AKHOROZ

AKHOROZ

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt May 03, 2014 21:47

AKHOROZ

(Geçen yaz başında hayvanlardan söz etmiş, tavukları anlatmıştım bir yazımda. Aynı konuda yine diyeceklerim var.)

Hayvanları sevmek belli hayvanları sevmekle sınırlı sanılır. Kedi, köpek, kuş… Tavşan, kaplumbağa… Burada tıkanıp kalır insanoğlu. Çok uçtakilerden sayıları az da olsa evde yılan besleyen, maymun büyüten, timsah yetiştiren de çıkabilir…

Çiftçi köylü ise küçükbaş hayvanları, büyükbaş hayvanları da aynı evcil ev hayvanları gibi sever. Belki daha da fazla sever. Kümes hayvanları, tavuklar, horozlar, hindi, kaz, ördek… hepsi ayrı ayrı bir ömürdür onlara. Takılmış adlarıyla sanlarıyla sevilirler. “Akkız, Nazlı, Çilli, İbibik, Süslü, Çil horoz, Kiraz, Menekşe… Bunlar üstüne ne öyküler uydurulur. Kendileriyle bir çocuk gibi, bir arkadaş gibi konuşulduğu da çoktur.

Tavuğumuz olana kadar böyle bir dünyadan habersizdim. Kümes hayvanlarına uzaktan bakar, çok çok sabahları bizi uyandırmasından, gece defalarca ötmelerinden, gündüzleri yumurtlayınca horozlarıyla birlikte yaptıkları çığırtkanlıktan rahatsız olurdum. Gece zaten zar zor gelen uykumu böldüklerinde, gece kaç kez birden bire ötmeye başlamalarında, ardından bütün köyün horozlarını sıraya koyup öttürdüklerinde, sabahın köründe camın önünde gürültüyle taşı toprağı savurarak eşindiklerinde kalkıp onları kovalamak, taşlamak duygusu bile gelirdi içime…

Eş dost, tavuk bakanlar günlük taze yumurta verdiklerinde fazla önemsemezdik. Alt tarafı yumurtaydı nihayet hepsi.

Ne zaman bir kümesimiz oldu, altı tavuk, iki horoz, tavukların dünyasına girdik, işler değişti… Her birinin ayrı karakteri olduğunu, her birinin huyunun suyunun başka olduğunu anladık. Akılları, davranışları başka. Sevgileri, insana sokulmaları başka. Öncü olabilen, söz dinleyen, korkak, aptal, yaramaz… Hepsi ayrı telden çalıyor… Yumurtaları ise sanki bir yiyecek değil, onlardan bize sunulan kutsal bir armağan…

Bir düşünür şöyle demiş: “Alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur.” Hayvanları sevmek onlara alışmak da öyle…

Bizim toplumumuzda kedi köpek eti yenmez. Bu tür hayvanlar sevme için, yoldaşlık için beslenir. Köpeklerin ayrıca bekçilik görevleri de var. Tavuklar, bir çıkar için besleniyor. Yumurtası alınacak. İstenirse kesilip yenilecek. Tüyüne meraklı, tüylerini toplayacak, yastığa dolduracak…

Bizim civcivken aldıklarımız, makine tavuğu, horozuydu. Anasından dünyayı öğrenerek büyümemiş, içgüdüsel biliyor bildiğini. Bilmediğini deneyerek öğreniyor. Makinede yumurtadan çıkmışlar. Ana sıcaklığını makine sağlamış onlara. Sonra satışa çıkarılmışlar.

Ömürleri, alanların insafına kalmış. Çiflik için, et için yetiştirildilerse hiç yaşamadan üstüste tutularak aynı yerde büyütülecekler, 39 günde kesilecek duruma gelecekler. Yumurtaları içinse yine öyle itiş kakış ortamda tutulup makineymişçesine yağ, yakıt verilir gibi yemi suyu verilip yumurtlatılacaklar. Ha evindeki bir mutfak aygıtı, bir çalışan aygıt, ha bunlar… Canlı oldukları unutulan zavallı canlılar…

Bu civcivleri alanlar evlerde büyütmek için aldılarsa durum biraz daha iyidir. Bulundukları yer bahçe içindeyse, dolaşacak yerleri varsa, sahipleri onlara iyi bakıyorsa yaşadılar. Hele hele köylerde büyütüleceklerse işleri iştir… Özgür köy tavuğu işte bunlardır.

“Küçük yaşta eğitimsiz bırakılan çocuk, bir tavuğun boynunu sıkarsa, civcivin başını koparırsa, kediyi köpeği oyuncak edip yaralarsa suçlu ana babadır!” diyor aynı düşünür.

Bizim hayvan sevgimiz de öyle öğrenilen bir duygudur. Zalimlik nasıl çocuklukta şekillenirse, canlıları sevmek, hayvanları korumak da çocukluğa uzanan bir alışkanlıktır…

Tavukları horozları tanıdıkça, bu hayvancıkları sevdikçe ne öyküler duydum. Tavuksuz yapamayan, onlarla arkadaş olan ne nineler… ne gelinler… Horozunu kuş taşır gibi omzunda gezdirenler. Tavukları, ördekleriyle konuşanlar, onlara adlarını öğretenler… Aynı barakada birlikte uyuyanlar. Adam tarlada tapanda bütün gün çalışır, derme çatma kulübesinde sedirde uyurmuş akşam olunca erkenden. Çok sevdiği horozu da aralık kapıdan sesizce girer ayak ucunda yere oturur onu beklermiş. Komşumun annesi- seksen yaşını geçmiş- kendini bildik bileli tavuk bakarmış. Kendi ihtiyacı için. Yazları köyde yayladalar, yaylanın tavuğu horozu, keçisi koyunu bol… Kışları çok yaşlandıkları için, kentteki oğullarının yanındalar. Bir apartmanda, üçüncü katta. Yazın günleri konu komşularının tavukları, horozları ile geçiyormuş da, kışları çok zormuş. Kentteki apartmanın bahçesinde bir kıyıda, o olmazsa apartmanın balkonunda tavuk yetiştirmeyi istemişler. Semiha Anne, ben tavuksuz yaşayamam demiş kentteki ilk kışlarında. Hep tavuklarına özlem duyar, ağlarmış… Tavukları çocuğu gibi severmiş. Günü onlarla başlar, akşamını onlarla yaparmış… Onlara yem vermeden, sırtlarını okşamadan, onlarla konuşmadan duramam, alışmışım dermiş…

Komşum da yine aynı öyle, annesi gibi. Ömrü boyunca hep tavuk beslemiş. Hastalıklarını, ne zaman, nasıl, ne kadar yem verileceğini, yumurtlamaları için ne yapılması gerektiğini, istenilmeyen kuluçkayı bozmayı, böyle tavuğu ayındırmayı, zehirlenen tavuğun kursağını jiletle keserek kursağın içini boşaltmayı, sonra da dikiş ipliğiyle yarasını dikmeyi, hastalanan tavuğu tedavi etmeyi, her şeyi her şeyi biliyor. Görerek, yaşayarak, sorarak öğrenmiş…

Kuş gribi numarasıyla köy tavukçuluğunu yok etmeye çalıştıkları o yıllarda bile tavuklarını korumuş. Herkes tavuklarını kuzu kuzu teslim ederken, sakladıkları tavuklar kolayca yakalanırken, o tavuklarını dağın eteğinde bir kovuğa taşımış. Ağzını demir telle örtmüş, gizli gizli onlara bakmış, onları kesin ölümden kurtarmış.

Bizim Akhoroz’un yaşamını da o kurtardı.

Alındığın da iri bedenli, koca ayaklı bir civciv olan Akhoroz ‘u görür görmez hepimiz acımıştık. En çok da onu sevdik. İki ayını doldurana kadar onun horoz olduğunu anlamamıştık. Satarken, beşi açık kahverengi tüylü, biri kızıl kahverengi olan yumurta tavuğu cinsi üç dört haftalık biraz palazlanmış civcivlerin arasına bir kırmızı horoz katmış pazarcı. Bu da tavuk, bunu da alın diyerek, son anda beyaz tüylü, hantal, yürüme güçlüğü çeken koca ayaklı bir yavruyu da zorla satmış. Bu yavru meğer bir et horozuymuş, soyaçekim yapısıyla oynanan, üretilirken doğal yapısı değiştirilen. Civcivken ne bileceksin? Bildiğimiz bu beyaz renkli civcivin çok iri oluşu, pisliğini tutamaması, hep arkası batık, boklu dolaşması.

Bir dikkatimizi çeken özelliği de durmadan yem yemesi, doyduğunun ayırdında olmamasıydı.

İki ay kapalı büyüttükten sonra etraflarını önce telle çevirerek dışarı saldık onları. Alışınca serbestliğe, tele gerek kalmadı, özgürce dolaşmayı, geceleri kümeslerine dönmeyi öğrendiler. Bu ak pilicin horoz olduğunu da ilk o zaman anladık. İbiği vardı, pislik içindeki kuyruğu belli horoz kuyruğuydu…

Güçsüzlere acımak insanın doğasında olmalı. Kırmızı horozun ışıltılı tüylerine, gösterişli duruşuna karşı biz en çok bu Akhoroz’u sevdik. En çok onu koruduk, kolladık, deyim yerindeyse üstüne titredik…

Kısa sürede Akhoroz, bize geldiği türü gösterdi. İrileştikçe irileşti, güçsüz, iri bacakları onu zor taşıyor. Yüzü, ibikleri çok güzel ama gövdesi kaz gövdesi gibi kocaman, çirkin. Yüksekte duvara takılı kümesine çıkmasını hiç öğretemedik, düşer bir yerini kırar diye zaten korktuğumuz için, bundan, baştan vazgeçtik. Kümes kapısına dayalı merdivenden zor da olsa inmesini öğrettik. Yem kabı elimizde, yemi göstererek, merdivene basamak niyetine çakılı tahtalara yem koyarak, inmesi için dil dökerek, o inene kadar yerdeki tavuklara yem vermeden onun inmesini beklerdik.

Davranışları korkak bir çocuk gibiydi. Yüreklendirilince ancak yapması gerekeni yapabiliyordu. Aralık sonunda evin avlusuna, zeytin ağacının altına yere bir kümes yaptırdık, kışı öyle geçirttik de horozcağız bu inme işkencesinden kurtuldu. Kendisi ağaç altındaki bu düzayak kümesine hem girdi, hem çıktı bundan sonra kolayca. Yüksekte asılı kümesinden inmesine zar zor iniyordu da çıkarken biz kucaklayıp kümese koyuyorduk Akhoroz’u. Arkadaşları kümese çıkınca ezana yakın, hava kararırken, yerde dere içinde tek başına kalırdı. Korkuyla sağa sola bakınır, boynunu yukarı uzatır, kafasını yan yan yatırarak öyle arkadaşlarına bakardı. Başı yukarıda, asma kümesin altında, beni de çıkarın der gibi bizlere bakarak beklerdi. Kanatlarının üstünden bastırarak tutarken kaçmaz, boyun büker, dururdu, tutalım da koyalım diye yukarıya.

Daha kırk günlük olmadan, herkes, bu türden horozlar yaşayamıyor, belli günden sonra çatlayıp ölüyorlar, kesin bunu ölmeden, yiyin demeye başladılar. Bunların kemikleri zayıf olur, bacakları kırılıverir, gövdesini taşıyamaz, ölür, diyorlar. Akhoroz bir ağır ki yerden kalkmaz. Boy hizasındaki asma kümesin kapısına kaldırıp koyana kadar neredeyse iki üç kez basamaklara ayaklarını dokundurur, güç toplardım, birden yukarı kaldıramazdım. Kendisi de kanatlarını açmak için içgüdüsel çırpınır, mücadele ederdi, daha da ağırlaşırdı elimizde…

O günlerde, hiç unutmuyorum, 30 Ağustos günü birden bire hastalandı. Biz ilçeye bayram için gidecektik. Bayram dedimse, bayram mı yapılıyor artık, 30Ağustos’ta askerin geçit törenlerini çoktan kaldırdılar, statlar bayrama yasaklandı… Geriye ne kaldı? Atatürk anıtına çelenk konmasında geride bir yerde hazır bulunmak, yüce önderimizin manevi huzurunda selama durmak, çalarlarsa İstiklal Marşı dinlemek için kalkmış, giyinmiştik, erkenden gidecektik.

Gitmeden önce kümesi açtık. Tavuklar, kırmızı horoz, hepsi, çırpına sevine indiler. Kimi kapıdan aşağıya uçtu, kimi basamak basamak yürüyerek merdivenden indi. Akhoroz inmedi. Köşeye saklandı. Duruyor. Yeme dönüp bakmıyor. Ne dedikse bizi duymadı, küskün duruyor, başı düşük, uykusu var gibi. Uzandık, yakaladık, Akhoroz’u elimizle zorla indirdik yere. Bir iki adım atıyor, gövdesi üstüne oturuyor. Her sabah yem kabına saldıran, ilk önce yem yiyen, yere atılandan değil özellikle elimizden verileni yiyen, sevine sevine yerinde sıçrayarak yiyen, iştahlı, yerken sırtını, kafasını okşatan horoz gitmiş yerine cansız, iştahsız başka bir horoz gelmiş… O doymayan, ne kadar yediğini bilmeyen, arkamızdan yem ver diye ayrılmayan, üstümüze yem diye atlayan horoz yok artık. Gitti bir çalının altına sığındı, yere çöktü. Gözleri kapanıyor, göz yerinde beyaz göz kapağını ilk kez görüyoruz. Başı bükülü bükülüveriyor yana. İbikleri devrik, rengi solmuş, cansız. Yem tabağına dönüp bakmıyor bile. Su uzatıyorum içmiyor.

Denilenler oluyor. Sıcaklarda çatlar diyorlardı, yazı geçiremez diyordu her gören horozum için. Hava da öyle sıcak ki… Akhoroz ölüyor… Başından ayrılamıyorum. Onunla gidip gelip konuşuyorum. Sesimi duyunca gözlerini açıyor, başını dikleştiriyor bir an, o kadar. Yine gözleri kapanıyor, başı düşüyor…

Onu o halde bırakıp ilçeye törene, görevimizi yapmaya gittik, hemen bir iki saat içinde de döndük…

Gelince Akhoroz’u canlı bulacağımızdan umudu kesmiş, cansız, bir yerde bulacağız diyorduk. Korka korka dereye indik, onu bıraktığımız yere baktık. O ne? Aynı duruyor, ölmemiş daha. O sevinçle komşuma koştum.

“Koş horozum ölüyor, koş, yardım et.”

“Nesi var?” diyen komşum olasılıkları sıraladı:

“Kötü bir şey yemiştir, belki bir yeri iltihaplanmıştır, hastalanmıştır. Aspirin var mı, su getir belki sıcaktandır.”

Horozu kucakladı komşum, onunla bir çocukla konuşur gibi konuşuyor:

“Nen var senin bakayım. Nesi varmış güzelimin! Seni gidi seni, hınzır adam, niye korkutuyorsun insanı?”

Akhoroz gözünü ara ara açıyor, çırpınacak oluyor gücü yetmiyor, öyle duruyor yere çöken komşumun dizlerinde. Komşum boğazını yukardan aşağı bastırarak muayene etti. Kursağı sertmiş, düğümlüymüş… Yavaş hareketlerle ovmaya, bir cismi aşağı indirir gibi başından gövdesine kadar sıvazlamaya başladı, bak buradaki sertlik gitti dedi bana. Sonra ibiğini elledi, kanat altlarına baktı, ateşi var dedi. Aspirinden küçük bir parça kopardık, bir küçük kapta suyla erittik, komşum horozun ağzını sıktı açtı, ben ilacı ağzına akıttım. Kafasını gövdesini bol suyla yıkadık. Horozu saldık.

Aradan on dakika geçti geçmedi bizimkinin gözleri açıldı. Bir iki saat sonra da görünür şekilde düzeldi. Günün ilk yemini az da olsa yemeyi başardı. Bir iki yudum da su içti. Her iki saatte bir komşum geliyor, horozu kontrol ediyor. O günü geçirdik. Her gün biraz daha düzeldi, bir hafta sonra bir şeyi kalmadı, eskisi gibi oldu…

Bizi üzmesi bu kadarla da kalmadı. Bir gün ayağını incitti, merdivenden inerken yuvarlandı, topalladı günlerce, sonra düzeldi. Bir kez de ayağını akrep soktu. Böceği kaçarken gördüm. Ayağı şişti, tutup baktık görünürde bir şeyi yok. İlaçladık, soğuk su döktük, günler sonra geçti… Ayağının altına, etli kısmına diken battı, ayak tabanı şişti başka bir gün. Dikeni çıkarttık, düzeldi.

Ayakta fazla duramamasından, göğüs üzerine çökmesinden göğsünün tüyleri döküldü, bir ara öyle çıplak kaldı. Sonra tüyleri yeniden çıktı.

Bu haliyle tavukları tepelemeye de başlamaz mı? Tavukların sırtlarında tüy bırakmadı. Eh biz de, elde süpürge akşamları peşinde dolaşmaya başladık.

Hayırsız evlat gibi, atsak atamıyoruz, satsak satamıyoruz. Kimseye yedirmeyeceğiz onu. Kurda kuşa da yem etmeyeceğiz. Canını sonuna dek koruyacağız… Bunda kararlıyız ama nasıl?

Yağmur mevsimi başlayınca güzün, tavuklarımız ilk kez ıslandılar. Bizimki seyrek tüyleriyle tir tir titrer… Yerdeki yeni kümeste, üç beş günde hepsi tüneklere alışıverdiler, bir Akhoroz çıkamıyor, yarım metre yükseklikteki tüneğe. Kayık gibi gövdesiyle hep çıplak, tüysüz göğsünün üstünde uyuyor, bacakları onu taşımıyor.

Kışın, birkaç ay ayrı kaldık hayvanlarımızdan. Komşularımız baktılar.

Akhoroz’un şansına kışın bir kez sel gelmiş dereden. Hayvanlarımız sele kapılmamışlar. Ocak, Şubat ılık geçmiş. Tilki, sansar kapmamış onları. Yabandomuzuna yakalanmamışlar. Evlenerek köye yerleşen Amerikalı kadının ikide bir saldığı, köylünün yaka silktiği beyaz koca köpeğin saldırısına uğramamışlar. Bilinmez bir hastalıktan diğer komşumun horozları- tavukları gibi bir günde ibikleri morarıp ölmemişler.

Mart’ı geçirmişler. Nisan kurak, yaz gibi sıcak, güneşli geçti. Mayıs ayında bir yaşları dolacak…

Bir yaşına girecek girmesine de Akhoroz’um, yine yapacağını yaptı. Yine meraktayız, yine ölecek mi yoksa korkusundayız…

Bir ayı aşkındır horluyor gibi nefes alması. Gece gurul gurul ötüyor. Gündüzleri koşarak gelince yanımıza yine öyle, hırıldıyor sanki kendiliğinden nefesi. Tıpkı soluk almada zorlanan yaşlılar gibi.

Bugün beşinci günü öndeki ayak parmağında bir sorunu var.
Önce şöyle bir aksıyordu yürürken. Ertesi günü iyice topalladı. Tutup baktık, bir şey göremedik, azıcık ön parmağı şişmiş. Daha ertesi günü parmak iki kat kalınlaştı, çevresi irin topladı, tırnağı düştü düşecek… Küçük arka parmağının tırnağı çoktan düşmüş. İbiği de morardı. Komşum tuttu, ben ayak parmağını ameliyat yara bandıyla ilaçlayıp yapıştırdım, sardım. Aspirin içirdik yine.

Düzelmedi. Kümese en son giren Akhoroz şimdi en önce girip köşesine oturuyor.

Bugün daha da kötüledi. Gün boyu çalı diplerinde oturdu kaldı aynı durumda. Tıpkı insan gibi davranışları. Nazlı bir çocuk, yakınlarına naz eden bir ihtiyar gibi. Yanına gidince iniltili sesler çıkarıyor, hastayım, der gibi… Yanından gidince, uzaktan gözlüyoruz, yalnızken sesi soluğu çıkmıyor.

Yarın ilçede veterinere soracağız, ilaç isteyeceğiz…

Madem bu hayvanın sorumluluğunu aldık, gereğini yapacağız.

Hayvan sevme deyince akla yalnızca kedi köpek gelmesin. Her evcilleştirdiğin, baktığın, sevdiğin hayvan senin için önemli. At bakıyorsan atın bir başka, eşeğin varsa, eşeğin bir ayrı, kuş bakıyorsan kuşun kimseninkine benzemez… Kedin bir tanedir. Köpeğin arkadaşın olmuştur. Kedi köpek öyküleri anlatmaya kalkanı susturamazsınız. Bana sorarsanız, tavuk horoz öyküleri onların hepsini bastırır…

Tavukların horozların dünyası bambaşka…

Onların da aklı var, düşüncesi var.

Öğrendikleri var, alışkanlıkları var…

İçgüdüsel kendilerini koruma duyguları var.

Yuvalarını belliyorlar, başka soylara karışmıyorlar, yabancıları (başka kümesin tavuklarını) bulundukları yere yanaştırmıyorlar, kovalıyorlar… Kendi bölgelerini ayırıyorlar.

Yiyeceklerini kümesteki arkadaşlarıyla paylaşıyorlar yalnız, dışardan, başka kümesten gelenin onların hakkını yeme şansı, aralarına karışma şansı yok.

Evini yurdunu karıştıran tavuk-horoz görülmemiştir. Aynı kümestekiler bir birlerini de dövmezler. Aynı kümesin horozları dövüşmez.

Hayvanları sevmeyen insanları da sevmez denir, hayvanlara acımayan insanlara hiç acımazmış… Hayvanlara dilsiz ağızsız dostlarımız derler. Evcil hayvanlarımızın, ev hayvanlarımızın canları bize emanettir. Nasıl, uçan kuşun kanadı kırılsa, oradaysak bizden sorulur, bu da öyledir. Dinimizde de hayvan sevgisi çok önemlidir. Susuz kalan hayvana su vermek, aç kalan hayvanları doyurmak, yaban hayvanlarının yaşam alanlarını korumak, hayvana işkence edene dur demek, onları yasaların korumasına almak insanlık gereğidir.

*

Kurt tüyünü değiştirir, huyunu değiştirmezmiş.

Eşeği ahıra bekçi edenler, ahırdaki gürültüden, başıbozukluktan şikâyet edemezlermiş.

Ne kadar çok vatan hainimiz var bizim. Her taşın altından çıkıyorlar.
İnsanına duyarsız, ulusuna sevgisiz, düşmanla işbirliği içinde vatanını soyan, satan, soyuna sopuna ihanet eden, yemek yediği kaba pisleyen…

Vatanın her şeyini düşmana peşkeş çekiyorlar. Atalarımızı savaş yıllarında düşmanla birlik olup sırtından bıçaklayan, onları sırf Türk oldukları için öldürenlerden, vatanını koruyan vatan evlatlarının, kadının kızın, kızanın bin bir işkenceyle canını alanlardan, uzun yıllar boyunca Türk Büyükelçiliği görevlilerine pusu kurarak onları şehit edenlerden, toprağımızda hep gözü olanlardan bile neredeyse özür dilendi geçen günlerde…

Binlerce askerimizi şehit eden, insanlarımızı acımadan, yalnızca şiddet için öldüren terör örgütünün başı adamdan sayılıyor. Katile, cana kıyana, kıydırana, insanlıktan çıkmışlara özgürlük isteyenler var.

Çok merak ediyorum böyle yapanlar yaşamlarında bir kez olsun hayvan sevmişler mi?

Yanlış yapınca hayvana, hakkını yiyince hayvanın, yaşam alanlarına el koyunca, çevreyi betonlaştırınca, yaşanmaz duruma getirince, sorumluluğunu taşıdıkları, borçlu oldukları hayvandan utanırlar mı?

Hayvana sorumluluk duymayı, sorunlarına çare aramayı, onları mutlu yaşatmayı düşünürler mi, bu dediklerimi bilebilirler mi?

Gerçekten merak ediyorum.

Siz de merak ediyor musunuz?

Feza Tiryaki, 2 Mayıs 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x