Öncelikle Kitabı eleştiren Haluk Hepkonun Eleştirisini koyalım:
Bundan bir süre önce James Churchwardın Mu Kıtası ile ilgili kitapları piyasaya sürülmüştü. Son dönemlerde kayıp kıtalar ya da uzaydan gelen yaratıklar türünden mevzuların ilgi çektiği açık. Çok değil bir on sene öncesine kadar insanlar kendilerine bu türden şeylerden bahsedenler için üzülür; akıl sağlığının ne büyük bir nimet olduğunu düşünürlerdi. Şimdilerde işlerin bayağı değiştiği anlaşılıyor. Churcwardın kitaplarının Atatürk ile ilişkilendirilip yayımlanması ise meselenin vahametini artırmaktadır. Atatürkün okuduğu kitapların arasında bunların öne çıkarılmasının nedeni söz konusu akıldışılığa toplum nezdinde bir meşruluk kazandırma isteğidir.
Sinan Meydanın Atatürk ve Kayıp Kıta Mu başlıklı kitabını da bu çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Meydan kitabında özetle Tahsin Mayatepekin raporlarından ve Churcwardın eserlerinin tercüme edilmesinden hareketle, Atatürkün, Türklerin Mu kıtasından geldiğine inandığını ileri sürmektedir. Meydanın bir başka derdi de araştırma yapması için Atatürk tarafından Meksikaya gönderilen Mayatepekin on dördüncü raporunun, kendi ifadesiyle, materyalistler tarafından suistimal edilmesidir.
Yolun başında bir araştırmacının böyle iddialı tezlerle ortaya çıkması, üstelik bunu yaparken sağı solu uluorta suçlaması ilk bakışta tuhaf gelebilir. Gelmemelidir. Meydanın konu hakkındaki hassasiyeti son derece normaldir. Çünkü ona göre Türklerin anavatanı gerçekten de kayıp Mu kıtası, dünyanın en eski dili de Mu dili, yani Türkçedir. Meydan, kitabında konu hakkında nesnel bir araştırma yapmaktan ziyade öznel fikirlerini, Atatürkü de işin içine katarak, açıklamaktadır. İlk bakışta anlamsız gelebilecek hırçınlığının nedeni budur.
Meydan meseleyi anlamamış
Atatürkün Churcwardın kitaplarıyla ve Mayatepekin raporlarıyla bir dönem ilgilendiği doğrudur. Bu ilginin nedeni Churcwardın saçma denilebilecek uygarlık tezi değil söz konusu dönemde oluşturulmaya çalışılan Türk Tarih Tezi ve ona bağlı olarak şekillenen Güneş Dil Teorisi idi. Her ikisinin de bilimselliğini ya da doğruluğunu tartışmak bugün için mânâsızdır. Ama tarih içerisinde oynadıkları rol ve anlam Kemalist Devrimin ideolojik hattını anlamak açısından çok önemlidir. Türk Tarih Tezini ve Güneş Dil Teorisini basit bir milliyetçi hezeyan olarak değil Kemalist Devrimin yıktığı düzenle ve Avrupa merkezci tarih teorileriyle hesaplaşma çabaları olarak değerlendirmek gerekiyor. Böylelikle hem ümmetten millete geçilmek hem de Batı karşısında kendisini ezik hisseden mazlum bir millete özgüven aşılanmak istenmişti. Teorinin kendisine odaklanan Meydanın ne meseleyi ne de onun tarihteki yerini anlamadığı görülüyor.
Mayatepekin on dördüncü raporu İslam dini ve güneş kültü arasındaki benzerlikler üzerinde durmaktadır. Söz konusu rapor filmlere konu olabilecek bir maceranın ardından bulunmuş ve Turan Dursun tarafından Saçak dergisinde yayımlanmıştı. Dursun o dönemde diğer on üç raporun ortada olmamasını da eleştirmişti. Meydan, Dursunu acelecilikle itham etmeyi ihmal etmeden, on beş yıl sonra diğer raporların bulunduğu müjdesini veriyor. Hâl ve tavrına bakan söz konusu raporları Meydanın bulduğunu zannedebilir. Oysa Meydanın yaptığı yaklaşık iki yıl önce yayımlanmış raporları kendi yorumunu da katarak tekrar yayımlamaktan ibarettir.
Meydana göre Churcwardın ufuk açıcı tespitlerinden ziyade Tahsin Mayatepekin pozitivist fikirlerini yansıtan on dördüncü rapor Atatürk tarafından beğenilmemiştir. Ona göre Mayatepek ile TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplar bunun göstergesidir. Oysa mektuplarda anlaşmazlık olarak yorumlanacak bir şey bulunmamaktadır. Meydan kitabında konu ile ilgili kişisel kanaati dışında bir kanıt gösterememektedir.
Kemalist devrimin tutumu
Aslında yazdıklarını okudukça söz konusu fikirlerin esas olarak Meydanın hoşuna gitmediği anlaşılmaktadır. Meydan her ne kadar Atatürkün İslam tarihine yaklaşımının genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı olduğunu kabul etse de pek içine sindiremediği bu tutumu ama ölçülüydü gibi ne anlama geldiği anlaşılmayan ifadelerle yumuşatmaya çalışmaktadır. Kitapta yer alan "Tahsin Beyin İslamın doğuşu tezi (
) Cumhuriyet ideolojisine uygundu. Fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı" (s. 175) türü kendisiyle çelişen ifadeler bu yumuşatma girişiminin sonucudur. Meydanın Kemalist devrimin din konusundaki tutumunu pozitivist Tahsin Bey üzerinden eleştirmeyi kendisi açısından daha akıllıca bulduğu anlaşılıyor.
Kayıp kıta Mu hakkında geçmişte ve günümüzde bu kadar tartışma çıkmasının nedeni konunun jeolojiyle değil doğrudan uygarlığın kökeniyle ilgili olmasıdır. Bu ilginç fikirlerin gelip dayandıkları nokta tarihte ilerleme diye bir şeyin olmadığı görüşüdür. Bunun en iyi örneğini Churcwardda görebiliriz. Ona göre evrim yoktur; toplumlar gelişmezler. Tektanrılı dinler toplumların gelişmesiyle birlikte değil, çok daha önce üstün bir uygarlık sayesinde ortaya çıkmıştır. Sonra insanlık yozlaştıkça çoktanrıcılık başlamıştır. Sinan Meydan da tam bu nokta da işe karışmaktadır. Kuran-ı Kerime gönderme yapan Meydana göre tanrı her kavime aynı mesajı ileten bir peygamber göndermiştir. Mayatepekin güneş kültünün kalıntısı olarak değerlendirdiklerini Meydan, Mayalara giden bir peygamberden kalanlar zannetmektedir.
Oysa Meydanın işi zordur. Evet, Churcward metafizikle ilgili ve materyalizme düşmandır ama bunun nedeni Meydanın zannettiği gibi onun ehli din olması değil mason olmasıdır. Churcward Munun saf dinini yayan Naakallerin ilk masonlar olduklarını açıkça savunmaktadır. Yani Churcwardın yozlaşmamış kadim tektanrıcılığı, Meydanın düşündüklerinin aksine, masonluk propagandasından ibarettir.
Meydanın Mayatepeke yönelttiği kendi dünya görüşünü beslemek için rapor düzenleme eleştirisi inandırıcı değildir. Ama bu türden bir eleştiriyi Meydanın kendisi için yapmak mümkün görünüyor. Tarihin gördüğü en büyük şarlatanlardan Churcwardın evrim teorisine ve materyalizme karşı olmasından övgüyle bahseden Meydan pozitivizmden de geri bir konuma düşmektedir."
Buda Sinan Meydan'ın cevabı:
Eleştirmenin Ezberini Bozan Kitap:
ATATÜRK ve KAYIP KITA MU hakkında (28 Ekim 2005′te) Radikal kitap ekinde Haluk Hepkon imzasıyla ilginç bir eleştiri yayınlandı.Haluk Hepkon, Sinan Meydanın yeni çıkan kitabı Atatürk ve Kayıp Kıta Muyu ağır bir dille eleştirmişti. Hepkonun söz konusu eleştirisini, daha doğrusu öfke ve kin kokan sözlerini ilginç kılan belli başlı birkaç özellik vardı. Aşağıda detaylandırılacak olan bu özellikleri sıralamadan önce genç eleştirmen adaylarının bu özelliklerden ısrarla uzak durmalarını öneriyorum.
Hepkonun, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu adlı kitap hakkındaki ibretlik eleştirisi, eleştirmenlik gibi zor ve sorumluluk isteyen bir entelektüel uğraşın Türkiyede kimilerince nasıl hafife alındığını, hatta nasıl saldırganlık aracı olarak kullanıldığını göstermesi bakımından çok ama çok önemlidir. Eleştirmenliğin tanımını ve kapsamını allak bullak eden, saldırganlık ve hakaret gibi ilkel dürtülerle eleştirmenlik gibi bir kültürel uğraş arasındaki büyük uçurumu göremeyen Hepkonun ibretlik eleştirisinin birkaç özelliğini şöyle sıralamak mümkündür:
1. Eseri iyi okumdan ve okuduğunu iyice anlamadan eleştirmek.
2. Eleştirdiği konuya yeterince hakim olmamak.
3.Başka fikirlerin özgürce ifade edilmesine tahammül edememek,
4.Kendi dünya görüşünün sorgulanmasına öfkelenerek yazara ağır ifadelere saldırmak, objektifliği göz ardı etmek.
5. Yazarın belge, bulgu ve yorumlarını çarpıtmak.
6. Eseri değil yazarı eleştirmek.
7. Eserin özgün ve olumlu yanlarını görmezlikten gelmek
.
ffffffffghjklth-013.JPG
Sinan Meydan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, Truva Yayınları, İstanbul 2005
Aslına bakılacak olursa Haluk Hepkonun eleştirisini sadece Eleştirmenlik nedir, ne değildir? Sorusu kapsamında ele almak da yeterli değildir. Hepkonun eleştirisindeki üslup ve yöntem Türkiyede Bilim nedir ne değildir?sorusu kapsamında ele alınmalıdır. Üzülerek söylemek gerekir ki, Hepkon ve onun gibi kalemşorlar 21.yüzyılın Türkiyesinde ilericilik zannettikleri 19. yüzyılın Pozitivist bilim anlayışını aynen yaşatmak gibi bir gafletin içindedirler. Bu gibilerin en büyük çıkmazları 19. Yüzyılın zaman içinde dogmalaşan pozitivist mantığıyla bugünü biçimlendirmeyi çağdaşlık zannetmeleridir. Oysaki, 20. yüzyılın başlarından itibaren dünyada bilim anlayışının hızla gelişip evrildiği ve pozitivist felsefenin bilim üzerindeki kavrayıcılığının azalmaya başladığı, hatta etkisini yitirdiği bilinen bir gerçektir. Haluk Hepkon ve onun gibi bilimsel düşünce yapısına sahip olduğunu iddia eden bilim ve kültür insanlarımızın, bilim anlayışlarını yenilemeleri ve öncelikle şartlanmış akıl dahil, her türlü önyargılarından kurtulmaları ve kendi anlayışlarına uymayan, akıl dışı gördükleri teorilere bile kafa yorma zahmetine katlanmaları gerekmektedir..Daha geniş, daha kavrayıcı ve daha sorgulayıcı olmalı ve en önemlisi yeni gelişmeleri mutlaka takip etmelidirler. Zaten bilimin gereği de budur. Kanımca bilim anlayışında böyle bir değişim yaratmak isteyen bir Türkiye için Atatürk iyi bir rehber olacaktır.
Genel Kabulleri Sorgulamak ve Atatürk
Haluk Hepkonun eleştirisi, ezberi bozulan bir eleştirmenin içine düştüğü çıkmazı gözler önüne sermesi bakımından da son derece önemlidir. Hepkon, Sinan Meydanın Atatürk ve Kayıp Kıta Mu adlı eserinde ileri sürdüğü tezleri genel kabullerine aykırı bulduğu için karşı çıkmıştır. Çünkü, Atatürk ve Kayıp Kıta Mudaki bilgiler Hepkonun yıllardır tekrarladığı ezberini bozmuştur. Ezberinin bozulmasına ve genel kabullerinin sorgulanmasına tahammül edemeyen Hepkon kaleme sarılmış ve bu ezberi bozan, kendi ifadesiyle yolun başında bir araştırmacı olan Sinan Meydana saldırma yoluna gitmiştir. Sinan Meydanın ileri sürdüğü taz, Hepkonun kafasındaki Atatürk imgesine aykırıydı. Çünkü Meydan, Atatürkün Kayıp Kıta Muya büyük önem verdiğini, hatta Türklerin Orta Asyadan önceki anavatanın Kayıp Mu olabileceğine inandığını iddia ediyordu. Oysaki Hepkon Türk Tarih Tezinin önemli olduğuna işaret etmekle birlikte Atatürkün bu çalışmalarını içerik bakımından önemsemiyordu. Çünkü onun kafasındaki Atatürkün bu tarz çalışmalarla gerçekten inanarak ilgilenmesi imkansızdı. Hepkonun, Meydan Meseleyi Anlamamış başlığı altında Atatürkün tarih tezlerinin amacının ulus devlet yaratmak ve Batı merkezci tarih teorileriyle mücadele etmek olduğunu ifade etmiş olması ise kitabı okuyanlar tarafından çok gülünç karşılanacaktır. Çünkü Meydan kitabının giriş bölümünde Tarih, Emperyalizm ve Atatürk ara başlığı altında bu düşüncelere zaten yer vermiştir.(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu ,s.32) Öyle anlaşılmaktadır ki, Hepkon eleştirdiği kitabın giriş bölümünü okumamıştır: Atatürkün Churchwardın kitaplarıyla ve Mayatepekin raporlarıyla bir dönem ilgilendiği doğrudur. Bu ilginin nedeni Churchwardın saçma denilebilecek uygarlık tezi değil, söz konusu dönemde oluşturulmaya çalışılan Türk Tarih tezi ve ona bağlı olarak şekillenen Güneş Dil Teorisi idi. Her ikisinin de bilimselliği ya da doğruluğunu tartışmak bugün için manasızdır..Hepkonun ezberindeki Atatürkün Tarih ve Dil çalışmaları konjektüreldir. Ona göre bu çalışmaları bilimsel bakımdan tartışmak gereksizdir Meydan ise Atatürkün bu çalışmalara gerçekten inandığını düşünmektedir.. Doğrusu Hepkonun işi çok zordur. Hepkon öncelikle Atatürkü tanımamaktadır. Hepkon ileri sürdüğü bu düşüncelerin artık eskidiğinin, bir dönem Atatürkün gerçekten bu tezleri inanarak savunduğunun farkında değildir. Aslında mesele ideolojiktir. Anlaşıldığı kadarıyla Hepkonun ideolojisinde Türk Tarih Tezinin içerik olarak ciddiye alınacak bir yönü yoktur. Atatürkün de kendisi gibi düşündüğüne inanan Hepkon hiçbir ideolojinin içine hapsolmayan ve kendi ideolojisini yaratan (Kemalizm) Atatürkü anlaşılan kendi ideolojisinin dar kalıpları içinde görme yanlışlığı içine düşmektedir. Oysaki Atatürk genel kabulleri sorgulayan bir bilim anlayışına sahiptir. Onun bilim anlayışında din dahil her şeyin bir yeri vardır. Bu nedenle Hepkonun, aksine Atatürk Hititlerin Sümerlerin, Etrüsklerin Türk olabileceği tezini elinin tersiyle bir kenara itmemiş, bu bağlamda Türklerin Anayurdunun kayıp kıta Mu olabileceği tezine saçma dememiş; bu teorilerin teorinin bilimselliği üzerine kafa yormuştur. Çünkü onun Hepkonunki gibi önyargıları ve genel kabulleri yoktur.
Kanımca Türkiye bilim anlayışını gözden geçirmeye mecburdur. Bunu yaparken de Atatürkü örnek. almalıdır. Prof. Geoffery Lewisin dediği gibi Atatürk, Özünde bir bilgindir. Okuduğu kitaplara, yaptığı, araştırma ve incelemelere bakınca bu sonuca varmak mümkündür.. O, bir sözcüğün kökeninin nerden geldiğini bulunca, Uzun bir çalışmadan sonra bunu keşfettiğim zaman, Sakarya muharebesini kazandığım dakikadaki memnuniyeti duydum. diyecek kadar bilimsel heyecana sahipti. Atatürkün sofrası adeta bir bilim akademisi gibiydi. Sofrada bulunan kara tahtada başta dil ve tarih olmak üzere pek çok konudaki sorunlara çözüm üretilirdi. Atatürk, sofrasına çağırıp sabahlara kadar tartıştığı bilim adamlarına, Sizlerle yaptığım bu ilmi konuşmalar, benim ruhumun gıdasıdır. diyecek kadar bilime önem veren, Dolmabahçe Sarayındaki çok güzel bir koltuğun kime ait olduğunu soranlara, Bu koltuk bilim adamlarına aittir. diyecek kadar ve Türkiyeye gelen yabancı bilim adamlarına, milletvekillerinin üç katı maaş verecek kadar da bilim insanlarına değer veren bir devlet adamıydı. Onun bu özelliğini fark eden Herbert Melzig, Atatürke, Çankaya Düşünürü demişti. Okuduğu, yaklaşık 4000 küsür kitap, tarih ve dil konularında bizzat geliştirdiği tezler, matematik ve geometri alanlarında yaptığı çalışmalar ve yazdığı tarih, sosyoloji ve geometri kitapları ve yüksek bir edebi değere sahip olan Nutuk adlı eseri, Atatürkün aynı zamanda bir bilim insanı olduğunu kanıtlayacak güçtedir.
Hepkonun kabul edemediği de budur. O Atatürkü sadece siyasal ve askeri boyutlarıyla sınırlandırma yanlışlığına düşmüştür Hepkon Eleştirdiği Kitabı anlayarak okumamıştır Haluk Hepkon, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu adlı eseri iyi okumadan ve doğru anlamadan eleştirmiştir. Hatta Hepkon, bir eleştirmenin asla yapmaması gereken bir yanlışlığa düşerek söz konusu eserin önsözünü okumayı ihmal etmiştir. Çünkü eğer eserin önsözünü okumuş olsaydı şu cümleleri kullanma yanlışlığına düşmeyecekti:
Meydan, Dursunu acelecilikle itham etmeyi ihmal etmeden , onbeş yıl sonra diğer raporların bulunduğu müjdesini veriyor. Hal ve tavrına bakan sözkonusu raporları Meydanın bulduğunu zannedebilir. Oysa Meydanın yaptığı yaklaşık iki yıl önce yayınlanmış raporları kendi yorumunu da katarak tekrar yayınlamaktan ibarettir. Hepkon bu cümleleri ya dalgınlık ya da dikkatsizlik sonucunda kaleme almış olsa gerekir. Çünkü Meydan kitabının önsözünde Tahsin Beyin Atatürk e gönderdiği raporların nasıl bulunup yayınlandığını tüm detaylarıyla anlatmış, kitabında hiçbir yerde Bu raporları bulan benim dememiş ya da bunu ima etmemiştir! İşte Meydanın kitabında geçen bu konudaki cümlelerin bir bölümü: Peki ya Tahsin Beyin Meksikadan Atatürke gönderdiği raporlar! Türkiyede ilk kez bu konuyu işleyen Turan Dursundu. Dursun 1990da yayınlanan Din Bu II adlı kitabında Tahsin Beyin Atatürke gönderdiği 14. Raporu yayınlamıştı. Turan Dursun 14. Raporu okuyucuyla paylaşmanın haklı gururunu yaşıyordu. (
) Turan Dursun Dışında 14. raporu Saçak Dergisi ve daha sonra da Doğu Perinçek Din ev Allah adlı kitabında kamuoyuna sundu. (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.13) Açıkça görüldüğü gibi Meydan raporları ben buldum iddiasında ya da imasında değildir. Raporları bulan ve yayınlayanları tek tek açıklamıştır.
Hepkon kitabı sadece okumamakla kalmamış, aynı zamanda okuduğunu da doğru anlamamıştır. Örneğin Hepkon, Meydanı eleştirirken şöyle cümleler kullanır:
Meydanın bu konudaki hassasiyeti son derece normaldir. Çünkü ona göre Türklerin anavatanı gerçekten kayıp Mu kıtası, dünyanın en eski dili de Mu dili yani Türkçedir. Meydan, kitabında konu hakkında nesnel bir araştırma yapmaktan ziyade, öznel fikirlerini Atatürkü de işin içine katarak açıklamaktadır
Bu cümleler Hepkon için büyük talihsizliktir! Çünkü Sinan Meydan kitabında Munun Türklerin anavatanı olduğuna inandığını hiçbir yerde ifade etmemiştir. Ayrıca Meydan kitabında Munun varlığıyla ya da yokluğuyla ilgilenmez bile, onun amacı Atatürk Mu ilişkisini ortaya koymaktır. Hepkonun, Meydanın düşünceleri olarak verdiği yukarıdaki sözler doğrudan Atatürk e aittir. Atatürk 1936 yılında Afet İnana yazdığı bir mektupta bu konudaki düşüncelerini açıkça şöyle ifade etmişti.
Mu ve May, yani Uygur Türk alfabesinin bütün medeni dünyada ilk alfabe olduğunu görmekle
bahtiyar olduk. (Kaynak. Afet İnan, Atatürkten Mektuplar, 2.bs. Ankara, 1989, s.35.(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.155) İşte Hepkonun büyük gaflarından biri.Görüldüğü gibi Hepkon çok talihsizce, Atatürkün düşüncelerini Sinan Meydana aitmiş gibi göstermiş, okuyucuyu yanlış yönlendirmiştir. Hepkonun eleştirisinde, onun okuduğunu iyi anlamadığına ilişkin o kadar çok örnek vardır ki.! Gerçi Hepkon, Sinan Meydanın bazı cümlelerinin ne anlama geldiğinin anlaşılamadığını söylemiştir; fakat verdiği örnekler bu cümleleri okuyanları, Bir eleştirmen bu kadar açık ifadeleri nasıl anlamaz?dedirtecek türdendir. Örneğin. Hepkon, Meydanın Atatürk ve İslam dini konusundaki bazı cümlelerini anlamadığından yakınmaktadır.
Meydan her ne kadar Atatürkün İslam tarihine yaklaşımının genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı olduğunu kabul etse de pek içine sindiremediği bu tutumu, ama ölçülüydü gibi ne anlama geldiği anlaşılamayan ifadelerle yumuşatmaya çalışmaktadır. Kitapta yer alan Tahsin Beyin İslamın doğuşu tezi (
) Cumhuriyet ideolojisine uygundu; fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı. (s.175) türü kendisiyle çelişen ifadeler bu yumuşama girişiminin sonucudur. Hepkonun işi gerçekten gittikçe zorlaşmaktadır. Bir eleştirmenin, bırakın eleştirmeni okuduğunu anlama yeteneğine sahip sıradan bir insanın ama ölçülüydü ifadesini çok rahat anlaması gerekir. Meydan kitabında Tahsin Beyin İslam tarihine bakışıyla, Atatürkün İslam tarihine bakışını uzunca kıyasladıktan sonra aralarındaki farkı ortaya koymak için, Atatürkün İslam tarihine bakışının genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı olduğunu belirtmiş; fakat bu aykırılığın ve sorgulayıcılığın ise ölçülü olduğunu vurgulamıştır. Burada anlatılmak istenilen, Atatürkün İslam tarihi konusundaki görüşlerinin Tahsin Beyin İslam tarihi konusundaki görüşlerinden daha ölçülü olduğudur. Hepkon ölçülü sözünün anlamını bilmeyebilir. Fakat bu da mazeret değildir. Bir eleştirmenin başucu kitaplarından biri TDKnin kalın sözlüğü olmalıdır. Hepkon, evet kitabı iyi okumamıştır, okuduğunu anlamamıştır, bunlar belki bir yere kadar kabul edilebilir eksiklerdir! Ama ya bilinçli olarak çarpıtmaya, okuyucuyu yanlış yönlendirmeye ne demeli. Bir eleştirmenin böyle bir hakkı var mıdır? Maalesef Hepkon bunu da yapmış, bilerek okuyucuyu eser hakkında yanlış yönlendirmiştir. Yukarıdaki alıntının ikinci bölümünde geçen:
Kitapta yer alan Tahsin Beyin İslamın doğuşu tezi (
) Cumhuriyet ideolojisine uygundu; fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı.(s.175) cümlesinde gerçekten bir anlamsızlık vardır. Fakat bu anlamsızlığın sorumlusu kitabın yazarı Sinan Meydan değil, eleştirmen Haluk Hepkondur. Hepkon bilinçli olarak birkaç kelimeyi cımbızla çekip çıkarmış ve o bölümü (
) ile göstermiştir. Böylece cümle anlamsızlaştırılmıştır Hepkon bunu niye mi yapmıştır? Hemen söyleyelim. Öfkeli eleştirmenimiz, yazarı çelişkiye düşmekle suçlamak için ufak bir şark kurnazlığına baş vurmuş; fakat bu ufak kurnazlığın açığa çıkacağını düşünmemiştir. Peki o cümleden eğer o kelimeler cımbızla çekilmesiydi ne olurdu? Yani Meydanın cümlesinin orijinali nasıldı?
Tahsin Beyin İslamın doğuşu tezi niyet açısından, genel kabulleri sorgulaması ve İslam dininin doğuşunu vahiy temelinden akıl temeline oturtmaya çalışması Cumhuriyet ideolojisine uygundu. Fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı. Tahsin Bey, raporunda İslamın vahiy kaynaklı olduğu tezini çürütmek için adeta bin dereden su getirmiş, zaman zaman akıl dışı ve zorlama yorumlar yapmıştı. İşte Tahsin Beyin İslamIn doğuşu tezinde Atatürkün tepkisini çeken de bu mantık dışılık, aşırılık ve zorlama yorumlardı (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.175.) Görüldüğü gibi Hepkonun, yazarın çelişkisi diye okuyucuya sunduğu cümlelerin tahrif edilmemiş biçimiyle eleştirmen tarafından tahrif edilmiş biçimi arasında büyük bir fark vardır.Hepkon, yazarı eleştirebilmek için bilerek metni anlamsızlaştırmıştır. Hepkonun yazarı anlamamak için verdiği mücadele dikkate şayandır.
Örneğin Hepkon,
Meydanın Kemalist Devrimin din konusundaki tutumunu Pozitivist Tahsin Bey üzerinden eleştirmeyi kendisi açısından daha akıllıca bulduğu anlaşılıyor
diyerek yazarı anlamama ısrarını sürdürmüştür. Meydan, Tahsin Beyi eleştirip, Cumhuriyetin kurucusu Atatürkün Tahsin Beyden çok daha farklı bir din anlayışına sahip olduğunu vurgularken, Hepkon, yazarın Tahsin Beye yaptığı eleştiriyi Kemalist devrime yapılan bir eleştiri olarak yorumlamaktadır. Burada şunu sormak gerekir: Kemalist devrimin din politikasını Mustafa Kemal Atatürk mü yoksa Tahsin Bey mi belirlemiştir?
Hepkon, sadece kitabı değil kitabın üzerine kurulduğu temel iki karakteri de anlamamıştır. Bunlardan biri Atatürk, diğeri de J. Churchwarddır. Atatürke daha önce değinmiştik. Hepkon, Churchwardı da anlamamış, Atatürkün büyük önem verdiği J. Cchurchwardı da ağır bir dille eleştirmiştir.Fakat ne acıdır ki, bilgi eksikliği burada da karşımıza çıkmaktadır. Hepkon, evrimi reddeden Churchwardın toplumsal gelişime de karşı olduğunu belirtmekte, onun mason olduğunu ilan etmekte ve Churchwardı şarlatanlıkla suçlamaktadır. Aslında Hepkonun amacı, mason ve şarlatan Churchwardı önemsediği için Sinan Meydanı, eleştirmektir. Churchwardın mason olduğunu öne sürmesi ise tamamen taktik gereğidir. Hepkon bu şekilde Mason Churchwarda inanmanın doğru olmayacağını dile getirirken kendi kendisiyle çeliştiğinin de farkında değildir. İnsanları ortaya koydukları eserlere göre değil, dini inançları, ya da inançsızlıklarına ya da dünya görüşlerine göre eleştirdiğini açık seçik göstermiştir. Hepkonun bu yaklaşımı tam bir gaftır. Birincisi, J. Churchward, son derece zeki bir bilim insanıdır. Hepkonun şarlatan diye küçümsediği J. Churchward, Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerinin miğferlerinde kullandıkları delinmesi neredeyse imkansız NVC çeliğini bulmuştur. Şarlatan Churchward(!) tam 50 yıl dünyanın dört bir yanında eski bir uygarlığı ortaya çıkarmak için çalışmış, araştırmış ve sorgulamıştır. Çağının bilimsel anlayışı onu dışlamıştır, çünkü ileri sürdüğü tezler Batı merkezli emperyalist tarih görüşüne aykırı ve dönemin hakim düşüncesi olan pozitivist felsefeye terstir. Yaşadığı çağda anlaşılamaması hiç kimseye bir bilim insanını küçümseme hakkı vermez. Fakat Hepkon bu hakkı kendinde bulmuştur. İkincisi, Hepkon, J. Churchwardı küçümseyerek Atatürk ve Kayıp Kıta Munun yazarı Sinan Meydanı eleştirmek isterken, aslında Atatürkü eleştirdiğinin de farkında değildir. Çünkü, Meydanın kitabının son bölümünde Altı Çizili Satırlar başlığı altında Atatürkün J. Churchwardın görüşlerine ve kitaplarına ne kadar büyük önem verdiği resimlerle ve orijinal belgelerle anlatılmıştır. Yoksa Hepkon, eseri ve yazarı bahane ederek Atatürkü mü eleştirmek istemiştir? Kim bilir!
Hepkon okuyucuyu yanlış yönlendirmeye devam etmiştir. Eleştirisinin omurgası eksiktir. Öyle ki, eleştirdiği kitabın iskeletini oluşturan bölümü görmezlikten gelmiş, Türkiye de ilk kez bu kitapta sayfalarca açıklanan Tahsin Beyle Atatürk arasıdaki görüş ayrılığını kanıtlayacak bir şey bulunmadığını belirtmiştir: Meydana göre
Tahsin Mayatepekin pozitivist fikirlerini yansıtan 14. rapor Atatürk tarafından beğenilmemiştir. Ona göre Mayatepek ile TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplar bunun göstergesidir. Oysa mektuplarda anlaşmazlık olarak yorumlanabilecek bir şey bulunmamaktadır. Meydan kitabında konu ile ilgili bir kanıt gösterememektedir. Hepkon, burada da kitabı okuyanları şaşırtmaktadır. Çünkü Hepkonun kanıt yoktur dediği konu kitabın üçüncü bölümünde Bilinmeyen Ayrılık başlığı altında, belgelere dayalı olarak sayfalarca anlatılmıştır. Ayrıca Hepkon, burada bazı noktaları görmezlikten gelmiştir. Atatürkle Tahsin Bey arasındaki görüş ayrılığının 7. rapordan sonra başladığını belirtmeyi unutmuştur! İşte Hepkonun, yazarı kanıt gösterememekle suçladığı Atatürk ve Tahsin Bey arasındaki görüş ayrılığıyla ilgili kitaptaki kanıtlardan birkaçı: Tahsin Beyle Atatürk arasındaki gerginlik 7. Rapordan sonra başlamıştı. Tahsin Bey bu raporundaki bazı konuları Atatürk şüpheyle karşılamıştı. Bunu, TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmenin 22. 6 1936 tarihinde Tahsin Beye gönderdiği mektuptan anlamaktayız. Dilmen söz konusu mektubuna şöyle başlıyordu: (7. Raporda) kitapların (Churchwardın kitapları) en esaslı noktalarını hülasa etmişsiniz, ancak bir takım şüphe verici noktalar vardır. (TDK Genel Sekreterliğinden Meksika Büyükelçiliğine Gönderilen Mektup, Ankara, sayı 488, 22.6 1036) (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.158-159) Dilmen daha sonra Tahsin Beye 7. rapor hakkındaki şüphe uyandıran noktalar hakkında bir çok soru soruyordu. Bu sorulardan biri de İslam Peygamberi Hz. Muhammed hakkındaydı.
Hayatının hemen her zamanı mazbut olan (Hz) Muhammetin Suriyeden başka bir yere gitmediği malum iken Mısırda veya Hindistanda tahsilini iddia etmek (
) hep şüphe ve merak uyandıran mülahazalar arasındadır sanırım. (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.159), Ayrıca İ. Necmi Dilmen Churchwardın yaşı meselesi, Yunan alfabesinin şifresi, Hristiyanlığın ve Museviliğin Mu kökenli olduğu, Churchwardın eserlerinin Amerikan bilim çevrelerindeki etkisi gibi konularda da Tahsin Beye zincirleme sorular sormuştu. Hiç şüphesiz bu soruları sorduran Atatürktü. Tahsin Beyin bazı akıl dışı zorlama yorumları Atatürke inandırıcı gelmemişti. Atatürkle Tahsin Bey arasında görüş ayrılığı olmadığını söyleyen Hepkon, yoksa Atatürkün Tahsin Beyin zorlama ve akıl dışı yorumlarına inandığını mı söylemek istemiştir? Peki ya Tahsin Beyin yanıtları! Atatürk, bu yanıtlardan tatmin olmuş mudur? Tabi ki hayır. Çünkü Meydanın kitabında gösterdiği gibi Tahsin Beyin sorulara verdiği yanıtlar, 7. rapordaki bilgilerin tekrarından ibarettir. Bu tekrarların sorgulayıcı bir bilim anlayışına sahip olan Atatürkü tatmin etmesi mümkün değildir. Hepkonun, yazarın öznel yorumları dediği bu yorumlar görüldüğü gibi tamamen belgelere dayalı çıkarımlardır Ve bu yorumlar ancak Atatürkü iyi tanıyan biri tarafından yapılabilecek değerlendirmelerdir. Atatürk ve Tahsin Bey ararsındaki görüş ayrılıkları Hepkonun iddiasının aksine Tahsin Beyle TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplardan çok rahat anlaşılmaktadır. İşte bir örnek daha: Meydan kitabında Atatürkün Kayıp Kıta Mu konusunda araştırmalar yapması için Meksikaya gönderdiği Tahsin Beyle 7. rapordan sonra doğrudan yazışmadığını tespit etmiştir. TDK Genel Sekreteri bir mektubunda Tahsin Beye, bundan sonra raporlarının birer nüshasını TDKya göndermesini istemiştir. (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.157) Yani artık Tahsin Beyin muhatabı doğrudan Atatürk değil TDK olmuştur. Peki ama neden? Neden Atatürk Tahsin Beyle arasına bir mesafe koymuştur? Bu durum Tahsin Beyle Atatürk arasındaki gerginliğin işareti değil midir? Hatta Meydan kitabında bu gerginliği yine Tahsin Beyin TDK Genel sekreterine gönderdiği bir raporla şöyle ortaya koymuştur. Tahsin Bey İlişik 7 Kıta Raporun sonunda şu cümlelere yer vermişti: Ulu önderimizin bu rapor hakkındaki mütalaaları ile birlikte fikri alinizi de bildirmek lütfunda bulunursanız pek müteşekkir ve minnettar olacağımı arz ve bilvesile derin hürmetlerimi teyid ederim çok sayın bay. (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.158) Demek ki Tahsin Bey Atatürkün görüşlerini TDK Genel Sekreterinden öğrenmeye çalışmaktadır. Dilmenin Tahsin Beye gönderdiği bir mektupta geçen,
işaret ettiğiniz tashih Ulu Önderimize bildirilecektir. cümlesi TDKnin Tahsin Beyle Atatürk arasında aracılık yaptığının kanıtıdır. Hepkona sormak gerekir: Atatürk ile Tahsin Bey arasında görüş ayrılığı yoksa neden ikiliye TDK aracılık yapmaktadır.Neden Tahsin Beye raporlarınızda şüpheli noktalar vardır diye mektuplar gönderilmektedir.?
14. Rapora gelince. Aslında öncelikle Sinan Meydanı ve kitabını çok ağır bir dille eleştiren Hepkon, Tahsin Beyi ve 14. raporu neden sahiplenmektedir sorusuna yanıt aramak gerekmektedir. Atatürkün yaşam felsefesine ve bilim anlayışına aykırı zorlama yorumları eleştiren Meydana neden öfke saçmaktadır? En önemlisi neden elde hiçbir belge ve bulgu yokken Atatürkün Tahsin Beyin 14. raporunu beğendiği izlenimi yaratmaya çalışmakta, aksini söyleyen Sinan Meydanı suçlamaktadır? Üstelik Meydan kitabında bu konuda ilk kez bazı kanıtlar sunmayı başarmışken. Hepkon, Atatürkün 14. raporu beğenmediğine ilişkin bir kanıt olmadığını söylemektedir. Oysaki Meydanın tespit ettiği şu nokta bu durumun en açık kanıtıdır. Tahsin Bey 14. raporunun sonunda Meksikadaki araştırmalarını tamamladığını belirterek, Riodejenerioya tayin edilmek istemiş fakat onun bu isteği Atatürk tarafından kabul edilmemiştir.(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.176)
Hepkon, Sinan Meydanı akıl dışılığı meşrulaştırmakla suçlayıp eleştirmektedir. Atatürkün okuduğu kitapların arasında bunların öne çıkarılmasının nedeni söz konusu akıl dışılığa toplum nezdinde bir meşruluk kazandırma isteğidir. Hepkon, peşin hükümle Meydanı Churchwardın uygarlık teorisini ciddiye aldığı için akıl dışılığa meşruluk kazandırmaklakla suçlarken, aynı Hepkon, Tahsin Beyin raporlarındaki bazı mantık dışı yorumları nedense sahiplenme yoluna gitmiştir. Bu ne yaman çelişkidir! Peki ama bir eleştirmen nasıl böyle bir maddi hata yapabilir? Gerçi eğer eleştirmenin niyeti sadece esere ve yazara saldırmaksa bu ve benzer hataları yapması kaçınılmazdır. Hepkon, kendi dünya görüşü açısından Tahsin Beyin din konusundaki değerlendirmelerine sahip çıkmak zorunda kalmıştır. Bu yorumlar akıl dışı olsa da, o bunları savunma ihtiyacı hissetmiş ve büyük bir çelişki içine yuvarlanmıştır. Çünkü Tahsin Bey kendince İslam dininin vahiy kaynaklı olmadığını kanıtlamak iddiası taşımaktadır. Tahsin Beyle aynı kanıda olan Hepkon tıpkı kendinden öncekiler gibi 14. raporu Atatürkle ilişkilendirerek kendi dünya görüşüne meşruluk kazandırmak istemiştir. Hepkona göre daha yolun başında bir araştırmacı olan Sinan Meydanın bu meşruluğa baş kaldırması eleştirmenin ezberini öylesine bozmuştur ki, öfkesine yenilen eleştirmen kolay lokma gördüğü yazara çala kalem saldırma yoluna gitmiştir. Hepkon ve onun gibiler eğer Atatürkü iyi tanısalardı 14. raporu ellerinin tersiyle bir kenara iterler, Atatürkün söz konusu raporda geçen iğreti yorumları benimsemiş olabilme ihtimalinin sıfır olduğunu tahmin edebilirlerdi. Peki ama Hepkon ve diğerleri bugüne kadar neden böyle bir çaba içinde olmamışlardır. Neden bu rapordaki akıl dışı değerlendirmeleri Atatürkün görüşleri gibi lanse etmişlerdir. Yanıt çak basittir. Onlar da Tahsin Beyin yanılgısına düşmüşler, bilimi ideolojilerine alet etmişlerdir. Kendi dünya görüşlerini beslemek için Atatürk dahil her şeyi çarpıtmışlar ve çarpıtmaya devam etmektedirler. Oysaki modern bilimin temel ölçütü objektifliktir. İdeolojiye yenik düşen bilimin Türkiyeyi Atatürkün hedef gösterdiği Muasır medeniyet düzeyine ulaştırmayacağı kesindir. Aydınlık bir Türkiye için şartlanmış akıl dahil, her türlü yobazlığa karşı çıkılmalıdır.
Eleştirmenin Tabuları
Haluk Hepkonun, Sinan Meydanın Kayıp Kıta Mu adlı eserine yönelik eleştirileri eleştiri boyutunu aşmış, hakarete varmıştır.
çok değil, bir on sene öncesine kadar insanlar kendilerine bu türden şeylerden bahsedenler için üzülür, akıl sağlığının ne büyük bir nimet olduğunu düşünürlerdi
. diyen Hepkon daha eleştirisinin ilk cümlelerinde yazarı delilikle suçlamaktadır. Hepkon öfke saçmaya devam etmiş, bu sefer de yazarı hırçınlıkla suçlamıştır:
İlk bakışta anlamsız gelebilecek hırçınlığın nedeni budur. Hepkon satır aralarında hiç tanımadığı belli olan yazar hakkında öznel değerlendirmeler yapmaktan da uzak durmamıştır:
Tarihin gördüğü en büyük şarlatanlardan Churchwardın evrim teorisine ve materyalizme karşı olmasından övgüyle bahseden Meydan pozitivizmden de geri bir konuma düşmektedir. Hepkon, işte tam da bu noktada içinden çıkılmaz bir girdaba kapılmıştır. Hepkona sormak gerekir, Churchwardın 4 kitabını 60 kişilik tercüme heyeti kurarak Türkçeye çevirten ve günlerce bu kitaplar üzerinde çalışan, sayfa sayfa satır satır okuyup, notlar alan Atatürk acaba nasıl bir konuma düşmektedir!
Sinan Meydan. Atatürk ve Kayıp Kıta Munun yazarı (2005)
Not: Daha yolun başında bir araştırmacı diye kendinizce küçümsediğiniz sinan Meydan 2002 yılında Bir Ömrün Öteki Hikayesi ve 2004 yılında Beyaz Kule adlı bir Atatürk romanının yazarıdır. Tüm amacı Türk toplumunun Atatürkün düşünce zenginliklerini fark etmesi ve Atatürk düşmanlarının etkisiz kılınmasıdır. Ülkesine çağdaş ve Laik cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkılmasına inanan Sinan Meydan. Türkiyenin ancak Atatürk yolundan ilerleyerek kurtuluşa inanacağını düşünmektedir.En önemli amaçlarından biri de Atatürkü kendi kısır ideolojilerine tanık göstermek isteyen Haluk Hepkon gibilerin maskelerini düşürmektir
.
Bence Kayıp kıta Mu 1-2 yi okuyunuz
http://www.sinanmeydancom.tr.gg