Ahmet / Seçkin UMUT

Ahmet / Seçkin UMUT

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Çrş Nis 10, 2013 17:42

İliklerimize kadar emperyalizmle kuşatılmışken “barış”tan söz etmek her yönüyle saçmalık. Tabii barıştan anladığımız, bedenlerini sergilemenin ayıbını birkaç ezberletilmiş sözle gizlemeye çalışan güzellik yarışması katılımcılarının sarf ettiği “ Afrika’da açlık olmasın, tüm dünyada barış olsun” tekerlemesinde geçen “barış” değilse.



Barışı gerçekten istiyorsak tanımını ve nasıl kazanılacağını iyi bilmek gerekir. Yoksa şu haliyle “Barış” medyada ve sosyal paylaşım sitelerinde kullanıldığı haliyle, içi boşaltılıp, yerine Ulusalcılığı önce itham, sonra da imha için kullanılan, eşsiz bir silahla donatıp bilinçsiz parmaklara sadece dokunmanın bırakıldığı tetik olmaktan başka bir işlevi yok.



Öncelikle anlam kargaşasını açıklığa kavuşturmak gerekir. Her “Saldırmazlık” “Barış” değildir. Baştaki cümleye dönelim; iliklerimize kadar emperyalizmle kuşatılmışken barış sözü saçmalık. Evet, emperyalist düzenin sömürgelerine sunduğu barış, aslında saldırmazlıkdan başka bir şey değil.



Peki bu sahte barış, yani saldırmazlık ne zamana kadar sürer? İki kriterden biri ortaya çıkana kadar. Birincisi, kaynakları saldırmayı mecbur kılana kadar, ikincisi, karşı taraf zayıf düşene kadar. Kaynakların mecbur bırakmasına en iyi örnek; Arap Baharı!. ABD ve AB ekonomisi o kadar berbat duruma düştü ki, Arap ülkelerini sömürmek artık yetmez oldu, onlar da gidip kaynaklara direkt el koymak zorunda kaldı. Tıpkı Yunanistan’ın durumuna düşmemek için Elize sarayının bahçesine çadırını kuran Kaddafi’nin altınlarını yağmalamak zorunda kalan Fransa gibi. Aslan payını Fransa alınca diğer NATO ülkeleri de leşten payına düşen kırıntılarla yetindi. Barış ve özgürlük olarak sunulan BOP’un saldırmazlık durumunun bitip, savaş durumuna geçildiğinin apaçık ilandan başka bir şey değildi.

İkinci kritere, yani diğer tarafın zayıf düşmesine en iyi örnekse, Türkiye Cumhuriyeti’nin omurgasını oluşturan “Ulusalcı” yapıya karşı son 6 yıldır açıktan yürütülen savaş. Geçmiş dönemde Atatürkçü cephe ve karşıdevrimci cephe arasındaki çekişme savaş aşamasında değildi. Avantaj elde edici bazı hamlelerle çekişme halindeydi. 12 Eylül darbesinden sonra güç dengesi Atatürkçü yapı aleyhine değişmeye başladı. Bu darbeden sonra ABD ve AB emperyalizminin kullanımına sunulan Türkiye her geçen gün biraz daha zayıflatıldı.



Alt yapısı tamamlanan çökertme süreci AKP iktidarının ikinci yarısında, 6 sene önce başlayan Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla zayıflatılan Ordu, hukuksal alanda kazanılan yeni ve güçlü cepheler, medya ayağının artık doruğa çıkmasıyla “saldırmazlık” yerini açıktan yürütülen savaşa bıraktı. Ulusalcılığı en ilkel ve faşist Milliyetçiliğe indirgeyip ona vuruyormuş gibi yapıp asıl hedef olan Atatürk Cumhuriyetine vurdular. Atatürk ve Türk yazılarının sökülmesi, T.C.’nin her yerden kaldırılması gibi.



30 yıldır kan döken PKK saldırdığı yapıya aşağılayıcı olsun diye T.C dediğini herkes biliyor. AKP işbirlikçisi medya barış güvercinleri uçurup “PKK çekilecek” diye herkesi kandırıp oyalarken aslında ilk çekilen T.C. oldu. Devleti adsız bırakmak ABD ve AB emperyalizminin Kandil’e verdiği öncelikli hedef olan Suriye için PKK’yı oldukça motive edici bir uygulama ve tatminkar bir zafer. TBMM’de dönen dolaplara bakılırsa devamı için çok sabırsız ve iştahlılar. Anayasadan “Türk” kelimesini çıkartınca halkın silahlı direniş hakkı doğar diyen kişi ve kurumlar, anayasadan “Türk” ibaresini kaldırmadılar, direkt Türkiye Cumhuriyetini kaldırdılar. Silahlı direnişi bekliyorum. Katılmak için!



Konumuza dönecek olursak, Atatürkçü yapı eski gücünde olsaydı bu cüreti elbet bulamazlardı. Yani, emperyalist kuşatma altında “Barış” bir tarafın silahları diğerinden daha üstün olduğu için var. Ve bunun adı da barış değil saldırmazlık. Zayıfladığımız anda barışın bozulduğunu tarihimizde pek çok kez gördük. En son, ne çok benzerlik görüp şaştığımız 90 sene öncesinde olduğu gibi.



Yandaş medyanın ve barış! sevdalılarının dilinde düşürmediği “ Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” saçmalığının direnişi kırmaktan başka amacı yok. Güçlü olacaksın! Barışçıl olmanın tek yolu güçlü olmaktan geçer. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş mührü olan Lozan Anlaşmasını diğer ülkeler imzaladıysa, Kurtuluş Savaşında ortaya koyduğumuz olağanüstü savaş başarısından dolayı. Çok net bir zafer kazanmamıza rağmen Lozan’da nasıl ayak direttiklerini biliyoruz. Atatürk görüşmeler sırasında üniformasını bir anlığına çıkarsaydı, şimdiki hain medya soytarılarının söylediği “Barışçıl” duruşta olsaydı Lozan, Serv’in başka versiyonu olurdu.



Savaşın kazananı olmaz diyenler, Antep’e neden “Gazi”, Urfa’ya neden “Şanlı” dendiğini sanıyor? Emperyalist işgalcilerin döktüğü kana rağmen hadi “helalleşelim” deyip barış süreci yürütmelerinden dolayı olmadığı kesin. Antep ve Urfa’yı işgal eden Fransız, İngiliz askerleri neyse şimdiki PKK da o dur. Her ikisi de emperyalizmin tetikçisi. Köy köy, şehir şehir savaşıp düşman birlikleri bozguna uğratmasaydık kimse bize bu toprakları bahşetmezdi. Bu toprakların sahibinin kim olacağının ilanı savaşla oldu. Ölümüne savaşla! Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı Savaşın kazananının var olduğunu, özellikle emperyalizme karşı savaşın kazanılabilir olduğunun en somut ispatıdır.



Neyi unutmanız gerektiğini bile onlar söylüyor. Adaları, Kıbrıs’ı ve daha pek çok kazanımı “barış” yutturmacasıyla kaybetmedik mi? Vatanı için ömrünün neredeyse tamamı savaş meydanlarında geçmiş Atatürk “Zaruret değilse savaş cinayettir”, ardından“Yurda Barış, Dünyada Barış” demiş. Barış’ı bu topraklara egemen kılmak, her yönüyle güçlü ve tam bağımsız Türkiye yaratmak için savaşların en zorlusuna atılmış. 10. Yıl Marşı, on yıl önce kazanılan askeri zaferin bu topraklarda barış olarak sürmesi için verilen olağanüstü çabanın marşıdır ve en az İstiklal Marşı kadar değerli, İstiklal Marşı kadar anlamlıdır. Çünkü barışa sahip olabilecek gücü edindiğimizin ilanıdır!. . .



Askeri açıdan zaferin tam karşılığı, düşman ordularının yenilgisi değil, halkın direnme gücünün kırılmasıdır. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla Ordu yenilgiye uğratılmış olsa da halkın direnme gücünün var oluşu onlar için en büyük bela!. En azgın, en hain ve en alçak medya saldırılarına rağmen bu direncin varlığını asla küçümsemeyin. Bu saldırıların çok azıyla Yugoslavya paramparça oldu. Irak bir darbeyle üçe bölündü. Libya kolay lokma oldu. Ulusal bilinç bakımından diğer Arap ülkelerin biraz ilerisinde olan Suriye direnmeyi sürdürmekte. Rusya elini çekse, orası da dağılacak.



Sonuç olarak, daha düne kadar “Halkların Kardeşliği” gereği Türk Halkının bir parçası olarak omuz omuza mücadele verdiği ABD emperyalizminin vaadine aldanıp “Halkların Kalleşliği” tuzağına düşen Kürtleri bu tuzaktan gene Türk Halkı kurtaracaktır. Tıpkı 90 sene önce olduğu gibi. Çünkü başka dostları yok. Hiç olmadı da!. . .

Eninde sonunda Barzani’nin, Apo’nun kulu olmaktansa Atatürk Cumhuriyetinin vatandaşı olmayı seçecekler. Kenan Evren başta olmak üzere son 50 yıldır iktidarda olan sağ partiler ve Tayyip gibi Sömürge Valisi olarak atananlar bu insanlara bir kez olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın ne demek olduğunu yaşatmadı. Batıda Türkiye’nin aydınlık yüzüne çöken faşist karanlık doğuda Kürtleri parçası olduğu halktan koparmak için her türlü kötülüğü yaptı. ABD 12 Eylül ile hem PKK’yı hem AKP’nin cenin hali olan ANAP’ı yarattı. 28 Şubatta da gelişimini tamamlayan AKP yi doğurdu. Aynı yaratıcının 30 yıl sonra dolaylı yolu bırakıp fiili olarak AKP-PKK koalisyonunu oluşturması bu yüzden hiç de garip değil. Çünkü artık zaman yok. ABD ve AB ekonomisinin sonuç vermesi yıllar alacak siyasi entrikalara dayanacak gücü yok. Ha çöktü ha çökecek. Siz bakmayın medyanın ABD’yi, NATO’yu devasa göstermesine. Hiç olmadıkları kadar zayıf durumdalar. Tek güçleri, kandırılmışların direnenlere seçmen ve bilinç düzeyinde baskın oranı. Buna da kısaca “Milli İrade” diyorlar!



Güçlü olmalıyız. Gerçek anlamda barış için güçlü olmalıyız. PKK ve BDP’lilerin ağzında kirlenen “Halkların kardeşliğini” yeniden kurmak için güçlü olmalıyız. “Yurtta Barış, Dünyada Barış”ı tekrar bu topraklara egemen kılmak için güçlü olmalıyız.



Hazır barış demişken, haberiniz var mı? Siz, koca koca adamlar, koca koca sözlerle, koca koca kavgalar edip, koca koca yenilmişliklerinizin öfkesini karşınızdakine koca koca kusarken, Ahmet, canım Ahmet o güzelim başını 13 yaşında emperyalizmin çarkına kaptırıp hiçbir çocuğa reva olamayacak şekilde öldü. 15 Martta öldü. Daha bir ay olmadı ama bu gündem saçmalığında tarih kadar eskidi. 13 yaşındaki ölümünün gazete ve internet sayfasında yer dolsun diye malzeme olması diğer Ahmet’lerden daha şanssız oluşundan. Demokrasicilik, insan hakları oyunu oynayanlar çocuğunu bakkala ekmek almaya göndermeye kıyamazken bu ülkedeki çocuk yaşında sömürüyle tanışan 900.000 Ahmet’ten habersiz. Yazının içinde rakam ne kadar da ruhsuz durdu. . . Oysa hiç kimse dokuz yüz bin Ahmet’in etnik kimliğini merak etmiyor. Çünkü onların kavgaları daha kocaman!



Hadi bu seferlik konuyu daha da uzatayım. Deniz Gezmiş’in kendi sesinden, mahkemede yaptığı savunmadan alıntıların yapıldığı bir video var. 10 dakikalık uzunca bir video. Deniz Gezmiş’in “Ulusun direnme hakkı” nedir, nasıl ve hangi şartta anayasal bir vatandaşlık görevi olduğunu, Kemalizm’in özünü anlattığı o muhteşem savunması. Alıntılar yapılan bu kayıtta “Halkların Kardeşliği” sözü çıkartılmış. Neden!? Çünkü açılımlar havada uçuyor. Çünkü demokrasi ve hümanist ilkeleri dayanak yapıp en kalleşçe şekliyle ayrımcılık yapılıyor. Bu videoyu hazırlayan kişi aynı safta görünmemek adına, ayrımcı yaftası yememek için “Halkların Kardeşliğini” koyamamış. Oysa gencecik ömrünü, daha 23 yaşında halkına armağan eden bir gencin son sözleri bunlar. Bu değerlerimizi asla terk etmemeliyiz. Onların kirletme amacı da zaten bu. Daha geçen gün Vatan’ın internet sitesinde Abdullah Öcalan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına selam durup Kızıldere katliamını olanca kirini sıçrattı. Ertesi gün de bu teröristin nasıl Kemalist bir çizgiye geldiğiyle ilgili haber vardı. Onların kirletme gücü bizim sahip çıkmadığımız oranda.



Hain, işbirlikçi medya kanalıyla yapılan en alçakça saldırı da zaten bize ait, bizi biz yapan tüm değerlerimizi kirletme çabası. Çünkü her savaş, her mücadele bir değer uğruna yapılır. Uğruna savaşılacak değer yoksa savaş da olmaz, mücadele de, direnç de. Halkın direnme gücü en büyük kabusları.



Uğruna savaştığımız toprakları TOKİ ve diğer inşaat şirketleri marifetiyle, dayatmadan beter reklam kuşaklarıyla sundukları lüks evlerle bize yabancı yapıyorlar. Çıktığın evi yıkarlarsa geri dönemezsin. Evinden çıkma. Boyasını değiştir. Bahçesine çiçek ek. Balkonuna saksılar koy. Canın ne istiyorsa onu yap ama sakın evini terk etme. Çünkü dışarı adım attığın anda geri dönecek evin olmayacak.



Uğruna savaştığımız kültürümüzü değersizleştiiriyorlar. Milli kimliğimizi faşist diye küçümsüyorlar. Dilini tahrip ediyorlar. Atatürk devrimciliği ile sahip olduğumuz dinamizmimizi tarikat dergahlarıyla, öğrenci yurtlarıyla itaatkar ümmetçi anlayışa dönüştürüyorlar.



Her türlü iğrençliğin sergilendiği gündüz kuşakları, diziler ve zekamızla alay eden yarışma programlarıyla kişiliğimizi emiyorlar. Halk bunu istiyor kandırmacasıyla bireyi önce halkına yabancı, sonra düşman ediyorlar. Halkına düşmanlık için bu yetmezse, hiç sektirmeden her gün tüm detayıyla verilen çocuğa tecavüz, hayvana tecavüz, yaşlıya tecavüz doktor tecavüzü, daha da yetmezse asker tecavüzü haberleri servis ediliyor. Hem de manşetten! Silivri eylemi yapıldığı gün haber sitelerinde birkaç saat, ertesi gün hiç yer bulamazken bu tecavüz haberleri tam gün manşette yerini koruyor. Psikolojik savaş ve toplum mühendisliğini çok hafife alıyoruz.



Bu kirletişin en berbat olanı, yüz yıllar boyu edindiğimiz, uğruna nice canlar verip bedeller ödediğimiz kültürümüze yapılanlar. Edebiyat, şiir, türkü, ne varsa hızla kirletiyorlar. Ahmet Kaya ilk çıktığı zaman Kürt Milliyetçisi miydi? 12 Eylül faşizmi karşısında ezilen vatan sever Türk Halkı için “Başkıldırıyorum” demedi mi? Nevzat Çelik’in Bayrampaşa Cezaevi duvarlarına tırnaklarıyla kazıdığı “Şafak Türküsü” şiirini şarkı yapınca ünlendi. Sona Nazım Ustanın, Can Yücel’in, Atilla İlhan’in, Pir Sultan’ın, yani bu toprakların sızısını, sevdasını, kavgasını, direnişini şarkılaştırıp ününü doruğa çıktı. Türk kültürünün birikimleriyle servet edinip ünlenen Ahmet Kaya bir anda mazlum, ezilen, hakir görülen Kürt Ahmet Kaya oluverdi! Tıpkı diğer Kürtler gibi. Haber kanallarına çıkıp uzun uzadıya 12 Eylül zulmünden, Diyarbakır Cezaevinden bahsederler. Sırf halkından nefret etme aşamasına getirilmiş kitlelerin vicdanlarını sömürmek için sadece orayı söylerler. Dedim ya size neyi unutacağınızı da dayatıyorlar diye. Size Metris, Mamak, Bayrampaşa gibi onlarca cezaevinde yapılanlardan unutturdular. Aklınızda, bilincinizde, hafızanızda ve vicdanınızda sadece Diyarbakır kaldı. Sadece o kalmazsa 12 Eylül darbesinin Kürt halkı için değil, Türk Ulusu için yapılmış faşist bir darbe olduğunu hatırlarsınız. Grup Yorum’un büyük Zonguldak Maden İşçisi Direnişiyle yola çıkıp. emek, özgürlük, deyip ilk sapaktan ayrılıkçı Kürt Milliyetçiliğine dönüşüyle bu örnekleri çoğaltabiliriz.



Ne diyorduk? Evet, barış diyorduk! Barış için güçlü olmak zorundayız. Bu güç, sırf silah gücü demek değil. Aklımızı, bilincimizi, umudumuzu ve direncimizi hep diri ve duru tutmak zorundayız. Ve bize ait değerleri asla terk etmemeliyiz. Çünkü hakkımız olan aydınlık günlere bizi ancak o yol götürecek. Hızır Paşayı kimse hatırlamaz ama sehpada idama koşan Pir Sultan hep akılda ve gönüllerdedir. Bu topraklarda güçlü olan değil, haklı olan zafere ulaşmıştır. Yokluk ve yoksulluk içindeki bir milletten tarihin en şanlı zaferini kazanan Atatürk de zaten bu inançla yola koyuldu. Tıpkı diğerleri gibi O da yanılmadı.



Silivri’ye gidip bu onurlu direnişe katılan herkese selam olsun! Gidenler kadar aklında, yüreğinde aynı coşku ve kararlılığı taşıyan gidemeyenlere de! Barış savaştan daha çok bedel ister. Bu bedeli ödemeye hazır olduklarını gösterdikleri için. . .

. . .

Yazı uzun geldi. Gerekli kısaltmaları yapmak isterken kelime yumağı arasında Ahmet’i gördü. Ahmet büyüdü, yumak küçüldü. Utanç büyüdü, öfke küçüldü. Sızı büyüdü her şey küçüldü. Canım Ahmet. Sen büyüyemedin ya, herkes küçüldü. . .
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01

Re: Ahmet

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Sal Nis 16, 2013 8:49

'
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01


Şu dizine dön: Seçkin ERGÜN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x