Atatürk’ten Chavez’e “Milli İrade”

Atatürk’ten Chavez’e “Milli İrade”

İletigönderen AlpereN » Cum Şub 27, 2009 15:10

Atatürk’ten Chavez’e “Milli İrade”

Tayyip oy alınca “milli irade”
Chavez alınca “diktatörlük”


Chavez’in %55 oy alarak kazandığı son seçim zaferiyle birlikte işbirlikçilerde ve efendileri Batılı emperyalistlerde bir “Chavez tek adam oluyor” sızlanması başladı. Öyleyse sormak isteriz. Tayyip %47 oy alınca, “milli iradenin tecellisi” diye, her tür karşı-devrimci icraatını alkışlayanlar neredesiniz? Chavez bırakın %47’yi, %60’ları aşan oy oranlarına ulaşmış. Tayyip’in çok çok üstünde. Tayyip oy alınca “milli irade”, Chavez yüksek oy alınca neden “diktatörlük” oluyor... Anlaşılan “milli irade” nedir onun üzerinde durmak gerekiyor.

“Tek Adam” suçlamasıyla Mustafa Kemal de karşılaşmıştı. Görüldüğü üzere ezilen dünyanın antiemperyalist liderlerinin yazgısı aynı... Öyleyse Chavez’i daha iyi anlamak için bir de Mustafa Kemal’i hatırlayalım...

Mustafa Kemal: Ordu kurmadan önce Meclis kurdu

Mustafa Kemal’in liderliğini içine sindiremeyen, devrimlerini kabullenemeyen Rauf Orbay’lar, Kâzım Karabekir’ler, aynı “Tek Adam” suçlamasını yöneltip durmuşlardı. Emperyalizm içinse Atatürk “diktatör”dü.

Halbuki Mustafa Kemal’in diktatör olmak, “Tek Adam” haline gelmek gibi bir niyeti yoktu... Tek istediği bir milli direniş örgütlemekti. Milleti sindirmek değil, aksine sinmiş bir milleti ayağa kaldırmak amacındaydı.

Diktatörlerle ezilen dünyanın liderleri arasındaki temel fark budur. Diktatörler “milli irade”nin kendisinde tecelli ettiğini iddia eder. İradenin tek temsilcisi olduklarını, her şeyi millet adına yaptıklarını iddia ederler. Yani “milli irade”ye ipotek koyarlar. Atatürk’ler, Chavez’ler ise millet üzerindeki emperyalist hegemonyayı kaldırmak için mücadele eder.

Kimi diktatör darbe yaparak iktidara gelir. Kimi ise seçimle... Kimin diktatör olduğu iktidara geliş yöntemiyle değil, iktidarda neler yaptığıyla belli olur.

Örneğin Hitler... 1933’te Almanya’da büyük bir oy oranıyla iktidara geldi. Ancak iktidarını uzatmak için adım adım Meclis’i ortadan kaldırdı, muhaliflerini sindirdi... Hatta muhalifleri ortadan kaldırdı. Hitler’e karşı çıkanı toplama kamplarında ölüm bekliyordu.

Atatürk tam tersini yaptı. Kurtuluş Savaşı tarihini dikkatlice incelersek bu görülebilir. Örneğin, Birinci İnönü za­ferinin tarihi 11 Ocak 1921’dir. TBMM ise 23 Nisan 1920’de kurulmuştur. Yani ilk askeri zaferimiz Meclis’in kuruluşundan 9 ay sonradır... Mustafa Kemal önceliği Meclis kurmaya vermiştir.

1920 Nisanına, o karanlık belirsiz günlerden bir olay aktaralım. Meclis kuruluş çalışmaları Mustafa Kemal’in istediği hızda gitmiyordur. Yunus Nadi moral vermek için şöyle der: “Paşam mühim olan ordudur. Neden rahatsız oluyorsunuz?”

“Hayır,” der Mustafa Kemal. “Mühim olan Meclistir. Meclis olmaksızın, milletin iradesi tecelli etmeksizin, ordu falan kuramazsınız. Orduyu kurmak büyük servetlerle olabilir. Ve bu, ancak milletin rızasıyla gerçekleşebilir.”

Meclis: Mustafa Kemal için karşı devrimle hesaplaşma fırsatı

Meclis kurulmadan önce ise kongreler düzenlemiştir Mustafa Kemal. Kongreler bir hesaplaşmadır. Mandacılıkla, teslimiyetçilikle, Saltanatçılıkla...

Mustafa Kemal devrimcidir. Çağının ve toplumunun ilerisindedir doğal olarak. Kurtuluş Savaşı’na birlikte başladığı silah arkadaşlarından da ileridedir... Ancak onları sindirmek, yok etmek yerine, onların elinden tutup kendisiyle birlikte ilerletmeyi tercih eder... Bütün o kongrelerin toplanmasının, Meclis’in kurulmasının nedeni budur. Mustafa Kemal ne yapmak istediğini hem etrafındakilere hem de millete sürekli anlatmaktadır. Ve süreç içinde de onları ikna etmektedir. Millete bir şey dayatmamakta, aksine milleti devrime katmaktadır...

Sivas Kongresi bu anlamda güzel bir örnektir. Başlangıçta herkes mandacıdır. 9 gün boyunca Mustafa Kemal bu mandacı görüşlerle mücadele eder. Ve Kongre’nin havasını değiştirmeyi başarır. Kongre’nin sonuç bildirgesi şöyle der: “Manda ve himaye kabul edilemez.”

İşte “Tek Adam”lıkla diktatörlük arasındaki ayrım...

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra “diktatörlüğünü” ilan edebilirdi. Bir savaş kahramanı olarak, düşmanı yurttan kovan bir komutan olarak halkın sevgisini kazanmıştı. Padişahlığını ilan etmesini önerenler bile vardı. Ama O, Meclis’i dağıtmadı. Aksine Meclis’in yetkilerini artırdı. Cumhuriyeti kurdu. Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından yaptığı ilk iş ise bir parti kurmaktı: Halk Fırkası. Amacı halkı örgütlemek, devrime katmaktı...

Mustafa Kemal’in “milli irade”ye dayanma stratejisi Cumhuriyet döneminde de devam etti. Bugün kimi 2. Cumhuriyetçiler ve Şeriatçılar tarafından “tepeden inme” ve “dayatma” olarak gösterilen bütün devrimler Meclis’te yapılan uzun tartışmalardan sonra kabul edilmiştir. Hiçbiri dayatma değildir. Kısacası Atatürk Meclis onaylamadan hiçbir adım atmamıştır. Milletin onaylamadığı hiçbir devrimi gerçekleştirmemiştir. “Laiklik” ilkesi bile, ancak 1937’de Anayasa’ya girebilmiştir.

Atatürk yalnızca devrimlerini değil, liderliğini de Meclis’e onaylatıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri 4 yılda bir, Meclis’in her yenilenmesinde tekrarlanıyordu. Atatürk’ün bu halkı devrime katma stratejisinde yalnız Meclis değil, CHP de önemli bir rol üstleniyordu. CHP tek partiydi, ancak Atatürk parti içinde farklı akımların yer almasını, devrimler ve rejim üzerine geliştirici tartışmaların yaşanmasını özendiriyordu.

Bu anlamda Chavez’in ardı ardına kazandığı seçim başarıları, Mustafa Kemal’in tuttuğu yolun benzeri olarak görülebilir.

Diktatörler sıkışınca baskıyı artırır, Chavez ise seçime gider...

Chavez iktidara geldiğinden beri neredeyse her sene bir seçim yaşanıyor Venezüella’da. Hiç böyle bir diktatör gördünüz mü? Diktatör dediğin başı sıkışınca baskıyı artırır. Muhalifleri susturur... Hitler’e kadar gitmeye gerek yok. Bakın Tayyip’e... Cumhuriyet mitingleri mi oldu? Yanıtı bir Ergenekon dalgası... Anayasa Mahkemesi kapatma davası mı açtı. Yanıtı yeni bir Ergenekon dalgası... Bir çiftçi eleştiri mi yöneltti. Yanıtı “Ananı da al git.” Bugün AKP’ye muhalif herkes mahkeme kapılarında “hesap veriyor.” Tayyip’i eleştiren herkes, basın dahil, büyük suçlamalarla karşılaşıyor. Tayyip muhalif her sesi sindirmeye çalışıyor.

Benzerini Menderes de yapıyordu. 1960’a gelindiğinde muhalefeti susturmanın da ötesine geçmiş, mahkemeleri bile ortadan kaldırmaya kalkışmıştı... CHP’lileri yargılama yetkisi Meclis’teki DP çoğunluğuna veriliyordu. Benzeri olmayan bu faşist uygulama 27 Mayıs öncesinde büyük halk hareketlerine neden oldu. Menderes’in yanıtı ne oldu? Chavez gibi “hodri meydan” deyip seçime mi gitti? Halktan yeni bir güven oyu mu istedi? Hayır... Halk hareketini bastırmaya kalkıştı... Eylemci öğrencilerin üstüne yaylım ateşi açtırdı.

Diktatörler ve sağcı iktidarlar için seçimler, ülke üzerindeki egemenliğini devam ettirme yöntemidir. Chavez için ise seçimler ve demokrasi farklı anlamlar taşıyor. Chavez bütün seçimleri bir güven oylamasına dönüştürdü. “Diktatör” suçlamalarına hep seçime giderek yanıt verdi. Ve %55-65 arası oy oranlarıyla da bir diktatör değil, Venezüella halkının benimsediği bir ulusal kahraman olduğunu her fırsatta kanıtladı.

Seçimler: Chavez için halkı sosyalizme ikna etme yöntemi

Seçim dönemleri aynı zamanda bir propaganda fırsatıdır Chavez için. Sosyalizm yolunda atmak istediği her önemli adımı referanduma götürerek halka onaylatır. Halkın rejimi sahiplenmesi açısından önemlidir bu. Ama aynı zamanda rejimi kavraması açısından da…

Bir diğer amaç ise sosyalizme karşı direnişin üstesinden gelmektir. Bütün devrimcilerin karşılaştığı en önemli sorun bu değil midir zaten? Devrimciler her ileri adımlarında bir direnişle karşılaşır. Chavez, bu direnişi bizzat halkın güven oyuna başvurarak aşıyor. Seçim zaferleri, hem Amerikancı darbe girişimlerine, hem de sağcı tutucu güçlere karşı önemli bir tokat oluyor.

Son referandum süreci bunun bir göstergesi. Bu referandum aslında 2007’de de gerçekleşmişti. O zaman %44’le kaybeden Chavez şu açıklamayı yapmıştı:

“Anlaşılan siyaseten yeterince olgun değiliz. Sosyalizmden korkan şüpheli yoldaşları ikna edeceğiz.”

Chavez, referandumu kaybettikten sonra Başkanlık yetkilerini ve Meclis’teki çoğunluğunu kullanıp muhalefeti susturmadı. Parlamenter taktiklere başvurmadı. Baskıyı artırarak dediğinin kabul edilmesini sağlama yoluna gitmedi. Devrimleri henüz kabullenmeyen halka dayatmalara da girişmedi. Yani bir diktatörden beklenecek hiçbir şeyi yapmadı. Aksine propaganda çalışmalarını hızlandırdı. Ve Venezüella’da sosyalizmin gelişmesinin halka faydalarının ne olacağını tekrar tekrar anlatma yoluna gitti... Chavez liderliğinde kurulan Bolivarcı birlikler, gecekondu mahallelerinde kurulan halk birlikleri, kollektifler, yani Chavez’in kurduğu sosyalist devletin tüm birimleri canla başla çalıştılar. Sos­yalizmin ne olduğu, Chavez’in ne amaçladığı, sosyalizmin gelişmesinin hal­ka faydalarının ne olacağı anlatıldı.

Önceki referandumdan bu yana 2 yıl geçti. Chavez’e destek ise %44’ten %56’ya çıktı. Bu sonuç, Venezüella’nın %12’sinin sosyalizm konusunda daha da bilinçlendiği ve ikna edildiği anlamına geliyor. ABD’nin bütün propagandasına, provokasyonlarına, medya tekellerinin ve büyük sermayenin her tür ayak oyununa rağmen.

Chavez’in 21. yüzyıl sosyalizmi

Chavez sosyalizm anlayışını “21. yüzyıl sosyalizmi” olarak adlandırıyor. Gerçekten de Chavez’in sosyalizm anlayışının kendine özgü pek çok yönü var. Chavez’in başarısını yalnızca seçimlerle sı­nırlandırmak doğru olmaz. Chavez, her şeyden önce iktidarını yoksul tabana dayandırma ve o tabanı sosyalizmin inşasında harekete geçirme konusunda büyük başarılar kazandı.

Petrolden elde edilen zenginliği tabana yayan Chavez, o yoksul tabanın sesi olmayı başardı. Ama “tabanın sesi” olmayı yeterli bulmuyor. O yoksul tabanı ülke yönetimine adım adım katmaya çalışıyor. Ülkede büyük bir “özyönetim” deneyimi yaşanıyor. Bugün “Chavez gönüllüleri” olarak adlandırılan onbinlerce insan Venezüella’da sosyalizmin kurulması için canla başla çalışıyor. Tam 25 bin yerel “gönüllü birlik” kurulmuş durumda. Ve bu birlikler halkı eğitmek, sosyalizmin hizmetlerini halka götürmek, bürokraside yozlaşmayı engellemek için elinden geleni yapıyor. Pek çok fabrika ise özel sektörden alınarak işçi komitelerinin yönetimine devrediliyor.

Chavez halka daha çok güvenerek, daha çok yetki vererek, yönetime daha çok katarak, aslında sosyalizmin başarısını artırıyor. Chavez’in %60’lardan aşağı düşmeyen seçim başarılarının sırrı işte burada. Chavez yoksulların sesi oldu. Onları yoksulluktan kurtarmakla kalmadı, ülke yönetimine de kattı.

Sosyalizmin de amacı bu değil mi?

Milli İrade: Koyun gütmek değil, demokratik yetkiyi yaymak...

Chavez’in “milli irade”ye bakışı ile Menderes’lerin, Tayyip’lerinki arasında temel bir fark var. Menderes “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” diyordu. Ve parlamenter demokrasinin karşı-devrimci amaçlarla da kullanılabileceğinin örneğini veriyordu. Demokrasiden ne anladığı ise şu sözlerinde gizliydi: “İstersem odunu bile seçtiririm.”

Sağcı bir politikacı için “milli irade” işte bu anlama gelmektedir. Millet 4-5 yılda bir sandığa çağırılır. Binbir türlü parlamenter şaklabanlıkla oy toplanır. Ve alınan oylar, 4-5 yıl boyunca ülke içinde dilediği gibi at koşturma yetkisine dönüştürülür. Muhalefet etmek isteyene ise “millet bizi seçti” yanıtı verilir.

Ama sağcılar için seçimler bir mücadele alanı değil, bir mecburiyettir. Hatırlayın Özal’ın baskın erken seçimlerini... Amaç milletin ne istediğini görmek değil, milleti kandırmaktır. Bir yanda rakiplerinin en güçsüz anını kollayıp erken genel seçim yapanlar, bir yanda halkını bilinçlendirmek ve sosyalizme karşı direnişin üstesinden gelmek için seçimlere giden Chavez…

Bu aslında sağcılık ile solculuk arasındaki farktan kaynaklanır. Sağcılar toplumun geri yanlarıyla uzlaşıp iktidarda kalır. Solcular ise o geri yanlarla hesaplaşmak zorundadır. Gericilikle uzlaşmak ise en kolay olanıdır. Chavez ve Mustafa Kemal ise zor olanı başardı. Hem “milli irade”ye inandılar, hem de ülkedeki her tür gericilikle mücadele ettiler. Ama sağcılar yıllardır bize gericilikle uzlaşmayı “milli irade”ye teslim olmak diye yutturuyor.

Yoksulları siyasetin izleyicisi değil, öznesi haline getirmek

Chavez her tür Amerikancı provokasyona, darbe girişimlerine karşın hâlâ %60’larda oy almaya devam ediyor. “Milli irade”nin temsilcisi olduğu tartışılmaz. Üstelik Venezüella’da Chavez öncesinde %25’lere düşen seçimlere katılım oranı, %80’lere kadar çıktı. Chavez öncesinde burjuvazinin ayak oyunlarının hesaplaşma arenası olan genel seçimler doğal olarak yoksulların pek dikkatini çekmiyordu. Partilere de siyasi sisteme de güven kalmamıştı. Ama Chavez’den sonra durum değişti. Yoksullar artık kendilerini siyasetin bir öznesi olarak görüyor. İş Chavez’in yaptıklarını savunmaya, Venezüella’da sosyalizmi ko­ru­maya gelince, yoksullar üzerlerine düşeni yapmaktan kaçınmıyor.

Yoksullar Chavez 2002’de bir darbeyle devrilmek istediğinde de meydana çıkmıştı. Ve 2 gün boyunca yapılan eylemler, darbecileri püskürtmüştü. Dünya tarihinde belki de ilk kez bir halk hareketi, gerçekleşmiş bir darbeyi bastırıyordu. Chavez’in ne kadar geniş bir tabana yayıldığının başka bir göstergesi.

Halbuki Türkiye gibi ülkelerde parlamenter sistem bambaşka bir siyasi yapı yaratır. Siyaset halkın elinden alınır, siyasetçinin eline verilir. 4-5 yılda bir de oy atar, o kadar. Zaten iktidardaki işbirlikçi yapı, siyasetten halkı ne kadar uzak tutarsa geleceğini o kadar sağlama alacaktır.

“Milli irade” milli olmalıdır

Chavez’in “milli irade”nin büyük bir temsilcisi olduğu yanızca oy oranlarıyla açıklanamaz. Yaptıklarıyla da “milli iradenin tecellisi” olduğunu kanıtlamıştır. Bir liderin “milli irade”yi temsil ettiğini söyleyebilmek için her şeyden önce “milli” olması gerekmektedir.

Chavez’le ülkemizde “demokrasinin yıldızları” olduğunu iddia eden sağcı iktidarları, Tayyip’leri, Menderes’leri, Özal’ları, bu açıdan da karşılaştıralım.

“Milli irade” her şeyden önce “milli servet”i korumaktır. Chavez döneminde yabancı şirketler adım adım millileştirildi. Son olarak 740 milyon dolar verilerek Venezüella Elektrik Şirketi ABD’lilerden satın alındı. Tayyip’ler ise özelleştirme şampiyonu: Elektriğimizden telefonumuza bütün “milli servet”imiz yok pahasına yabancı şirketlere satıldı.

“Milli İrade” zenginliği millete yaymaktır. Tayyip’ler seçimden seçime “sadaka” dağıtır. Ama esas zenginlik yönetici sınıfta ve sermaye kesiminde kalır. Zenginliği tabana yaymak Chavez’e nasip olmuştur. Petrolden elde edilen gelir halka eğitim, barınma, sağlık gibi hizmetlerle geri dönmektedir.

“Milli İrade” milleti yönetime katmaktır. Chavez çeşitli öz yönetim deneyimleriyle bunu zaten başarıyor. Tabii yönetim millete devredildikçe yolsuzluk da, bürokrasideki yozlaşma da azalıyor Venezüella’da. Tayyip’lerin ülkesi ise yolsuzluk ülkesi.

“Milli İrade” emperyalizme direnmektir. Çünkü, “milli” olabilmenin ilk ve en önemli şartı budur. Chavez ABD’nin bütün darbe ve provokasyonlarına kafa tuttu. Türkiye’deki Amerikancı iktidarların aksine, ulusal bağımsızlığını korudu. Tayyip’ler ancak ve ancak Davos’larda şov yaparak “bölge lideri” pozuna bürünebilir. Chavez ise gerçekten de “bölge lideri”... Bugün Güney Amerika’nın çoğunda solcular iktidar. Chavez “milli irade”nin yalnızca Venezüella’da değil, bütün Güney Amerika’da tecelli etmesini sağlıyor.

“Milli İrade” emperyalizme meydan okumaktır. Tayyip Davos’ta şov yapadursun, İsrail’e tepkinin nasıl verileceğini Chavez göstermişti: Gazze saldırısının hemen ardından İsrail büyükelçisini sınır dışı etti. Davos’ta “tavrım moderatöre” diye adeta özür dileyen Tayyip’in aksine Chavez, Birleşmiş Milletler toplantısında Bush’a gözünün içine baka ba­ka “şeytan” demekten kaçınmamıştı... 5 dakikalık süresinin dolduğu söylenip de susturulmak istendiğinde ise “one minute” yerine “ABD 20 dakika konuştuysa ben de konuşurum” demiş ve konuşmasına devam etmişti..

“Milli İrade” Ordu’nun da milli olması demektir. Chavez’in iktidara geldiğide yaptığı ilk iş Venezüella Genelkurmay Başkanlığındaki ABD askeri misyonunu kapatmak olmuştu. Nerede ABD ve İsrail’le askeri işbirliği kuran Tayyip’ler. Nerede ABD için Kore’lere asker gönderen Menderes’ler, nerede “bir koyup üç alacağız” diyen Özal’lar...

Anlayacağınız “milli irade” rakamlarla oluşmaz. Milleti gerçekten egemen kılmakla ve “milli” olmakla mümkündür. Chavez, bu konuda bütün dünyaya örnek olmaya ve ezilenlerin önünü açmaya devam ediyor. “Milli irade” sömürüsü yapanların aksine, milletinin çıkarlarını gerçekten koruyor.

Kaynak
Kullanıcı küçük betizi
AlpereN
Üye
Üye
 
İletiler: 628
Kayıt: Pzr Nis 22, 2007 22:57

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x