İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" sözcüğüyle anlatamam; o, ben değil, bizdir! O, ülkenin her köşesinde yeni düşünce, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını simgeliyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeylerin doyumu içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.
Büyük ölülere yas gerekmez, düşüncelerine bağlılık gerekir.
Ben, manevî miras olarak hiçbir kesin yargı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar önünde, belki amaçlara tümüyle eremediğimizi, ancak asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi kılavuz edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, ulusların, toplulukların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek yargılar getirdiğini savunmak, aklın ve bilimin gelişimini yadsımak olur.
Benim, Türk Ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin kılavuzluğunu benimserse, manevî mirasçılarım olurlar.
Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen çalışmalar belirebilir. Düşüncelerimi yadsıyanlar ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Ancak, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve güçlüdür ki bu düşünceler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli sonuçları kalpleri doldurur.
Yaşamımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son zamanların bunalımları ve büyük sıkıntıları arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve rahatımı, her türlü kişisel duygularımı ulusun kurtuluşu ve mutluluğu uğruna vermekten zevk duymayayım. Gerek askerî yaşantımın ve gerek siyasî yaşantımın bütün dönem ve bölümlerini kapsayan savaşımlarımda sürekli hareket kuralım, ulusal istence dayanarak ulusun ve vatanın gereksinim duyduğu amaçlara yürümek olmuştur.
Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün yaşantımda bu ana kadar güttüğüm amaç hiçbir zaman kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, sürekli olarak ülkenin, ulusun ve ordunun adına ve yararına olmuştur. Hiçbir zaman kendi üstünlüğümü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.
Ülke ve ulusun kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir amacım yoktur. Bu, bir insan için yeterli bir sevinç ve haz verir. Benimle birlikte olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı amacı izlemektedirler. Kişisel ve ailevî huzur ve mutluluğun, ulusun huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla olası olduğunu gerçek ve ciddî bir biçimde anlamışlardır. Ben ve benimle birlikte olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla kuşku ve kararsızlığımız yoktur. Ulusumuz, Türk Ulusu'nun yakın, uzak tarihine gereği kadar bilgimiz vardır, Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin yaşantısı için göz önünde tutmak uyanıklığından yoksun değiliz. Yaptığımız işlerle övünmüyoruz. Yapacağımız işlerin, övünç nedeni olabileceği umuduyla avunuyoruz.
Çevresindekilere söylediği bir söz:Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri; fakat bu tutkular, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî amaçların doyumuyla ilgili bulunmuyor. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük yararları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir düşüncenin başarısında arıyorum. Bütün yaşantımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda edindim ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
Allah bilir, yaşantımda bugüne kadar orduya yararlı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir amaç edinmedim. Çünkü vatanın korunması, ulusun mutluluğu için her şeyden önce ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha kanıtlamak gerekliliğine çoktan inanmış idim. Bu inanca ait amaçlarımın sertliği, olasıdır ki beni oldukça aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz beyinlerden doğan düşünsel gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.
Bütün görevlerin üstünde bizim de bir vicdanî görevimiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım görevler yaptığı sırada yaşamımızı, varlığımızı bu ulusun bağrına sokarak, onlarla birlikte düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
Ben görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu görev bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da sürecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mutlu olacağım. Görevimi başarı ile sürdürebileceğim. Çünkü büyük ulusumuzun kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük güçtür, büyük yetkidir.
Biz, eğer ulus ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.
Ulus ve ülkenin gölgesinde kazanılan rütbe ve gönencin bir önemi, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz ulus ve ülkeye borçlu olduğumuz son bir namus görevini yapmak için ayrıldık. Ulusun kendi yaşamını kurtarmak, kendi yasal hakkını korumak için çıkardığı sese katılmak, her kendini bilen vatandaşın görevidir. Eğer bu ulus, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o genel şerefi kurtarabilmek için harekete gelen ulusa ruhumuzla katıldık, katılımımıza engel olabilecek kişisel rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir amaç uğruna hiçe saydık.
Ben, gerektiği zaman, en büyük armağanım olmak üzere Türk Ulusu'na canımı vereceğim.
Mallarını ulusa bağışlaması nedeniyle söylemiştir:Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu ulusuma geri vermekle büyük gönül açıklığı duyuyorum. Varsıllıktan ne çıkar; insanın malı müllkü, kendi manevî kişiliğinde olmalıdır!
Özgürlük ve bağımsızlık benim kişiliğimdir. Ben, ulusumun ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, özel ve resmî yaşantımın her dönemini yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir ulusta onurun, öz saygınlığın, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o ulusun özgür ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben kişisel olarak, bu saydığım özelliklere çok önem veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını savunabilmek için ulusumun de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun çocuğu kalmalıyım! Bu nedenle ulusal bağımsızlık, bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve ülkenin çıkarları gerektirdiği zaman insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereğinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini, büyük bir duyarlıkla değer veririm. Ancak, benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun da bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok savaşa katıldım. Hattâ ölüm bir kez, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının sertliğini kırdı.
Her zaman yineleme zorunluluğunda kalıyor ve yinelenmesini de yararlı görüyorum ki, eğer ben ulusuma herhangi bir yararlı işte bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir girişimde ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve girişimin temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve gönencine varlığımı, yaşamımı vereceğim aziz ulusuma, sizlere dayanmaktadır. Bir ulusta güzel şeyler düşünen insanlar, olağanüstü işler yapmaya yetkin kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir genel duygunun dışavurumu, temsilcisi olsunlar! Ben ulusumun düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz ulusumda gördüğüm yetenek ve gereksinimi belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu yetenek ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Ulusumdaki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak... Bütün sevincim işte bundandır.
Arkadaşlarımız ve ulusun bütün bireyleri gibi, ulusal davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma gücü ve başarı varsa, bunu bana yüklemeyiniz. Ancak ve ancak bütün ulusun manevî kişiliğine yükleyiniz. Ben, ulusun bu yüksek, manevî kişiliği içinde bir naçiz birey olmakla mutluyum. Efendiler, ulus bütünüyle manevî bir kişi halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.
Ulusumla yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, mutluluğunu anlatamam. Her ne zaman ulusumun karşısında kendimi görsem, her ne zaman ulusumun bireylerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh ve vicdanıma gelen ışık, benim için en değerli bir esin ve verim alevi oluyor!
30 Ağustos'ta sevk ettiğim ve yönettiğim savaş, Türk Ulusu'nun yanımda bulunduğu halde, yönettiğim ilk ve son savaştır. Bir insan kendini, ulusla birlikte hissettiği zaman, ne kadar güçlü buluyor bilir misiniz? Bunu anlatmak zordur.
Yaşamımda en büyük dayanak ve gücüm, vatandaşlarımdan gördüğüm güven ve destekdir. Bütün görevlerimde manevî, vicdanî olan en büyük kuşkum, emanetinizin saygınlığı ve kutsallığına sürekli olarak dikkat etmektir.
İçten olarak bu memleketin, bu ulusun çıkarlarına yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, olası değildir. Yalnız, işin gerçekten ulusa yararı olmalı ve önerinin içten olarak yapıldığına ben inanmalıyım.
Benim için dünyada en büyük mevki ve ödül, ulusun bir bireyi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda başarılı kıldı ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün sonuna kadar milletin hizmetinde olmakla övüneceğim.
Şimdiye kadar ulusa yapamayacağım bir şeyin sözünü vermedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna karşın hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, ulusun ciddî ve içten olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla olmuştur. Onun için yeni amaçlara erişmek için de bu yardım ve desteğe gereksinimim vardır; onu benden esirgemeyiniz!
Benim şan ve onurumdan sözetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, onur davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Üyesi olduğum Türk Ulusu'nun şan ve onuru varsa, benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım onurum vardır, asla başka değilim.
Ben sanıyorum ki, ulus bireylerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, ulusun bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası oluştumasaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Ulusa ait özellikleri yalnız bireylere bırakan anlayış, eski yönetimin sistem ve işleyiş durumundan doğuyordu. Zamanında var olan devlet ve devletlerin kuruluş biçimi, yalnızca bir bireyin çıkarlarını ve arzularını doyurmaya yönelmiş idi. Bireylerin bu arzu ve amaçlarına hizmet eden ulus, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar ulusa yüklenirdi. Bugün bu hal yoksa, ulus kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü yönetimin niteliğindedir. Bu biçim varoldukça, bu mevkiye çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.
Sizden olan bir kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi ulusun bir bireyinin kişiliğinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun sorunlarının aydınlatılması ve belirtilmesini, yüksek bir topluluğun tek bir kişisinden beklemek kuşkusuz ki size yaraşmaz, kuşkusuz ki gereksizdir.
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi her zaman halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Ancak şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi bozarım; yapamayacağım şeyi de bozmam.
Ben o adamım ki ordunun ülkeyi, ulusu kesinlikle bir sonuca götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat bilim ve özellikle toplumsal bilim sahasına giren işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Toplumsal bilimin güzel yönlerini gösteriniz, ben izleyeyim.
Ben, yalnızca evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile yaşamı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?
Yaşam kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri araç evliliktir. Bu genel kurala uymayanlar, pek sınırlı ve azdırlar. Bu ayrıklığı oluşturanlar da, asıl kuralın kötülüğünden değil ve ancak tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerine izin vermeyen nedenlerin tutsağı olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla mutsuz olanlardır. Yadsınamaz bir gerçektir ki insanlar, yaşam, kadınsız olamaz. Evli olanlar, yaşamın vazgeçilmezini elde etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir iş, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
Yeni evlenen bir kişinin gönlü yaşam, aşk ve mutluluk duygularıyla doludur. Bu, en değerli bir zamandır. İnsanlar, yaşamında bu parlak ve sevinçli dakikaları, ölünceye kadar hep aynı şekilde duygulanarak pek önemli ve yaşamı için tarihsel bir olay olarak anar. Ben, bunu denemedim; fakat, az çok yaşamı ve insanları incelediğim için bu sonucu buldum. Yaşamın çeşitli yönlerinden birkaçını görenler, evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez gözlemlerler. Bu gözlemleme, pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir.
Eşini mutlu edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu konuda örnek İsmet Paşa'dır. Benim yaşantım başka türlü düzenlenmiştir. Buna karşın deneyimledim. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...
Çocuk sevgisi insan için bir gereksinimdir. Hele yaş ilerledikçe bu gereksinim kendisini daha kuvvetle duyuruyor. Onun için de Ülkü'yü yanımdan ayırmak istemiyorum.
Çocukluk ne güzel... Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misiniz? İkiyüzlülük bilmemeleri, bütün istek ve duygularını, içlerinden geldiği gibi açıklamaları...
Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar söze karışınca "Sen büyüklerin konuşmasına karışma!" der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi anlatmaya özendirmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye olanak bulunur, hem de ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça anlatmaya, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının içten düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu yolladır ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve eksiksiz birer insan olurlar.
Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir: Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Ülkeyi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma:Atatürk - Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye katlanma gücüm yoktur.
Şahinşah - Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı savaş alanları...
Atatürk - Ha, o başka konudur; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir. Birçok zaferler kazandım. Ancak, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir üzüntü duyuyorum.
Ben, savaşlarda bile düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının uygulanmasını düşünürüm.
Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.
Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
Hiçbir zaman kişisel gücenikliklerimi, bir takım olumsuz girişimlerle doyuma kalkmak sıradanlığına yeltenmem.
Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.
Beni ulusum nereye isterse oraya gömsün; fakat, benim anılarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır.
Ben ölürsem soylu ulusumuzun birlikte yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!
24 Temmuz 1922 aksamı Konya'da General Townshend onuruna verdikleri ziyafette, yemeğin sonlarına doğru elindeki mercan tespihi General'e uzatarak söyledikleri:Biz Türklerde bir gelenek vardır. Konuklarımıza ne olursa olsun bir armağan veririz. Ben soylu bir ulusun alçakgönüllü bir Başkomutanıyım. Size ancak bu tespihi verebiliyorum.
Ve sofradan kalkılacağına yakın da kolundaki saati çıkararak General'e söyledikleri:Bu saati bana Anafartalar'da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere'ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz, çok mutlu olurum.
Uluslararası Mark Twain Derneği tarafindan "Türk Ulusu'na neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği" gerekçesiyle kendisine madalya verilmesi üzerine söyledikleri:Yaşamımda işittiğim en büyük kompliman, budur. Benim insan tarafımı övüyorlar!
Bir sohbet sırasında Fransız Büyükelçisi'ne söylemiştir:Ekselans, Paris'i çok görmek istiyorum; ama büyük törenlerle karşılanacağım Paris'i değil! Ben Paris'e, dünyanın bu güzel kentine, operalarını, tiyatrolarını, revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya, gençlik anılarını tazelemek için... Böyle olunca da "kendini tanıtmayarak" belli olmadan gitmek isterim; yoksa törenlerle karşılanmak için değil!
İçten dostlarımız, sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkumdurlar ve bu işkence de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir.
Düşmanları için söylemiştir:Ben onları bağışlarım, çünkü kalbim vardır; onlar beni bağışlamazlar, çünkü kalpsizdirler.
Mutlu olup olmadığı sorusuna verdiği yanıt:Evet, çünkü başardım!
Kaynak