
27 Mayıs 2012 tarihinde ESAM’ın tertiplemiş olduğu Müslüman Topluluklar Birliği toplantısında Sayın Davutoğlu yaptığı konuşmada, Müslüman ülkelerin hep yanında olduklarını, her zaman Müslüman ülkelerin yardımına koştuklarını ifade etmişti ki, toplantıyı izlediğimiz protokol sırasından; “Sayın Davutoğlu, hep Müslüman ülkelerin yanında ve Müslüman ülkelerin yardımında bulunduğunuzu ifade ediyorsunuz. Libya’da Libyalıların yanında olmak yetmiş bin Libyalının ölümüne seyirci kalmak mıdır? Veya bu yardım yetmiş bin Libyalının ölümünü meydana getiren NATO birliklerine yardımcı olma düşüncesi ile deniz birliği göndermek midir? Bu nasıl yardım ve yanında yer alma anlayışıdır.
Büyük Ortadoğu Projesi eşgüdüm başkanlığı uğruna da ABD çetesinin bir milyon Müslüman Iraklıyı öldürmesine seyirci kalmak mıdır Müslümanların yanında olmak? Afganistan’da Müslüman kanının dökülmesine mani olmamak mıdır, Müslümanların yanında olmak? Şimdi de emperyal çetelerin bir nevi taşeronu olarak gözünüzü Suriye’ye diktiniz.
Bu nasıl Müslüman ülkelere yardımcı olmak oluyor? Bu nasıl onların yanında ve yardımında bulunmak oluyor? Siz burada tereciye tere satmaya çalışıyorsunuz. Bu olayları sizden daha iyi takip eden insanlar var. Doğruları ifade etmiyorsunuz” diyerek Sayın Davutoğlu’na tavrımızı koyduk.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, çeşitli zamanlarda, yukarıdaki ifadelerimizi teyit eder konuşmalar yapmıştır. Nitekim Kıbrıs ve Ermenistan konularında gazetelerde yaptığı açıklamalarda, televizyonlarda yaptığı konuşmalarda, aynı şekilde milletimizden doğruları gizlediğini görmekteyiz.
Bakın, nasıl?
“AB 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye’ye üç rapor verdi. İlerleme raporu, öneriler raporu, etkiler raporu. AB bu raporlarda; Kıbrıs’ın Rumlara verileceğini, sözde Ermeni soykırımının tanınacağını, Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kurulup, sınırların açılacağını, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulmasına giden yolun üzerindeki engellerin kaldırılacağını açıkça yazdı. Sizin hükümetiniz bu raporların tamamını kabul etti. Oysa siz, sanki bu gerçekleri bilmiyorsunuz gibi 1 Eylül 2009 günü Kıbrıs’ta çözümle ilgili şöyle diyorsunuz. ‘Türk diplomasisi esnektir. Ama nerede hayır diyeceğini bilir.’
Siz hangi esneklikten söz ediyorsunuz? Yukarıda sözünü ettiğimiz raporlardaki tüm koşulları kabul eden hükümetiniz AB’nin öne sürdüğü hiçbir koşula hayır dememiştir.
29 Ekim 2004 günü Roma’da AB’nin 25 üyesi, AB Anayasasını gösterişli bir törenle imzaladılar. Sizin bugünkü Cumhurbaşkanınız Abdullah Gül ve bugünkü Başbakanınız Recep Tayyip Erdoğan bu şatafatlı törene katılıp, ayrı bir belgeye imzalarını koyarak AB Anayasasını kabul ettiler.
Hiç bilmez olur musunuz, AB Anayasasını o gün imzalayan 25 üyeden biri de Kıbrıs Cumhuriyetini temsil eden Rum devlet başkanı idi. Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan işte o tarihte Kıbrıs’ın Rumlara verilmiş olduğunu kabul ettiler. Oysa şimdi siz tutmuş şöyle diyorsunuz. ‘Yani taktik oyalamalar, zaman kazanma çabaları ve Türkiye’nin üzerinde bir AB baskısı oluşturma gayretleri iyi niyetle bağdaşmaz.’
Asıl taktik oyalamalarla zaman kazanma çabaları içinde bulunan siz ve hükümetinizdir. Amacınız hazmettire hazmettire Kıbrıs’ın Rumlara verilmiş olduğu gerçeğini Türk halkına kabul ettirmektir.
AB belgelerinin tümünde Kıbrıs’tan Republic of Cyprus yani Kıbrıs Cumhuriyeti olarak söz edilmekte, yönetiminin de Rumlarda olduğu açıkça yazılmaktadır. AB belgelerinin hiçbirinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir varlığın adı geçmemektedir.
Bu gerçeği çok iyi bildiğiniz halde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Örgün ile Ankara’da göstermelik bir basın toplantısı yapıyor, ‘Rumların anlaşma isteğinden emin değiliz’ diyerek gerçekleri birlikte saptırmaya çalışıyorsunuz.
Bitmedi… 17 Aralık 2004 tarihinde Başbakanınız Recep Tayyip Erdoğan Brüksel’de AB Başkanlar Konseyinin Türkiye ile ilgili aldığı bir dizi çok ağır kararları olduğu gibi kabul etti. Kararlar o kadar ağırdı ki, İsveç’i temsil eden İsveç Bakanı dayanamayıp, şöyle demek zorunda kalmıştır:
‘Türkler kalıcı kısıtlamaları kendileri kabul ettiler. Biz olsaydık kabul etmezdik. Eğer Türk tarafı karşı çıksaydı, biz de onları desteklerdik.’ Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi ve Ermenistan’ı tatmin edecek biçimde sınırların açılması bu kararların en başta gelenleri idi. Hükümetiniz bu ağır koşulları içeren kararları kabullenmekle kalmadı, kendisine bağımlı medyanın da çığırtkanlığı ile Ankara’da taraftarlarına davullu zurnalı bayram yaptırdı.
…Gazetecilerin, Türk limanlarının Kıbrıs Rum kesimine açılması ihtimaline ilişkin soru sorması üzerine, gündemde şu anda böyle bir konu olmadığını söyleyerek şöyle konuştunuz: ‘Biz daha önce bu konuyu değişik tecrübelerle yaşadık. Parça çözümlerin, parça tekliflerin nihai sonucu elde etmede çok etkili olmadığını gördük.’… Hangi parça çözümlerden bahsediyorsunuz? Hükümetiniz Kıbrıs’ın tümünü Roma’da ve Brüksel’de Rumlara teslim etmedi mi, imzaları atmadı mı?
Hem de siz hangi limanlardan söz ediyorsunuz? Eski maliye bakanınız Kemal Unakıtan’ın babalar gibi ‘her şeyi satacağız… limanları da satacağız’ dediğini ne çabuk unuttunuz? Bakın Recep Tayyip Erdoğan 5 Şubat 2005 günü İzmir’de neler söylüyordu? ‘Artık limanları devlet eliyle yürütme devri kapandı. Bunları özel sektör alsın, gerekli yatırımlar yapılsın ve işletsin. Biz de engelleri kaldıralım.’
AKP hükümetleri devletimizin yani halkımızın neyi varsa neredeyse hepsini özelleştirme adı altında satıp, bitirdi… Siz hangi limanlardan söz ediyorsunuz? Limanlarımız birer birer elimizden çıktı.
Yapılan özelleştirmeler sonucunda gerek Akdeniz’de, gerek Ege Denizinde, gerek Marmara ve Karadeniz’de bulunan limanlarımızın tamamı elimizden çıkmış durumdadır. Bunların en büyükleri yabancı şirketlerin eline geçmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla limanlarımız birer birer satıldığı halde, siz dönüp limanlarımıza Kıbrıs Rum bandıralı gemileri sokmamaktan söz edebiliyorsunuz.
Bir televizyon programında yaptığınız konuşmada (CNN, 18.09.2009, saat: 11:30) hükümetinizin bölgede ciddi bir aktör olduğunu, önemli bir rol oynadığını söyleyip durdunuz.
Aktör, rol ve oyun… Bir sanat dalı olan tiyatroya özgü sözcüklerdir. Tiyatronun dışında kullanıldığında bu sözcükler, sahtecilik, aldatmacılık ve yalancılık içerir… Artık devlet adamı yok aktör var. Onurlu ve şerefli duruş yok, rol var. Bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerini savunma yok oyun var.
Aslında bu durum pek de yadırganmaz. Çünkü ABD’nin buyruğunda, AB mandasını kabul etmiş yöneticiler elbette devlet adamı olamazlar. Onlar emperyalistlerin yazdığı oyunlarda rol alıp, sadece aktör olabilirler.” (Yılmaz Dikbaş, İğfal, sh:189-190-191-192-193-194, 2001, Asya Şafak Yayınları, özetle)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Sayın Davutoğlu tecrübe eksikliği sebebiyle olayları saptırırken bile dikkatsiz davranmakta, hatta yanlışları doğrularla değiştirmeye çalışmaktadır. Oysa milletin beklentisi doğruları öğrenmektir. Doğruları dillendiren Dışişleri Bakanına sahip olmaktır. Yazılanlardan gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla Sayın Davutoğlu milletimizden doğruları saklamakta ve yanlış değerlendirmeler yapmaktadır.
İsmail MÜFTÜOĞLU, 2 Temmuz 2012
i-muftuoglu@hotmail.com