5 Aşamada Kürdistan
Dengir Fırat böyle söylüyor.“İnsanlar
Kürdistan’a alışacaklar zaman içinde” diyor.
Mehmet Ali Güller
AKP’nin önemli isimlerinden Dengir Mir Mehmet Fırat, “herkesten Kürdistan’a saygı
göstermesini” istedi. AKnews ajansına 2010’un ilk röportajını veren Dengir Fırat
açıklamalarıyla partisinin “Kürt Açılımı”nı sürdüreceği mesajlarını verdi: “Türkiye,
en kısa sürede Irak’la, Kürdistan’la da vizeyi kaldırmalı. Çünkü çok sıcak bir
ilişki var, ticari ilişki var. Kürdistan Bölgesi’yle 5 milyar dolarlık ticaret
hacmimiz var ki, bu çok önemli bir miktar. Türkiye’nin orada bir an önce banka
şubeleri açması lazım. Erbil’de bir konsolosluk açılıyor, inşallah Süleymaniye’de de
bir tane açılır. En üst düzey ziyaretler başladı. Daha evvel Dışişleri Bakanımız
ziyarette bulundu, konsolosluk konusu hal yoluna girdi. Orayı İçişleri Bakanımız da
ziyaret etti. Bunlar ilktir. Ümit ediyorum ki, üst düzey yetkilileri Türkiye’de
ağırlama imkânımız olur. Bizim de daha üst düzeyde Başbakan düzeyinde, Cumhurbaşkanı düzeyinde inşallah ziyaretlerimiz olur.
(…) Aslında orası Kürdistan. Yani biz oraya Kürdistan demesek de, Kürt Bölgesi de
desek, yahut işte Kuzey Irak da desek Irak Anayasası’na göre orası Kürdistan. Dünya
da orayı Kürdistan olarak biliyor. Dolayısıyla biz söylemişiz söylememişiz çok
fazla bir değişim olmayacaktır. İnşallah insanlar buna alışacaklar zaman içinde…”
Evet, Başbakan Erdoğan’ın akıl hocalarından Dengir Fırat böyle söylüyor.“İnsanlar
Kürdistan’a alışacaklar zaman içinde” diyor. Tıpkı Başbakan Erdoğan gibi. Ne demişti
Başbakan son ABD ziyareti sırasında: “Açılımla ilgili sorun alanlarını biliyoruz.
Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım”.
AKP 2002’den beri süreci hazmettire hazmettire sürdürüyor, mevzi mevzi ilerliyor.
2001’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin “casus belli” yani savaş nedeni saydığını, AKP
Kürdistan olarak tanıdı bile…
Gelin AKP’nin ilk günlerine dönelim ve 9 yılda bu noktaya gelen gelişmelerin belli
başlı aşamalarını anımsayalım.
1. Aşama: AKP’nin yönetime getirilme aşaması
ABD, dünyaya tek başına egemen olabilmek için geliştirdiği Büyük Ortadoğu Projesi’ni
hayata geçirebilmek için öncelikle Irak’ı işgal etmeli ve bölmeliydi. Ancak hem
Ecevit iktidarı hem de Türk Ordusu, “Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasal
birliğini” kırmızı çizgi ilan etmişti. ABD Ecevit-Kıvrıkoğlu ikilisini ikna(!)
edemiyordu. Ne Ecevit’in ansızın hastalanması( !), ne ekonomik kriz, ne de
partisinin Kemal Derviş eliyle bölünmesi Ankara’ya geri adım attıramıyordu. Türk
Devleti, bir yandan Irak’ı işgal öncesi ikna turlarına gelen ABD’lilere “hayır”
yanıtları veriyor bir yandan da “Irak’a Yönelik Politikalarımı zın Genel Esasları”
başlıklı bir genelge hazırlayarak, “Irak’a bölge dışı güçlerin müdahalesinin
önlenmesi için her türlü tedbirin alınacağını” vurguluyordu. Daha da önemlisi, Türk
Devleti, Ordusunun 2002 yazına doğru, Irak’ın kuzeyine
ABD’den önce girip, Türkiye için bir güvenlik kuşağı oluşturma planını uygulamaya
hazırlanıyordu. İşte bu koşullarda erken seçimle Ecevit’i iktidardan indirme ve
2001 yazında kurdurulan AKP’yi işbaşına getirme süreci hızlandırıldı. (Süreç, Türk
Ordusu’nun ABD kaynaklarına göre “hizadan çıktı” diye değerlendirildiği günlerde
başladı aslında. Özellikle TSK’nın Mart 1995 Çelik Harekatı’yla ABD’ye büyük darbe
vurması, Washington’un 1996’da “ merkez sağı tasfiye ve ılımlı İslamcıları iktidara
getirme” planını başlattı.) Çünkü Washington, projesine eşbaşkanlık yapacak bir
hükümet istiyordu.
3 Kasım 2002 seçimleri, daha bir yıl önce kurulan AKP’yi ABD’nin derin desteğiyle ve
büyük medya operasyonuyla yönetime getirdi.
2. Aşama: Yasaklı Erdoğan’ı Başbakan yapma aşaması
Seçimlerden üç gün sonra Cumhurbaşkanı Sezer, seçim yasaklısı Erdoğan’ı sanki
başbakan olmuş gibi 6 Kasım’da Çankaya’da kabul etti. Kuşkusuz Sezer’in bu tavrında
Washington’un dayatmaları etkin oldu. Bu kabulden 9 gün sonra da, Erdoğan Org. Hilmi
Özkök tarafından, 15 Kasım’da Genelkurmay Karargâhı’nda karşılandı. (Bu arada 1
Mart’ta ABD ve AKP’nin istediği olmamış ve TBMM tezkereyi reddetmişti.) Çankaya ve
Genelkurmay nezdinde meşrulaştırılan Erdoğan için yasa(!) değişikliği yapıldı, 9
Mart 2003’te Siirt milletvekili yenileme seçimi uyduruldu ve 15 Mart 2003’te Erdoğan
başbakan yapıldı!
20 Mart’ta Irak’a saldırı başladı ve 2 Nisan 2003’de ABD-AKP mutabakatı yenilendi:
ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül arasında
“2 sayfalık 9 maddelik gizli bir anlaşma” yapıldı. Anlaşmanın 7. maddesi, Irak’ın
kuzeyinde kurulacak devletin (Kürdistan!) Türkiye tarafından resmen tanımasıydı.
Ancak ABD, AKP’yi hükümet yapmış ama iktidar yapamamıştı. 1 Mart’ta tezkerenin
reddedilmesiyle, ABD TSK’ya karşı yoğun psikolojik savaş başlattı.
3. Aşama: Erdoğan’ı BOP eşbaşkanı yapma aşaması
Türk Ordusu’na karşı açıktan saldırıya geçen ABD, Irak’ın kuzeyinde görev yapmakta
olan Özel Kuvvetlere bağlı subaylarımıza “çuval operasyonu” da yaptı! Türk
Ordusu’nun direncini kırmak için gayret gösteren Washington’un bu hamlesi, en çok
AKP’nin elini güçlendirdi! 4 Temmuz 2003 tarihli bu operasyondan sonraki 6 aylık
süreçte, AKP palazlandı. Bunun en önemli göstergesi de, Washington ziyaretinden
dönen Başbakan Erdoğan’ın üstlendiği görevi cesurca(!) ifade etmesiydi. Erdoğan, 16
Şubat 2004 akşamı, Kanal D’de yayımlanan Teke Tek programında aynen şöyle dedi: “Şu
anda Amerika'nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu
proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım”.
Türk devletinin kimi merkezi kurumları ise bu açıktan saldırıyı sessizce izliyor ve
“Diyarbakır, BOP içinde nereye merkez olur?” sorusundan kaçıyorlardı! Üstelik,
Erdoğan ilk kez açıktan BOP’un eşbaşkanı olduğunu yani ABD projesinde
görevlendirildiğini ilan ediyordu.
4. Aşama: Gül’ü Cumhurbaşkanı yapma ve kurumları ele geçirme aşaması
ABD tüm gayretlerine rağmen Türk Ordusu’nun direncini kıramadı ve iradesini
çözemedi. Özellikle AKP’ye karşı yapılan Cumhuriyet mitingleri hem Ordu-Millet
birlikteliğini pekiştiriyor, hem de Erdoğan’ın koltuğunu sarsıyordu. Ancak
Washington-Ankara düzleminde uygulamaya karar verilmiş plan, kurumlara baskı
yapılarak ilerletildi. Abdullah Gül, Çankaya’ya çıkartıldı. Ancak Çankaya’nın teslim
alınmasıyla, tarihe Dolmabahçe mutabakatı olarak geçen Erdoğan-Org. Büyükanıt
görüşmesi arasında bir bağ olduğu değerlendirmesi, pek çok kurumda “yenilgi
travması” yarattı. 4 Mayıs 2007 tarihli bu görüşmeden sonra, ABD saldırısı hızlandı.
Ta 2001’de planlanan, 2006 Danıştay suikastı ile biçimlendirilen Ergenekon tertibi
yürürlüğe kondu ve dalga dalga yapılan operasyonlarla direnen kurumlar ve millet
baskı altına alındı.
AKP’ye direnen merkezi kurumlar teker teker düşüyordu! Üniversite rektörlükleri,
YÖK, Yargı’nın bir bölümü, kimi sendikalar ve en önemlisi elbette Dışişleri… Öyle
ki, “Kürt Açılımı”nın fikri mimarlarından Henri Barkey, 2010’un ilk günlerinde
yaptığı bir söyleşide şöyle diyordu: “Bu yeni politikayla (Kürt Açılımı) ilişkilerde
180 derecelik bir dönüş oldu. Bu noktada krediyi sadece AKP’ye değil Dışişleri
bürokrasisinde çalışan birkaç diplomata da vermek gerek”.
5..Aşama: “Kürt Açılımı” aşaması
Travma yaratan bir diğer görüşme ise henüz Genelkurmay Başkanı olmayan, dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un, Erdoğan’la baş başa yaptığı 24 Haziran
2008 tarihli görüşmeydi. AKP’nin kapatılma davasının görüşüldüğü bir dönemde yapılan
bu görüşmeden bir süre sonra 30 Temmuz 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarihi
kararını verdi: AKP suçluydu ama ülkeyi yönetmeye devam edecekti!
Sonbahar boyunca AKP, ele geçirdiği mevzilere kuvvet yığdı. ABD seçimleri ve
Obama’nın Başkan yapılmasıyla da yeni bir dönem başlamış oldu.
6-7 Nisan 2009’da Ankara’yı ziyaret eden Obama, hem de TBMM’de yaptığı konuşmada,
AKP’ye “Kürt Sorunu”nu biran önce çözme görevi veriyordu.
Gerçi Abdullah Gül, Obama’nın ziyaretinden bir ay önce, 8 Mart günü Tahran’a
giderken uçakta “2009 yılında çok güzel şeyler olacak” diyerek zaten “2 sayfalık, 9
maddelik gizli anlaşmanın” yürürlükte olduğu mesajını vermişti. Kaldı ki o anlaşma
gereği AKP, TSK’nın tüm açıktan uyarılarına rağmen, Barzani yönetimiyle 2008 boyunca
gizli temaslar yürütmüştü. Irak Özel temsilcimiz Murat Özçelik ile başlayan
gizli-resmi görüşmelerin ilkinin tarihi 14 Ekim 2008’di.
20 Ekim 2005 tarihinde MİT Müsteşarı Emre Taner ile Barzani arasında yapılan
gizli-resmi görüşmeden bu tarihe kadar, Türk Ordusu’nun direnci nedeniyle resmi
görüşme yapılamıyordu. (Aslında ilk “Kürt Açılımı” da o tarihlerde yapılmıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Emre Taner’in Barzani ile görüşmesinden iki ay önce, 12
Ağustos 2005 tarihinde “Kürt sorunu, benim sorunumdur” demiş ve “Diyarbakır
Açılımı”na girmişti. Hatta “Demokratik Cumhuriyet temelinde Kürt sorunu nasıl
çözülür?” konulu bir dizi toplantılar yapmıştı.Ancak “tarihi fırsat” o zaman
yakalanamamıştı!)
2008 sonbaharı boyunca yapılan görüşmeler ve Gül’ün “her şey çok güzel olacak”
açıklamasından sonra Talabani, 16 Mart 2009’da Türkiye’ye geldi ve ABD imzalı
“çantadaki planı” çıkardı. Plan kamuoyuna PKK’nın tasfiyesi diye sunuldu. (Ancak
ilerleyen aylarda görüldü ki, PKK’nın tasfiyesi değil, aslında yeniden
yapılandırılması söz konusu…)
Mart-Nisan-Mayı s 2009 ayları kamuoyunu normalleştirme dönemi olarak
değerlendirildi. Gül 23 Mart 2009’da Bağdat’a giderken de, uçakta ilk kez Irak’ın
kuzeyini “Kürdistan” olarak tanımladı. Bu ifade öyle bir etki yaptı ki, 26 Mart’ta
NTV’ye konuşan Neçirvan Barzani, “Gül Kürdistan’ı tanıdı” dedi. Gizli anlaşmanın
takvim sıkıştırması nedeniyle Gül bu kez Prag yolunda konuştu: “Kürt sorununun
çözümü için 2009 tarihi fırsattır”. Gül, 9 Mayıs’taki bu demecinde “Kürt meselesi
Türkiye’nin birinci meselesidir; mutlaka halledilmelidir. Herkes üstüne düşen görevi
yerine getirmelidir” dedi. Açılımın koordinatörü ilan edilen İçişleri Bakanı Beşir
Atalay da, 12 Mayıs 2009 günü Kürt sorununa değiniyor ve şöyle diyordu: “Konjonktür
çözüm için çok müsait!”
Abdullah Gül, bu kez Şam’a giderken, 18 Mayıs 2009’da şöyle diyordu: “Kürt sorunu
bugün çözülmezse, ne zaman çözülecek?”. Gül, diline doladığı “tarihi fırsat”ı da
açıklıyordu: “Tarihi fırsat, kurumların işbirliğidir”.
Peki, gerçekten öyle miydi?
Gül’ün açıklamasından 2 hafta sonra dikkat çekici bir gelişme yaşandı. Mevkidaşıyla
birlikte ABD’de Türk-Amerikan Konseyi’nde konuşan Genelkurmay Başkanı Org. İlker
Başbuğ’un sözleri, Gül’ün “tarihi fırsat, kurumların işbirliğidir” söylemini
kuvvetlendirir nitelikteydi. 2 Haziran 2009 tarihli toplantıda ilk konuşan ABD
Genelkurmay Başkanı Org. Mike Mullen’di: “İlker, PKK konusunda benim üzerimde
çalışıyor. Ben de Pakistan konusunda onun üzerinde çalışıyorum. Çünkü Türkiye'nin
Pakistan ile çok iyi ilişkileri var. Ve Afganistan ile de çok iyi ilişkileri var”.
Kürsüye çıkan Org. Başbuğ da, “PKK’yı bitirmek için özel bir noktadayız” diyordu!
Kurumların işbirliği görüntüsüyle birlikte Başbakan Erdoğan sahneye çıkıyor ve 23
Temmuz 2009 günü artık ilan ediyordu: “Kürt açılımını başlattık!”.
Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri herşeye rağmen direniyordu; Ordu’nun iradesi hala
teslim alınamamıştı. Devreye yeni tertipler sürüldü: “Teğmenlerin Amirallere suikast
yapacağı yalanıyla” ve “Kafes Eylem Planı”yla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; “Kayseri
Operasyonları yla” Jandarma Genel Komutanlığı; “Karargâh Evleri yalanıyla” Hava
Kuvvetleri Komutanlığı; “İrticaya Karşı Eylem Planı”yla Genelkurmay Başkanlığı ve
son olarak “Arınç’a suikast yalanıyla” Özel Kuvvetler Komutanlığı ablukaya alındı!
TSK, “asimetrik psikolojik savaş”la boğuşurken, hükümet “Kürdistan” için hızlı
adımlar attı! Erdoğan, 20 Eylül’de yaptığı açıklamada, Erbil’e konsolosluk
açacaklarını ilan etti. Bölgesel Yönetimin Başkenti olan Erbil’de konsolosluk açmak,
diplomatik tanıma sürecinin ta kendisiydi. Erdoğan, bu sürecin bir işareti olarak da
kurmayı Dengir Mir Mehmet Fırat’ı 19 Aralık’ta Barzani’ye gönderdi.
Daha önemlisi bu ziyaretin hemen ertesinde yapılan Üçlü Mekanizma (ABD, Irak ve
Türkiye) görüşmelerinin 4. ana komite toplantısıydı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın
başkanlık ettiği heyette Genelkurmay, MİT, Emniyet ve Dışişleri de yer aldı. Ancak
toplantı ilk kez iki bölüm halinde, iki ayrı şehirde yapıldı. İlk günü Bağdat’ta
yapılan toplantıların devamı, ertesi gün Erbil’de sürdürüldü! Erbil toplantısı,
mekanizmanın üçlü yerine dörtlüye çıkarıldığının yani Türkiye, ABD ve Irak’a,
Kürdistan’ın da eklendiğinin en somut işaretiydi. Başbakan Erdoğan, diğer yandan
Dengir Fırat ve Atalay dışında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da aynı günlerde
Barzani’ye gönderdi.
Böylece hem bölgenin ismi hem statüsü hem de idari yapısı tanınmış oldu!
Kaynak