
Şimdi de, sözü geçen kitabın 35. Sayfasından ilginç bir paragrafı da okuyalım:
“Bizde ortalık dili mevcuttur ve geniş mikyasta yayılmıştır. Asıl milli lisan da odur. Bu dilin esası fonetik, morfoloji, hatta lügat itibariyle İstanbul dilidir. Fakat İstanbullu olmayanların dilinde çok defa mahalli şive ve çatıklığı hissedilir. Bu inhiraf iradi değildir, bilakis istenmeyen ve bertaraf edilemeyen bir değişikliktir. Eski edebi lisanımıza karşı son yarım asır zarfında gösterilen aksiamel yazı lisanımızı ortalık diline (İstanbul’un fasih konuşma diline) çok yaklaşmıştır.
Denilebilir ki, şimdiki halde, Türkçe kadar, yazı ve konuşma lisanları birbirine yakın hiçbir Avrupa dili yoktur. Harf inkılâbı üzerine imla sadeleşmiş olduğundan, bizim hikâyedeki yazı dilimiz, yeni edebi lisanımız muhayyel derecede bir basitlik kazanmış, ortalık konuşma dilinin fasih şekliyle adeta birleşmiştir. Tabii, ihtisas lisanları ayrılıklarını muhafaza etmektedirler; başka türlü olmasının da imkânı yoktur. Bizde müşterek, milli dil çok eskiden beri konuşma dili olarak teessüs etmiştir. Ana vatandan elli altmış sene evvel ayrılmış olan yerlerin Türk ve hatta sadece Müslüman ahalisi hâlâ müşterek Türk dilini unutmamıştır.”

Atatürk, bu satırları dikkatle okumuş ve altlarını çizmiştir. Atatürk bir dil bilgini değildir. Fakat Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin ve bu cemiyetin kuruluşunda, kuruculara yaptığı yol göstericiliğe dikkat ettiğimizde onun bu konuda ne kadar kuruluşunda, aşağıda belirteceğimiz, bilgi sahibi olduğunu görebiliyoruz.
Türk Dil Kurumu önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak kuruldu.
Ruşen Eşref Ünaydın bu Cemiyetin kuruluşunu anılarında şöyle anlatır:
“11 Temmuz 1932’de Reisicumhur Gazi Hazretleri’nin davet iltifatını aldım. Köşk’e gittiğimde çalışma masasının etrafında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Üyelerini gördüm. Tarih konusunda konuşma bitmek üzereyken odadakilere ‘Dil işlerini düşünecek zaman gelmiştir. Ne dersiniz?’ diye sordular. Olumlu cevap alınca ‘Öyle ise, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir Dil Cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.’ buyurdular.”
Kendi eliyle şu şekli çizdiler: Dil Cemiyeti
A. Filoloji ve Lengüistik
B. Lügat ve İstilah
C. Gramer ve Senteks
D. Etimoloji
Peşinden de: “Yarın Hükümete dilekçe verip Cemiyetin iznini almalı, fakat bunun için önce bir Reis, bir de Umumi Kâtip seçmeli. Ben her ikisini de burada aramızda görüyorum.” dedikten sonra eli ile Samih Rifat Bey’i göstererek “Zatıâliniz bunun reisliğini alırsınız.” buyurdular. Umumi kâtipliğe de beni münasip gördüler. Gerekli işlem yapılarak 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuş oldu.
Cemiyetin kurulmasından birkaç gün sonra 18 Temmuz 1932’de Ezan’ın Türkçe okunması için bir emir yayınlandı. Artık minarelerden “Allahu Ekber” yerine “Tanrı Uludur” sesleri yükseliyordu.
Cemiyet halk dilinde yaşayan Türkçe kelimeleri derletti. Bunun için söz derleme kılavuzu ile, derleme fişlerini hazırlattı. Büyük bir kısmı öğretmenlerimizden oluşan derleyicilere dağıttı. Bunlardan gelen taramaların sonucunda “Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları tarama dergisi” adlı bir Tarama Dergisi yayımlanmaya başlandı. Sonradan bunlar “Derleme Sözlükleri” adı altında basıldı. Buna Atasözleri ve Deyimler ile bölgesel olarak kullanılan “Ağız”lar da eklenerek “Tarama Sözlüğü” oluşturuldu. Bu cemiyet “Dil Kurultayları” düzenledi. Her Kurultayda bilimsel tartışmalar yapılarak önemli kararlar alındı. Üçüncü Kurultay 24-31 Ağustos 1936 tarihlerinde toplandı ve Cemiyet’in adı “Türk Dil Kurumu”na çevrildi. Bu dönemde Türk Dili Arapça, Farsça sözlüklerle dolu idi. Atatürk, Türk Dili’nin düştüğü bu durumdan nasıl kurtarılacağını 2 Eylül 1930’da şöyle açıklıyordu:
“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Sonuçta, Atatürk, Arapça olan matematik, özellikle geometri terimlerini (örneğin, üçgen, dörtgen, kare ve daha birçok) terimleri Türkçeye kazandırmış, bunlar artık dilimize yerleşmiştir.
Dr. Sıtkı AYDINEL, “Bütün Dünya”, Aralık 2003
sitkiaydinel@butundunya.com.tr