Anlaşılamayan Atatürk

Genel & Güncel Konular

Anlaşılamayan Atatürk

İletigönderen tuba » Cum Nis 25, 2008 19:12

YOBAZ MARKSİST KOLKOLA: KEMALİZM TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE…


Amerika, Müslümanlar, Türkiye ve Anlaşılamayan Atatürk

Bir türlü zamanı doğru okuyamayan “entel” aydınlarımız, “Artık cephe savaşları sona erdi, topun, tüfeğin ve her an savaşa hazır bir ordunun anlamı kalmadı.” diyerek kendilerince bir değişim ve barış çağının başladığından söz ederlerdi yakın zamanlara kadar. Bu “entel” aydınlarımızın dillerinden düşürmedikleri bir tekerleme de “Artık ulus devletin bittiği ve küreselleşme çağında vatan kavramının eski anlamını yitirdiğidir!” Dolayısıyla onlara göre Kemalizm de artık dönemini tamamlamıştır ve gönül rahatlığıyla tarihin çöplüğüne gönderilebilir.(!) Geçenlerde o çokbilmiş aydınlarımızdan biri Mehmet Altan bu düşünceyi bir kez daha açık açık dile getirmiştir.

Ne engin öngörü ama!…


Karşı Devrim ve İçi Boşaltılan Atatürkçülük


Türkiye’de bugün bile sıkça seslendirilen bu tuhaf düşüncenin kaynağı 1950’lere kadar dayanmaktadır. 1950’lerde başlayan “karşı devrim” sürecinde Atatürk’ün ulusal aydınlanma hareketinden hızla uzaklaştırılan Türkiye’de aslında temelde ortak bir paydada birleşen iki farklı düşünce biçimi gelişmeye başlamıştır.

Bunlardan biri, meşruiyetini dinden alarak “sağcı düşünce”, diye tanımlanırken, (ki aslında bu bir Amerikan projesi olan Türk-İslam Sentezi’dir) diğeri meşruiyetini materyalizmden alarak “solcu düşünce” diye tanımlana gelmiştir (Türkiye’de sağcılığın en önemli referansı din, solculuğun ise materyalizm olduğu için böyle bir tanımlama yapmayı uygun buldum) Birbirine taban tabana ters gibi duran, hatta bu terslikten dolayı yıllarca birbiriyle çatışan bu iki düşüncenin radikal uçlarının en önemli ortak paydası genelde Atatürk’ü ve Kemalist düşünceyi dışlamalarıdır. Yani Türk-islamcılar ve Marksist solcular Kemalizm’e karşı birleşmektedirler.

Gerçi 80’den itibaren işler değişecektir; ancak 80 öncesinde dinle beslenen “sağcılar” ve ütopik devrimcilerin sloganlarıyla beslenen “solcular” Atatürk’e gizli-açık cephe almışlardır.

1950’den sonra başlayan karşı devrimin iki farklı ayağı ve iki farklı Atatürk’ü vardır.

Bunlardan birincisi “dincilerin” Atatürk’üdür!

Dinci politikacılar,Atatürk’ün Arap etkisinden ve baskısından kurtarmaya çalıştığı İslam dinini yeniden Arap etkisi altına sokarak, yeniden siyaset aracı haline getirmişlerdir. Böylece Türkiye’de Atatürk modernleşmesine en büyük darbelerden birini indirmişlerdir.
Bunlar, Batı taklitçiliği olarak adlandırdıkları Atatürk modernleşmesinin Türkiye’yi köklerinden kopardığı biçiminde garip bir düşüncenin gelişmesine ön ayak olmuşlardır. Bu garip düşünceyi savunanlara göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıp, halifeliği kaldırıp, üstüne üstlük bir de yaptığı devrimlerle sözüm ona Türkiye’yi dinsizleştirmiştir. Arap harflerinin yerine Latin harflerini getirerek, tekke ve zaviyeleri kapatarak, şapka giydirerek, v.b. devrimlerle de Türkiye’yi geçmişinden koparmıştır. Bu düşüncedekilere göre Atatürk adeta bir kurtarıcı ve kurucu değil de koskoca bir imparatorluğu yıkıp Batıya teslim eden, kendi kültürüyle kavgalı bir devlet adamıdır. Onlara göre Atatürk, cehennemliktir, hatta dincilerin bir numaralı fikir önderi Said’i Kürdi (Nursi)’ye göre o bir deccal’dir!.

80 öncesi Türk-İslam sentezcilerine göre Atatürk budur… Yıkıcı, din düşmanı, Türkiye’yi köklerinden koparan ve Batıcı (!) 80’ler öncesinde bir kesimin Atatürk’ü işte böyle bir liderdir!

Asıl düşündürücü olan bu saçma sapan zırvalara zaman içinde geniş kitlelerin de inandırılmış olmasıdır.

Peki bu nasıl olmuştur?

Çok basit: Atatürk’ten sonra yavaş yavaş tüm aydınlanmacı damarları kesilen toplum yeniden hortlatılan tarikatların kucağına itilmiştir. Atatürk’ün bin bir güçlükle yarattığı ulus bilincinin yerini yeniden cemaat bilinci almıştır. Bu süreçte parlatılan bazı cemaat önderleri (ki en önemlisi FETHULLAH’TIR) oy uğruna toplum lideri, kanaat önderi haline getirilmişlerdir.

İkincisi ise Marksist-komünistlerin Atatürk’üdür. Onların Atatürk’ü ise çok daha başkadır: Onlara göre Atatürk, Lenin’in ifade ettiği gibi “burjuva milliyetçisi” bir jakobendir.

O bir diktatördür!

Onlara göre Kemalist Devrim, işçi ve köylüyü ezen bir burjuva devrimidir! Zaten Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Komünist Rusya’dan aldığı destekle kazanmıştır! Üstelik Atatürk’ün bu savaştaki etkisi abartıldığı kadar da fazla değildir(!) Ayrıca Kurtuluş Savaşı hiç de söylendiği gibi anti emperyalist bir mücadele değildir! Hatta Atatürk, emperyalistlerle işbirliği içinde Kürtlere karşı ırkçı politikalar geliştirmiş, Türk Tarih ve dil tezleriyle ırkçılık yapmıştır. Türk olmayanları ezmiştir! Soruyorum size aklı ve bilimi temel alması gereken solcu düşünce nasıl böyle akıl ve bilim dışı zırvaları solculuk adı altında bu toplumun önüne koyabilmiştir?

İnsanın içinden “doğrusu bu kadarına da pes” demekten başka hiçbir şey gelmiyor.

Onlara göre de Türk devrimi Batı taklitçisidir. Ayrıca Atatürk bir komünist düşmanıdır, Kurtuluş Savaşı sırasında TKP’ye komplo düzenlemiş, komünist Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırtmıştır! Atatürk, Komünizm düşmanı olduğundan geleceği görememiştir ve bu nedenle ilerici bile sayılamaz. Onların kahramanları olan Lenin, Stalin, Kastro ve Che’nin yanında Mustafa Kemal’in lafı bile edilmez! (Bu yöndeki görüşler için Bkz. Fikret Başkaya, Paradigma’nın İflası ve İsmail Beşikçi, Kürt Sorunu ve Türk Tarih Tezi)

Görüldüğü gibi 80 öncesinde dincilerin ve Marksistlerin iki farklı Atatürk’ü vardır. 1950-1980 arasındaki 30 yıllık sürede Türk halkı bu iki Atatürk arasında sıkışıp kalmıştır. Bu ortamda bir o yana bir bu yana savrulan gençlik Atatürk’ü yanlış tanıyarak yetişmiştir. Bu 30 yıllık sürede sağdan ve soldan yapılan bilinçli-bilinçsiz saldırılarla Atatürk belki de dünyanın en yanlış anlaşılan ya da en az anlaşılan lideri haline getirilmiştir. Bu süreçte samimi dindarlar ve gerçek sosyalistler için bile Atatürk sıradan ve hatta olumsuz bir imge halini almaya başlamıştır.

Karşı devrimin olanca hızıyla devam ettiği 50-80 arasında Atatürk devriminin en önemli özelliklerinden “ulusal bağımsızlık”, “köklere bağlı çağdaşlaşma” ve “laiklik” gibi değerler yavaş yavaş yok edilmiştir.

“Dincilerin ve Marksistlerin Atatürk’ü” zaman içinde “gerçek Atatürk’ün” üstünün adeta kalın bir tortuyla kaplanmasına neden olmuştur.

Fakat ne gariptir ki, 80 öncesinde meşruiyetini Atatürk düşmanlığından alanlar, 80 sonrasında kendilerini sözde Atatürkçü olarak adlandırıp, meşruiyetlerini Atatürk’ten almaya başlamışlardır. 80 sonrasında birden bire Atatürkçü haline gelen bir zamanların Atatürk düşmanları, Atatürk’ü kendi ideolojilerinin ideologu olarak gösterme yarışına girecekler ve bu süreçte bir kere daha Atatürk’ün yanlış anlaşılmasına yol açacaklardı.

Bu sefer de korkunç bir Atatürk istismarı başlayacaktı…

Gerçek Atatürkçülüğün 4 Temel Özelliği

Atatürkçülüğün en belirgin özellikleri, tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, ulusallık ve laikliktir.

1. Tam bağımsızlık: Kurtuluş Savaşı’nın temel felsefesi olan tam bağımsızlık, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan siyasal ve ekonomik bakımlardan kendi ayakları üzerinde durmak anlamına gelmektedir. 1950 den sonra özelikle Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin Amerikan etkisine girmesiyle önemi gittikçe azaltılmıştır. Marşal yardımıyla başlayan bu süreç bugün AB’ye üyelik müzakereleriyle zirveye ulaşmış, Türkiye 50 yıllık sürede tam bağımsızlığından çok büyük tavizler vermiştir.

2.Çağdaşlaşma:Atatürk’ün “muasırlaşma” olarak ifade ettiği çağdaşlaşma yeryüzündeki en ileri uygarlık değerlerini benimsemek ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek sürekli ilerlemektir. Çağdaşlaşmak, asla Batılılaşmak değildir; Atatürk’ün Batıdan yararlanmış olmasının nedeni Türkiye’yi Batılılaştırmak değil, o sırada Batıda olan uygarlık değerlerini almaktır. Türkiye’de Batılılaşma Tanzimat’la başlar ve sonrasındaki Osmanlı ıslahatlarıyla devam eder. Osmanlı Batılılaşması, dışa bağımlıdır, Batının çıkarları doğrultusunda Batının öngördüğü bir harekettir. Oysaki Atatürk modernleşmesi, Batıya karşı verilen bir savaştan sonra başlatılan bir uygarlaşma projesidir ve bu hareketin amacı evrensel uygarlık değerlerini almaktır. Üstelik bu hareketin adı da Batılılaşma değil “muasırlaşmadır.”

Fakat 1950’lerden sonra Atatürk’ün çağdaşlaşma (muasırlaşma) hareketi Batılılaşma olarak adlandırılıp, Türkiye’de sözde “geleneğe” ve “dine” sahip çıkmak adına düpedüz “gericilik” yapılmış, üstelik garip bir şekilde bu “gericilik” milliyetçilik olarak adlandırılmıştır. (Türk-İslam sentezi)

3. Ulusallık: Atatürk devriminin en önemli özelliklerinden biri ulus devlet yaratmaktır. Atatürk bu amaçla Türk tarih ve dil tezlerini geliştirmiş, bu tezlerle Türklerin kökleri çok eski çağlara giden çok ileri bir ulus olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Türk Tarih ve Dil Tezleriyle Türk tarihinin ve Türk dilinin zenginliğini, derinliğini ve güzelliğini ortaya koyarak, Osmanlı döneminde adeta kendine yabancılaşan Türklere ne kadar köklü bir ulusa mensup olduğu gösterilmek istenmiştir.

Ulusallığın, “halkı söz sahibi kılmak” anlamında bir de “ulusal egemenlik” boyutu vardır. Atatürk’ün ulusal egemenlik ilkesi Anayasada, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” biçiminde yer almaktadır. Egemenliğin halkta olması, egemenliğini Allah’a dayandırarak, kendisine kutsallık kazandıran ve dolayısıyla hiçbir şekilde sorgulanmayan dinsel nitelikli yönetim anlayışını ortadan kaldırması bakımından son derece önemlidir; Çünkü egemenlik ulusta olunca ulus özgür iradesiyle istediği kişiyi başa getirebilmekte ve dolayısıyla yönetime ortak olmakta ve yöneticiden hesap sorabilmektedir. Böylece yöneticinin hatasının kutsallık kılıfı altında gizlemesi engellenmiş olmaktadır.(Ya da en azından bu amaçlanmaktadır.)

4. Laiklik: Atatürk devriminin en önemli özelliklerinden biri olan laiklik, dinle devlet işlerini birbirinden ayırıp dinin siyasete alet edilmesini önlemek ve devleti dinsel temelden anayasal temele oturtmak amacı taşıyan, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan cumhuriyetin vazgeçilmez bir ilkesidir.

1950’den sonraki karşı devrim sürecinde her geçen gün biraz daha sulandırılan ve içi boşaltılan Atatürkçülüğün değeri bugün yaşanılan iç ve dış olaylarla daha iyi anlaşılmaktadır.

İslam Dünyasının Yanılgıları ve Atatürk

Amerika’nın Irak’ı ve İsrail’in Filistin ve Lübnan işgalleri ulusal bağımsızlığın, ulus devletin, çağdaşlaşma ve laikliğin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göstermiştir.

Irak, Filistin, Lübnan veya Afganistan ya da emperyalizmin kanlı pençeleri arasında ezilen her hangi bir İslam ülkesi Atatürk tecrübesinden biraz olsun ilham alabilmiş olsaydı bugün içine düştüğü yürek burkan çaresizliği yaşamayabilir, ya da bu çaresizlikten çok daha kolay kurtulabilirdi.

Bu gün emperyalist kuşatmaya maruz kalan ve acı çeken İslam dünyası dışa bağımlı olmayı ulusal bağımsızlığa; bağnazlığı çağdaşlığa ve siyasal İslam’ı laikliğe tercih etmenin sıkıntılarını yaşamaktadır.

İslam dünyası, yıllar önce dizginlerini başkalının eline verdiği için ve bir türlü ulusal bağımsızlığın önemini kavrayamadığı için bugün Irak’ta ve Lübnan’da ölen Müslüman çocuklara seyirci kalmaktadır. Müslümanlar yanı başlarında, gözlerinin önünde gerçekleşen katliamlara, (üstelik Hıristiyan ve Yahudi katliamcıların gerçekleştirdiği katliamlara) karşı Batı korkusundan dolayı sessiz kalmaktadırlar.

İslam dünyası korkmaktadır….

Müslümanlar Batıdan, Amerika’dan, Amerikan teknolojisinden korkmaktadırlar… Bu kanlı süreçte meydan radikal İslamcı örgütlere kalmakta ve bu şeriatçı örgütler bugün İslam dünyasında antiemperyalist bir mücadele içinde her geçen gün daha çok sempatizan toplamaktadırlar. Amerikan ve İsrail emperyalizmine karşı mücadele ettikleri için kısa vadede yararlı görünen bu şeriatçı yapılanmalar uzun vadede tüm Ortadoğu ve İslam dünyasının tıpkı Afganistan gibi şeriat karanlığına yuvarlanmasına neden olacaklardır. Oysaki bu mücadeleyi bizzat gerçek ve samimi Müslümanların vermesi gerekirdi. Tıpkı 80 yıl önce Anadolu yaylasında Mustafa Kemal önderliğinde olduğu gibi…

Müslümanlar, Atatürk tecrübesinden biraz olsun esinlenmiş olsalardı bugün Batı’dan ve Amerikan teknolojisinden, ateş kusan ileri teknoloji ürünü silahlardan bu kadar korkmayacaklar, ürkmeyeceklerdi. Müslümanlar eğer “bağnazlığı” “çağdaşlığa” tercih etmeyip, çağdaş bilime algılarını kapatmasalardı bugün tüm Batıya kafa tutacak teknolojik güce sahip olacaklar ve kimseden korkmayacaklardı, ama onlar yüzyıllarca bilimi dışladılar, bağnazlığın kendilerini kurtaracağı yanılgısına düştüler ve bugün bunun acısını çekmektedirler. Iraklı ve Filistinli direnişçiler ancak Amerikan yapımı silahlarla direnişlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar ki bu silahların tüm özellikleri düşman tarafından bilinmektedir. Oysaki ulusal askeri gücün önemini daha 20’lerde fark eden Atatürk Türkiye’de tamamen yerli üretim silah ve uçak fabrikaları kurdurmuştu. Ama 50’lerden sonraki iktidarlar bu fabrikaları kapatarak, ulusal silah sanayiye son vermişler, böylece en stratejik alanda da Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirmişlerdir.

Müslümanlar bugün İslam’ı siyasallaştırmanın bedelini ödemektedirler.

Müslümanlar yüz yıllardır kendi kaderlerini kendi ellerine almamanın, kaderlerini, meşruiyetini dinden alan şaha, şeyhe, diktatöre, sultana ve halifeye bırakmanın acısını çekmektedirler. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün ifadesiyle, “Müslüman liderler halkı Allah’la aldatmanın bedelini ödemektedirler

Tüm idareyi Allah adına elinde bulundurduğunu söyleyerek, halkını ezip dışlayan liderlerin sultası altındaki Müslümanlar eğer Atatürk tecrübesinden biraz olsun etkilenmiş olsalardı bir İslam ülkesinin de laik olabileceğini, dinin siyasallaştırılmaması gerektiğini ve cumhuriyetin İslam’ın özüne en uygun idare şekli olduğunu görebilirler (Bkz. Sinan Meydan, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, “Atatürk, Modernizm Din ve Allah”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2004.) ve kendilerini çok daha iyi yönetebilecek idarecileri özgürce seçebilirlerdi; ama onlar demokrasiyi ve cumhuriyeti din dışı zannederek aslında bir Emevi adeti olan saltanatın İslami olduğu yanılgısına düştüler ve bugün Atatürk’ün ifadesiyle “Bir felaket çamuruna yuvarlandılar

Türkiye, Emperyalizm ve Atatürk Tecrübesi

Bu gün tüm İslam dünyasını sıkboğaz edenlerin öteden beri iştahlarını kabartan Türkiye’ye, kolay kolay saldıramamalarının arkasında yatan tek neden Atatürk’tür.

Emperyalist Batı bugün, Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşını ve sonrasındaki çağdaşlaşma hareketini hatırlamakta ve içten dıştan tüm geri dönüş çabalarına karşın Türkiye’nin geldiği noktayı görmektedir. Bu nedenle Irak’a, Afganistan’a, Bosna’ya, Filistin’e ya da Lübnan’a bomba yağdıranlar, acımasızca insan öldürenler çok isteseler de Türkiye’ye karşı herhangi bir fiili harekata girişmeye cesaret edememektedirler ve en azından bir süre daha buna cesaret edemeyeceklerdir.

Bir zamanların Atatürk düşmanlarına sormak gerekir:

Eğer Türkiye bir Atatürk gerçeği yaşamasaydı, eğer Atatürk önce Kurtuluş Savaşı, arkasından ulusal bir çağdaşlaşma hareketi gerçekleştirmeseydi, emperyalist kuşatmanın kıskacındaki Osmanlı kalıntısı bir Türkiye bugün –Güdümlü iktidarlara karşın- bu durumda mı olurdu? Yoksa Irak, Afganistan ya da Filistin’in durumunda mı olurdu?

Yanıt ne kadar anlamlı değil mi?

SİNAN MEYDAN
23 Mart, 2008
http://www.sinanmeydancom.tr.gg
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

İletigönderen sessiz sedasız » Cmt Nis 26, 2008 17:49

eline sağlık tuba.insanın bu yazıyı okuduktan sonra aklına Atatürkün ne denli sağlam bir temel attğı geliyor ki onca din ve Atatürk istismarına,onca Atatürkün kasıtlı bir biçimde yalnış aktarımına ve o kadar kaybımıza rağmen bu ülke hala ayakta.belimiz bükülmüştür ama önemli olan boynumuz bükülmesin,umudumuz sönmesin.milletimize ve daha sonra elimizden geldiği kadar coğrafyamıza ışık tutacak biçimde Atatürkü anlatmamız gerek.elbet yurduma yeniden güneç doğacaktır.
Sen ne kadar bilirsen bil,Senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.
Kullanıcı küçük betizi
sessiz sedasız
Üye
Üye
 
İletiler: 988
Kayıt: Cum Mar 28, 2008 1:55
Konum: istanbul

İletigönderen tuba » Cmt Nis 26, 2008 22:42

Sessiz sedasız,

o kadar kaybımıza rağmen bu ülke hala ayakta.belimiz bükülmüştür ama önemli olan boynumuz bükülmesin,umudumuz sönmesin
demişşin.

Mustafa Kemal'in mucizesi de bu zaten: onca kaybımız var ama herşeye rağmen dimdik ayaktayız. Adamlar da bunu o kadar iyi biliyor ki açık açık, gözümüze soka soka kendi gizli servis raporlarında belirtiyor: laikler, Atatürkçüler Amerikan karşıtıdır ve Amerika'nın çıkarları için bu gruplara karşı "modernist" diye ılımlı islamcıları desteklemeliyiz. Laiklerin içinden de seçici olarak sadece işimize gelenleri desteklemeliyiz. Ondan sonra da vay efendim Türkiye değişiyor, vay efendim yeni bir cumhuriyet oluşuyor, vay efendim Türkiye Atatürk ile koptuğu özüne tekrar geri dönüyor.... Bir de tüm bunları halka da yedirmek için Türkiye'ye bölgede "çok önemli" bir görev veriliyor: bilmem kaçıncı eyalet........

Artık herkes durumu bilmekte fakat ne yapılması gerektiğini bilememekte....Ya 50 küsür yıllık oyun bozulacak ve halk aydınlatılacak ve bu her ne pahasına olursa olsun yapılacak ya da oturup dibe vurduğumuz anı bekleyeceğiz hepberaber. Çünkü maalesef ancak o zaman yani kaybetme noktasına gelindiğinde ve bu da gün gibi ortada olduğunda ancak birşeyler yapabilecek irade ortaya çıkacak.

Tabii ki bizim beklemeye hiç niyetimiz yok....fakat bunun için de önce kendi içimizdeki bulmacayı çözmemiz lazım...burada da senin daha önceden yobazlar ve laikler üzerine yazdığın fıkra ve sonunda sorduğun soru aklıma geliyor....hala düşünüyorum?????.......fakat bu da yetmez.....maalesef günümüz şartlarında herşey ekonomik güçten geçiyor....insanlar bağımsız olmak adına yokluğa ancak savaş döneminde katlanıyor ve yokluğu göze almadan da bağımsız olunamıyor...o nedenle de halka refah vermeden aydınlatamazsın bu şartlarda......işte ben tam da bu noktada tıkanıyorum...


(Bakın mesela, hani ikinci mücadele dönemindeyiz, neden o zaman Karamehmet demiyor ki "başlarım iktidarına da gücüne de anasını satayım, ben ne pahasına olursa olsun yapabildiğim yere kadar görevimi yapacağım ve halkımı aydınlatacağım". Demiyor çünkü diyemiyor...Onun gibiler ki böyle yapar ya fakir fukara ne yapsın.......Burada Nihat Genç'i eleştirmiyorum, duygusal insan o, vefasından böyle yapıyor ama o yine bir yolunu bulur halka ulaşır, diyeceğini der elbet).
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

İletigönderen sessiz sedasız » Pzt Nis 28, 2008 5:16

tıkanmana gerek yok tuba.akp den sonra kurulacak parti bir iki sene daha ayakta kalır ve ayakta kalabilmesi için de birileri tarafından ekonomi kör topal götürülmeye çalışılır.ama elbet bir yerde ellerinde patlar ve zaten bu millet açlığında en babasını o zaman görür.ve belkide herkes ancak o zaman kafasını iki eli arasına alıp düşünebilir neler kaybetmişiz diye.

aslında durum kötü ama şu aşamada çok telaş edilecek bir durum yok.çünkü kapatmadan sonra bunların çakma versiyonu olan parti iktidarı ellerinde bulundurduğu sürece bunların abd ve ab tarafından nasıl kullanıldığını neye hizmet ettiklerini halk daha net görecek çünkü tayyib gibi ustaca davranamayacaklar.sonuçta alayı "kaldır elleri kabul edilmiştir" gibisinden bir dayatmayla, emir altında çalışmaya alıştıkları için tayyib gibi dışardan emir almaya daha yoğun bir biçimde devam edecek,işbirliklerini daha alenen yaparak kendi kendilerini batıracaklar.ülkede ekonomik bir kriz beklenirken derin de bir siyasal kriz ve idare boşluğu su yüzüne çıkacak.bir suçu olmasada ve biz onların aldığı önlemlerin şu anda rahatlığıyla düşe kalka yürüsekte kriz nasıl eceviti bitirdiyse bunları da bitirecek.ondan sonra da oyları chp ile mhp paylaşacak.işte önemli olan bu iki üç senede halka ulaştık ulaştık.zaten onun için bana göre kırılma noktasındayız.

telaşa gerek yok derken de kaybettiğimiz herşeyin farkındayım.ama zamanı gelince kaybettiğimiz bütün kazanımlarımızı tekrar kazanacağımızın da bilincindeyim.bana göre de bu çok sürmeyecek.çok mu fantazi kurdum bilmiyorum ama ben umutluyum.
Sen ne kadar bilirsen bil,Senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.
Kullanıcı küçük betizi
sessiz sedasız
Üye
Üye
 
İletiler: 988
Kayıt: Cum Mar 28, 2008 1:55
Konum: istanbul

İletigönderen kaye » Pzt Nis 28, 2008 23:15

Bu konuda söylenilecek o kadar çok şey var ki:
Yazının ilk başından başlayalım:
Bir türlü zamanı doğru okuyamayan “entel” aydınlarımız, “Artık cephe savaşları sona erdi, topun, tüfeğin ve her an savaşa hazır bir ordunun anlamı kalmadı.” diyerek kendilerince bir değişim ve barış çağının başladığından söz ederlerdi yakın zamanlara kadar.

Başlarken "söylenilecek çok şey var" diye başladım söze ama bu konuda ne diyebilirim ki, gülünebilir herhalde en fazla. Kendi kendime mütenakız oldum hemen :) Irak'ta ne yaptılar; top-tüfek-bomba kullanılmadı mı! Hatta kullanılan o "Akıllı Füze"lerden yolunu şaşırıp ta güneydoğumuza düşen olmadı mı! Bu füze keşke bu lafı söyleyen aydınımızın kafasına düşseydi de görseydi topsuz tüfeksiz savaşı..
Irak'ta, Azerbaycan'da, Bosna'da, Filistin'de, Afganistan'da vs. ölen yüzbinler topla tüfekle askerle öldürülmediler de nazar edilerek mi öldürüldüler!! Zaten Sinan Meydan'da hemfikir ki zamanı okuyamayanlar diye bahsetmiş bu entellerden...

Bu “entel” aydınlarımızın dillerinden düşürmedikleri bir tekerleme de “Artık ulus devletin bittiği ve küreselleşme çağında vatan kavramının eski anlamını yitirdiğidir!”

Vatan kavramı acaba hiç varmıydı ki bu altan gibiler için de anlamını yitirmiştir demiş????

Dinci politikacılar,Atatürk’ün Arap etkisinden ve baskısından kurtarmaya çalıştığı İslam dinini yeniden Arap etkisi altına sokarak, yeniden siyaset aracı haline getirmişlerdir.

Zaten bugün için en korktukları şeyde gerçek islamı öğrenmemizdir. O yüzden islam Arap harflerine sıkıştırılmıştır. Araştırma merakı olmayan toplumumuz da kulaktan dolma şeylerle dinini öğrendiğini zannetmektedir. Arap kıyafetlerini din kuralları zannetmekte, üç tane Arapça kelime eden zatları da şeyh olarak kabul etmektedirler. Çarşaf giyen ve göbeğine kadar sakal bırakan insanlar acaba ilk evvela müslüman mı olmaktadır, Arap mı! Din özellikle şekle sokulmaktadır bu insanlar tarafından. Kendi istedikleri şekle...

Atatürk, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıp, halifeliği kaldırıp, üstüne üstlük bir de yaptığı devrimlerle sözüm ona Türkiye’yi dinsizleştirmiştir.

Dilim döndüğünce, elimden geldiğince Atatürk'ün ne kadar dinini bildiğine ve anlattığına dair yakın zamanda bir yazı yazacağım.. O sözlerden birkaçı mesela şöyledir:
-"Hz. Muhammed Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuna kadar O ölümsüzdür."
-"Bütün Dünya Müslümanları, Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (s,a.v)'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmelidir. Bütün müslümanlar Hz. Muhammed'i (s.a.v.) örnek alarak onun gibi hareket etmeli ve İslamiyetin bütün hükümlerini bilakayd ü şart (kayıtsız şartsız) yerine getirmelidir. Zira insanlık ancak bu şekilde kurtulup kalkınabilir."

Arap harflerinin yerine Latin harflerini getirerek, tekke ve zaviyeleri kapatarak, şapka giydirerek, v.b. devrimlerle de Türkiye’yi geçmişinden koparmıştır.

Bunu söyleyen zihniyet dinimizi öğrenmememizi istemiyor demiştim, yine matbaayı Osmanlı'ya yıllarca sokturmamış, kızları okutmamış, fes giymeye karşı çıkmış, sonra da şapka inkîlabı yapılınca fesi çıkartmayı din dışılık addetmiştir..

Ayrıca Kurtuluş Savaşı hiç de söylendiği gibi anti emperyalist bir mücadele değildir!

Şimdi bunu iddia eden kesimler herhalde bu savaşın zaferle bittiğini de inkar edemezler. Kurtuluş Savaşı hemen I. Dünya Savaşı'nın akabindedir. Yani o döneme kadar bu kadar çok ulusun, emperyalist devletlerin katıldığı bir savaş daha yoktur. Olsaydı, bu Birinci Dünya Savaşı olarak adlandırılamazdı herhalde. Bilmem kaçıncı olurdu.. O zaman bu da basit bir mantıkla emperyalizme karşı kazanılan ilk zaferdir denebilir..

Hatta Atatürk, emperyalistlerle işbirliği içinde Kürtlere karşı ırkçı politikalar geliştirmiş, Türk Tarih ve dil tezleriyle ırkçılık yapmıştır. Türk olmayanları ezmiştir!

Atatürk kesinlikle ırkçı bir lider değildir. Kan, et, kemik üzerine hiç bir zaman siyaset yapmamıştır. O'nun milliyetçiliği yurt sevgisi üzerinedir. "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek te dünya lideri olduğunu herkese kanıtlamıştır. Fakat O'nun için atılan iftiralar da hiçbir zaman bitmemiştir. Irkçı politikaları olduğuna dair, soykırım yaptığına dair, dinsizliği yurda yaydığına dair iftiralar hakkında konuşmaya bile gerek yoktur. Ben daha basit bir tanesine değineyim şimdi:
Safiye Ayla'yı hepimiz biliriz. Gazi'nin de en çok dinlediği sanatçılardandır. Hatta köşküne de davet etmiştir bu kıymetli sanatçımızı. İşte iftira burada başlamaktadır. "Safiye Hanım'ın çirkin oluşundan (bence kesinlikle değil) rahatsız olan Atatürk, O'na hep paravanın arkasından şarkı söyletmiştir" demektedirler. Atatürk ki Avrupa ülkelerinin hemen hemen hepsinden önce kadına seçme ve seçilme hakkı veren kişidir. Bu konuda bu kadar duyarlı olan bir insana böyle bir iftira atılması en büyük acımasızlıktan ve en büyük mantık çelişkisinden başka bir şey değildir..

Atatürk, Komünizm düşmanı olduğundan geleceği görememiştir ve bu nedenle ilerici bile sayılamaz.

Alakayı siz kurabildiniz mi! Ben kuramadım:)
Gazi'nin ileri görüşlülüğü su götürmeyen bir gerçektir. Buna; II. Dünya Savaşı'nı, 60 yıl öncesinden Rusya'nın dağılışını öngörmesi, hatta Kızılay sokaklarının darlığını dile getirmesi en basit örneklerdendir.

sağdan ve soldan yapılan bilinçli-bilinçsiz saldırılarla Atatürk belki de dünyanın en yanlış anlaşılan ya da en az anlaşılan lideri haline getirilmiştir.

Doğru ama Eksik... Aynı zamanda en sevilen, en güvenilen, en takdir edilen lideridir de.. Öyle olmasaydı zaten bugün için açtığı yol bu kadar içten ve dıştan gelen saldırılar sonucunda çoktan kapanmış olurdu :)
Atatürk aynı zamanda sadece ülkemizde değil tüm dünyada da en çok takdir edilen liderdir. Dünya çapında yapılan pek çok ankette de bu görülmektedir. Yine Kentucky Üniversitesi'nden psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Arnold Ludwig tarafından kaleme alınan kitapta, Atatürk, gelmiş geçmiş tüm devlet adamları arasında yapılan "siyasi büyüklük sıralamasında" birinci olmuştur. The New York Times gazetesinin haberine göre, Ludwig "Çağın Kralı: Siyasi Liderliğin Doğası" adlı kitabında, son yüzyıla damgasını vurmuş 377 büyük devlet adamını incelemiştir bu araştırmada. Ve de Ludwig'in, devlet adamlarının liderlik vasıflarını bilimsel bir objektiflikle ölçme amacıyla kaleme aldığı kitap için 18 yıl çalıştığı belirtilmektedir.
Bir örnek daha:
Bir Fransız gazeteci bir Türk vatandaşı ile konuşurken aynen şunları söylemiştir:
"Atatürk yüce bir dağdır, siz Türkler o dağın eteklerinde yaşadığınız için yani dağa uzak olmadığınız için dağın ne kadar yüksek ve yüce olduğunu bir türlü anlayamıyorsunuz. Fakat biz o dağa çok uzaktan baktığımız için ne kadar yüksek olduğunu çok net görüyoruz."

80 sonrasında birden bire Atatürkçü haline gelen bir zamanların Atatürk düşmanları, Atatürk’ü kendi ideolojilerinin ideologu olarak gösterme yarışına girecekler ve bu süreçte bir kere daha Atatürk’ün yanlış anlaşılmasına yol açacaklardı.

Bugün için yine Atatürk düşmanı olan gafiller (bu yazıda da değinilen entel! kesimler) yarın yine menfaatleri icabı en önde Atatürkçü olacaklardır.. Bu zamanlar da yakındır elbet, umuyorum o zaman milletim bu günleri unutmayacaklardır.

Türkiye’de sözde “geleneğe” ve “dine” sahip çıkmak adına düpedüz “gericilik” yapılmış, üstelik garip bir şekilde bu “gericilik” milliyetçilik olarak adlandırılmıştır. (Türk-İslam sentezi)

Atatürk'ün Nutuk'ta Turancılığa Yanıtı:
"Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasî görüştür.
Fakat aldatıcıdır. Hattâ, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek, varılması imkânsız bir hedeftir. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir."

Atatürk devriminin en önemli özelliklerinden biri ulus devlet yaratmaktır. Atatürk bu amaçla Türk tarih ve dil tezlerini geliştirmiş, bu tezlerle Türklerin kökleri çok eski çağlara giden çok ileri bir ulus olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Türk Tarih ve Dil Tezleriyle Türk tarihinin ve Türk dilinin zenginliğini, derinliğini ve güzelliğini ortaya koyarak, Osmanlı döneminde adeta kendine yabancılaşan Türklere ne kadar köklü bir ulusa mensup olduğu gösterilmek istenmiştir.

Bildiğimiz gibi Mustafa Kemâl sadece iyi asker değildir. O, iyi siyasetçi, iyi bir matematikçi (bugün kullandığımız açıortay, üçgen gibi pekçok geometrik terime kendi isim vermiştir), iyi bir dilbilimci, iyi bir yazar (Nutuk üzerine eser var mıdır!), iyi bir tarihçiydi. Bu "iyi"ler elbette saymakla bitmeyecektir ama tarihçi özelliğiyle devam edersek: Erich Feigl'den çok çok önce M.Kemâl Anadolu'nun çok eskiden beri Türk yurdu olduğunu, Sümerlerin ve Etilerin (Hititler) de Türk olduğunu söylemişti. Daha sonra Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Fuat Bozkurt gibi dilbilimcilerimizin çalışmaları da Atatürk'ün bu savını doğrulamıştı. Hatta Mustafa Kemâl, bu yüzden Etibank ve Sümerbank ismini özellikle vermiştir bu kurumlara.. Bakınız Güncel Meydan-> ANADOLU ÖZ BE ÖZ TÜRK YURDUDUR

Atatürk’ün ulusal egemenlik ilkesi Anayasada, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” biçiminde yer almaktadır. Egemenliğin halkta olması, egemenliğini Allah’a dayandırarak, kendisine kutsallık kazandıran ve dolayısıyla hiçbir şekilde sorgulanmayan dinsel nitelikli yönetim anlayışını ortadan kaldırması bakımından son derece önemlidir; Çünkü egemenlik ulusta olunca ulus özgür iradesiyle istediği kişiyi başa getirebilmekte ve dolayısıyla yönetime ortak olmakta ve yöneticiden hesap sorabilmektedir. Böylece yöneticinin hatasının kutsallık kılıfı altında gizlemesi engellenmiş olmaktadır.(Ya da en azından bu amaçlanmaktadır.)

Onlar ise tamamen sapla samanı birbirine karıştırıp, meclisin duvarında "Hakimiyet Hakkındır" yazmasını istiyor. Milletin hakimiyetini ve Allah'ın hakimiyetini kıyaslamaya çalışıyor. Bakınız Güncel Meydan->Necip Fazıl'ın Gençliğe Hitabesi!!!...

Laiklik: Atatürk devriminin en önemli özelliklerinden biri olan laiklik, dinle devlet işlerini birbirinden ayırıp dinin siyasete alet edilmesini önlemek ve devleti dinsel temelden anayasal temele oturtmak amacı taşıyan, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan cumhuriyetin vazgeçilmez bir ilkesidir.

Bu tanımın yanında Attila İlhan, Atatürk'ün laikliği şöyle tanımladığını söyler:
"Laiklik, emperyalist ülkelerin dini kullanarak bir diğer ülkeyi sömürmesini engellemektir."
Dünyada Gazi'nin tanımına göre yaşanmayan laiklik ve kullanılan din yüzünden çıkan savaşları hepimiz bilmekteyiz: Bosna, Afganistan, Lübnan, Filistin, Arzu Mevud ve bağlantılı olarak PKK ve Ortadoğu Savaşları, Pakistan, Haçlı Seferleri vs vs.. Ve dikkat ederseniz çoğunluk hep müslüman ülkeler.. Laiklik en çok kime lazımmış!!!

Oysaki ulusal askeri gücün önemini daha 20’lerde fark eden Atatürk Türkiye’de tamamen yerli üretim silah ve uçak fabrikaları kurdurmuştu. Ama 50’lerden sonraki iktidarlar bu fabrikaları kapatarak, ulusal silah sanayiye son vermişler, böylece en stratejik alanda da Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirmişlerdir

Artık elden çıkanlar sadece ulusal silah sanayii değil maalesef.. Saydırmayın şimdi bana..

Irak’a, Afganistan’a, Bosna’ya, Filistin’e ya da Lübnan’a bomba yağdıranlar, acımasızca insan öldürenler çok isteseler de Türkiye’ye karşı herhangi bir fiili harekata girişmeye cesaret edememektedirler ve en azından bir süre daha buna cesaret edemeyeceklerdir.

Yaaaa...

Bir zamanların Atatürk düşmanlarına sormak gerekir:
Eğer Türkiye bir Atatürk gerçeği yaşamasaydı, eğer Atatürk önce Kurtuluş Savaşı, arkasından ulusal bir çağdaşlaşma hareketi gerçekleştirmeseydi, emperyalist kuşatmanın kıskacındaki Osmanlı kalıntısı bir Türkiye bugün –Güdümlü iktidarlara karşın- bu durumda mı olurdu? Yoksa Irak, Afganistan ya da Filistin’in durumunda mı olurdu?

Bence onlar aynı zamanda vatan-millet-devlet düşmanı da olduklarından hiç sormayalım bu soruyu...

..
Kullanıcı küçük betizi
kaye
Üye
Üye
 
İletiler: 1036
Kayıt: Pzr Oca 06, 2008 0:57

İletigönderen tuba » Pzt Nis 28, 2008 23:29

Atatürk'ün ne kadar dinini bildiğine ve anlattığına dair yakın zamanda bir yazı yazacağım..



...en yakın zamanda bekliyoruz... :roll:
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x