AKLINIZI SEVSİNLER!

AKLINIZI SEVSİNLER!

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Eyl 18, 2014 17:17

AKLINIZI SEVSİNLER!


Aklın yolu birdir derler. Azıcık aklı olan, şu anda ülkemizde oynatılan oyunu görüyor, biliyor. Bunu görmek için fazla akıllı olmaya gerek yok. Eğitimli olmak hiç gerekmiyor. Görünen köy kılavuz istemiyor. Sahnelenen oyunun gizlisi saklısı kalmamış. Sonu başı belli. Yönetmeni, oyuncuları gizli değil. Destekçileri göz önünde. Yaltakçıları sıra sıra, eskinin abdesthane ibriği gibi dizililer, içindeki boku sokağa taşan hela kapısında bekleşiyorlar… Bok sızmıyor, akıyor, suları ortalığa şarıl şarıl taşıyor… Akan bokun kokusu insanın burnunun direğini kırıyor.

Şu gazete başlıklarına bakınız son iki üç gündür gazetelerimizde çıkan:

“Bir okul daha ateşe verildi.”
“Kürtçe restleşmesi”
“Okul kapılarındaki mühürler kırıldı, polis müdahale etti.”
“Mührü sökülüp yeniden açıldı.”
“Göstericiler bir okulu daha ateşe verdi.”
“Okul ateşe verildi.”
“KCK(Terörün kent temsilcisi): Okulları sahiplenin.”
“Kışanak Gültan (Terörün-teröristin temsilcisi): Eğitimi bize bırakın.”
“Adalet Bakanı Bozdağ’dan (T.C. Bakanı) yeni adım sinyali: Sıkıntıyı kalıcı çözeceğiz.”

Bir de bu başlıkları yazan, elleri kalem tutan, Atatürk Cumhuriyeti sayesinde okuma yazma öğrenen, adam olan gazetecileri, sözde aydınları göz önüne getiriniz.

Yapılanlar normalmiş gibi, bu yapılanların, bu açıp kapamaların, bu söylenenlerin sıradan bir işmiş gibi anlatılması neyin nesidir? Bu ülkeyi yöneten, her kabinede yer alan bir bakanın açıkça, şiddetten, yasa tanımazlardan, daha doğrusu bölücülerden, teröristlerden yana konuşması, bunun bu gazetecilerce olağan bir olaymış karşılanması ne demektir? Nasıl insandır bunlar? Nasıl bir yaratıktır ülkesine karşı duruş sergileyen bu sözde yazarlar? Elleri gözleri var mıdır onların? Şekilleri neye benzer?

Bunları televizyonlarda anlatanlar, devletine başkaldıran yayılmacı maşası, satılmış hainleri, bunların güttüğü zavallı umarsızları, aldatılmışlar sürüsünü bir uzay filmi gösterir gibi gösterenler, bundan en küçük bir utanma duymayanlar nasıl bir canlı türüdürler?

Bu ulusun devleti sayesinde, bu büyük ulusun, Türk Ulusu’nun, Atatürk’ün deyişiyle Büyük Türk Milleti’nin, Büyük Millet Meclisi’ne girenler, üstelik bunun için bir de maaş alanlar, bu iğrençliği, bu mide bulandıran oyunu nasıl izleyebiliyorlar? Bu oyuna nasıl katılabiliyorlar? Yemek yedikleri kaba nasıl pisleyebiliyorlar?

Aklın yolu birse, sayalım:

Kürt kime diyorsunuz? Böyle bir ulus adı var mı?

Varsa, tarihte kurdukları bir devletin adını sanını söyleyiniz. Kahramanlarını sayınız! Devlet adamlarını tanıtınız. Yapıtlarını, yaptıklarını, geçmişlerini, tarih çağlarını bir açıklayınız… Kalıtlarını gösteriniz. Kitaplarını, bilim eserlerini bir zahmet şöyle ucundan olsun gösteriniz!

On binlerin adi katilinden, dağa çıkan adi eşkıyadan, Cumhuriyetin ilk yıllarında isyan çıkartan adi satılmışlardan başka kahraman olarak kimseyi bulamadılar bu bölücüler değil mi? Devletinin askerinin - polisinin, masum insanının katilliğinden hapiste yatan, Türkçeden başka da bir dil bilmediği söylenen terörist başı, bunların da başı. Çünkü bu bir zorlama, bu bir kandırmaca, bu bir ayrı ulus yaratma hainliği öyle değil mi?

Kürtçe neyin adı?

Ülkemizin geri bırakılmış, ağaların baskısına terkedilmiş yörelerinde yerel ağızlar konuşuluyor. Konuşma dili olarak, okula gidemeyenlerin, yüz yıllarca kapalı bir ortamda yaşamaya tutsak edilenlerin konuştuğu birden çok ağız… Birbirini anlamayan ağızlar. Birbirinden ayrı ağızlar. Kimine göre bu ağızlardan Kurmanç (Kurmançca), Zazaca’dan ayrı bir dildir. Kimine göre bu ağızlar Kurmanci, Zazaki, Kelhuri, Gurani, Luri adında beş ayrı çeşittir. Kimi üçe ayırır: Aşağı Kurmanci, Yukarı Kurmanci, Lori- Zazaki. Dörde ayıranlar da var bu ağızları: Burada bunları bazıları, Kurmanç adını Kürtçe diye tanımlayarak şöyle sayarlar:

Kuzey Kürtçesi, Orta Kürtçesi, Güney Kürtçesi, Gorani- Zazaki. Bunu Batı Kürtçesi (yukarı) Doğu Kürtçesi (aşağı), Güney Kürtçesi, Zazaki- Gorani diye sayan da var.

İkiye ayıranlar şöyle sayarlarmış bu ağızları: Behdinan Kürtçesi, Sorani.

Bu sözde dil bilimcilere göre, kendi deyişleriyle Kürt (!) dilbilimcilere göre bütün bu açıklamalar. Yine onlara göre, Ziya Gökalp, beş bölüme ayırmış incelemesinde bunları: Kurmanç, Zaza, Soran, Goran, Lor.

Şimdi yine soralım: Kürtçe neyin nesidir? Neyin adıdır? Nedir bu sıra sıra saydıkları?

Kimine göre beş, kimine göre, dört, kimine göre üç, kimine göre iki çeşit olan bu ağızlar nedir? Daha kaç tür olduklarını saptayamamışlar. Neyin ne olduğunu, bunu dayatanlar, bu olmayan dille bölünebilmek için bir ulus yaratmaya çalışanlar da bilmiyor.

Anlayanınız var mı?

Hangi Kürtçeyi(!) istiyor bunlar? Beşini birden mi? Beşi bir yerde mi olacak?

Neden Kürtçe öğretim değil de eğitim diye tutturmuşlar?


Daha Özal zamanında kasetler, şarkılar türküler radyolarda, özel televizyonlarda serbest bırakılmıştı, isteyen kasedini doldurup satıyordu. Yurtdışında hepten serbestti o olmayan, zorla yaratılan dilleri. Neden kurslar açamadılar? Bir gazete bile çıkaramadılar? Baktılar ilgi yok, satmıyor, yemiyor kimse bu yalanları, kandırmacayı, elleri boş kaldı, başka planlar yaptılar.

Kürtçe televizyon, radyo, beş yıldır, devlet eliyle, yurdun göklerinde çınlıyor. Türkçe ses bayrağımızla sözüm ona yarışa sokulmuş…

Baktılar yine pek bir ilerleme yok. Halk, güzel Türkçesini sevmiş, güzel Türkçesiyle büyümüş, okumuş, öğrenmiş, çalmış söylemiş, güzel Türkçesiyle kaynaşmış, Türkçesini bırakmıyor, yeni bir denemeye giriştiler:

“Kürtçe ders.” “Okullarda Kürtçe öğretimi.”

Açılım dediler, geçen yıllarda ortaya attılar bunu. İsteyene dersi serbest. İlkokulda başlayabiliyorsun. Ne oldu? Sonuç sıfır! İlgi yok, istek yok. Öğretmen yok, öğretilecek bir şey yok. Bunun için ders aracı yok, kitabı yok, derse kayıt yok, bunu öğretmeye hevesli pek bir kimse yok, öğretilecek bir ders, bir dil falan yok…
Son perdeye geçtiler: “Kürtçe okul! Kürtçe eğitim!”

Türkiye’yi bölmenin tek yolu ayrı bir dil. Böyle bir dil olduğunu belgelemek, en azından öne sürmek…

Mağduru oynuyorlar. Ayrı bir ulus varmış da ülkemizde Türk ulusundan başka, bu ayrı ulusun bir de dili (?) varmış. Dört beş tane birbirini anlamayan türden ağız değil, tekmiş bu dil sanki… Bu dil üstelik kültür diliymiş, bu dille eğitim yapılabilirmiş, dünyada bunun örneği varmış, örneğin sanki Kuzey Irak’ta bu dille eğitim yapılıyormuş gibi fırlamışlar ayağa bölücü takımı, bölücü çığırtkanları, benlikleri satılmışlar, aşağılık vatan hainleri, memleketini Ermeni’ye, İsrail Yahudisi’ne, yayıldığı ülkelerde katil koruyan, katil besleyen, petrol için dünyayı yakan Amerikan’a, her devirde pay peşinde koşan İngiliz yayılmacısına, Avrupa denilen tek dişi kalmış canavara satmak isteyen köpekler!

Sizin aklınızı sevsinler!

Ders olarak ilgi görmeyen, bilim, kültür dili olmayan bir konuşma dilini okulda eğitim dili yapacaklar. Nasıl? “Dayatmayla!” “Oldu bittiyle!”

Terörü yöneten küresel güç, Türkiye’yi ele geçirmek isteyenler öyle istiyor!

Eğitim ciddi bir iştir. Öğretmenlik en yüce, en yüksek meslektir. Sokaktan toplama adamla yapılmaz! Bir tahta, bir silgiyle olmaz bu iş! Okul, eğitimin yapıldığı, aile yuvasından sonraki en kutsal yuvadır!

Bütün değerler, bilimin getirdikleri, öğretmenlikle, okulla ilgili her şey ters yüz üç gündür.

Kafadan okul açma. Kafadan açılan okula kafadan sözde öğretmen, sözde müdür atama. Ol dedin mi oldurma! Kafadan açılan okulu döşeme, içine masa, sandalye yerleştirme. Kapısına yafta asma, ad olarak bir terörist adı verme, bu adı, o olmayan, dünyanın hiçbir yerinde kullanılmayan, Kuzey Irak kukla yönetiminde bile geçersizliği kanıtlanmış, sahte para gibi geçmeyen, dünyada geçersiz, adı sanı olmayan bir dille yazmaya kalkışma.

Sonra okulların açılış günü bu pis tiyatroyu gösteriye açma! Çocuklar okullarına giderken, bazılarını engelleme, kullanma. Devletin malına zarar verme! Devletin okulunu, eşyasını yakma! Bu oyuna katılmaya, istenilen yere gitmeye zorlanan küçücük çocuklarla, büyük bir olasılıkla terörle korkutulan vatandaşla mide bulandıran bir gösteriye girişme.

“Kapı mühürleme. Mühürlü kapı açma.”

Bu işler için taraftar toplama. Okulların çevresini toplama bir kalabalıkla doldurma. Çıngıraklı yılan örneği kişileri, sesleri pek çıkan bölücü maşası kadınları başrollere çıkarma, gövde gösterisi yaptırma! Dünyaya çirkin mi çirkin bir oyun sergileme! Çocuk bile yapmaz bu karşılıklı dalaşmayı. Kedi fare oyunu seyrettiriyorlar. Böyle bir oyunun parçası olma, bölücülerin elinde gülünç düşme, zayıf gösterilme bir büyük devlete yakışmaz. Kedi fare oyunu, aklı başında hiç kimseye yakışmaz!

Bok çukuruna bilerek bulaşmak akıllı insanın işi değildir.

Eli kanlı teröristlerin sözcülüğü, teröristi savunmak, insanım diyenin yapabileceği bir iş değildir!

İkiyüzlülüğe boyun eğmek, onlara türlü şekilde yardımcı olmak bir aydının yapacağı bir davranış hiç mi hiç değildir!

Ders kitaplarımızda, Atatürkçülük öğretilen tarih kitaplarında, Atatürk’ün özlü sözleri öğretilir, “Her millet kendi yücelmesini, kendi yetenekleriyle sağlar.” ana düşüncesi verilirdi. Çocuklarımız yüreklendirilirdi. Kendilerine güvenirlerdi. Milli Eğitimde de amacı, şu gerçek belirlerdi:

“ Milli birlikten doğan Türk devleti bu niteliği sürdürmekle güçlenecektir.”

“Her şeyden önce bilgisizliği ortadan kaldırmak gerektir.” demiştir Atatürk. Eğitimde, Atatürk ilkelerine göre uygulanacak ilkeler, Cumhuriyetin, demokrasinin korunmasıyla başlar. Bu ilkeler, milliyetçilikle, milli birliği (ulusalcılıkla, ulusal birliği) sağlamak, halkçılıkla, yönetimin halka dayanması, devletçilikle, vatandaşa hizmet edilmesiyle sürer… Bunlar, eğitim işinin devlet eliyle sürdürülmesi, eğitimin laik olması, dinsel inançlardan bağımsız yürütülmesi, bireyin özgür düşünceli yetiştirilmesi gibi çağdaş, temel ilkelerdir.

Bu ilkeleri bırakıp geriye dönmek, çadır tiyatrosu bile denmeyecek gülünçlükte oyunlara kalkışmak, bu oyunlarla ulusumuzu, dünya uluslarını kandıracağını sanmak ayıptır, günahtır, ayıptan da ötedir! Vatan hainliğinin son durağıdır! Yasaları çiğnemektir! Suçtur!

Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti devleti, demokratik ve laik bir hukuk devletidir.

Öyleyse bu oynanan oyunu durduracak, bunu oynayanlara oynatanlara ders verecek, hesap soracak güç nedir, nerededir?

Yasa savunucuları, yargıçlar, savcılar ne yapıyorlar?

Yurt toprağını kimler koruyor?

Atatürk, yurt toprağına şöyle seslenmişti:

“Yurt toprağı, sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen, Türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın.”

Atatürk’ün, “Ne Mutlu Türk’üm diyene!” büyük sözüyle kaynaşmış, tek beden, tek gönül olmuş, yedi düveli dize getirmiş Türk Ulusu nerededir?

Güvenlik güçleri ne için vardır?

Bunun yanıtını versinler bu yurdu yönetenler, yöneteceğim diye başına yerleşenler, kurumlarına doluşanlar…

Yoksa, Kurtuluş Savaşı’yla düşmandan temizlenen, sonsuza dek yurt edinilen, Cumhuriyetle yönetilen bir devleti olan bu ülkenin güçleri uyutulmuş mu? Kıstırılmış mı? Algıları başkalaştırılmış mı?

Ne? Ne dediniz?

Duyamadık…

Günlerdir ortalığa yayılan kokudan içimiz kabarık, koparılan pis yaygaradan kulaklarımız tıkalı… Yapılanlar mide bulandırıyor, kusmaktan, hainlere baktıkça öğürmekten önümüzü, yöremizi göremiyoruz da…

Feza Tiryaki, 18 Eylül 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x