yazar: SAFRUH
ATATÜRK VE İNAM ATA
Mutlakım, Kutsalım, Peygamberim İnam Ataya (Asif Ataya) Yüce Secdeyle!
Azerbaycan-Türk Dünyasının beyni ve yüreği,
Türkiye-Türk Dünyasının kolu ve küreği.
(Asif Ata)
Ben sıradan bir köylüyüm-Azerbaycanın başkentinde yaşasam da. Ve özümü ucsuz-sınırsız Türk Dünyasının bir bireyi sayıyorum. Ben bu Dünyayı yürekden-candan seviyorum; XIX-XX yüzyılların anlağı ile diyorsam, köylü öz evini, toprağını sevdiği kibi.
Benim için olum da nispidir, ölüm de. Bunların ikisi birlikde-Mutlakdır ve onun son ucu-ölümlü değil, olumludur, olandır. Aslında son uc, son ucu ölümlü Dünya deyimi yanlıştır, yalandır. Bu tayin Dünyadakılarla ilgilidir, Dünyayla yok. Benim ölümümle olumum hemin bu Dünyaya ilişikdir. (Geçmişde ben ona Açun deyipmişim Daha neler deyip, hanki adlar veripmişim geçmişde ben ona?). Yani benim onunla ilişikliğim ezeli ve ebedidir. Ezeliliğimi onda bulduğum kibi, ebediliğimi de onda görüyorum ve onun geleceğini bugünün ışığında mümkün kadar daha dolğun ve aydın görmek istiyorum. Bu istek bende ulusal duygu düzeyini çoktan geçerek, sanki bioloji duyguya dönüşmüşdür.
Benin ihtisasıminsanlarla samimi ilişkiler kurmakdır; hadefim, maksadım da insanlar arasında bu tür ilişkiler yaranmasına çalışmaktır.
Benim isteğim, aşkım, şevkim-bu alanda her yönde uğur kazanmakdır. Heryönlü olmayan hiç bir üstünlüğümü uğurum saymıyorum. Eksikler, küçük noksanlar üzerinde haddından artık inlemeğim, uğur ve ışıkdan (örneyin, insan körpelerini seyirden) özümü yitirene kadar duygulanıp sevinmeğin bunun alametidir...
Atatürk ve İnam Ata adlandırdığım bu yazıda ben bu sözleri niye yazıyorum? Çünki benSamimilik acıyım- bilmecede değildiği kibi: Deryada bir gül var, su! deyip ağlar.
Bana göre, Özgürlük-yaşamın tarzı ile ilişik mazmundur. Her bir ulusca, o sıradan türkce yaşam tarzı var-ben özümü onda tanımışım (ezelilik meselesi) ve bu tarzı korumak isteği pek doğanın özünden geliyor. Ben onu yaşatmağa kavrayışla-sevkıtabiilikle doğulmuşum-her kes kibi (ebedilik meselesi). Bunun alğılanmasınasa her kes yetmiyor. Yetmeyenleri kınamamakla, yetenlerin çok olması her bir tarz (ulus) için uğurlu sayılıyor.
Tarzsa (başka adla da göstermek olur, örneyin, üslupla da demek olur, ben bununla diyorum) ulus yaşamının bütün yönlerinde özünü gösteriyor-doğuluştan ölüşe kadar, yerinden göküne kadar, taş parçalamasından ibadetine kadar. Onu atmağın mümkünsüzlüğü (en azı çetinliği) bundan ileri geliyor. Burada ben konudan bir az yana çıkarak diyorum: Ulusu atmağın, bırakmağın mümkünsüzlüğüatmağın, bırakmağın gereksizliğindedir.
Ulus hünerin adresidir- sevilen kız kibi, oğul kibi, aile kibi; ata kibi (ben olmalıları diyorum heri yok). Ulus-olmalı kibi kızdır, olmalı kibi oğuldur, olmalı kibi evdir (ailedir), olmalı kibi atadır, anadır...
Bütün hüner sohbetleri bu mazmun üzerinde gidiyor. Bu mazmunun üzerine kalkmadan yapılan milletçilik sohbetlerini sevmeğenler haklıtırlar, çünki bu düzeydeki milletçilik adamı bıktırıyor, konuyu gözden düşürüyor.
Ulus-doğadır, doğandır, doğurandır (ana-bu konuya uygun anlayıştır-bütün canlılarda). Ancak ulus-Yaratan değil. Yaratan-bireylerdir, ulus üzerinde yükselen bireyler: Atatürk kibi, İnam Ata kibi.
Ben tarihe, beşere, dünyaya samimi tellerle sarılmalıyım. Beni bunlara en derinden, mutlak şekilde kavuşturan-hüner bakımından Atatürk, ruh bakımından İnam Atadır (Asif Atadır; ruh anlayışını özünün belli etdiği terkip ve tutumda).
Ben Atatürkü yigit kibi, daha doğrusu, dahilikle yigitliği özünde birleştiren benzersiz bir tarihi şahsıyet kibi, İnam Atanı Mutlaka İnam Yaratıcısı, Peygamber kibi kabul ediyorum; özümse bunların hiç birisinin bilicisi değilim; çağında Atanın Birinci Kutsal Kitapı Mutlaka İnam basılanda (1999) ona önsöz yazmağıma göre şimdi utanıyorum. Ancak ömürlük işi Anlam ve Hakikat araştırıcılığı olan bir insan kibi benim de duygularım neyese yarar deye düşünüyorum. Yalnız bu hakla hemin Büyük Adlara yönelik öz düşüncelerimi açıklamak istiyorum-Türksoya onların gerekliği ve bu yönde bir-birine yardımçı olmaları bakımından.
Atatürk Ben yalnız özgür bir ulusun evlatı ola bilirdim diyordu. Onun başçılığıyla olmuş en korkunc savaşların birinden onun kavğasının bilicileri sözünü örnek çekiyorlar: Bir bölük dövüşçü gözlerinin karşısında öz alaylarından bir bölüğün son kişisine kadar kırılmış olduğu hendeğe atılmakdan önce Kurandan neyse okuyup hemin hendeğe ölüp-öldürmeğe atılırlarmış. Diyorlar hemin alayda 76 er varmış, onların hepsi bu savaşta ölmüştü. Bu o savaştı ki, Atatürk özünün (şimdi bütün dünyada ünlü olan) Ben size ölmek emri veriyorum! Güçünü o zaman göstermişdi.
Sonralar Atatürk dini devletden ayırdı, Hilafeti (saltanatı?)-din hakimiyetini lağv eledi, daha sonralar, bence Ocaköncesi 47-ci (1932) yılında ülkede azanın, Kuranın türkce okunmasına nail oldu; kuruca görünüşü bile, dinden sorak, haber veren arap alfabesini reddetdi. Ve Atatürk Ziya Gökalpı özünün öğretmeni sayıyordu, İslam Peygamberini yok. Çünki o, Ziyadan türklük, yani Özgürlük öğrenmişti.
Atatürk-öz soyu için özgürlük arıyordu. Çanakkala, Anafartalar, İstiklal, bunlardan önceki ve sonrakı savaşlarda onun soyunu Yer yüzünden silmeğe gelenler Kuranı okumuyordular, arap alfabesi ile yazmıyordular, Bibliya okuyur ve esasen latın alfabesile yazıyordular. O savaşlarda türkler Batılıları yendiler, az sonrasa
Ancak Yurt-Ulus uğrunda, bir sözle: özgürlük uğrunda her gün barıştır, her gün savaştır. Türkler her gün savaşı sevmiyorlar, herden savaşı ve esasen barışı seviyorlar-özüm türk olduğuma göre bunu tam inamla söylüyorum. Her gün savaş, her gün barış bütün dünya düsturunun Her gün savaş kesimini unudanlar-yitiriyorlar. Her gün savaş-esasen inanc araçlığıyla oluyor. Ve inancı özünden olmayanlar esasen yadların hayırına-yani öz Özgürlüklerinin zararına savaşmış oluyorlar!.. Her gün barışı sevmekçok büyük ucalıkdır, bu-insani hasletden sorak, bilgi veriyor. Ancak hem de bu ve ya başka biçimde bağımlılığa girmek yoludur; ona göre de ister-istemez bizden olmayan her gün savaş yöntemini de cephanemize almalıyız. Bu imkanı bize İnam Ata (Asif Ata) yaratıb.
İnam Ataçılık-yalnız Dinçiliğe karşı değil, her tür Yadlığa, o sıradan Batıçılığa karşıdır. (Bizim öz alfabemiz olmalıdır. Bak: Safruh. Başlanğıc, AzENPb, Bakı 2003, sayfa 69. İleri kaçarak diyoram ki, öz alfabemiz-abemiz artık var!).
Dövüşlerdeki, savaşlardakı uğurlar-Özgürlüğün yalnız malzemesi, materialıdır; İnanc-Özgürlüğün kurucusu, yüzünü belli edendir, onun cevheridir. Bu o demekdir ki, cebhelerde, meydan savaşlarında düşmanları yenen yigiti gündelik yaşamda, ibadet odalarında yeniği gözleye bilir-Yurtun, Ulusun İdrakı, inancı yaddan geliyorsa. Nice ki, Türkiyede özgürlük savaşçılarımız bu akıbetle karşılaştılar. Atatürkün dine karşı atdığı adımlar aslında bu akıbete karşı gördüğü önlemdi
Ancak azanın türkce verilmesi, Kuranın türkce okunması-yarımönlemler idi. Çünki millilik yalnız dilden asılıyorsa, dil dibinden kırılır demişler. Üzü Mekkeye doğru ibadet eleyen, mevcut göyel (semavi) dinleri (o sıradan İslamı) yaşatan, onların esasında yaşayan türk iseözgür değil, öz türklüğünde özgür değil, bütöv değil, tam değil. Cebhede, meydanda ne için savaşıyorduk? Özgürlüğümüz için. Özgürlüğümüz ne demekdir? Özümüze benzemeğimiz (arapa, ingilise yok!).
Yigit-na kadar dahi oluyor-olsun peygamberi yenemez. Ve o peygamberin çağırışı ulusal mazmunca yigitin işine uygun değildirse, yigit kahr olacak. Nice ki, Mete kahr oldu, Atilla kahr oldu, Göktürk kahr oldu, Hazar hakanlığı, Selcuklu, Osmanlı sultanları kahr oldular-has Türk Ulusu yaratmak istedilerse de, yaratamadılar. Onlardan bize türk medeniyeti (her şeyi kapsayan sivil kurallar anlamında), türk yönetim sistemi, belli-başlı türk dili, türk kitabı, türk alfabesi, türk tarihi, bilimi, felsefesi, filolojisi, türk tapınağı, türk allahı
kalmadı. Atatürk bu yönde daha ciddi adım atmak istedi. Ancak
Ziya Gökalp, özünün bütün alevli türkseverliğiyle birlikde, Peygamber değildi, inanc yaratıcısı değildi; aksine, alabezek bayrak tarafdarıydı: İslam ümmeti, Batı medeniyyeti
İnsandan inancı al, medeniyyeti al-onda kuru leşden başka ne kalıyor?! Bayrakdakı inanc-türke yad, medeniyet-türke yad! Leş ümmete ne yapa bilir? O, ümmetin biçimine girecek. Leş medeniyete ne yapa bilir? O, medeniyetin yoğurduğu biçime girecek. Ümmeti, medeniyeti yaratan-insanlardır, iradedir; leşi yaratan doğa. Palamut ağacı Bağbana, Ormançıya ne yapa bilir? Bağban onu isterse yetiştirir, isterse kesir. Yetiştirende de öz maksadı için yetiştirir. Ya Aslan, Kaplan ne yapa bilir insana, ya Ejderha, Timsah ne yapa bilir?!
Ancak yigit Dine karşı kavğa ede bilir-Dine karşı kavğa eden inanc yaratıcısının bileği ve küreği olmakla; beyin ve yürek-inanc yaratıcısındandır.
Mustafa Kemalın zamanında türklerin İnam Atası yok idi, Şimdi-var! Asil Atatürk zamanı şimdidir, bundan sonradır.
Atatürk hem de Mustafa Kemaldan kurtulmak demekdir.
İnam (Ata) kökeni üzerinde çok yigitler yetişe bilir ve onları Atatürkün bugünkü akıbeti gözlemez: şimdi yene Dinçilik (ve Batıçılık) Atatürkü-onun yüce ulusal amaçlarını-ağzına götürüp gidiyor; adını da etkisiz duruma getirmeğe çalışıyor. (Azerbaycan türkçüleri Babeke namaz kıldlrmak istedikleri kibi). Diyorlar artık öten yüzyılın 50-nci yıllarından-Atatürkün ölümünden 10-12 yıl sonrayene de azanın orijinalda (arapcada) okunmasına dönüpler ve türk ahali bunu... düğün-bayramla, kurbanlar kesmekle karşılayıp...
Budur bak, hakanların, sultanların, yigiterin papağı (külahı) güne yakmaları-kahr olmaları! Onların yüz yıllarca, bin yıllarca yönetdikleri ülkede, toplumlarda ahalinin leşi türk, içi-yad!
Çünki onların inanc odalarında yadlar oturup, yad kitapından, yad dilde vaaz okuyurdular. Bilge hakan, Ebutalip oğlu Alinin çağdaşıydı. Ancak Bilge hakanın torunları, soyu Alinin her adımını, her sözünü ezber biliyor, Bilge hakanısa demek olur tanımıyor, ona yad kibi bakıyorlar-çünki onu tarihin dağıntıları altından dün kazarak çıkarıplar ve o öz ulusunun sevgisinde daha hiç zaman özüne yararlı, tutmalı olduğu yeri tutamayacak. Oysa Bilge türkün özgürlüğü için ömrünü vermiş. Ali türkün Bağımlılığı için çalışmıştı (birbaşa, ya dolysıyla, farkı yoktur). Neden-yadelli, yaddilli inanc odaları-mescitler, Kuranlar, Kitaplar, katipler...Nizamülmülklerden, Nizamilerden tutmuş Şehriyara kibi.
İnam Ata Özünü Zerdüştün, Babekin, Dede Korkutun, Neiminin, Fuzulinin, Muğamın, Sazın ve genellikle dünya ruhaniyatının varisi ve cevheri sayıyordu.
İnam Atanın gelişiyle türkün ruhaniyat arayan gözü yad kapılarından çekiliyor-şimdi onun yigitlerinin işi havaya sovrulmayacak, unudulmayacak, onun sıradan kişilerinin ulvi istekleri yad adreslere doğru ırmaklanmayacak, onları özlerine sevdirecek, onun ruhaniyatının temeli olacak. Öz Ruhaniyatı onu daha da yüceldecek.
Yakınlığa, samimiliğe kucak açılanda yadlığa dirsek göstermiş oluyor. Kucağın tutumu dirseğin güçüyle ilişikdir. Dirsek-yadı inkar etmek yok, yerinde oturtmak anlamı taşıyor. İnama kucak açan türklük islama ve tıpkı o biri dinlere Türkistanda, öylece de Azerbaycanda dirsek gösteriyor, Arapistanda yok. O birilerine de öylece.
Yukarıda adını çekdiğimiz savaşlarda Mustafa Kemal (Atatürk) Batılıları-bir kısmınıyendi, ancak az sonra onların... alfabesine yenildi. Her şey alfabeden-en sıradan olandan başlanıyor-Özgürlük de, o biri de...(Burada ben yene konudan yana çıkıp bir kanımı bildirmek istiyorum: Bana göre, yukarıda adları çekilen savaşlarda türkler ingilizler, faransızlar üzerinde uğur kazanmayıplar-öz canlarını onların belasından kurtarıplar-o da zor-güçle! Türkün ingiliz üzerinde uğuru-İngilterede, fransız üzerinde uğuruFransada kazanıla bilir. Biz türkü buna çağırmıyoruz).
He, her şey alfabeden başlanıyor-Özgürlük de... Burası artık Yigitin savaş meydanı değil. Burası-inanc odalarının-İnam Evlerinin işidir-onların işlerinin Bağımsız Vatan bölümü olmakla.
Burada İnam Evi sözüne aydınlık getirelim. İnam sözüyle biz esasen, Asif Atanın yaratmış olduğu ruhaniyatı ifade ediyoruz. Bu söz hem de Asif Atanın peygamberlik adı yerinde işlediliyor: İnam Ata. Asif sözünü biz ruhani ad, Ataya uyğun ad saymıyoruz. Demek, İnam Evi hemin bu Peygamberin, Atanın talimini yaşatan, öğrenen, öğreden kutsal mekandır, adresdir-Evdir. O hem de İnam Atanın (Asif Atanın) Evi anlamındadır. Bu Evin daimi bir sakini oluyor; o, İnamın anlamını, cevherini özünde taşıyan, yaşatan şahsdır; ona Odkoruyan diyorlar-ruhani odu koruyan anlamında.
İnam Evi şimdi birdir; gelecekde çok olacak... İnam Evlerinde yaşatılan Ruhla Atatürklerin çabaları arasında tam bir yakınlık var ve olacak; hiç bir karşıdurma, tezat yoktur ve olmayacak. Onda türk yigitleri daha inamlı adımlar atacaklar. İnamlı, İnamçı Atatürkler yetişecek. Tarihin sonu değil. Tarihin sonu sözünü şaşkınlardan işitmişim.
İnamçı Atatürklerin hünerleri öz ata-dedelerinin-Bilge hakanların alfabesinde yazılacak. O alfabeni İnam Atanın Mutlaka İnam Ocağı 7 yıl bundan önce özünün esas yazı cızgısı (grafikası) olarak kabul etmişdir ve işletmekdedir. O, özü Türk Ruhaniyatının tek alfabesi olacak (olup), sonrasa yavaş-yavaş, doğal yürüyüşle bütün Türk Dünyasına yayılacak.
Son söz yerine:
Atatürk-bütöv türk yigitidir, İnam Ata bütöv türk soyundan beşer peygamberidir. Peygamberi zaman yetiriyor, Yigiti-zaman içindeki an, mekan.
Safruh değip: Asif Ata okunu atıp, avını vurup-Peygamberdir. Şimdi yene Safruh diyor: Türk budunu! Av-tuzakdadır, okunu atmak çağıdır! Sen bu okla Peygamber kazanacaksın, Peygambere yeteceksen. Bu yetiş senin görünmemiş, karşısıalınmaz ve elçatmaz, ulaşılmaz Birliğine neden olacak.
Türk aydını, bunu öz budununa anlat!
Atamız Var Olsun!
Od ayı, 27-nci yıl. Atakent. İnam Evi.
(temmuz 2005. Bakı)