Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

İletigönderen kaye » Cum Kas 07, 2008 0:16


Asagidaki yazı Anayurt Gazetesi'nin 10 Kasim 2004 tarihli sayısında çıkmıştır..
Bu bahsedilenleri daha teferruatlı olarak "Ogün DELİ" isimli yazarın "Agoni" adlı kitabında daha açık olarak okuyabilirsiniz...
Gazete zaten bu yazıyı Ogün DELİ'nin kitabından özet çıkararak yayınlamıştır...





Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...
1935 Mason Localarını Kapattı ve...



Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'�ün başına gelenlerle kahrolurken; ANAYURT Gazetesi olarak, bu ibretlik gerçekleri yayımlarken üzerimize düşen büyük görevi yerine getirmiş olmanın huzuru içindeyiz.




KATİL(LER), İŞBİRLİKÇİ(LER) KİMLERDİ?

Yunanistan�da yayımlanan �Laiki Metopo (halk Cephesi) Gazetesi'nde yayımlanan dizi yazıda �Dr. Abrevaya ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar� denilmektedir. Bahsi geçen Abrevaya, Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı�'dır. Abrevaya, İzmir doğumlu olup, Paris�'te tahsil görmüştür. Atatürk’ün ölümünden sonra Niğde Milletvekilliği yapmıştır. Prof. Dr. N.Fissenger, hükümet tarafından Paris’ten getirilmiştir. 8 Eylül 1938 tarihinde bir gün önce yaptığı muayeneye göre Prof.Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Fissenger ayrı teşhiste bulunmasına rağmen Atatürk’ün ölüm raporunda, diğer doktorlarla aynı görüşteymişcesine yazılmıştır. Muhtemelen Paris’ten getirilen ilaçların temin yeriyle de ilgisi vardı.










” MASON CEMİYETLERİ KAPATILIYOR "

Türkiye’deki masonlar 25. yıl kuruluş etkinlikleri düzenleyerek, yayılmalarını hızla sürdürüyorlardı. O sırada Atatürk Adalet eski bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’a masonlarla ilgili bir dosya vererek kendisine şunları söyledi: “Bunu güzelce mütalaa et, bir fakrirle, Halk Partisi Grup Başkanı’na ver, grupta bunlara şiddetle bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet, senin de bu işte şeref payın olacaktır.” Mahmut Esat Bozkurt, aldığı emrin gereğini yaparak verdiği “takrir”de şunları söyledi. “Masonluk kökü dışarıda olan bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararı ile kapatalım.” Paçaları tutuşan masonlar hemen Atatürk’ün doktoru Mim Kemal Öke öncülüğünde Atatürk’e giderek, O’na Türkiye’deki en üst masonluk makamı olan “Meşrik-i Azam”lık ünvanını teklif ederek yalvardılar. Atatürk, onlara Avurpa’da hangi locaya bağlı olduklarını ve liderlerinin adını sordu. Onlar Cenova Locası’na bağlı olduklarını ve Reisleri’nin Barca Mişon olduğunu söylediler. Atatürk, öfkelenerek, “Haydi defolun buradan, cehemmen olun gidin. Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahramanlık sıfatı verdi, ben sizin gibi bir çiff Yahudiye uşak mı olacağım? Bu gece bütün Türkiye’deki locaları sabaha kadar kapatmadığınız takdirde, yarın teşkil edeceğim Divan’ı Harbi Örfi’ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan” dedi. Mason İçişleri Bakanı Şükür Kaya, Atatürk’e direnmeye çalıştıysa da başarılı olamadı ve Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapanma kararını verdi. Anadolu Ajansı 10 Ekim 1935 tarihinde, mason cemiyetlerinin kapandığını ve mallarının Halkevleri’ne bağışlandığını duyurdu.








‘SARI LİDER’i ÖLDÜRME KARARI ALINIYOR

Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapandığını Moskova’da bir toplantı sırasında öğrendi. Sinirlerine hakim olamayarak şunları söyledi; “O Sarı Lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!... ”Türkiye’nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin’e davet edildi. Nalçacı Moskova’ya korkarak gitti. Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin’in Çankaya’ya siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi. Kremlin, Nalçacı’ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı. Kremlin’den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri götürerek Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin “gerici Mareşal Çakmak’ın tabancasına hedef olunacağı” itirazı ile Nalçacı’yı frenledi. Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye’deki masonların ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz, ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı. Bu konuda Avram Benaroyos, “İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Ancak, doktorlarımız Atatürk’ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden, Kremlin’in istediği ‘esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm’ kararına uyduk. Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi O’nun her hareketini alkışladılar. Zamanla O’nun etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti. 1937 yılı ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını za’fa düşürmek suretiyle indirdi. Böylelikle gösterdiği tedavi usulü, Atatürk’ün sinir organlarını felce uğrattı. Atatürk’te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başladı.” şeklinde yazdı. Benaroyos 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (-laiki foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi; “Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu parçladık. Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı. Bunları seri olarak tatbik etmek icap etdiyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. Bazı Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sari Lider’in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye’deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider’in tedavisinde vazife vermemekle bize pekala ispat ettiler.







”ATATÜRK'ÜN HASTALIĞI, KONAN TEŞHİS ve UYGULANAN TEDAVİ

Varnalı Yahudi Farmason Acram Benaroyas, Atatürk’e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937’de Yalova’da Atatürk’ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk teşhisi “karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir” diyerek koydu. Oysa, Benaroyas’ın söylediği aylarda Atatürk kaşıntıdan muzdaripti. Çankaya’da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi. Atatürk, “Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar girer mi?” diye sorunca, aynı doktor “evet” cevabını verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tesbit edildi. Atatürk’ün İstanbul ve Yalova’da olduğu bir sırada Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar’a telefon ederek “Köşkü karıncalar bastı, Atatürk kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun.” dedi. Doktor ve diğer sıhhı personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını Dr. Nuri Refet Korur “evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük” diye açıklamıştı. İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin’den Avrupa’ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi. Karınca hikayesini bilen Atatürk, Dr. Velger’in karaciğerle ilgili teşhisini ve kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti. Atatürk’ü yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, Atatürk’ün hastalığının teşhisi ile ilgili farklılıklar Atatürk’ün ölüm raporlarına bile yansıyordu. Atatürk’ün fenni rapora geçen hastalığı “Alkole bağlı siroz” olarak tanımlandı. Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, daha sonra “ bunu kat'i olarak kestirmek mümkün değil” diyerek “hipertrofik siroz” tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan (sıtma) siroz,. 30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu. Dr. Asım Arar ise, Dünya Gazetesi’ndeki mülakatında Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak “karaciğer kifayetsizliği”nden şüphelendiğini bu şüphesini “söylenmesi icap eden” kişilere söylediğini, bu kişilerinse, böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bunun üzerine ise kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar’ın söylediği türden birinin Atatürk’ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç olduğunu söylüyordu. 31 Temmuz 1938 günü Viyana’dan gelen Prof. Dr. Eppinger Atatürk’e çiğyemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz yedirmiş, ertesi gün Almanya’dan getirilen Prof. Dr. Bergman’da Atatürk’e rendelenmiş elma yedirtmiştir. Daha sonra da bu iki doktor bir araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek Atatürk’e Salygran şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir. Aynı gün yapılan konsültasyonda bu Alman ve Paris’ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki doktorlardan farklı olarak afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin (alkoloid) verilmesini uygun görüyordu. Zehirlendiğini anlamıştı Atatürk, Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; “Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir.. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti.”






KİMLER MASONDU?

Atatürk’ü tedavi eden doktorlar arasında Mim Kemal Öke,==============================>>>>>>
Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı masonluğu alenen bilinenler arasındadır. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da masondu. Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.


TEDAVİ EDEN DOKTORLAR

Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk’ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı. Prof.Dr. Akil Muhtar Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr. Mim Kemal Öke (adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır. Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris’ten Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin’den Prof.Dr.Von Bergman, Viyana’dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk’ün tedavisinde görev almışlardır.




MUSTAFA KEMAL'İN SAĞLIĞI

Mustafa Kemal, klasik çocukluk hastalıklarının dışında 20 yaşına kadar ciddi bir hastalığa yakalanmadı. 20 yaşında geçici bir süre yakalandığı sıtma hastalığının atlatılmasından sonra yine aynı yılda bel soğukluğu hastalığı takip etti. O yıllarda yaygın olan bu hastalık O’na ilerideki yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde üroloji kliniğini kurdurttu. İdrar yollarındaki bu müzmin hastalığa ilaveten, Anafartalar Savaşı sonlarında, 1916 yılında akciğer iltihabı dolayısıyla ateşi yükselerek yatağa düştü. 2 yıl sonra Yıldırım Orduları Komutanı iken böbrek ağrıları başladı. Karlsbad Kaplıcaları’nda tedavi gördü. 1919 yılında Şişli’deki evinde bir süre kulağından rahatsızlık geçiren Mustafa Kemal, aynı yıl 19 Mayıs’ta çıktığı Samsun’da tekrar nükseden Böbrek ağrılarından dolayı 19 gün Havza Kaplıcalarında kaldı. Samsun’da iken tekrar sıtmaya yakalandı. Aynı yılın son günlerinde, 27 Aralık’ta böbrek ağrıları tekrar başladı. 1921 yılı Nisan’ında sol yanağından çıban çıktı, daha sonra attan düşerek 3 kaburgası kırıldı. Bu hali ile cepheye gitti. 1923 yılında ise ufak tefek kalp rahatsızlıkları geçirdi. 1927 yılı Mayıs ayında göğüs ağrıları çekti. Berlin ve Münih üniversiteleri tıp fakültelerinin dahiliye klinik direktörleri Prof. Dr.Friedrivh Kraus ile Prof. Dr. Ernest Von Remberg hükümet tarafından Türkiye’ye getirtilerek Atatürk’e konsultasyon uygulattırıldı. 1936 yılı Kasım ayında üşütme sonucu ateşi yükseldi, ama kısa sürede iyileşti. 1936 yılı sonuna kadar bunların dışında Atatürk’ün başkaca ciddi bir sağlık sorunu olmadı.







ÖLÜM SEBEBİ ALKOL DEĞİL!

Atatürk’ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmiştir. Bu çelişkiye rağmen Atatürk’e biopsi de otopsi de yapılmamıştır. Alkole bağlı siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre ile günde en az 3 kadeh alkol alınması gerektiği bilinirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da aşırı içki içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir. Salyrgan (civalı ilaç)’ın Atatürk’ün tedavisinde “ajan tedavi ilacı” olarak kullanıldığı, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Öte yandan Atatürk’ün daha evvel sıtma geçirdiği bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır. Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi’nden Atatürk için 43 kutu kinin ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.



19 SORU?

*Atatürk’ün tedavisi için doktor seçimini kim yapmıştır?
*Purinol adlı ilaç Atatürk’ün tedavisinde ne kadar kullanılmıştır?
*Bu ilacı imal eden Hakkı Bey, (Ruhsat tarihinde soyadı kanunu daha çıkmamıştı.) Mustafa Hakkı Nalçacı denen kimse midir?
*Burun kanamalarından dolayı Atatürk’ü tedavi eden Dr. Naki Yıldırım yerine Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Meyer’e görev verilmesine neden ihtiyaç duyulmuştur?
*1938 Şubat ayında doktorların gelmesini uygun bulmayan Atatürk’e rağmen Prof.Dr, Frank, Prof.Dr.Epinger hangi gerekçe ve kimlerin tavsiyesi ile niçin getirilerek destursuz Atatürk’ün vücudu onlara emanet edilmiştir?
*Müsteşar Dr. Arar’ın yaptığı ilk teşhisi bildirdiği ve kale almayan yetkililer kimlerdi?
*Atatürk’e kaşıntıların sebebini karınca ısırığı olarak teşhis eden ve Çankaya Köşkü’ne ziyaretçi olarak 1937 sonlarında gelen doktor kimdi?
*Ölüm anında Atatürk’ün ağzına su verdiği ölüm raporunda belirtilen Dr.Kamil Berk ölüm raporunu niçin imzalamamıştır?
*Atatürk, Dr. Nihat Reşed Belger’e daha önce kendisini muayene eden Prof. Neşet Ömer İrdelp’in koyduğu teşhisi kontrol ettirme ihtiyacı hissetmiştir?
*Dr. Fissenger’in yazdığı reçeteleri hangi eczacı yapmıştır? Bu eczacı Mustafa Hakkı Nalçacı mıydı?
*Bahsi geçen yabancı doktorlar getirilmeseydi Salyrgan şırıngasını Türk doktorlar uygularlar mıydı?
*Sürekli doktorların bilgisi dışında Paris’ten getirilen ilaçların sorumluluğu kime aittir? (Paris’ten gelen ilacı bünye kabul etmemiş, hasta daha da fenalaşmıştır. 24 Ağustos 1938’deki bu tedavi işin dönüm noktasıdır. Atatürk, o tedaviden sonra “tamamiyle başka şahsiyet olmuştum. Çok tuhaf” diye Prof.Dr. İrdelp’e anlatıyor)
*Paris’te ilaç alınan 54 Reu Faubourrg Sainet Honere adresindeki firmanın Dr.Fissenger ile olan bağlantıları nedir?
*Özel Kalem Müdürü göreviyle Atatürk’e Köşk’ü karıncaların bastığına inandırmaya çalışan Süreyya Anderiman kimdir?
*Atatürk’ün ölümün üzerine düzenlenen iki rapordan; ilkinde teşhis karında toplanan sıvı, asit olarak belirtilirken, ikinci raporda alkolle ilişkili karaciğer iltihabı denmesinin sebebi nedir?
*Atatürk’ün tedavisi ile ilgili notları olduğunu söyleyerek, bir gün hatıra yazacağını söyleyen Dr. Ömer İrdelp, bahsettiği hatırayı niçin yazmamıştır?
*Atatürk’e biopsi ve otopsi yaptırmama kararını İçişleri Bakanı mason Şükrü Kay mı vermiştir?
*Atatürk’ün sıhhı hayatına ilişkin bilgiler Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nda nasıl kayıp olmuştur? (Bakanlık 1976 yılında bilgi isteyen bir profesöre “tüm aramalara karşın bulunamamıştır” cevabını vermişti)
*1948 ve 1949 yılında Bulgar yahudisi Framason Avam Benaroyas ve Yunan gazeteci Apostolos Grazos’un Yunan gazetelerinde yer alan iddiaları üzerine Türkiye Cumhuriyeti hükümeti herhangi bir araştırma ve girişimde bulunmuş mudur? Yoksa, haberi dahi olmamış mıdır?



...
Kullanıcı küçük betizi
kaye
Üye
Üye
 
İletiler: 1036
Kayıt: Pzr Oca 06, 2008 0:57

Re: Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

İletigönderen Balasagun » Çrş Kas 20, 2013 20:04

33 dereceli Mason’un itirafı:
“Atatürk’ü silâhla ortadan kaldırmayı düşündük!”


Resim
Yıl 1948, Ağustos 1’i. Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti (ELD)’nin “Laiki foni” yani “Halkın sesi” isimli gazetenin 685’inci nüshasında, Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli farmason Avram Benaroysan şunları yazar:

“Mefkûremizi imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!..”

33 dereceli komünist mason hangi darbeden bahsetmektedir ve “akıbeti feci şartlar altında ölüm” olan kimdir?

Bırakalım onu da kendi söylesin:

“(..) Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke’ye hitaben, ‘Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarımıza muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliriz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz’ demişti...

(...)

O zannetti ki; bütün muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır.

Fakat asla!

Türkiye’deki mason cemiyetinin Kemal Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetinin durdurulduğunu Moskova’da tarihî bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir hâlde, oradakilere şaşkınlık içinde haykırdım:

-‘O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!’

İşte böyle... 1948 yılı Ağustos ayının 1’inde Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti örgütünün yayın organı “Laiki Foni”nin 685 sayılı nüshasında Ege ve Balkanların kıdemli komünistlerinden 33 derece mason Bulgar Yahudi Avram Benaroyas’ın itirafları.

Bu itiraflar General Cevat Rifat Atilhan tarafından çevrilmiş, “Atatürk’ün Ölümündeki Sır Perdesi” alt başlığı ile gazeteci Ogün Deli tarafından kaleme alınan “Agoni” isimli derlemeye de alınmıştır.

Biz oradan aktarıyoruz.

Evet, Atatürk Türkiye’deki mason derneklerini, “Kökü dışarıda yahudi uşakları” diyerek kapatıyor ve dünya masonları bunun üzerine Moskova’da gerçekleştirdikleri bir toplantıda, “O sarı lider suret-i katiyetle ortadan kaldırılacaktır!” kararı alıyorlar.

Sonrasını zamanın kıdemli komünistlerinden 33 dereceli mason Avram Benaroysan’ın kaleminden okumaya devam edelim:

“-Atatürk’ün âni bir dönüşle mason cemiyetini kapatması bizi pek derin bir düşünceye sevk etmişti. İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silâhla ortadan kaldırmayı düşündük. Çünkü o, felsefemizin Türkiye’de yerleşme imkânlarını ortadan kaldırmıştı. Bu sebeple kendisinin de ortadan kaldırılması son derece elzemdi.”

Localarını kapattığı için Atatürk’ü “ortadan kaldırma” kararı alan mason-komünist ittifakı silâhla öldürme riskini başarı şansı yüzde 10’larda olduğu için tercih etmez. O zaman şu kararı alırlar:

“-Onun ölümü esrarengiz olacaktır!”

Balkanların kıdemli komünisti, 33 derece mason Avram Benaroysan’ın 1948’de kaleme aldığı itiraflarında Atatürk’ü esrarengiz ölüme götüren yol haritası şöyle anlatılıyor:

“-Mason cemiyeti Atatürk tarafından kapatıldıktan sonra; mason biraderler, cemiyet sanki kapatılmamış ve Atatürk’le aralarında hiçbir ihtilaf yokmuş gibi vaziyet aldılar. İmkân buldukça onun her hareketini alkışladılar ve zamanla onun etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; sarı lider kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti...”

Ve devam ediyor üstat mason Benaroysan:

“-Doktorlarımız Atatürk’ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden; 1937 ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını za’fa düşürmek suretiyle indirdi...”

İşin özü bu...

Detayları lazer Yayınları arasında çıkan “Agoni”den öğrenebilirsiniz. Yunanistan’da yayınlanan 1 Ağustos 1948 tarih ve 685 sayılı “Laiki Foni” gazetesine ve zamanın kıdemli komünisti 33 dere mason Benaroysan’ın hayatına ulaşmak Atatürkçü bir Genelkurmay için, TBMM için, Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan emekli generaller, meselâ Çevik Bir için de zor olmasa gerek...

Adamlar, mason derneklerini kapattığı için Atatürk’ü biz öldürdük. Önce vurmayı düşündük, sonra başaramamaktan korktuk, onun çevresini kuşattık, güvenini sağladık, sonra da hedefimize ulaştık diyor, Atatürkçüler susuyor, pısıyor... Kur’an kurslarına, başörtüsüne aslan kesilenler masonlarla kadeh tokuşturuyor...

Anlatılanlar hakikat ise, yedi düveli yenen Atatürk, üç buçuk masonun elinde can çekişe çekişe can vermiş ve onun canını alanlardan hesap sorulmamış, bu ayıp bu millete yeter de artar bile...

Ya sonra?

Mason dernekleri 1948 yılında “İnönü’nün emri ve Celal Bayar’ın desteği ile” tekrar faaliyete geçtiler. Halkevlerine devredilen mallarını da geri aldılar...

Peki, burada bitti mi?..

Hayır, bitmedi, bitmeyecek gibi de görünmüyor...

Atatürk’ün bedenini ortadan kaldıranlar oklarını onun ilkeleri ve felsefesine, onun çok sevdiği milletine ve milletinin değerlerine tevcih ettiler...

Üzülerek ifade edelim ki bu bahiste de başarılı oldular...

Lütfen, “Atatürk’ten, millî devletten, Lozan’dan vazgeçin” diyen ve “Şehitlik ve gazilik kavramları kaldırılsın” diyenlerle, “Türkiye moziktir, millet değil, halklardır” diyenlere dikkatle bakınız...

Pek çoğunun yüksek dereceli masonlar olduğunu göreceksiniz...

Ben daha ne diyeyim!..

Hasan DEMİR, 26 Aralık 2005
hasandemir54@hotmail.com.tr
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Re: Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

İletigönderen Balasagun » Prş Kas 21, 2013 8:44

Atatürk öldürüldü mü?

Resim
Ankaralı işadamı Muhammed Yüksel, Beyaz TV’de, Latif Şimşek’in sunduğu “Dinamit” programında, “Bu fotoğraflar elime açıklayamayacağım bir yerden geldi ve bu fotoğraflar Genelkurmay arşivlerinde bile yok” diyerek, Atatürk’ün ölüm sonrası yapılan otopsi raporlarını yayınladı.

“Arşivci” kimliği ile tanınan Yüksel’in iddiası şu: “Atatürk zehirlenerek öldürüldü.”

İddiasını destekleyen görüşü ise gayet mantıklı:

“Otopsi raporu niye yayınlanmadı?”

Fotoğraflar otopsiye katılan doktorlardan biri tarafından çekilmiş. O doktor, Osmanlıca beyanlarda da bulunmuş.

“Biz bu beyanları çözdük ve biz bu görüntüleri o doktorun arşivinden aldık” diyor işadamı Muhammed Yüksel. İki gündür hemen bütün gazetelerde yer alan ve internet ortamında en çok tıklanan bu iddia ve görüntüler üzerine artık bir şeyler söyleyebiliriz.

Önce otopsiye katılan doktorlara bakalım:

Dr. Akil Muhtar, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abra Vaya.

Bu isimlerden, Dr. Abra Vaya, yahut otopsiye katılanların tamamı, Atatürk’ün Brutus’u gibi sanki. Önce Abra Vaya’ya dikkat çekelim. Çünkü, ilk üçü ile ilgili meselâ internet ortamında çok geniş bilgiler bulabiliyorsunuz amma Dr. Abra Vaya hakkında, Atatürk tarafından CHP azınlık kontenjanından milletvekili yapılmış, kurucu meclis üyeliğine getirilmiş, senatör olmuş olmasına rağmen, meclis zabıtlarındaki isminden başka hiçbir bilgiye ulaşamıyorsunuz.

Bu gizlilik niye ve kimin başarısı?

Herhalde bu gizlilik, Dr. Abra Vaya’nın kimliğinden kaynaklanıyor. Çünkü Dr. Abra Vaya, Yahudi kökenli. İzmirli bir Rum’la evlenmiş. Atatürk de onu özel doktoru yapmış. Lâkin adı bir hayalet gibi dolaşıyor ama ete kemiğe büründürmek pek mümkün olmuyor. Otopsiye katılan diğer isimler de Atatürk’ün Brutus’u olabilir.

Türk toplumunun “dönme” olarak bildiği Sebatay Cemaati mensuplarından Ilgaz Zorlu, 2000 yılı Şubat ayında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organize ettiği Diyalog Platformu’nda, “Sabatay Sevi, kendi cemaatine ‘benzet; ama asla benzeme’ doktrinini benimsettiğini” açıkça itiraf etmiş, belki ne dediğimi anlamayanlar yahut tevil edenler bulunur diye de sözlerine şu açıklığı getirmiştir:

“-Kendini Müslümanlara benzet; ama asla onlar gibi olma. Sabateistler bulundukları ülkenin kurallarına kesin olarak uyarlar. Örneğin biz her dini toplantımızda Cumhurbaşkanı Demirel’e ismen dua ederiz.”

Bilemiyoruz...

1938 yılında bütün dünyada otopsi yapılıyor, ölüm raporu yayınlanıyor, Atatürk gibi bütün dünyanın dikkatlerini üzerinde toplayan bir şahsiyetin otopsisi yapılıyor ama ölüm raporu yayınlanmıyor, üstüne üstlük ölüm sebebi, “Siroza bağlı kalp durması” olarak açıklanıyor. Yani bu milletin çocuklarına, sizin Atanız boğazına, zevkine hâkim olamadı, içe içe gitti mesajı veriliyor. Böyle bir açıklamanın yapılması bile tıp etiğine uymuyor, uymuyor amma oluyor. Oysa Atatürk, iradesi güçlü bir kişi idi. Meselâ cephede ağzına damla içki koymazdı.

Benzer iddialar Fatih’in ölümü için de varittir, biliyorsunuz. Yani Atatürk ne ilktir, ne de sondur.

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu 75 milyonun gözleri önünde şüpheli bir ölümün kurbanı olmadı mı? ASELSAN’da stratejik araştırmalar yapan Türk mühendislerin “intihar” süsü verilerek katledilmeleri kayda değer değil mi? Bugün Ecevit’in ölüm sebebi niçin araştırılıyor? Özal’a yapılan suikastın örtbas edilmesinin arkasındaki sır ne? Dahası, Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümü, Atatürk’ün ölümü, yahut öldürülmesine ne kadar da benziyor? Normal ölüm de olsa devlet başkanına otopsi yapılması gerekiyor amma Özal’a yapılmıyor. Niye? Alınan kan örneğinin bulunduğu kap kırılıyor. Niye? Her ihtimale karşı araştırmalar yapılsın diye saç, tırnak yahut benzeri doneler alınması gerekiyorken bunların hiç biri yapılmıyor, “Kap krizi” denilerek mesele kapatılıyor. Niye?

Bugün bu iletişim çağında bunlar oluyorsa o gün kim bilir neler olmuştur, öyle değil mi?

Ve insan ister istemez “Atatürk’ün gizli vasiyeti” iddialarını hatırlıyor.

Hani, Atatürk’ün sırdaşı, istihbarat subayı Mehmet Rifat Efendi’nin oğlu Selahaddin Bey, oğlu Alaaddin Bey ve torunu Meriç Tümlüer’in var olduğunu iddia ettikleri ve “Ölümümden 100 yıl sonra açılsın” diyerek kaleme aldırdığı, bir güç tarafından ısrarla gizlenen, Türk milletinden saklanan vasiyetini...

Evet, T.C.’nin Başbakanı Sayın Erdoğan...

Hem Atatürk’ün gizlenen vasiyetini, hem ölümünden sonra yapılan otopsi neticesi varılan, “Atatürk zehirlendi” iddiasının açıklığa kavuşması için size büyük ve ağır sorumluluklar düşüyor.

Bu, zamana yayamayacağınız tarihî bir görevdir.

Hasan DEMİR, 11 Haziran 2012
hasandemir54@hotmail.com.tr
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Re: Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

İletigönderen blackekinoks » Prş Eki 30, 2014 22:45

atatürke mason diyen şerefsizlerin okuması dileğiyle
Kullanıcı küçük betizi
blackekinoks
Üye
Üye
 
İletiler: 13
Kayıt: Prş Nis 05, 2012 16:01

Re: Atatürk'ü Masonlar Zehirledi...

İletigönderen pasam78 » Cmt Haz 01, 2019 0:58

Adamlar kac yildir dunyayi kontrol ediyor zaten yapmis lardir isine gelmeyenleri kaldiriyorlar
Kullanıcı küçük betizi
pasam78
Üye
Üye
 
İletiler: 1
Kayıt: Cmt Haz 01, 2019 0:52


Şu dizine dön: Mustafa Kemâl ATATÜRK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x