
Esed de, Müslüman olmasının ardından Kur’an tefsiri yapıyor, İslâm adına ard arda kitaplar yayınlıyordu. Esed’in “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı kitabının dilimize çevirisini Hayrettin Karaman yapıyordu.
Diğer kitabı, “Mekke’ye Giden Yol” ise sansürlenerek yayınlanıyordu.
“İslam’da Yönetim Biçimi” adlı kitabında, Yahudilerin İslam’ı seçip aniden “alim” kesilmelerinin kerameti de ortaya çıkıyordu.
Esed de diğerleri gibi önce milliyetçiliği hedef alıyordu.
* * *
İzleyelim: “Her türü ve şekliyle milliyetçilik, insanlar arasında eşitlik temeline dayanan İslam ilkelerine ters düşmektedir ve bu yüzden İslam birliğinin temeli olarak kabul edilmemesi gerekir. Kur’an ve Sünnet’in öğretileri İslam birliğinin, her türlü ırk, vatan ve dil kavramlarının da ötesinde tek bir temelden fışkıran genel bir kardeşlik, bütün insanların aynı inanç ve aynı ahlak görüşünde birleşmeleri karakterini taşımasını ister. İslam’a göre yalnızca böyle bir inanç ve ahlak birliği insanları birleştirebilecek meşru bir temel sağlayabilir. Fakat diğer taraftan, belirli bir milletin veya bölgenin gerçek veya hayali çıkarlarını ahlaki değerlerin üzerine çıkartmaya gelince;
Peygamber (s.a.v.), bunu kesin ve açık bir şekilde yasaklamıştır…”
* * *
Avusturya Yahudisi Muhammed Esed, “İslam’da Yönetim Biçimi” adlı kitabında ‘Biat’ konusunda şunları söylüyordu: “Kim bir imama biat ederek elini eline verir ve kendi arzusuyla bunu yaparsa, gücü yetiyorsa ona itaat etsin.
Başka birisi gelir de o biat ettiğiniz imamla (İmamet-Başkanlık konusunda) anlaşmazlık çıkarırsa, ikincisinin boynu vurulur…” Erbakan, Esat Coşan’la kavgası sırasında Nakşibendî Şeyhi Coşan’a ne diyordu? “İmam’a biat etmezsen boynun vurulur.”
Tayyip, 8.1.1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yer alan sözleriyle kendini nasıl tanımlıyordu?
“Ben İstanbul’un İmamıyım.” Tayyip’in parti kurmasına karşı olan ve parti kurma çalışmalarını yürüten Esat Coşan’ın sonu nasıl oluyordu?
“Avustralya’da trafik kazası süsü verilerek ve boynu kırılmak suretiyle öldürülmek.”
* * *
Esed kitabında Hükümet’in halktan isteklerini de şöyle sıralıyordu:
“Buna göre hükümet, Şeriatın omuzlarına yüklediği amaçları gerçekleştirdiği müddetçe, bütün vatandaşların ona bağlı kalması konusunda mutlak hak sahibi olur ve halk üzerinde, “Kolaylıkta ve zorlukta, hoşa giden ve gitmeyen her konuda” itaat istemeye hakkı vardır. Müslümanlara düşen, şer’i hükümetin yanında bir ve beraber olmak, onu devamlı desteklemek, ona yardımcı olmak ve bu birlik uğruna tüm fayda, zevk ve dünya mallarını ve gerektiği hayatlarını feda edebilmektir.”
* * *
Esed’in fikirleri ile yetişen Tayyip, Başbakan olunca bir anda kendini halife zannediyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şöyle sesleniyordu:
“Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek, bu ulemanın (Din âlimleri) işidir. Ulema ne diyorsa o olur.”
Danıştay’ın türban konusundaki kararı karşısında ise fetvasını şu şekilde veriyordu: “Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (şeriat hukuku) karar verir.”
* * *
Tayyip’in canını sıkan herkese ve her kesime deli dana gibi saldırmasının ardında, Avusturya Yahudisi Muhammed Esed ya da orijinal adıyla Leopolde Weiss’in akla ziyan bu fetvaları vardı. Tayyip bu nedenle en ufak bir muhalefete bile tahammül edemiyor, gazetelerin genel yayın yönetmeni gibi başlıkların nasıl olmasına kadar kendince talimatlar yağdırıyordu. Tayyip, başta Toprak Holding olmak üzere adamları vasıtasıyla insanların mallarına ve mülklerine yok fiyatına el koyuyor, devletin ve milletin fabrikalarından tutun, santrallerini, limanlarını ve her şeylerini yine bu fetvalara dayanarak yandaşlarının ve gizli kasalarının üzerine geçiriyordu.
* * *
Bakın, AKP’li yayınevinden çıkan Yahudi-Müslüman’ın bu konudaki verdiği fetva nasıldı:
“Bu nassa göre: Allah ve Resulü adına insanları yöneten ve şeriatın emirlerini yerine getiren hükümet, halkın ve devletin selameti böyle bir uygulamayı gerektirecek olursa, kişilerin hayatları ve malları dahil olmak üzere halkın sahip olduğu her şeye el koyabilir…”
AKP’li Ahmet Ertürk’ün başında olduğu TMSF, Halis Toprak’ın 153 milyon bedelli Toprak Center’ini 88 milyon lira’ya Ahmet Çalık’ın şirketine verirken hukuku mu uyguladı sanıyorsunuz?
Remzi Gür, iş adamı Halis Toprak’a ait olan ve devlete olan borcu gerekçe gösterilerek TMSF tarafından satışa sunulan 140 milyon ekspertiz raporu olan Aslanlı Köşk’ü 23.8 milyon liraya satın almıştı. Köşk satışının hile ile gerçekleştirildiğini öne süren Halis Toprak, TMSF tarafından işadamı Remzi Gür’e satılan İstinye’deki köşkün emsallerine çok düşük bir bedelle satıldığını söylemiş ve mahkeme tarafından değer tespiti yapılmasını istemişti.
Ve Toprak mahkeme kararı ile haklı çıkmıştı.
* * *
Tayyip’in kerimesi Sümeyye’ye 20–25 bin dolar gönderen Remzi, bir anda 125 milyon dolarlık bir kârla köşkün sahibi olmuştu.
Remzi’ye bu kârlı alışverişi yaptıran, Tayyip ve AKP’nin dayanak noktası Avusturya Yahudisi’nin fetvası değil miydi?
50 milyar dolarlık Tüpraş’ı 1,3 milyar liraya Yahudi ortaklıklı şirkete satarken amaçları neydi? Ya da İsrailli Yahudi Sami Ofer’e değerinin yüzde birine sattıkları kamu malları!..
Satılan topraklar ve diğerleri! Müslüman milleti, Kipa’sının üzerine sarık takan Yahudilerin fetvaları ile soydular. PKK’nın sarık altına gizlenmişleri,
2. Cumhuriyetçiler ve Fetullahçılarla el ele vererek, Silahlı Kuvvetler ile Atatürkçülere Ergenekon tezgâhı kurdular…
* * *
Muhammed Esed, Müslümanların kuracakları devletin kıblesini şöyle tarif ediyordu: “Eğer Müslümanlar bugün, devletleri için, Amerikan sistemi diye bilinen başkanlık sistemini benimseyecek olurlarsa; on dört asır önce dolaylı bir yolla Peygamberlerinin tavsiye etmiş olduğu bir esası gerçekleştirmiş olacaklardır. İdare şekillerinden birisini seçmekte kendilerine müsamaha ediliyorsa; ışığında yürümek için, böyle bir tavsiye Müslümanlara yeterlidir…”
* * *
İşte Tayyip dahil ülkemizdeki siyasal İslamcıların yol haritasının temelini bu görüşler oluşturuyordu. Siyasal İslamcıların kıblesi Mekke değil, ABD’de bulunan Beyaz Saray’dır. Muhammed Esed ya da asıl adıyla Leopolde Weiss, bütün dincilerin kıblesinin neden Amerika olduğu konusuna net cevabı ve onların varacağı son durağı da göstererek veriyordu.
Fetullah Gülen’in Hac’da çekilmiş fotoğrafı yokken, Beyaz Saray’ı tavaf eden görüntüleri kitaplarını süslüyordu. Tayyip, Ergenekon operasyonu dahil, attığı tüm adımlar için icazeti Amerika’dan alıyordu.
* * *
Tayyip, İstanbul Belediye Başkanı olunca ilk sözleri “Elhamdülillah şeriatçıyım” oluyordu. 2002 seçimlerinden hemen önce artık demokrat ve laik olduğunu vurgulamak için; “Ben gelişerek değiştim” diyor, Başbakanlığının 4. yılında bombayı patlatıyordu:
“Ben hiçbir zaman değişmedim İslami fikirler değişmez.” Durum böyle ne yapalım.
Biz yine devam edelim Müslüman-Yahudilere; “Dinlerde Hakikat İslami Hareketler ve Modernlik” ile “İslam ve Hıristiyanlık” kitaplarının yazarı William Montgomery Watt, biraz daha insaflı davranmış, adını değiştirmeden Müslümanları Ulusalcılığın kötülüklerinden (!) korumaya çalışmıştı.
* * *
M.G.S. Hodgson da adında değişiklik yapmadan üç ciltten oluşan “İslam’ın Serüveni” adlı kitaplarını yine bu amaçta görüyorduk.
“İslam’ın Metafizik Boyutları” adlı kitabı ile ortaya çıkan Frithjof Schuon,“İslam ve Ezeli Hikmet”, “İslam’ı Anlamak” adlı kitapları ile sahada yer alıyor, “Tasavvuf” adlı kitabı ile de tasavvufa eriyordu. Eriyordu ama bir garip eriyordu. Müslümanlar, İslam ahlakını Paul Tıllıch’dan öğreniyordu.
Peygamberimizin hayatını da Avusturya Yahudisi Annemarie Schimmel’den öğreniyorduk. Yine milliyetçiliğin ne denli tehlikeli bir akım olduğu hezeyanları ile Annemarie Schimmel, milliyetçiliğe saldırırken yine milliyetçilik düşmanı Muhammed İkbal’e sığınıyordu.
* * *
Okuyalım: “İkbal için; münferit milliyetçi/ırkçı akımlar, yeni putlar anlamına geliyordu.” Schimmel ve İkbal, milliyetçiliği Put’a benzetmeye “Hz. Muhammed” adlı kitabın 261. sayfasında şöyle devam ediyordu:
“Öyle görünüyor ki İslâm, putları protesto etmektedir; peki vatanperestlik, ırkçılık puta tapmanın farklı ve rafine bir şekli değil midir?”
Ulusalcılığın, bu gibi isimlerin önderliğinde ve desteğinde gelişen Tayyip’in ve AKP’nin döneminde Fetullahçıların da ayak oyunları ile Emniyet’in Eylül 2007 tarihli raporunda; devletin varlığı, anayasal rejimin devamı açısından tehlikeli akım sayılması tesadüf mü? Hele Fetullah’ın “Ulusalcı dalga aşılacaktır” şeklindeki sözlerinin ardından Ergenekon tezgâhının sahneye konmasını tesadüf sayabilir miyiz?
Ergün POYRAZ, 22 Aralık 2014
e.poyraz@kocaelibaris.com