Suçu ona buna atmayalım…
Feza Tiryaki, 4 Ocak 2014