ATATÜRK Başörtüsü'nü (türbanı) ister miydi ?

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

ATATÜRK Başörtüsü'nü (türbanı) ister miydi ?

İletigönderen anathematurk » Cmt Şub 02, 2008 23:46

Önderimiz dini ibadetleri ve gereksimlerini yapmazdı fakat inanç sistemimizi severdi ve dini inancı vardı. Egemelliğin kayıtsız şartsız millletin olduğunu söyleyerek milletin üzeinde hiçbir güç olmadığını belitrmiştir.

ATATÜRK'ün başörtüsü (türban) hakkındaki düşünceleri:

"Dinin tavsiye ettiği örtünme hem hayata, hem fazilete uygundur"
"Gerçekten memleketimizin bazı yerlerinde, en çok şehirlerimizde, giyiniş tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirdeki kadınlarımızın giyinişlerinde iki şekil ortaya çıkıyor: Ya çok kapalı, ya da çok açık. Bunun her ikisi de şeriatin tavsiyesi, dinin dışındadır. Bizim dinimiz kadını her iki aşırılıktan da hariç tutmuştur. Şeriate uygun örtünme, kadınlar için güçlük vermeyecek, kadınların toplum hayatında, iktisadi hayatta, gündelik hayatta erkeklerle işbirliği etmesine engel olmayacak şekilde bulunacaktır. Bu basit şekil toplum hayatımızın ahlak ve usullerine de aykırı değildir." kaynak olarak yzılı metin bulamadım ama bir kaçtane ulusal gazete bunları yazmış yalan ols aidi suçduyurusu açılırdı.

Bunun yanısıra burka çarşaf gibi örtünme şekilleri hakkındada düşüncesini belirtmiştir

"...Kimi yerlede kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir."
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217.

Şimdi Atartürk'ün lâikliğin ne olduğunu anlatan cümlelerine bakalım. bunu Atatürk araştırma merkezi başkanlığının web sitesindeki lâiklik konu başlığı altından aldım.

Lâikliğin gerekliliği

İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan si
yasal işlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî mutluluğunun emrettiği bir zorunluktur. Ancak bu yolla İslâm dininin yüksekliği belirir.
1924 (Atatürk'ün S.D. 1, s. 318)

Vicdan özgürlüğü
Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.
Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 470)

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.
(Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 57)

Türkiye Cumhuriyeti ve lâiklik
Serbest Fırka Lideri Fethi Okyar'a verdiği cevaptan:
Memnunlukla görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasal yaşamda bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur.
1930 (Atatürk'ün T.T.B.1V, s. 544)

Cumhuriyetçilik ve toplumsal devrim, lâiklik ve yenilik-severlik, Türk'ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir mutluluk olacaktır.
(Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2.11.1970)

Türk milleti, halk yönetimi olan cumhuriyetle yönetilir bir devlettir. Türk Devleti lâiktir. Her ergin dinini seçmekte serbesttir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 352)

Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar bilimin çağdaş uygarlığa temin ettiği esas ve şekillere, dünya gereksinimlerine göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdanî olduğundan, cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 56)

Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin Kâbesi, millî egemenliğin belirdiği Büyük Millet Meclisi'dir. Din işlerinin mihrabı ise insanların, kişilerin vicdanlarıdır.
(Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13. VII. 1949)

Türkiye'de esasen gerici yoktu ve yoktur. Kuruntu vardı, şüphe vardı. Cumhuriyetin ilânı ve onun zorunlu gereklerinden olan gereksiz kurumların ortadan kaldırılması üzerine herkesin açıklıkla gördüğü manzara, o kuruntulular ve şüpheciler için de kalp rahatlığını gerektirmiştir. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir. O da, bazı adî politikacıların, alçak çıkarcıların o kuruntu ve hayali uyandırmaya çalışması, o yüzden aşırı tutkularını doyurma ve çıkar düşüncesinden ibarettir. Temin ederim ki, bütün varlığımla temin ederim ki, bu gibiler her ne şekil, görünüş ve sebeple olursa olsun, varlıklarını duyurdukları gün, Türk milletinin amansız yok edişine hedef olmaktan kurtulamayacaklardır.
1924 (Atatürk'ün S.D.I1I, s.75)

Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar! Geçmişin dalgınlıkları, paslı durgunlukları, Türkiye halkının beyninden silinmiş olduğunda şüphe ve tereddüde yer yoktur. Eriştiğimiz mutlu durumdan bir adım geriye gitmek, kimsenin söz konusu etmeye dahi yetkili olmadığı kesin bir gerçektir.
7924 (Atatürk'ün S.D. III, s. 75-76)

Dinden maddî çıkar temin edenler, iğrenç kimselerdir, işte biz, bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.
1930 (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 116)

Atamız ne güsel açıklamış herşeyi yorum eklemeye hiç gerek yok; fakat Atamız istiyor ama halk istemiyorsa n'olurdu?

"Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir! "

"Kayıtsız şartsız" ifadesiyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla demek istediğim anlamı kolaylıkla anlayabilirsiniz.
1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 80

"Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki yerine belli bir zaman için getiren, irade ve egemenliğin sahibi olan millettir. Gücünün ve yetkisinin Tanrıdan geldiğini ve yalnız ona karşı ahirette hesap verebileceğini varsayan ve devleti, ülkeyi kendine mirasla kalmış bir malikane kabul eden bir hükümdar, kendini her türlü sınırlamadan uzak görür. Böyle bir yönetimde milletin benliği, özgürlüğü söz konusu dahi olamaz. Şu duruma göre, yetkileri sınırlı dahi olsa, hükümdarlık biçimi demokrasiye, millî egemenlik ilkesine uygun değildir."
Millî emeller, millî irade, yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün millet bireylerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.
1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 95)

Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir.
1923 (Atatürk'ün S.D. II, s.58)

Kuvvet birdir ve o, milletindir.
1937 (Atatürk'ün S.D.I, s. 389)

Bu da halkoylamasını geitirebilirdi; ama Atamın gönlü daima özgürlükden yanadır ve her türk gencinin bu gibi sorunları çözüp daima ilerlemesini isterdi.

"Biz başörtüsüne birşey demiyoruz; ama türbana hayır" diyenler çıkabilir.
Burada mevzuu başın kapanmasıdır arasındaki fark; tanımlayanamayan ve sürekli değişen kültür olgusundan kaynaklanmaktadır. Üniversite okuyan bir bayandan nenesi gibi başını kapatmasını istemek gülünç bir durumdur.

.. bana olumlu yada olumsuz eleştiri gönderen olursa ulu önderimiz Atatürk'ün sözleri birdaha okusunlar, orada cevap bulurlar ,saygılar.
Kullanıcı küçük betizi
anathematurk
Üye
Üye
 
İletiler: 5
Kayıt: Cmt Şub 02, 2008 22:55

İletigönderen Ram » Pzr Şub 03, 2008 3:07

"Dinin tavsiye ettiği örtünme hem hayata, hem fazilete uygundur"


Yaşar Nuri Öztürk ve Şahin Filiz açıkça ortaya koymuştur.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Nur Suresi 31. Ayet için özetle: Hımar/Humor kelimesi "Baş örtüsü" kelimesi mânâsına da gelir. Fakat burada emir yoktur. Emir olmadığı gibi, emrin olmasını gerektirecek hiçbir şart gözükmemektedir. Bir insan kendi inancı açısından bu ayetten bunu çıkarıyorsa, kendi tercihidir. Ancak bunun gerekliliği hiçbir şekilde yoktur. Tercih meselesidir.

Şahin Filiz ise özetle: Hımar/Humor kelimesi için, genel bir örtüdür. Eğer baş örtüsü varsa yakanıza kadar örtünüz diyor. Eğer varsa... Bence bunu kastetmiyor -ki kastetse de bir şey farketmiyor-. Eğer baş örtüsü varsa, o dönemdekilerde vardır. Bu Kur'an-ı Kerim'de emir olarak bildirilmediği için gelenek olarak algılanabilir. Eğer o dönem baş örtüsü yoksa, zaten bu "genel bir örtü" olarak adlandırılır. Kısacası bu ibadet değildir, farz değildir.

Paşa yukarıdaki sözleri söylediyse, çarşaflı kadınların çarşaflarını çıkartması için demiştir. Zira bir insan kolay kolay inancından vazgeçmez. Baş örtüsünün gerekliliğine inansaydı, yanındakileri baş örtülü olurdu, açmalarını söylemezdi.

Gerçekten memleketimizin bazı yerlerinde, en fazla büyük şehirlerinde, giyim şeklimiz, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim ve örtünme biçiminde iki şekil oluşuyor; ya ifrat ya da tefrit görülüyor. Yani; ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet ya da Avrupa’nın çok serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi de şeriatın teklifi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz kadını o aşırılıktan da, bu aşırılıktan da arındırır.


Gayet açıktır... Özellikle İstanbul'da o dönemde, serbestlikten dolayı Avrupa kadın giyimine özenen ve bu özentiyi zamanla aşırıya kaçıran kadınlar için söylemiştir. Ayrıca tersini de çarşaftan kurtulamayan kadınları için söylemiştir. Zira bu Allah'ın emridir zaten. Ne kadar da doğru nakletmiş. Fakat bu baş örtüsü takın anlamına gelmez.

İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan siyasal işlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî mutluluğunun emrettiği bir zorunluktur. Ancak bu yolla İslâm dininin yüksekliği belirir.


Bu sözü Hilâfeti'in kaldırılması kanunun konuşulduğu sırada Meclis'te söylemiştir.

Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz. Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır.


Elbette... Peki bu baş örtüsünün dini bir gereklilik olduğunu mu gösterir¿? Tabiki hayır.

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.


Buyrunuz bugünün durumu... Siyasiler pis ellerini oy avcılığı için bu mevzudan çekse, iş zamanla hâllolacaktır.

Türkiye'de esasen gerici yoktu ve yoktur. Kuruntu vardı, şüphe vardı. Cumhuriyetin ilânı ve onun zorunlu gereklerinden olan gereksiz kurumların ortadan kaldırılması üzerine herkesin açıklıkla gördüğü manzara, o kuruntulular ve şüpheciler için de kalp rahatlığını gerektirmiştir. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir. O da, bazı adî politikacıların, alçak çıkarcıların o kuruntu ve hayali uyandırmaya çalışması, o yüzden aşırı tutkularını doyurma ve çıkar düşüncesinden ibarettir. Temin ederim ki, bütün varlığımla temin ederim ki, bu gibiler her ne şekil, görünüş ve sebeple olursa olsun, varlıklarını duyurdukları gün, Türk milletinin amansız yok edişine hedef olmaktan kurtulamayacaklardır.


Vallahi durum vahim... %46.7'yi alan Üsküdar'ı geçti. %14.3 alan kurt da, kurtçuk oldu takibe geçti. Neyseki bu partiye oy verenlerin çoğu pişman.

Evet, gelelim cevaba...

Mustafa Kemâl ATATÜRK bugün ne yapardı¿?

Bugün önce baş örtüsünün gerekliliğinin dinimizde olup olmadığını açık bir dille anlatırdı. O dönem anlatmış mıdır¿? Evet, hem de kıyafet devrimiyle. Kadınlarımıza başlarını, yüzlerini açmalarını söylemiş midir, bunu tavsiye etmiş midir¿? Söylemiştir, tavsiye etmiştir. Büyük çoğunluk da buna uymuştur. Neden¿? Bakın Gazi Paşa ne diyor: "Ben kâlpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmeyi isterim."

Baş örtüsü gereksizdir. Bunu dini bir farz olarak giyinen insan yanlış yapmaktadır. Bugün baş örtüsü değil de, türban konusu esastır. Türban Talmut ve Tevrat'ın emridir. Saçının bir kılını dahi göstermeyi haram kılar. Zamanla Yahudiler'den değişerek Hristiyanlara geçmiştir. (Bakınız: Rahibe giysisi.)

Şu halde türban; hem siyasi, hem sözde dini bir simge olarak üniversitelere girme mevzusunun ötesinde tehlikelidir. Üniversitelere girme durumunda, açık bir çatışma ortamı yaratacaktır. Türban, belli camaat ve tarikatların emrettiği bir şeydir. Bu da Allah'a şirk koşmaktan başka bir şey değildir. Bunların bazıları da çarşaf savunucularıdır ayrıca... Bu cemaat ve tarikatları kökü dışarıdadır. Bunraldan en güçlüleri, Nakşibendiler ve Nurculardır (özellikle Fetullahiler). Arabistan'da Lawrence'nin yaptığını, bugün bu dini sömüren oluşumlar üstlenmiştir. Bu bu kadar açıkken, yukarıda da açıkladığım söylemleri buraya koymanın bir anlamı yoktur. Sıkmabaş modern bir örtünme şekli değil, kadını yozlaştıran, dini kullanarak acitasyon yapan, ülkeyi karıştıran, üniforma niteliğindeki bir bez parçasıdır. Baş örtüsü ise, birilerinin emri ile değil, kendi gelenği çerçevesinde saf inançlarla bağlanan bir örtüdür. Bu örtü üzerinden de din politikaya alet olacağı için, bu da üniversiteye ve belli kurumlara sokulamaz. Zira sıkmabaş bağlayanların hakkı yenmiş olur, "hukuken". Bugün türban denilen bez, neredeyse Kelime-i Şehadet'ten ötedir. Bu durumda utanmadan hak isteyenlere sorarım; ne hakkında bulunuyorsunuz din simsarları, aldanmışlar ve cahiller¿?

Özetle;

El Suâl: Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın bir emri midir bu baş örtüsü¿?

El Cevap: Değildir.

El Suâl: Bir gereklilik midir¿?

El Cevap: Değildir.

El Suâl: Kişi kendi yorumuyla bunu çıkarırsa ne olur¿?

El Cevap: Kendi inancıdır.

El Suâl: Büyük bir kitle buna inanıyor ve yönlendiriliyorsa ne yapmalı¿?

El Cevap: Hakikâtı anlatmak gerekir.

El Suâl: Hakikâta siyasiler karışıyor, ne yapmalı¿?

El Cevap: Sahiden ne yapmalı¿? Benim gözüm Harbiye'ye doğru seyiriyor da...

Eğer ayetlerle bunun bir emir olduğunu kanıtlamak isteyenler varsa, buyursun gelsin kapı açıktır. Yine de bu kişinin inancıdır diyorsanız, kişilerin inancı devletin menfaatlerinin üstünde değildir. Bakınız, Allah akıl ve fikiri insanlara neden vermiştir¿? Başkaları tarafından güdülmeleri için mi, yoksa kendi hür iradesiyle karar verebilmesi için mi¿?

Benim fikrim şudur: Bütün zararlı haşeratlar temizlenir, kadınlarımız bunların elinden kurtulur, kadınlarımızın erkek akrabaları ve varsa kocaları onlar üzerinde baskı unsuru olmaz olduğunda bu yasaklar kalkar. Kaltığı gibi dini kullananların olmadığı bir ortamda, açık bir dille bunun gerekli olmadığı anlatılır. Bu kertede vicdan meselesidir bu örtüler bütünlüğü. Tanzimat sonrası yayılan çarşaf mı, 40 senelik türban mı, geleneksel baş örtüsü mü, yoksa başı açıklık mı¿? Kadınlarımız hakikâtı kavrayacaktır.


"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din 
olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz
bunlara tamamen uygundur. İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme
hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde
ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz."


"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize
olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi
seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara
feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe
tamamen uyuyor ve uygun düşüyor."


"Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini
emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme
edilmesi için de emir verdim."


"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün
sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.
Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha
karışık, sun'i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır.
Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız."


“Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki milleti mahveden,
eser ve harap eden fenalıklar hep din kılığı altında küfür ve melanetten gelmiştir. O­nlar her hayırlı hareketi dinle
karşılarlar. Halbuki, Elhamdülillah hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereğini, dinin menettiğini
öğrenmek için şundan bundan ders ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızınm babalarımızın kucaklarında
verdikleri dersler bile, dinin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna rağmen hafta tatiline aykırıdır gibi sorunlar hakkında
sizi kandırmaya çalışan kişilere yüz vermeyin. Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile
hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki, akla mantığa ve milletin yararına,
insanlığın menfaatına uygunsa, kimseye sormayın o dindir. Eğer bizim dinimiz, aklın, mantığın kabul ettiği bir din
olmasaydı mükemmel olmazdı ve son din olmazdı!
”


Mustafa Kemâl ATATÜRK

Başlık yeri değiştirilmiştir.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen gokdeniz » Pzr Şub 03, 2008 4:48

Başörtüsü Neyi Örter?

Günümüz Türkiye’sinde başörtüsü neredeyse kâbus kelimeler arasında. Bu kâbusu izah etmek için, İslam karşıtlığı üzerinden pek çok gerekçe sıralanabilir.

Ancak bu yazıda, Müslümanların niçin örtüyü bir sığınak olarak gördüklerini irdelemeye çalışacağım. Acaba örtü neyi örtmekte? Sanki o, kendi özgün bağlamından çıkmış, bir açığı, bir yırtığı kapatma işlevine dönüşmüş durumda; ya da örtünün esasında örtmekten ziyade açtığını dikkate alırsak, bu kez de bu defoları açma ve ifşa etme fonksiyonunu icra ettiğini görürüz.

‘Anlamak olmaktır’ ya da ‘ağlamak anlamaktır’ diyen şair, ‘olma’nın şuurunu çok çarpıcı bir şekilde özetlemiştir. İslam, selamın, barışın kısacası olmanın adresiyken, bugün müslümanlar, anlamadan, huzura, ağlamadan olmaya koştukları için dünya ya da hakikat algılarında, ontolojik bakımdan derin bir çatlak açmışlardır. Bu çatlağı kapatacak iyi paravanlar icat edilmeli!

İbadetler üzerinden düşünürsek, sözünü ettiğimiz ontolojik çatlağı çok yakından müşahede ederiz. Namaz müminin ibadetinden çok, rutinini temsil etmektedir. Çünkü namaz vicdandan kopuk bir ibadet konumundadır. Vicdanın uyanması ve doruğa çıkması bir vecd halidir ki, bu doruk Vücud vadisiyle bitişiktir. Var olma (vücud) vicdanın uyanması yani anlamayla mümkündür. Namazın miraç olması da, vicdan-vücud, anlama-olma birlikteliğini kendinde birleştirmesinden dolayıdır. Namazda bir yandan, secde edilirken öte yandan insan olmanın bahtlı bahtiyarlığı yakalanır. Secde insana irtifa bahşeder.

Ancak sanki müslümanlar secdeyi sadece secde etmek için kavradıklarından, resmin diğer yüzü irtifa ve miraç ıskalanmaktadır. Bu kısa örnek, İslam ontolojisindeki çatlağı göstermeye yeter. Hatta bizzat Kur’an, bunun dini yalanlamaktan, dine gedik açmaktan başka bir şey olmayacağını söyler. Taklitten veya gösterişten ibaret olan bu tür namazların, hayra da mani olduğunu söyler (Mâun Suresi).

Anlamanın olmak olduğunu fark edebilmek için resmin tamamını görmeye çalışmak gerekmektedir. Bugün müslümanlar, Adem ve Havva tablosunda, Havva’nın ayartıcılığını görür ancak Âdem’in yasak meyveyi yemesinin anlamını anlamaz.

İbrahim’in Kurban olayında İsmail’in ‘ne emrediliyorsa yap babacığım’ ifadesini iyi bilir, fakat kurban olmanın ölümlü olma yani insan olma anlamına geldiğini kavramaz. Tanrı’ya tanrılığı teslim etmenin İbrahim’in bıçağında gizli olduğunu hiç düşünmez. Oysa Kurban olayı vicdanı en çok uyandıracak hadiselerden biridir.

Yusuf kıssasında, Züleyha’nın Yusuf’un gömleğini arkadan yırtmasını anlar ancak kadınların Yusuf’un yüzüne bakarken parmaklarını kesmesini anlama zahmetine girmez. Hatta Yusuf’un zindanda kalmasının aydınlık manasına geldiğini hiç düşünmez. Aslında buna gerek bile yoktur! Çünkü günümüz müslümanı işi baştan bağlar! Züleyha’yı tasvip etmeyince diğer kareleri çözme külfetinden kurtulur! Dolayısıyla da, sınırların zorlanmasının ne demek olduğuna bir türlü akıl erdiremez...Dogmatik uykusunda gayet rahatken, varoluşun titremesi ve tedirginliği onun uzağından bile geçemez...

Nuh’un gemisine girenlerden olmak ister, fakat Nuh’un karısının ve Kenan’ın gemiye girememesinin anlamını hiç düşünmez. Gerçi bu durum ondan fersah fersah uzaktır. Kamil mümin girmeyecek de kim girecek gemiye!

Kerbela’yı anmak için aşure pişirir ancak sadece ölen şehitler için ağlar anlamını düşünmez. Eğer bu olay üzerinden secde-vicdan-irtifa birlikteliğini kavrayabilseydi, Adem ve Havva tablosunda da secde ve birleşmenin anlamını anlayabilirdi.

Adem ve Havva olayında bu bütünlüğü yakalayan kişi, İsmail’in secde İbrahim’in kıyam olduğunu idrak ederdi. Ancak bunları birbirinden koparmadan anlayacağı için, hem Züleyha’yı hem de Yusuf’u hatta Yakup’un sabrını bizzat yerlerinde görerek, ‘kendini bilmenin’ şifrelerini bir bir çözmeye başlardı. Çünkü bu üç ayrı tezahürü şuur düzeyinde birleştiren, ruhsal bütünlüğe sıçrayacaktır. İbn Hazm’ın deyimiyle, aşkın üç kardeş olduğunu fark edebilen kişi, maşuğun terbiye edici, aşığın terbiye olan ve sabreden olduğunu çok geçmeden anlayacaktır.

Nuh’un gemisinden olmanın, sadece secde değil, gerçekliği fark etmek yani anlamaktan geçeceğini bilmiş olsaydı, anlamanın olmak olduğunu derinden idrak ederdi.

Oruç tutmanın önemi düşünen müslüman, sabır-şükür birlikteliğini aynı anda tecrübe edemez. Şükretmesini bilse, sabretmeyi, sabretmeyi yakalasa şükretmeyi idrak edemez. Bunu birleştirdiğini varsayalım, sadece açlık tokluk üzerinden hissedebilir. Oysa, güneşin doğumundan batımına kadar bir döngünün sahibini, rahmet olarak idrak edemez. Gece sahura uyanmanın, içindeki ışığın döngüsünü görmek anlamına geldiğini anlasaydı, olmaya daha yaklaşırdı. Çünkü Işık başka yerde değil kendinde!

Zekat verirken sadece diğerlerinden olmadığı için şükreder, oysa kendisinin rahman olan Allah’ın halifesi olduğunu göremez.

İlimle iştigal ederken, ya alemi kurtarmak için çabalar! Ya da kendini görmeden herkesi değiştireceğini sanır. Oysa bilmenin özünün kendini bilmek olduğunu görmeden, anlamadan olmaya can atar. Ama nedendir bilinmez, bir türlü huzuru yakalayamaz. Çünkü her geçen gün kendini görememek için bir kabuk ve bir bariyer daha oluşmuştur.

Gözle görürken, ruhun görmesinin içindeki insanın uyanmasından geçeceğini bir türlü fark edemez. Ancak ‘kalpleri mühürlü’ olanları, kendinin âma olduğunu bilmeden kurtarmaya çalışır. Oysa kendi aydınlansa, ışık bir bir yanmaya başlayacak!

Kişinin kendi ışığı uyansa, insan ayağa kalksa, ontolojik bütünlük kendiliğinden gelecektir. Bütün bu ontolojik birliği yakalayan kişi, “insan”ı anlamış olur. İnsanı anlayan Allah’ı müşahede eder. Ontolojik kırılmayı kapatmış olsa, o açığı örtmek için suni örtülere gözünü dikmez. Bunları fark etse, Yunus Emre’nin,

Cennet cennet dedikleri bir kaç güzel bir kaç huri,

İsteyene ver anları, bana seni gerek seni...


Sözünü derinden kavrar ve cennetin çok uzakta olmayıp, aydınlıkta olma anlamına geldiğini zaten görmüş olur.

Bunları fark eden gözünü yasaya (nomos) diker. Logos’un söz, sözün olma olduğunu görür. Sözü anlayan çoktan olmanın yoluna girer. Asla yasanın yerine formu koymaz. Adem’in eşyaya ad vermek suretiyle üstünlük kazanmasında, secde ve halifeliği kavradığı için, sözün logos olmasının ne demek olduğuna nüfuz eder.


Dr. Aliye Çınar, 02.02.2008
Kullanıcı küçük betizi
gokdeniz
Üye
Üye
 
İletiler: 202
Kayıt: Pzt Kas 19, 2007 2:00

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 03, 2008 12:25

Mustafa Kemâl Atatürk'ün Anadolu'da yüzyillardir kullanilan basörtüsüne, yemeniye bir lafi olmamistir ki. Latife Hanim'in bir cok basörtülü resmini görmek mümkündür. Hatta cogu "türban savunucusu" bu resimleri gösterir örnek olarak, ama laiklik ilkesinin 5 Subat 1937'de anayasamiza girdigini söylemez genelde. Resimlerin tarihi ise cok daha öncesine dayanir :)

Atatürk'ün basörtüsü ile bir sorunu olmadigini tespit ettigimize göre, bir de su soruyu sormak gerekmez mi: “Türban velev ki bir siyasi simge olsun. Bir siyasi simgeyi suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz, sembollere bir yasak getirebilir misiniz?” diyerek meydan okuyanlara ne derdi Gazi?

Bu türevden din pazarlamacilari her dönemde oldugu icin, Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na 1925 bir düzenleme getirilmisti:
"Dini ve dini mukaddesatı siyasi gayelere esas almak veya alet etmek amacıyla cemiyetler kurmak, bu cemiyetlere girmek, dini kullanarak devletin şeklini değiştirmek ve bozmak, fesat ve nifak sokmak, gerek tek tek ve gerek toplu olarak, sözlü veya yazılı veya fiili bir şekilde nutuk söylemek veyahut yayın suretiyle harekette bulunmak vatan hainliği sayılır"

Bu kanunu yürürlükten kaldirmak Özal'in en büyük hediyesi(din pazarlamacilarina)/hiyanetidir(Vatana, Millete)!
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen gokdeniz » Pzr Şub 03, 2008 12:44

arkadaslar "basortusu neyi orter" yazisinin asli su linkte:

http://www.haber10.com/makale/10249/

benim gonderdigim parcali bulutlu cikmis ..sayin yoneticiden rica edelim hatali olanini siliversin tesekkurler
Kullanıcı küçük betizi
gokdeniz
Üye
Üye
 
İletiler: 202
Kayıt: Pzt Kas 19, 2007 2:00

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 03, 2008 13:03

gokdeniz, makale kaynak eklenerek düzenlenmistir :)
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Tsigalko » Pzr Şub 03, 2008 13:17

Atatürk karşı çıkar mıydı?
Uzun uza yazmaya gerek yok.
Çıkardı.
Niye çıkardı.
Dini,İslamı istismar ettiği onu aracı kıldıkları için karşı çıkardı.
Bu vesileyle bişey daha tekrar tekrar söylemek istiyorum.Sen kafanın içindekini çıkartmadıkdan sonra üstünde ha çarşaf ha türban.Üstlerinde daracık bodyler daracık kotlar ardından 0,5metrekarelik bir bez parçası.Neymiş efendim ben saçımın telini göstermem.
Bunu gören diğerleri de saçın senin olsun gerisi benim olsun demezler mi; :twisted:
Resim
"Tarihi isimler değil; "zaman" lar belirler! Ve zamanlar hep Atatürk'ü haklı çıkarıyor."
Ahmet Taner Kışlalı
Kullanıcı küçük betizi
Tsigalko
Üye
Üye
 
İletiler: 346
Kayıt: Pzr Şub 18, 2007 23:17

İletigönderen anathematurk » Pzr Şub 03, 2008 13:49

arkadaşlar ben dini içine katmadan Öndeirrmizin düşüncelerini yazdım. bir arkadaş yaşar nuriden örnek vermiş. sanırsam sosyoloji mezunu bir insan olan yaşar nurinin yorumunu dinleyene kadar birçok islam alimi bunu anlatmıştır. ben kuran edebiyatı okumuş birisiyim ve kuran da tavsiye bulunmaz Allah'ın dediği herşey emir olarak kabul edilir. bunun teferruatını anlatmaya gerek yoktur fakat o yaşar ve şahinden daha iyi bildiğim için onların konuşmasıı dikkate bile almam.

Bir arkadaşda islami yorum yapmış güya. İslamın 5 şartından biri olan namza rutin birşey demiş. bu islamı bilmemekten kaynaklanmaktadır. İşte din olgusu kişisel yorumlara dayanır ve inanç farklılığı vardır bu yüzden yorumumu eklememiştim ve sizlerde eklemeyin bence Çünkü Atamızın düşüncelerinden bahsediyoruz.
Latife Hanım kapalı birisiydi bunu yanında aşk yaşadığı Fikriye Hanımda açıktı. ikisinede kapan yada örtün diye bir baskı yapmamış ve inanç özgürlüğüne inanmıştı.
Şu anda yaşasa üniversite öğrencilerine başortü yasağı getirilerek okumalarının engellemenmesini istemezdi ve bunu ileleyen Türkiyenin önünde bir engel olarak görürüdü. İlmi ve okumayı isteyen Atamız gençlerin okula alımamasını hoş karşılamazdı.

Diyolarki başötülülerden daha inaçlıyım yada onlar da inanç yok bunlar kişisel tercihlerdir ve sayılarıda oldukça az.
Kullanıcı küçük betizi
anathematurk
Üye
Üye
 
İletiler: 5
Kayıt: Cmt Şub 02, 2008 22:55

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 03, 2008 14:10

anathematurk yazdı:Şu anda yaşasa üniversite öğrencilerine başortü yasağı getirilerek okumalarının engellemenmesini istemezdi ve bunu ileleyen Türkiyenin önünde bir engel olarak görürüdü. İlmi ve okumayı isteyen Atamız gençlerin okula alımamasını hoş karşılamazdı.

Sahsi fikirlerinizi Atatürk'e maletmek oldukca cüretkar!

Atatürk dini inanclara saygida kusur etmemis, ama dini istismar edenlerin de gözünün yasina bakmamistir.

Bugün tartisilan türban Akape'nin kendi siyasi simgesini yasallastirma sevdasindan öte degildir. Bu da yasaya göre (Özal kaldirana kadar) vatana hiyanettir, ve cezasi bellidir!

Ilkögretimini türbansiz, liseyi türbansiz okuyan kizimiz ortalama 4 yillik üniversite hayatinda türban takacak; mezun olduktan sonra yine türbansiz meslegini icra edecektir, öyle mi? Bu hangi mantiga sigar? Bir genc kizimizin 4 senelik "özgürlügü" icin mi su an ülkede yasananlar? Türkiye'de tüm kurumlari karsi karsiya getiren, insanlari nerede ise inancli-inancsiz olarak bölmeye hizmet eden, pkk belasi ile savasirken, ülkeyi bu denli geren bu siyasi inat, neleri örtmek icin gündeme oturtulmustur?

Herkes cambaza(türbana) bakarken, örnegin onca "müslüman" neden 10. Cumhurbaskani'nin "Lozan deliniyor" diyerek iade ettigi "Vakiflar Yasasi"nin alelacele mecliste görüsüldügünü görmez?

Atatürk cambazlarla ugrasmazdi :)
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen anathematurk » Pzt Şub 04, 2008 19:41

dediğiniz doğru arkadaşım siayasete alet edikleri ve vakıflar yasasının durumu.
artık yorum eklemek istemiiyrum benim amacım insanları bilgilendirmekti. ve Atamızın buna çözüm bulcağını düşünmüştü. :D
saygılar..
Kullanıcı küçük betizi
anathematurk
Üye
Üye
 
İletiler: 5
Kayıt: Cmt Şub 02, 2008 22:55


Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x