AKHOROZ ÖLECEK
Aylardır ölüme direndi. Her sabah, bu gece öldü mü endişesiyle yattığı yerin kapağını açardım, başını kaldırdığını görünce de sevinirdim. Kafa kadar şişen sağ ayağının üstüne iki gündür yıkılıp kalan, yine de günlerdir yaşama sevincini yitirmeyen, iştahla yiyip içen horozumuz, artık verdiğim hiçbir yiyeceğe dönüp bakmıyor bile, teslim bayrağını çekti, ölecek!
Akhoroz, kümesten ayrı yerde sandıkta bakılıyor. Günlerdir hastaydı. İyice kötüleyince geçen hafta son çare ilçede veterinere götürmüştük, sandığıyla. İçi talaş doldurulmuş, meyve sandığıyla taşıdık arabada. Sokakta sandık kucağımızda öyle gidiyoruz. Bakan bakana. Bunlar ne taşıyor, nedir bu? diye.
Tek ayak tabanı kütük gibi şiş horozun. Üstüne basamıyor, yerinden doğrulamıyor… İnsan gibi inildiyor, tuhaf sesler çıkarıyor.
Veteriner yol üstü bir dükkân yerinde yer açmış kendine. Apartman altı. Kapıda kocaman yaftası: Veteriner Kliniği. Bir de sekreter hanım kızı var, soruları o sordu, nesi var horozun, neden getirdiniz diye. Sandığı kapının dışına bıraktık, kaldırımda, içinde oturan horozla.
Sonra veteriner geldi dış kapıdan, iri yarı, şişman bir adam, içeri girerken, hayvana elini sürmeden, ayağa baktı bakmadı, masaya yerine geçti.
Diş macunu tüpü gibi bir tüpte ilaç gösterdi: “Kara merhem, bunu şiş ayak tabanına sürün. Ödem bir yerden patlar, ayak düzelir.”
Hepsi bu kadar.
Kaş veterinerine telefonla danışarak aldığımız ilacın kapağını getirmiştim yanımda. Gösteriyorum. “Bundan daha iyi ilaç var ama madem almışsınız, yeni masraf etmeyin. Bu merhemi sürün, o toza da isterseniz devam edin.”
Bu ilgisizlik, etinden yararlanılan hayvanların kaderi olmalı. Canlı yerine sayılmıyorlar. Yaşamları elinde, senin emrindeler. İstersen kesersin. İstersen yaşatırsın…
Sana üretimde bulundukları, onlardan yararlandığın süre bakarsın onlara. Kesim için bakıyorsan kesmeye gün şaşırtmazsın. Ölümleri, ancak sana üretim yönünden zarar verir. Küçükbaş, büyükbaş hayvanlar daha değerli olduklarından hastalıklarına özen ona göredir. Tavuklar, eğer çiftlikte yüzlerce binlerce iseler bulaşıcı hastalıktan ölmeleri bir servetin kaybıdır. O zaman önemsenirler.
Hayvan sevgisi diye anladığı çoğu kişinin, kedi köpek bilemedin kuş sevgisidir. Kümes hayvanlarını kesip yediklerinden canlarına kimse önem vermez. Veteriner bile, içinden ne geçirdi bilemeyiz bizi bir horozla kapısında görünce, baştan savıverdi işte böyle bir dakikada. Ne ayağı deldi, sıvısını çekti, ne bir öğüt verdi yapılacaklara dair… Sür merhemi. O kadar! Zaten verdiğimiz para merhemin parası kendisine, bizden bir çıkarı, kazancı da yok…
Bizim hasta horoz, aslında kümesin fazlalığı. Tavuk olacak sanılarak yanlışlıkla alınmış civcivken. Kümesin horozu var. Kınalı horoz. Öğrendiğimize göre kümeslere horoz da gerekmiyormuş eğer sana aşılı yumurta gerekmeyecekse, yani kuluçkaya yumurta koymayacaksan.
Tavukların sırtları, kanatlarının yanları, başlarının üstleri yara bere içinde tepelenmekten. Horozlar iri, ayakları güçlü, tavukları perişan ediyorlar.
Akhoroz ile Kınalı iyi geçiniyorlardı, Akhoroz hastalanıp elden ayaktan iyice düşene kadar. Yürüyemez duruma gelince onu bahçede bırakıp özel bakıma, korumaya almıştık bir gün. Kınalı hemen ertesi günü, durup dururken Akhoroz’a saldırmaya başladı. Etrafında yan yan sekerek dolanıyor, tuhaf sesler çıkararak bir anda sırtına çıkıp kafasını, ibiğinin tepesini didikliyor. Hemen o gece Akhoroz’u kümesten aldık, geceleri de ayrı bir yerde tutmaya başladık. Bir araya bıraktığımızda hep aynı durum. Yere çöküp kalan zavallı Akhoroz, kendini koruyamıyor, kaçamıyor bile saldırılardan.
Geçen ayın başında tedaviye aldık horozu. Önce bir sekiz gün mikrop öldürücü toz karıştırdık yemine suyuna. Ayağını tentürdiyotlu suya sokup günde üç dört kez bu suda tuttuk. Bir yararı olmadı. Belki zarar verir düşüncesiyle bir süre ara verdik yemine kattığımız toz ilaca, bu arada daha da kötüledi. Sonra da veterinere gösterdik yukarıda anlattığım gibi.
Hayvanı ne ölüme terkedebiliyoruz, ne kurtarabiliyoruz. Bir türlü iyileşmiyor.
Verin keselim yiyelim diyenler de eksik değil bu arada…
Kurtarsak da dert, diğer horozdan dayak yiyerek ölecek, artık bir arada kalamazlar. Ayrı bakım da zor olacak. Salsak dövecekler, evde tutsak çocuk gibi bakım gerektirecek. Peşinde gezmek gerekecek. İşimiz eskisi gibi kolay olmayacak…
Horoz, kara merhemi günde üç kez ayağını ovarak sürmeme, toz ilacına yine devam etmeme karşı her geçen gün kötüledi. İştahı olmasa ölecekti.
Eskisi gibi olmasa da yine büyük bir istekle atılıyordu yemek için verilenlerin üstüne.
Sabahları darısını tek tane bırakmadan bitiriyordu. Ara öğünlerde ne bulursam getiriyordum. Ölmeden bunun tadını da alsın, bunu da yesin diye. Boynunu sıvazlıyorum o yemek yerken. Kaçmıyor, sanki hoşuna gidiyor ilgimiz…
Dün akşam birden gözüme çarptı, kırmızı gösterişli ibiğinin bir yanı düşüktü. Canım sıkıldı görünce. Ölümün belirtisiymiş bu. İki aydır süren direnişinin son günlerine geldi Akhoroz. Yüzünün de rengi soldu. Ölecek…
Bir horoz alt tarafı demeyin.
Evin kedisi, köpeği gibi olmuştu. Can taşıyordu nihayet. Acı çekiyordu insan gibi. Bizden yardım bekliyordu…
Bu öğlen, gövdesi devrik, ayakları bir yanda, gözleri yarı kapalı yatıyordu Akhoroz. Can çekişiyor. İçim elvermedi. Yapılacak bir şeyler daha vardır, teslim olmayalım diyerek son kez komşumu yardıma çağırdım. “Horozum ölüyor, gel ayağını ameliyat edelim. Öyle de ölüyor böyle de. Belki kurtarırız…”
İlk yardım çantalarımı bahçeye açtım. Doktor makasının ucunu yaktık. Ayak tabanını kestik. Sapsarı bir su aktı. Kan akana kadar sıktık tabanı. İlaçladık. Üstüne kara merhemi sürdük, sargı beziyle sardık ayak tabanını. Bir anda başına üşüşüveren yeşil sinekleri kovduk, hayvanın sırtına çıkan karıncaları silkeledik. Komşum iki kanadını bir çocuğun eli gibi tuttu. Hayvanı yürütüyor:
“Bak diğer ayağın bembeyaz olmuş, karnın pembeydi, beyazlamış. Hareket et bakayım, seni tembel seni!” diyor. “Korkmuş bu!” diyor. Horozun kafasını ibiklerini yıkadık. Toz ilacını ağzını açarak içeri akıttık. Sevdik, okşadık, konuştuk, yatak yerine koyduk hayvanı sonra. Şimdi bekliyoruz, ya düzelecek, ya ölecek… Komşum:
“Allah bilir” diyor. “Biz elimizden geleni yaptık.”
Hayvanları evcilleştirmek, sevmek güzel de, ayrılık zamanı gelince onun hayvan olduğunu unutuyorsunuz bir an… Ölüm kime neye gelirse gelsin çirkin…
Canları bize emanet edilmiş hayvanları korumak için biz bu kadar çırpınırken, insana acımayanlara, sorumluluklarını aldığı insanlara eziyet edenlere, ölümlerine, sakat kalmalarına sebep olanlara, ölümler karşısında acımasız duranlara, taş yüreklilere ne demeli dersiniz?
Böylelerine saygı sevgi gösterenlere, bunlara yaltaklananlara, önlerinde küçülenlere… Ne ad vermeli…
Bu günün haberlerinden bir ikisini şöyle bir anımsarsak:
Sezen Aksu, kusmuş yine, bu kez Almanya’da. Terörist başını, katil başını seven, özleyen Ahmet Kaya’ya haksızlık edilmişmiş bu kadına göre. Bu, ne dese, ne söylese hiçbir tepki almayan, yine de şarkılarını dinletebilen şarkıcı kadın iyice gemi azıya almış. Bölücülüğü orta yerde çekinmeden yapabiliyor.
Arabeskin acıyı sömüren şarkılarıyla kesesini dolduran, ününe ün katan ağır ağbi pozlarıyla hayran kitlesi yaratan Gencebay’ın dedikleri de bunun dediğinin yanında az kalır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için konuşmuş bu şarkıcı da. Tam da kendine yaraşanı konuşmuş… İktidar yalakalığı almış başını gidiyor halkın sırtından para kazananlarda…
On altıncı katta çalıştıkları inşaatın iskelesi çöken üç işçi yaşamını yitiriyor dün. Ne işyerini kapayan, ne tutuklanan, ne bu gencecikken ölenlere sahip çıkan var ülkemizde.
Ben şeriatçıyım diyen Cumhuriyet düşmanları ülke yönetiminde, her kurum ellerinde…
Gezi parkı direnişlerinin kutlamasını yapıyorlar, polisin ölçüsüz, düşmanca gösterilerine meydan veriyorlar, hep aynı manzaraları bıkmadan yaşatıyorlar, bir merkezden yönetilen, neyi neden yaptığını bilmeyen, bölücü hainlerce emelleri için kullanılan gençlerimiz…
Daha dün gibi yüzlerce maden işçimizin ölümünü yaşamamız… Ağaoğlu’nun inşaatında geçenlerde başına düşen demirden ölen işçiyi ise çoktan unuttuk…
NATO’ya bağlı olmayan tek bağımsız ordumuz Jandarma, askerden alınıyor. İktidara bağlı polis durumuna getiriliyor. Ulusun değil iktidarın ordusu yapılacak görünüşe göre bu gücümüz de sonunda… Komutanının adını müdür yapmışlar. Çalışmalar devam ediyormuş…
Eşkıya, terör örgütü, askerimize, ulusumuza her gün meydan okuyor. Karşılık almıyor, yaptıkları görmezden geliniyor. Yol kesmelerine alışmayan kalmadı. Baş yöneticiden tık yok. Başka konularda bakıyorsunuz, aslan, esip kükrüyor…
Son bir şey daha: Atatürk’e hiç Atatürk demeyenler, yüce önderimizin adını ağızlarına almayanlar, Atatürk Havaalanı’na ne diyorlarmış duydunuz mu? Otuz yıl önceki adıyla: Yeşilköy.
Bugün yenilenen Ağrı seçimlerinin sonuçları duyuruluyor şu anda, seçimi 30 Mart’ta, Pekaka terör örgütünün meclisteki temsilcisi parti on oyla kazanmışmış, iktidar partisi itiraz etmişmiş buna, şimdi yenilenince bölücü terör örgütünün partisi 2579 oy önde gidiyormuş… Sayım bitmek üzereymiş… Yalova’nın sevincini gölgeliyor bölücülerin aldıkları yol… Al birini vur ötekine partiler, bölücülük yarışı, vatana ihanet… Bölücülere teslim edilen güzel yurdumuz…
Böyle bir durumda ülkemiz. Yandık, yanıyoruz…
Bir horozun ölmesi konu bile edilemez aslında. Ayıplayanlar olmuştur, bu kadar acı yaşanırken sen ne anlatıyorsun diye.
Burada anlattığım bir hayvanın yaşamı ama toplumumuza değişik açıdan tutulan bir ayna değil mi bu aynı zamanda?
Akhoroz bize yapmamız gerekeni anlatan bir simge…
Yenilmeyecek, direneceğiz… Hekim görevini yapmayacak, onun işini biz alacağız gerektiğinde… Öğretmen susarsa, biz konuşacağız. Savcıların sesi çıkmayınca ses biz olacağız… Siyasetçi yurdu satmaya kalkacak, biz sattırmayacağız, duvar olacağız her türlü düşmanın önünde!
Memleket sevgisi, yurt sevgisi, insan sevgisi yüreklerimizde oldukça, yurdumuzun taşını toprağını, canlısını, cansızını sevdikçe ölmeye yatmayacağız…
Feza Tiryaki, 1 Haziran 2014