Atatürkten Chaveze Milli İrade
Tayyip oy alınca milli irade
Chavez alınca diktatörlük
Chavezin %55 oy alarak kazandığı son seçim zaferiyle birlikte işbirlikçilerde ve efendileri Batılı emperyalistlerde bir Chavez tek adam oluyor sızlanması başladı. Öyleyse sormak isteriz. Tayyip %47 oy alınca, milli iradenin tecellisi diye, her tür karşı-devrimci icraatını alkışlayanlar neredesiniz? Chavez bırakın %47yi, %60ları aşan oy oranlarına ulaşmış. Tayyipin çok çok üstünde. Tayyip oy alınca milli irade, Chavez yüksek oy alınca neden diktatörlük oluyor... Anlaşılan milli irade nedir onun üzerinde durmak gerekiyor.
Tek Adam suçlamasıyla Mustafa Kemal de karşılaşmıştı. Görüldüğü üzere ezilen dünyanın antiemperyalist liderlerinin yazgısı aynı... Öyleyse Chavezi daha iyi anlamak için bir de Mustafa Kemali hatırlayalım...
Mustafa Kemal: Ordu kurmadan önce Meclis kurdu
Mustafa Kemalin liderliğini içine sindiremeyen, devrimlerini kabullenemeyen Rauf Orbaylar, Kâzım Karabekirler, aynı Tek Adam suçlamasını yöneltip durmuşlardı. Emperyalizm içinse Atatürk diktatördü.
Halbuki Mustafa Kemalin diktatör olmak, Tek Adam haline gelmek gibi bir niyeti yoktu... Tek istediği bir milli direniş örgütlemekti. Milleti sindirmek değil, aksine sinmiş bir milleti ayağa kaldırmak amacındaydı.
Diktatörlerle ezilen dünyanın liderleri arasındaki temel fark budur. Diktatörler milli iradenin kendisinde tecelli ettiğini iddia eder. İradenin tek temsilcisi olduklarını, her şeyi millet adına yaptıklarını iddia ederler. Yani milli iradeye ipotek koyarlar. Atatürkler, Chavezler ise millet üzerindeki emperyalist hegemonyayı kaldırmak için mücadele eder.
Kimi diktatör darbe yaparak iktidara gelir. Kimi ise seçimle... Kimin diktatör olduğu iktidara geliş yöntemiyle değil, iktidarda neler yaptığıyla belli olur.
Örneğin Hitler... 1933te Almanyada büyük bir oy oranıyla iktidara geldi. Ancak iktidarını uzatmak için adım adım Meclisi ortadan kaldırdı, muhaliflerini sindirdi... Hatta muhalifleri ortadan kaldırdı. Hitlere karşı çıkanı toplama kamplarında ölüm bekliyordu.
Atatürk tam tersini yaptı. Kurtuluş Savaşı tarihini dikkatlice incelersek bu görülebilir. Örneğin, Birinci İnönü zaferinin tarihi 11 Ocak 1921dir. TBMM ise 23 Nisan 1920de kurulmuştur. Yani ilk askeri zaferimiz Meclisin kuruluşundan 9 ay sonradır... Mustafa Kemal önceliği Meclis kurmaya vermiştir.
1920 Nisanına, o karanlık belirsiz günlerden bir olay aktaralım. Meclis kuruluş çalışmaları Mustafa Kemalin istediği hızda gitmiyordur. Yunus Nadi moral vermek için şöyle der: Paşam mühim olan ordudur. Neden rahatsız oluyorsunuz?
Hayır, der Mustafa Kemal. Mühim olan Meclistir. Meclis olmaksızın, milletin iradesi tecelli etmeksizin, ordu falan kuramazsınız. Orduyu kurmak büyük servetlerle olabilir. Ve bu, ancak milletin rızasıyla gerçekleşebilir.
Meclis: Mustafa Kemal için karşı devrimle hesaplaşma fırsatı
Meclis kurulmadan önce ise kongreler düzenlemiştir Mustafa Kemal. Kongreler bir hesaplaşmadır. Mandacılıkla, teslimiyetçilikle, Saltanatçılıkla...
Mustafa Kemal devrimcidir. Çağının ve toplumunun ilerisindedir doğal olarak. Kurtuluş Savaşına birlikte başladığı silah arkadaşlarından da ileridedir... Ancak onları sindirmek, yok etmek yerine, onların elinden tutup kendisiyle birlikte ilerletmeyi tercih eder... Bütün o kongrelerin toplanmasının, Meclisin kurulmasının nedeni budur. Mustafa Kemal ne yapmak istediğini hem etrafındakilere hem de millete sürekli anlatmaktadır. Ve süreç içinde de onları ikna etmektedir. Millete bir şey dayatmamakta, aksine milleti devrime katmaktadır...
Sivas Kongresi bu anlamda güzel bir örnektir. Başlangıçta herkes mandacıdır. 9 gün boyunca Mustafa Kemal bu mandacı görüşlerle mücadele eder. Ve Kongrenin havasını değiştirmeyi başarır. Kongrenin sonuç bildirgesi şöyle der: Manda ve himaye kabul edilemez.
İşte Tek Adamlıkla diktatörlük arasındaki ayrım...
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra diktatörlüğünü ilan edebilirdi. Bir savaş kahramanı olarak, düşmanı yurttan kovan bir komutan olarak halkın sevgisini kazanmıştı. Padişahlığını ilan etmesini önerenler bile vardı. Ama O, Meclisi dağıtmadı. Aksine Meclisin yetkilerini artırdı. Cumhuriyeti kurdu. Kurtuluş Savaşının hemen ardından yaptığı ilk iş ise bir parti kurmaktı: Halk Fırkası. Amacı halkı örgütlemek, devrime katmaktı...
Mustafa Kemalin milli iradeye dayanma stratejisi Cumhuriyet döneminde de devam etti. Bugün kimi 2. Cumhuriyetçiler ve Şeriatçılar tarafından tepeden inme ve dayatma olarak gösterilen bütün devrimler Mecliste yapılan uzun tartışmalardan sonra kabul edilmiştir. Hiçbiri dayatma değildir. Kısacası Atatürk Meclis onaylamadan hiçbir adım atmamıştır. Milletin onaylamadığı hiçbir devrimi gerçekleştirmemiştir. Laiklik ilkesi bile, ancak 1937de Anayasaya girebilmiştir.
Atatürk yalnızca devrimlerini değil, liderliğini de Meclise onaylatıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri 4 yılda bir, Meclisin her yenilenmesinde tekrarlanıyordu. Atatürkün bu halkı devrime katma stratejisinde yalnız Meclis değil, CHP de önemli bir rol üstleniyordu. CHP tek partiydi, ancak Atatürk parti içinde farklı akımların yer almasını, devrimler ve rejim üzerine geliştirici tartışmaların yaşanmasını özendiriyordu.
Bu anlamda Chavezin ardı ardına kazandığı seçim başarıları, Mustafa Kemalin tuttuğu yolun benzeri olarak görülebilir.
Diktatörler sıkışınca baskıyı artırır, Chavez ise seçime gider...
Chavez iktidara geldiğinden beri neredeyse her sene bir seçim yaşanıyor Venezüellada. Hiç böyle bir diktatör gördünüz mü? Diktatör dediğin başı sıkışınca baskıyı artırır. Muhalifleri susturur... Hitlere kadar gitmeye gerek yok. Bakın Tayyipe... Cumhuriyet mitingleri mi oldu? Yanıtı bir Ergenekon dalgası... Anayasa Mahkemesi kapatma davası mı açtı. Yanıtı yeni bir Ergenekon dalgası... Bir çiftçi eleştiri mi yöneltti. Yanıtı Ananı da al git. Bugün AKPye muhalif herkes mahkeme kapılarında hesap veriyor. Tayyipi eleştiren herkes, basın dahil, büyük suçlamalarla karşılaşıyor. Tayyip muhalif her sesi sindirmeye çalışıyor.
Benzerini Menderes de yapıyordu. 1960a gelindiğinde muhalefeti susturmanın da ötesine geçmiş, mahkemeleri bile ortadan kaldırmaya kalkışmıştı... CHPlileri yargılama yetkisi Meclisteki DP çoğunluğuna veriliyordu. Benzeri olmayan bu faşist uygulama 27 Mayıs öncesinde büyük halk hareketlerine neden oldu. Menderesin yanıtı ne oldu? Chavez gibi hodri meydan deyip seçime mi gitti? Halktan yeni bir güven oyu mu istedi? Hayır... Halk hareketini bastırmaya kalkıştı... Eylemci öğrencilerin üstüne yaylım ateşi açtırdı.
Diktatörler ve sağcı iktidarlar için seçimler, ülke üzerindeki egemenliğini devam ettirme yöntemidir. Chavez için ise seçimler ve demokrasi farklı anlamlar taşıyor. Chavez bütün seçimleri bir güven oylamasına dönüştürdü. Diktatör suçlamalarına hep seçime giderek yanıt verdi. Ve %55-65 arası oy oranlarıyla da bir diktatör değil, Venezüella halkının benimsediği bir ulusal kahraman olduğunu her fırsatta kanıtladı.
Seçimler: Chavez için halkı sosyalizme ikna etme yöntemi
Seçim dönemleri aynı zamanda bir propaganda fırsatıdır Chavez için. Sosyalizm yolunda atmak istediği her önemli adımı referanduma götürerek halka onaylatır. Halkın rejimi sahiplenmesi açısından önemlidir bu. Ama aynı zamanda rejimi kavraması açısından da
Bir diğer amaç ise sosyalizme karşı direnişin üstesinden gelmektir. Bütün devrimcilerin karşılaştığı en önemli sorun bu değil midir zaten? Devrimciler her ileri adımlarında bir direnişle karşılaşır. Chavez, bu direnişi bizzat halkın güven oyuna başvurarak aşıyor. Seçim zaferleri, hem Amerikancı darbe girişimlerine, hem de sağcı tutucu güçlere karşı önemli bir tokat oluyor.
Son referandum süreci bunun bir göstergesi. Bu referandum aslında 2007de de gerçekleşmişti. O zaman %44le kaybeden Chavez şu açıklamayı yapmıştı:
Anlaşılan siyaseten yeterince olgun değiliz. Sosyalizmden korkan şüpheli yoldaşları ikna edeceğiz.
Chavez, referandumu kaybettikten sonra Başkanlık yetkilerini ve Meclisteki çoğunluğunu kullanıp muhalefeti susturmadı. Parlamenter taktiklere başvurmadı. Baskıyı artırarak dediğinin kabul edilmesini sağlama yoluna gitmedi. Devrimleri henüz kabullenmeyen halka dayatmalara da girişmedi. Yani bir diktatörden beklenecek hiçbir şeyi yapmadı. Aksine propaganda çalışmalarını hızlandırdı. Ve Venezüellada sosyalizmin gelişmesinin halka faydalarının ne olacağını tekrar tekrar anlatma yoluna gitti... Chavez liderliğinde kurulan Bolivarcı birlikler, gecekondu mahallelerinde kurulan halk birlikleri, kollektifler, yani Chavezin kurduğu sosyalist devletin tüm birimleri canla başla çalıştılar. Sosyalizmin ne olduğu, Chavezin ne amaçladığı, sosyalizmin gelişmesinin halka faydalarının ne olacağı anlatıldı.
Önceki referandumdan bu yana 2 yıl geçti. Chaveze destek ise %44ten %56ya çıktı. Bu sonuç, Venezüellanın %12sinin sosyalizm konusunda daha da bilinçlendiği ve ikna edildiği anlamına geliyor. ABDnin bütün propagandasına, provokasyonlarına, medya tekellerinin ve büyük sermayenin her tür ayak oyununa rağmen.
Chavezin 21. yüzyıl sosyalizmi
Chavez sosyalizm anlayışını 21. yüzyıl sosyalizmi olarak adlandırıyor. Gerçekten de Chavezin sosyalizm anlayışının kendine özgü pek çok yönü var. Chavezin başarısını yalnızca seçimlerle sınırlandırmak doğru olmaz. Chavez, her şeyden önce iktidarını yoksul tabana dayandırma ve o tabanı sosyalizmin inşasında harekete geçirme konusunda büyük başarılar kazandı.
Petrolden elde edilen zenginliği tabana yayan Chavez, o yoksul tabanın sesi olmayı başardı. Ama tabanın sesi olmayı yeterli bulmuyor. O yoksul tabanı ülke yönetimine adım adım katmaya çalışıyor. Ülkede büyük bir özyönetim deneyimi yaşanıyor. Bugün Chavez gönüllüleri olarak adlandırılan onbinlerce insan Venezüellada sosyalizmin kurulması için canla başla çalışıyor. Tam 25 bin yerel gönüllü birlik kurulmuş durumda. Ve bu birlikler halkı eğitmek, sosyalizmin hizmetlerini halka götürmek, bürokraside yozlaşmayı engellemek için elinden geleni yapıyor. Pek çok fabrika ise özel sektörden alınarak işçi komitelerinin yönetimine devrediliyor.
Chavez halka daha çok güvenerek, daha çok yetki vererek, yönetime daha çok katarak, aslında sosyalizmin başarısını artırıyor. Chavezin %60lardan aşağı düşmeyen seçim başarılarının sırrı işte burada. Chavez yoksulların sesi oldu. Onları yoksulluktan kurtarmakla kalmadı, ülke yönetimine de kattı.
Sosyalizmin de amacı bu değil mi?
Milli İrade: Koyun gütmek değil, demokratik yetkiyi yaymak...
Chavezin milli iradeye bakışı ile Mendereslerin, Tayyiplerinki arasında temel bir fark var. Menderes Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz. diyordu. Ve parlamenter demokrasinin karşı-devrimci amaçlarla da kullanılabileceğinin örneğini veriyordu. Demokrasiden ne anladığı ise şu sözlerinde gizliydi: İstersem odunu bile seçtiririm.
Sağcı bir politikacı için milli irade işte bu anlama gelmektedir. Millet 4-5 yılda bir sandığa çağırılır. Binbir türlü parlamenter şaklabanlıkla oy toplanır. Ve alınan oylar, 4-5 yıl boyunca ülke içinde dilediği gibi at koşturma yetkisine dönüştürülür. Muhalefet etmek isteyene ise millet bizi seçti yanıtı verilir.
Ama sağcılar için seçimler bir mücadele alanı değil, bir mecburiyettir. Hatırlayın Özalın baskın erken seçimlerini... Amaç milletin ne istediğini görmek değil, milleti kandırmaktır. Bir yanda rakiplerinin en güçsüz anını kollayıp erken genel seçim yapanlar, bir yanda halkını bilinçlendirmek ve sosyalizme karşı direnişin üstesinden gelmek için seçimlere giden Chavez
Bu aslında sağcılık ile solculuk arasındaki farktan kaynaklanır. Sağcılar toplumun geri yanlarıyla uzlaşıp iktidarda kalır. Solcular ise o geri yanlarla hesaplaşmak zorundadır. Gericilikle uzlaşmak ise en kolay olanıdır. Chavez ve Mustafa Kemal ise zor olanı başardı. Hem milli iradeye inandılar, hem de ülkedeki her tür gericilikle mücadele ettiler. Ama sağcılar yıllardır bize gericilikle uzlaşmayı milli iradeye teslim olmak diye yutturuyor.
Yoksulları siyasetin izleyicisi değil, öznesi haline getirmek
Chavez her tür Amerikancı provokasyona, darbe girişimlerine karşın hâlâ %60larda oy almaya devam ediyor. Milli iradenin temsilcisi olduğu tartışılmaz. Üstelik Venezüellada Chavez öncesinde %25lere düşen seçimlere katılım oranı, %80lere kadar çıktı. Chavez öncesinde burjuvazinin ayak oyunlarının hesaplaşma arenası olan genel seçimler doğal olarak yoksulların pek dikkatini çekmiyordu. Partilere de siyasi sisteme de güven kalmamıştı. Ama Chavezden sonra durum değişti. Yoksullar artık kendilerini siyasetin bir öznesi olarak görüyor. İş Chavezin yaptıklarını savunmaya, Venezüellada sosyalizmi korumaya gelince, yoksullar üzerlerine düşeni yapmaktan kaçınmıyor.
Yoksullar Chavez 2002de bir darbeyle devrilmek istediğinde de meydana çıkmıştı. Ve 2 gün boyunca yapılan eylemler, darbecileri püskürtmüştü. Dünya tarihinde belki de ilk kez bir halk hareketi, gerçekleşmiş bir darbeyi bastırıyordu. Chavezin ne kadar geniş bir tabana yayıldığının başka bir göstergesi.
Halbuki Türkiye gibi ülkelerde parlamenter sistem bambaşka bir siyasi yapı yaratır. Siyaset halkın elinden alınır, siyasetçinin eline verilir. 4-5 yılda bir de oy atar, o kadar. Zaten iktidardaki işbirlikçi yapı, siyasetten halkı ne kadar uzak tutarsa geleceğini o kadar sağlama alacaktır.
Milli irade milli olmalıdır
Chavezin milli iradenin büyük bir temsilcisi olduğu yanızca oy oranlarıyla açıklanamaz. Yaptıklarıyla da milli iradenin tecellisi olduğunu kanıtlamıştır. Bir liderin milli iradeyi temsil ettiğini söyleyebilmek için her şeyden önce milli olması gerekmektedir.
Chavezle ülkemizde demokrasinin yıldızları olduğunu iddia eden sağcı iktidarları, Tayyipleri, Menderesleri, Özalları, bu açıdan da karşılaştıralım.
Milli irade her şeyden önce milli serveti korumaktır. Chavez döneminde yabancı şirketler adım adım millileştirildi. Son olarak 740 milyon dolar verilerek Venezüella Elektrik Şirketi ABDlilerden satın alındı. Tayyipler ise özelleştirme şampiyonu: Elektriğimizden telefonumuza bütün milli servetimiz yok pahasına yabancı şirketlere satıldı.
Milli İrade zenginliği millete yaymaktır. Tayyipler seçimden seçime sadaka dağıtır. Ama esas zenginlik yönetici sınıfta ve sermaye kesiminde kalır. Zenginliği tabana yaymak Chaveze nasip olmuştur. Petrolden elde edilen gelir halka eğitim, barınma, sağlık gibi hizmetlerle geri dönmektedir.
Milli İrade milleti yönetime katmaktır. Chavez çeşitli öz yönetim deneyimleriyle bunu zaten başarıyor. Tabii yönetim millete devredildikçe yolsuzluk da, bürokrasideki yozlaşma da azalıyor Venezüellada. Tayyiplerin ülkesi ise yolsuzluk ülkesi.
Milli İrade emperyalizme direnmektir. Çünkü, milli olabilmenin ilk ve en önemli şartı budur. Chavez ABDnin bütün darbe ve provokasyonlarına kafa tuttu. Türkiyedeki Amerikancı iktidarların aksine, ulusal bağımsızlığını korudu. Tayyipler ancak ve ancak Davoslarda şov yaparak bölge lideri pozuna bürünebilir. Chavez ise gerçekten de bölge lideri... Bugün Güney Amerikanın çoğunda solcular iktidar. Chavez milli iradenin yalnızca Venezüellada değil, bütün Güney Amerikada tecelli etmesini sağlıyor.
Milli İrade emperyalizme meydan okumaktır. Tayyip Davosta şov yapadursun, İsraile tepkinin nasıl verileceğini Chavez göstermişti: Gazze saldırısının hemen ardından İsrail büyükelçisini sınır dışı etti. Davosta tavrım moderatöre diye adeta özür dileyen Tayyipin aksine Chavez, Birleşmiş Milletler toplantısında Busha gözünün içine baka baka şeytan demekten kaçınmamıştı... 5 dakikalık süresinin dolduğu söylenip de susturulmak istendiğinde ise one minute yerine ABD 20 dakika konuştuysa ben de konuşurum demiş ve konuşmasına devam etmişti..
Milli İrade Ordunun da milli olması demektir. Chavezin iktidara geldiğide yaptığı ilk iş Venezüella Genelkurmay Başkanlığındaki ABD askeri misyonunu kapatmak olmuştu. Nerede ABD ve İsraille askeri işbirliği kuran Tayyipler. Nerede ABD için Korelere asker gönderen Menderesler, nerede bir koyup üç alacağız diyen Özallar...
Anlayacağınız milli irade rakamlarla oluşmaz. Milleti gerçekten egemen kılmakla ve milli olmakla mümkündür. Chavez, bu konuda bütün dünyaya örnek olmaya ve ezilenlerin önünü açmaya devam ediyor. Milli irade sömürüsü yapanların aksine, milletinin çıkarlarını gerçekten koruyor.
Kaynak