Aklımızı esir aldılar…

Aklımızı esir aldılar…

İletigönderen Erkan Güçiz » Pzr Mar 13, 2016 3:14

Information Clearance House internet sitesinde 2 Mart 2016’da, “Yeni Zihin Kontrolü” başlıklı, Robert Epstein imzasıyla çıkan yazının bir bölümü aşağıda.

Küresel Çete, asker, silah kullanmadan, “aklımızı esir alıyor”. Ve sonra da istediğini, biz istemesek de, bilincinde olmadığımız için, bize kolaylıkla yaptırıyor.

Ülkemizde, yazılı ve görsel medyanın toplumumuzu ne hale getirdiğini göremeyen kör ve sağır olmalı.

Acun türü yarışma programlarından, evlendirme programlarına, din ve inanç üzerine tartışma programlarına varana kadar her türlüsü, bizi bizden kopardı, yabancılaştırdı; tarihini, kimliğini, toplumsal değerlerini yitirmiş ve yalnız meta üzerine odaklanmış bir “kalabalık” haline getirdi.

Yazıyı okurken bir yandan da bakalım; aklımızı bu esaretten nasıl kurtaracağız…

Son yüzyılda pek çok yazar insanlığın geleceği konusunda endişelerini anlattılar.

“Demir Ökçe” adlı kitabında, Amerikalı yazar Jack London, bir avuç zengin şirket, siyasal gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim şekliyle toplumları acımasız bir ceza ve ödül sistemiyle kontrol altında tuttuklarını yazdı. İnsanlığın büyük bir bölümü esir gibi yaşarken, diğer yanda yaşamlarını hiçbir şekilde gerçekte kontrol edemeyen fakat rahat bir hayat sürdürecek ücret karşılığı satın alınmış, şanslılar vardı.

Üstün zekâlı Rus yazar Yevgeny Zamyatin, 1924’de yazdığı “Biz” adlı kitabında, gelişmekte olan Sovyetler Birliği’nin aşırılığa kayacağı beklentisiyle, insanların geniş kapsamlı bir izlenme düzeniyle kontrol altında tutulacağı bir dünya tasavvur ediyordu. Evlerin duvarları saydam camlardan yapılmıştı. Seks yapabilmek için, günde bir saat perdeleri kapatma izni vardı ancak buluşma saati ve buluşulacak kişinin önceden yetkili makamlara kayıt edilmesi gerekiyordu.

İngiliz yazar Aldous Huxley, 1932’de, psikolojik şartlandırma ve genetik mühendisliği yoluyla, mutsuzluğun ve saldırganlığın insan neslinden kaldırıldığı mükemmelliğe yakın bir toplum tarif ediyordu. Huxley ile aynı ülkeden gelen George Orwell, “1984” adlı çok daha karamsar kitabında, düşünceleri kontrol altına alınmış bir toplum tarif ediyordu. Orwell’in bu dünyasında çocuklara, topluma tehlikeli olabilecek düşünceleri dile getirmeleri imkânsız olan, “Yenidil” denilen basitleştirilmiş bir İngilizce öğretiliyordu.

Evet, bunların hepsi kurgusal hikayeler ve her birinde liderler, ancak birkaç kişinin aktif olarak karşı koyabildiği ve bazen de üstesinden geldiği, bariz kontrol sistemleri kullandılar. Fakat kurgu olmayan, gerçeğe dayalı, geçenlerde 50’inci baskısı yapılan, “Gizli İknacılar” (1957) adlı kitabında, Amerikan gazetecisi Vance Packard, ABD’de hızla yayılan, yukarıdaki kurgu türünden olanlardan çok daha tehlikeli, ‘garip ve doğrusu ekzotik’ bir etkileme türünü anlatıyordu. Packard’a göre, ABD şirketlerinde üst düzey yöneticiler, insanların düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını değiştirmek için psikiyatri ve toplum bilim verilerine dayanan, ‘fark edilmesi tamamen imkansız’ metotlar kullanıyorlar.

Çoğumuz, bunlardan biri olan, bilinçaltı uyarım denilen veya Packard’ın “algılama eşiği altı etkiler” diye adlandırdığı, bize ne yapmamız gerektiğini söyleyen, bir an parlayıp kaybolan kısa mesajlar kullanıldığını duyduk. 1958’de New Jersey’de bir sinemada, dondurma satışlarını artırmak için bilinçaltı uyarım kullanıldığı iddiasının toplumda yarattığı endişe üzerine, ABD’de televizyon yayın normlarını belirleyen Ulusal Yayıncılar Derneği, bunları yasaklayan maddeyi tüzüğüne ekledi. Federal İletişim Komisyonu da bunun, “umumun menfaatlerine aykırı” olduğu görüşünü bildirdi. ABD’de bilinçaltı uyarım’ı engelleyecek yasa tasarısı hazırlandı fakat yasa haline gelmedi. İngiltere’de ve Avustralya’da bilinçaltı uyarım, yasalarla kesin olarak engellenmiştir.

Bilinçaltı uyarım belki de ABD’de hâlâ yaygın olarak kullanılıyor – varlığını belirlemek zor, üstelik takip eden de yok – fakat sorun yaratacak bir ölçüde de değil. Araştırmalara göre etkisi çok az, ve söylenileni yapmaya zaten niyetli olan kişileri etkiliyor; bir şey içmeye yönlendiren bilinçaltı uyarımın, yalnız susamış kişilere etkisi oluyor.

Packard, çok daha büyük bir sorunu ortaya çıkardı; büyük güçlü şirketler devamlı olarak insanları, bilgileri dışında kontrol edecek değişik yöntemleri araştırıyorlar, ve bazılarını da kullanıyorlardı. Toplum bilim uzmanlarıyla bir arada çalışan pazarlamacıların kurduğu dolapları anlattı. Bu düzende, insanların ihtiyacı olmayan şeyleri satın almaya nasıl yönlendirileceği, küçük çocukların iyi bir tüketici olmaları için nasıl şartlandırılacağı, Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sında anlattığı eğilimlerle nasıl büyütülüp eğitildiğini gösterdi. Pazarlamacılar, toplum bilimin gösterdiği yoldan giderek, insanların güvensizlik duyguları, zayıf tarafları, bilinçsiz korkuları, kavgacı yanları ve cinsel istekleri ile oynayarak, manipüle edildiklerinin farkında olmayan o insanların düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını değiştirmeyi kısa zamanda öğrendiler.

Packard’a göre 1950’nin ilk yıllarında, politikacılar bunun gücünü gördüler, ve deterjan pazarlamada kullanılan taktikleri kullanarak kendilerini pazarlamaya başladılar. Kitabının politika ilgili bölümün başına Packard, İngiliz ekonomisti Kenneth Boulding’in sarsıcı bir deyişini koydu: “Demokratik devlet işlevlerini kullanarak, görülmeyen bir diktatörlük düzeni yaratılabilir”. Böyle bir şey gerçekten olabilir mi, olursa nasıl işler?

Packard’ın anlattığı güçler zamanla daha da yaygın hale geldi. Süpermarketlerde yayılan o sakinleştirici müzik daha yavaş yürümemize, gerekse de gerekmese de daha fazla alışveriş yapmamıza sebep oluyor. Gençlerin sabahtan akşama dinledikleri o anlamsız müzik, moda ve eğlence endüstrisi uzmanı pazarlamacılar tarafından her yönü tasarlanarak hazırlanıyor. Politikacılar davranışlarının, oy kullananları ne şekilde etkileyeceğini, deneylerle araştıran geniş bir uzman kadrosuyla çalışıyor. Kıyafetleri, konuşmalarında vurgunun nerede olacağı, yüz ifadeleri, makyaj, saç şekli ve konuşma metinleri en uygun şekle, en iyi pazarlanacak şekle getiriliyor; aynen yiyeceklerin ambalajlandığı gibi.

Neyse ki, bütün bu etki kaynakları birbiriyle rekabet halinde. Kimisi bunu satın alın, buna inanın derken diğeri başka bir şey öneriyor. Toplumdaki rekabet ortamı, bizi bunlardan biraz da olsa uzakta, bunları da dengede tutabiliyor.

Fakat rakibi olmayan yeni kontrol mekanizmaları ortaya çıkmaya başlarsa ne olacak? Ve bu yeni kontrol mekanizmaları eskilerine göre daha güçlü ve varlıkları çok daha zor fark edilen türden olursa? Ve bu yeni kontrol mekanizmaları, birkaç kişiye, yalnız ABD vatandaşlarını değil, bütün dünya insanlarını büyük bir güçle etkileme imkânı verirse?

Bunu duymak şaşırtıcı gelebilir fakat bugün yaşadığımız bu.

Yapılan bir tarama sonucu neleri, ne şekilde sıralayarak göstereceğine Google karar verir. Bu da Coca-Cola’nın formülü gibi, en iyi saklanan sırlardan biri.

Bu yeni zihin kontrol düzenlerinin nasıl çalıştığını görmek için, tarama motorlarından, özellikle, en büyüğü ve en güçlüsünden, Google’dan başlamamız lâzım. Google tarama motoru öylesine mükemmel ve öylesine popüler ki, dünyanın her yerinde bu firmanın adı bir fiil olarak kullanılıyor. ‘Gugullamak’, bütün dünyada bilgisayar kullananların, internette Google tarama motoruyla bir şey aramak için kullandıkları sözcük. Herkes Gugulluyor. Google neredeyse dünyadaki bütün bilgilere açılan ana kapı oldu çünkü çok güçlü, tam aradığımız bilgiyi, neredeyse anında ve her defasında, bir hazır listeyle veriyor bize.

Bu liste öylesine güzel hazırlanmış ki tıklamamalarımızın yüzde ellisi ilk iki kaleme, yüzde doksanı birinci sayfadaki ilk on kaleme gidiyor. Çok az kişi diğer sayfalara bakıyor; sayıları binleri bulan o sayfalarda da çok faydalı bilgiler olabilir. Milyarlarca internet sayfalarından hangilerini, hangi sırayla bize göstereceğine Google karar veriyor. Bu karar neye bağlı, nasıl veriliyor, derin karanlıklarda saklı bir sır bu; dünyanın en iyi korunmuş sırlarından biri olan Coca-Cola’nın formülü gibi.

Pek çok kişi listenin başında olanları tıklayıp, onları okuyacağı için şimdi şirketler her yıl, milyarlarca dolar harcayarak Google’nın tarama algoritmasını (bilgisayarın kullandığı seçme ve sıralama mantığı) aldatarak kendilerini bir iki basamak yukarıda gösterme çabasındalar. Listede bir basamak yukarıya çıkmak başarı ile batma arasındaki fark olabilir ve en üst sıralarda yer almış olmak büyük kazançların anahtarı olabilir.



http://www.informationclearinghouse.info/article44353.htm
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Erkan Güçiz

Facebook - TC ERKAN GÜÇİZ
Kullanıcı küçük betizi
Erkan Güçiz
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 421
Kayıt: Çrş Eyl 29, 2010 5:18

Şu dizine dön: Erkan GÜÇİZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x