Atatürk, Arap Baharı ve Avrupa’nın Sonbaharı

Atatürk, Arap Baharı ve Avrupa’nın Sonbaharı

İletigönderen Erkan Güçiz » Pzt Haz 04, 2012 20:00

Atatürk, Arap Baharı ve Avrupa’nın Sonbaharı
Türkiye’nin atasının yüzü Avrupa’ya dönüktü. Bugün, kim bunu neden yapar?


Atatürk: Osmanlı İmparatorluğunun En Büyük Generalinden Liderlik Dersleri” adlı kitap hakkında aşağıdaki yorum Clifford D. May tarafından 18 Ağustos 2011 tarihli “The Foundation for Defense of Democracies” İnternet sitesinde yayımlandı.

Size, 20.yüzyılın önemli olaylarını sorsam, 1914’de I.Dünya Savaşı’nın başlangıcı, 1917’de Rus Devrimi, 1919’da Versay Antlaşması’nın imzalanması, Amerika’da menkul kıymeteler borsasının 1929’da çöküşü ve Hitler’in 1933’de Almanya Başbakanı olmasını sayarsınız herhalde.

Fakat dünya üzerinde milyonlarca kişi için en önemli olan 1924 yılı idi. Bu yıldı, son halifenin Müslümanların dinî ve siyasi ulu lideri, Hazreti Muhammed’in varisi makamından indirildiği, 1400 yıllık halifelik makamının ortadan kaldırıldığı ve Osmanlı sülalesinin tamamının sürgüne gönderildiği yıl.

Bu tarihte bir dönüm noktası idi; Usame Bin Ladin, “bütün İslam Dünyası Haçlı bayrağı altına düştü” diyerek tarif etti bunu. 11 Eylül 2001 terörist saldırılarından üç ay sonra, o günlerde El Kaide’nin ideoloji ve dinî önderi, şimdi de Usame Bin Ladin’nin yerini almış olan Ayman al Zawahiri, “Müslüman Dünyası’nın umudu, devrilmiş halifeliği yeniden kurmak ve kaybedilmiş şanını geri getirmektir” demişti.

Halifeliğin lağvında en büyük rolü olan bütün İslamcılar tarafından nefret edilen Mustafa Kemal Atatürk, köşe yazarı ve askerî tarihçi Austin Bay’in yeni hazırladığı, zamanlaması çok yerinde, bir biyografinin konusu.

Yazar Bay, Batının ihmal ettiğini ileri sürdüğü, Atatürk’ün askerî başarılarına odaklanıyor. Bu büyüleyici kitabı okurken yalnız El Kaide değil fakat uzun bir listesi olan cihat grupların (örneğin, Taliban, Leşker i Taiba [Doğruluğun askerleri], Özbekistan İslam Hareketi, El Şebab, [Hareket el Şebab el Mücahidin, Mücahit Gençlik Hareketi] Hizbullah, Hamas) ve az sayıda cihat üzerine kurulu rejimin (İran İslam Cumhuriyeti gibi) Batı’ya karşı açtıkları savaşı anlamakta temel olan iki soru ile karşılaştım. Birincisi, Atatürk neden hilafeti çöpe attı; ikincisi, aynı sebepler bugün de geçerli mi?

Bay, Atatürk’ü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgi görmemiş tek generali” olarak tanımlıyor. Buna rağmen o, “Müslüman emperyalizmi ve sömürgeciliği” de denilebilecek “Osmanlı emperyalizmini ve sömürgeciliğini” reddetti. Askerî okul öğrencisi ve genç bir subay olarak “Avrupa’nın teknoloji, kültür ve eğitimde ilerlemelerini” okudu. “Kültür ve gelişme” dili olarak gördüğü Fransızcayı öğrendi. Avrupa’nın özgürlük ve hür anayasa idealleri ona ilham kaynağı oldu.

Atatürk, iktidara geldiğinde de, Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazını Batı standartlarında bir ulus devlete çevirmeye kararlı idi.

Bunun kilit noktası dünyevî ve dinî işleri düzenleyen yetkilerin birbirinden ayrılması ve dinî işleri düzenleyenlere konulan kısıtlamalar idi. Eğitim devrimi yaptı; Türkiye’yi, Arap ve Fars komşularından uzaklaştırıp, Batı ile daha kolay iletişim sağlayacak ve okuma yazmayı kolaylaştıracak Lâtin alfabesini getirdi. Avrupa’da olduğu gibi, yaşam ile ilgili kayıtları kolaylaştıran soyadını yasal zorunluk yaptı. (Atatürk, “Türkiye’nin babası” demektir). “Halkının yarısını eğitmeyen ve ona yetki vermeyen bir devlet koşamaz ancak topallar” diyerek kadın haklarını getirdi.

Bay’in çıkardığı sonuç; Atatürk, “dünyanın her yerinde devrimci ve yenilikçilere ilham vermekte devam ediyor.” Öyle mi?

Arap Baharı diye adlandırmayı umut ettiğimiz günlerde Bay’in de dediği gibi, Atatürk’ün başarılarını yeniden hatırlamak uyandırıcı olacak. Halkının çoğu Müslüman olan başka hiçbir ülke “parlamenter demokrasi ile idare edilen laik bir devlet” olamadı. Arap dünyasının pek çok bölümünde gün geçtikçe güçlenen Müslüman Kardeşler’in bürolarında Atatürk resmi yoktur.

Ne değişti bakalım: 20. Yüzyıl başında Avrupa ülkeleri kendilerinden emin, atılgandılar; ilmi, teknolojiyi ve endüstriyi uç noktalara götürüyorlardı. Türkiye, aksine, “Avrupa’nın hasta adamı” idi. Atatürk, ülkesini hasta eden sebeplerin ülkesinin yeteri kadar Avrupalı olmadığı, yeteri kadar modern olmadığı ve yenilenmek için örgütlenmediği olduğunu gördü.

Şimdi, uğruna hiç kimsenin savaşıp ölmeyeceği Avrupa Birliği bayrağı altındaki Avrupa, Avrupa’nın hasta adamıdır diyebiliriz. Birbiri ardından Avrupa ülkelerinde bahar değil, sonbahar görüntüleri var.

Geçmişte milliyetçiliği vahşete kadar götüren Almanlar şimdi vatanseverliği küçümser, reddeder oldular. (Bu bana bir Türk atasözü hatırlattı: “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.”) Yunanlılar ayaklanıyorlar, ürettiklerinden daha fazla tüketemeyecekleri söylendiği için. İngiltere’de de ayaklanmalar var; işsizler fakir semtlerdeki dükkânları yağmalıyorlar, “zengini cezalandırıyoruz” diyerek.

Avrupa çok uluslu, post modern, post demokratik ve post Hrıstiyan Fransız, Alman ve İngiliz liderlerin bir ideolojisi olan çok kültürlülüğe sarılırken, bürokrasiye bağımsızlıktan daha çok inanıyor. Müslüman dünyasından gelen göçmen toplumları hızla büyürken, Avrupa’nın yerlileri, ölümlerle eksilen nüfusun yerine geçecek sayıda bile çocuk sahibi olmuyor. Bu göçmen toplumlarında militanlar kendi dinlerinin kurallarını dayatıyor, uymayan “dinsizleri” de karışmamaları için uyarıyor.

Kim bugün hakikaten inanır ki Avrupalaştırılmış İslam, İslamlaşmış Avrupa’dan daha olası bir şey artık.
Türkiye’nin davranışı, bazılarının Yeni Osmanlılık dedikleri şey, hiç de mantıksız değil. 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Atatürk’ün mirasını her defasında bir tuğla sökerek parçalıyor. Türkiye gün geçtikçe daha az Batılı, daha az laik ve demokratik oluyor; demokratik deyince de yalnız oy kullanmak değil, özgürlüklerin güvence altında olması, azınlık hakları ve hukuk düzeninden bahsediyoruz. AKP Türkiye’yi, aynı konuma göz dikmiş Arap ve Farslarla hem dost hem de rakip olarak, Müslüman dünyasının liderliğine oynamaya hazırlıyor.

Kitabının kapanış bölümünde Bay diyor ki:
“4 Mart 1924 gece yarısı Doğu Ekspresi’ne eklenmiş özel bir vagonda son halife Çatalca istasyonundan ayrıldı.” II.Abdülmecid 20.yüzyılın son halifesi olabilir, ancak Müslümanların fetihler, kudret ve görkem çağını yeniden canlandırmak için savaşanlar var.

Bu kişiler son derece ciddi ve kararlı, Arap Baharı’nın geldiği ülkelerde iktidarı ele geçirmede, en azından (Avrupalıların yalnız kendilerinin değil başkalarının da zararına terkettikleri) Atatürk’ün özgür demokrasi ve yurttaşlık vizyonunu taşıyanlar kadar güçlüler.


Ülkemizde, Atatürk’ü ve Kemalizm’i belleğimizden silmeye çalışan, onun bize emaneti Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlılık maceralarına sürükleyenlerin, armağanı bayramlarımızı yasaklayanların kimler olduğunu yabancılar bizden daha iyi görüyor ve daha açıkça anlatabiliyorlar.

Uyanalım dostlar, çok geç olmadan!


Erkan GÜÇİZ, 4 Haziran 2012
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Erkan Güçiz

Facebook - TC ERKAN GÜÇİZ
Kullanıcı küçük betizi
Erkan Güçiz
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 421
Kayıt: Çrş Eyl 29, 2010 5:18

Şu dizine dön: Erkan GÜÇİZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x