Yandaş medyayı oldum olası yakın markaj takip ederim. İşte gözüme çarpan biz Osmanlıcılık klasiği. Baygın bakışlı, sıkmabaşlı ablacık bakın da kitlesini nasıl gaza getirmiş.Yazarlık(!) nasıl olurmuş. Kitleler nasıl yönlendirilirmiş görelim.
Allahu ekber Türkiye!
Suriye'den gelecek haberlere yine dikkat kesilmişim, elim yüreğimde televizyonu takip ediyorum. Türkiye-Suriye sınırında bulunan Cisr-eş-Şuğur kasabasında derme çatma bir ev ekrana geliyor. Gelin hanım, mumların aydınlattığı, her tür imkândan yoksun o evde yeni doğum yapmış. Muhtemelen bebeğin babaannesi olan, beyaz başörtülü yaşlı bir teyze bebek kucağındayken kameraya gülümsüyor. Muhabir soruyor: "İsmi ne?" Kadın gururla cevaplıyor: "İsmi Tayyip Erdoğan". Ortadoğu coğrafyasında bebeklerine Tayyip Erdoğan ismini veren yüzlerce aileden sadece birisi onlar...
Müslüman çoğunluklu bir ülke olan Türkiye, bir süredir misak-ı millî sınırlarına sığmıyor. "Ümmetim tek bir beden gibidir" diyen Peygamber'in ümmetine yaraşır biçimde, insan eliyle çizilmiş yapay sınırları aşan bir ruh birliğini reel politikada da tesis ediyor. Bu yüzden Başbakan Erdoğan, üçüncü seçim zaferini müteakip yaptığı balkon konuşmasında şöyle diyordu:
"Gözlerini Türkiye'ye çevirmiş, Türkiye'den gelecek haberleri büyük bir heyecanla takip eden Bağdat, Şam, Beyrut, Kahire, Saraybosna, Bakü, Lefkoşa ve diğer tüm kardeş ve dost ülkeleri buradan muhabbetle selamlıyorum. (...) İnanın bugün İstanbul kadar Saraybosna kazanmıştır, İzmir kadar Beyrut kazanmıştır, Ankara kadar Şam kazanmıştır, Diyarbakır kadar Batı-Şeria, Küdus, Gazze kazanmıştır. Bugün Türkiye kadar Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar Avrupa kazanmıştır."
Bu ruh birliğini, Başbakan'a eşlik ettiğimiz resmî Beyrut ziyareti sırasındaki bir mitingde müşahede etme fırsatı bulmuş ve o günlerde şöyle yazmıştım:
"Erdoğan sözlerini "İsrail hükümetini hatalarından dönmeye, özür dilemeye ve barışa gelmeye davet ediyoruz" diye bağladığındaysa ağızlarda tek bir slogan vardı: "Allahu ekber Türkiye!" Bu slogan beni derinden etkiledi. Malumunuz Müslümanlar "Büyüklük Allah'a mahsustur" derken biraz da "Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah'ı var" demek isterler. Bu minvalde "Allahu ekber Türkiye" sloganında "Mazlumları önce Allah'a sonra Türkiye'ye emanet ediyoruz" gibi bir anlam gizli sanki. Belki o anki duygusallığımdan bu çağrışıma ulaşmış olabilirim, bilmiyorum. Bildiğim, o kalabalığın Türkiye'ye, bizim genelde ülkemize yüklediğimizden çok daha büyük ve ağır anlamlar yüklediğiydi..."
Türkiye'nin "Arap baharı" sürecinde kilit rol oynadığı herkesin malumu. Ancak yeni-Osmanlıcılık söylemi (ya da Batılı ağızlardan çıktığı gibi "ithamı") bu yeni dinamiği açıklamak için yeterli değil. Fakat tarihî bağların kanla örtülemediği de apaçık bir hakikat olarak karşımızda duruyor. Mevcut durumda Türkiye, sömürmeden, bölgenin demokratikleşmesine katkı sunarak, uzun vadede bütün bölgenin kazançlı çıkacağının farkında olarak komşu rejimlerle değil, "komşu halklarla sıfır sorun" politikasına doğru dümeni kırmış görünüyor. Bunu gerçek anlamda başarabilmesi içinse kendi içinde "halkla sıfır sorun" politikasını gerçekleştirmek zorunda. Yeni anayasa süreci bu yüzden sekteye uğramadan nihayete erdirilmeli. Statükocu rejim yeniden üretilerek değil, yapısal olarak, bir daha uyanmamak üzere bertaraf edilmeli.
Gevşemek yok, mahzun olmak yok. Allahu ekber Türkiye!
Yazının Devamı İçin
Tanımayanlar için özgeçmişi