ATATÜRK ve kayıp kıta MU: Eleştirmenin ezberini bozan kitap

Kitapları bu bölümde tanıtabilirsiniz.

ATATÜRK ve kayıp kıta MU: Eleştirmenin ezberini bozan kitap

İletigönderen Otopsi » Prş Oca 22, 2009 11:43

Öncelikle Kitabı eleştiren Haluk Hepkonun Eleştirisini koyalım:
Bundan bir süre önce James Churchward’ın ‘Mu Kıtası’ ile ilgili kitapları piyasaya sürülmüştü. Son dönemlerde kayıp kıtalar ya da uzaydan gelen yaratıklar türünden mevzuların ilgi çektiği açık. Çok değil bir on sene öncesine kadar insanlar kendilerine bu türden şeylerden bahsedenler için üzülür; akıl sağlığının ne büyük bir nimet olduğunu düşünürlerdi. Şimdilerde işlerin bayağı değiştiği anlaşılıyor. Churcward’ın kitaplarının Atatürk ile ilişkilendirilip yayımlanması ise meselenin vahametini artırmaktadır. Atatürk’ün okuduğu kitapların arasında bunların öne çıkarılmasının nedeni söz konusu akıldışılığa toplum nezdinde bir meşruluk kazandırma isteğidir.
Sinan Meydan‘ın Atatürk ve Kayıp Kıta Mu başlıklı kitabını da bu çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Meydan kitabında özetle Tahsin Mayatepek’in raporlarından ve Churcward’ın eserlerinin tercüme edilmesinden hareketle, Atatürk’ün, Türklerin Mu kıtasından geldiğine inandığını ileri sürmektedir. Meydan‘ın bir başka derdi de araştırma yapması için Atatürk tarafından Meksika’ya gönderilen Mayatepek’in on dördüncü raporunun, kendi ifadesiyle, materyalistler tarafından suistimal edilmesidir.
Yolun başında bir araştırmacının böyle iddialı tezlerle ortaya çıkması, üstelik bunu yaparken sağı solu uluorta suçlaması ilk bakışta tuhaf gelebilir. Gelmemelidir. Meydan‘ın konu hakkındaki hassasiyeti son derece normaldir. Çünkü ona göre Türklerin anavatanı gerçekten de kayıp Mu kıtası, dünyanın en eski dili de Mu dili, yani Türkçedir. Meydan, kitabında konu hakkında nesnel bir araştırma yapmaktan ziyade öznel fikirlerini, Atatürk’ü de işin içine katarak, açıklamaktadır. İlk bakışta anlamsız gelebilecek hırçınlığının nedeni budur.

Meydan meseleyi anlamamış
Atatürk’ün Churcward’ın kitaplarıyla ve Mayatepek’in raporlarıyla bir dönem ilgilendiği doğrudur. Bu ilginin nedeni Churcward’ın saçma denilebilecek uygarlık tezi değil söz konusu dönemde oluşturulmaya çalışılan Türk Tarih Tezi ve ona bağlı olarak şekillenen Güneş Dil Teorisi idi. Her ikisinin de bilimselliğini ya da doğruluğunu tartışmak bugün için mânâsızdır. Ama tarih içerisinde oynadıkları rol ve anlam Kemalist Devrim’in ideolojik hattını anlamak açısından çok önemlidir. Türk Tarih Tezi’ni ve Güneş Dil Teorisi’ni basit bir milliyetçi hezeyan olarak değil Kemalist Devrim’in yıktığı düzenle ve Avrupa merkezci tarih teorileriyle hesaplaşma çabaları olarak değerlendirmek gerekiyor. Böylelikle hem ümmetten millete geçilmek hem de Batı karşısında kendisini ezik hisseden mazlum bir millete özgüven aşılanmak istenmişti. Teorinin kendisine odaklanan Meydan‘ın ne meseleyi ne de onun tarihteki yerini anlamadığı görülüyor.
Mayatepek’in on dördüncü raporu İslam dini ve güneş kültü arasındaki benzerlikler üzerinde durmaktadır. Söz konusu rapor filmlere konu olabilecek bir maceranın ardından bulunmuş ve Turan Dursun tarafından Saçak dergisinde yayımlanmıştı. Dursun o dönemde diğer on üç raporun ortada olmamasını da eleştirmişti. Meydan, Dursun’u acelecilikle itham etmeyi ihmal etmeden, on beş yıl sonra diğer raporların bulunduğu müjdesini veriyor. Hâl ve tavrına bakan söz konusu raporları Meydan‘ın bulduğunu zannedebilir. Oysa Meydan‘ın yaptığı yaklaşık iki yıl önce yayımlanmış raporları kendi yorumunu da katarak tekrar yayımlamaktan ibarettir.
Meydan‘a göre Churcward’ın ufuk açıcı tespitlerinden ziyade Tahsin Mayatepek’in pozitivist fikirlerini yansıtan on dördüncü rapor Atatürk tarafından beğenilmemiştir. Ona göre Mayatepek ile TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplar bunun göstergesidir. Oysa mektuplarda anlaşmazlık olarak yorumlanacak bir şey bulunmamaktadır. Meydan kitabında konu ile ilgili kişisel kanaati dışında bir kanıt gösterememektedir.

Kemalist devrimin tutumu
Aslında yazdıklarını okudukça söz konusu fikirlerin esas olarak Meydan‘ın hoşuna gitmediği anlaşılmaktadır. Meydan her ne kadar Atatürk’ün İslam tarihine yaklaşımının ‘genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı’ olduğunu kabul etse de pek içine sindiremediği bu tutumu ‘ama ölçülüydü’ gibi ne anlama geldiği anlaşılmayan ifadelerle yumuşatmaya çalışmaktadır. Kitapta yer alan "Tahsin Bey’in İslamın doğuşu tezi (…) Cumhuriyet ideolojisine uygundu. Fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı" (s. 175) türü kendisiyle çelişen ifadeler bu ‘yumuşatma’ girişiminin sonucudur. Meydan‘ın Kemalist devrimin din konusundaki tutumunu ‘pozitivist Tahsin Bey’ üzerinden eleştirmeyi kendisi açısından daha akıllıca bulduğu anlaşılıyor.
Kayıp kıta Mu hakkında geçmişte ve günümüzde bu kadar tartışma çıkmasının nedeni konunun jeolojiyle değil doğrudan uygarlığın kökeniyle ilgili olmasıdır. Bu ‘ilginç’ fikirlerin gelip dayandıkları nokta tarihte ilerleme diye bir şeyin olmadığı görüşüdür. Bunun en iyi örneğini Churcward’da görebiliriz. Ona göre evrim yoktur; toplumlar gelişmezler. Tektanrılı dinler toplumların gelişmesiyle birlikte değil, çok daha önce üstün bir uygarlık sayesinde ortaya çıkmıştır. Sonra insanlık yozlaştıkça çoktanrıcılık başlamıştır. Sinan Meydan da tam bu nokta da işe karışmaktadır. Kuran-ı Kerim’e gönderme yapan Meydan‘a göre tanrı her kavime aynı mesajı ileten bir peygamber göndermiştir. Mayatepek’in güneş kültünün kalıntısı olarak değerlendirdiklerini Meydan, Mayalara giden bir peygamberden kalanlar zannetmektedir.
Oysa Meydan‘ın işi zordur. Evet, Churcward metafizikle ilgili ve materyalizme düşmandır ama bunun nedeni Meydan‘ın zannettiği gibi onun ehli din olması değil mason olmasıdır. Churcward Mu’nun saf dinini yayan Naakallerin ilk masonlar olduklarını açıkça savunmaktadır. Yani Churcward’ın yozlaşmamış kadim tektanrıcılığı, Meydan‘ın düşündüklerinin aksine, masonluk propagandasından ibarettir.
Meydan‘ın Mayatepek’e yönelttiği ‘kendi dünya görüşünü beslemek’ için rapor düzenleme eleştirisi inandırıcı değildir. Ama bu türden bir eleştiriyi Meydan‘ın kendisi için yapmak mümkün görünüyor. Tarihin gördüğü en büyük şarlatanlardan Churcward’ın evrim teorisine ve materyalizme karşı olmasından övgüyle bahseden Meydan pozitivizmden de geri bir konuma düşmektedir."

Buda Sinan Meydan'ın cevabı:

Eleştirmenin Ezberini Bozan Kitap:

ATATÜRK ve KAYIP KITA MU hakkında (28 Ekim 2005′te) Radikal kitap ekinde Haluk Hepkon imzasıyla ilginç bir eleştiri yayınlandı.Haluk Hepkon, Sinan Meydan’ın yeni çıkan kitabı “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu”yu ağır bir dille eleştirmişti. Hepkon’un söz konusu eleştirisini, daha doğrusu öfke ve kin kokan sözlerini ilginç kılan belli başlı birkaç özellik vardı. Aşağıda detaylandırılacak olan bu özellikleri sıralamadan önce genç eleştirmen adaylarının bu özelliklerden ısrarla uzak durmalarını öneriyorum.

Hepkon’un, “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı kitap hakkındaki “ibretlik” eleştirisi, eleştirmenlik gibi zor ve sorumluluk isteyen bir entelektüel uğraşın Türkiye’de kimilerince nasıl hafife alındığını, hatta nasıl “saldırganlık” aracı olarak kullanıldığını göstermesi bakımından çok ama çok önemlidir. Eleştirmenliğin tanımını ve kapsamını allak bullak eden, saldırganlık ve hakaret gibi ilkel dürtülerle “eleştirmenlik” gibi bir kültürel uğraş arasındaki büyük uçurumu göremeyen Hepkon’un ibretlik eleştirisinin birkaç özelliğini şöyle sıralamak mümkündür:

1. Eseri iyi okumdan ve okuduğunu iyice anlamadan eleştirmek.

2. Eleştirdiği konuya yeterince hakim olmamak.

3.Başka fikirlerin özgürce ifade edilmesine tahammül edememek,

4.Kendi dünya görüşünün sorgulanmasına öfkelenerek yazara ağır ifadelere saldırmak, objektifliği göz ardı etmek.

5. Yazarın belge, bulgu ve yorumlarını çarpıtmak.

6. Eseri değil yazarı eleştirmek.

7. Eserin özgün ve olumlu yanlarını görmezlikten gelmek….

ffffffffghjklth-013.JPG

Sinan Meydan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, Truva Yayınları, İstanbul 2005

Aslına bakılacak olursa Haluk Hepkon’un eleştirisini sadece “Eleştirmenlik nedir, ne değildir? Sorusu kapsamında ele almak da yeterli değildir. Hepkon’un eleştirisindeki üslup ve yöntem “Türkiye’de Bilim nedir ne değildir?”sorusu kapsamında ele alınmalıdır. Üzülerek söylemek gerekir ki, Hepkon ve onun gibi kalemşorlar 21.yüzyılın Türkiye’sinde “ilericilik zannettikleri 19. yüzyılın Pozitivist bilim anlayışını aynen yaşatmak gibi bir gafletin içindedirler. Bu gibilerin en büyük çıkmazları 19. Yüzyılın zaman içinde dogmalaşan pozitivist mantığıyla bugünü biçimlendirmeyi “çağdaşlık” zannetmeleridir. Oysaki, 20. yüzyılın başlarından itibaren dünyada bilim anlayışının hızla gelişip evrildiği ve pozitivist felsefenin bilim üzerindeki kavrayıcılığının azalmaya başladığı, hatta etkisini yitirdiği bilinen bir gerçektir. Haluk Hepkon ve onun gibi bilimsel düşünce yapısına sahip olduğunu iddia eden bilim ve kültür insanlarımızın, bilim anlayışlarını yenilemeleri ve öncelikle “şartlanmış akıl” dahil, her türlü “önyargılarından” kurtulmaları ve kendi anlayışlarına uymayan, “akıl dışı” gördükleri teorilere bile kafa yorma zahmetine katlanmaları gerekmektedir..Daha geniş, daha kavrayıcı ve daha sorgulayıcı olmalı ve en önemlisi yeni gelişmeleri mutlaka takip etmelidirler. Zaten bilimin gereği de budur. Kanımca bilim anlayışında böyle bir değişim yaratmak isteyen bir Türkiye için Atatürk iyi bir rehber olacaktır.

Genel Kabulleri Sorgulamak ve Atatürk

Haluk Hepkon’un eleştirisi, “ezberi bozulan” bir eleştirmenin içine düştüğü çıkmazı gözler önüne sermesi bakımından da son derece önemlidir. Hepkon, Sinan Meydan’ın “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı eserinde ileri sürdüğü tezleri “genel kabullerine” aykırı bulduğu için karşı çıkmıştır. Çünkü, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu’daki bilgiler Hepkon’un yıllardır tekrarladığı ezberini bozmuştur. Ezberinin bozulmasına ve genel kabullerinin sorgulanmasına tahammül edemeyen Hepkon kaleme sarılmış ve bu ezberi bozan, kendi ifadesiyle “yolun başında bir araştırmacı” olan Sinan Meydan’a saldırma yoluna gitmiştir. Sinan Meydan’ın ileri sürdüğü taz, Hepkon’un kafasındaki Atatürk imgesine aykırıydı. Çünkü Meydan, Atatürk’ün Kayıp Kıta Mu’ya büyük önem verdiğini, hatta Türklerin Orta Asya’dan önceki anavatanın Kayıp Mu olabileceğine inandığını iddia ediyordu. Oysaki Hepkon Türk Tarih Tezi’nin önemli olduğuna işaret etmekle birlikte Atatürk’ün bu çalışmalarını içerik bakımından önemsemiyordu. Çünkü onun kafasındaki Atatürk’ün bu tarz çalışmalarla gerçekten inanarak ilgilenmesi imkansızdı. Hepkon’un, “Meydan Meseleyi Anlamamış” başlığı altında Atatürk’ün tarih tezlerinin amacının ulus devlet yaratmak ve Batı merkezci tarih teorileriyle mücadele etmek olduğunu ifade etmiş olması ise kitabı okuyanlar tarafından çok gülünç karşılanacaktır. Çünkü Meydan kitabının giriş bölümünde “Tarih, Emperyalizm ve Atatürk” ara başlığı altında bu düşüncelere zaten yer vermiştir.(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu ,s.32) Öyle anlaşılmaktadır ki, Hepkon eleştirdiği kitabın giriş bölümünü okumamıştır: “Atatürk’ün Churchward’ın kitaplarıyla ve Mayatepek’in raporlarıyla bir dönem ilgilendiği doğrudur. Bu ilginin nedeni Churchward’ın saçma denilebilecek uygarlık tezi değil, söz konusu dönemde oluşturulmaya çalışılan Türk Tarih tezi ve ona bağlı olarak şekillenen Güneş Dil Teorisi idi. Her ikisinin de bilimselliği ya da doğruluğunu tartışmak bugün için manasızdır.”.Hepkon’un ezberindeki Atatürk’ün Tarih ve Dil çalışmaları konjektüreldir. Ona göre bu çalışmaları bilimsel bakımdan tartışmak gereksizdir Meydan ise Atatürk’ün bu çalışmalara gerçekten inandığını düşünmektedir.. Doğrusu Hepkon’un işi çok zordur. Hepkon öncelikle Atatürk’ü tanımamaktadır. Hepkon ileri sürdüğü bu düşüncelerin artık eskidiğinin, bir dönem Atatürk’ün gerçekten bu tezleri “inanarak” savunduğunun farkında değildir. Aslında mesele ideolojiktir. Anlaşıldığı kadarıyla Hepkon’un ideolojisinde Türk Tarih Tezi’nin içerik olarak ciddiye alınacak bir yönü yoktur. Atatürk’ün de kendisi gibi düşündüğüne inanan Hepkon hiçbir ideolojinin içine hapsolmayan ve kendi ideolojisini yaratan (Kemalizm) Atatürk’ü anlaşılan kendi ideolojisinin dar kalıpları içinde görme yanlışlığı içine düşmektedir. Oysaki Atatürk genel kabulleri sorgulayan bir bilim anlayışına sahiptir. Onun bilim anlayışında din dahil her şeyin bir yeri vardır. Bu nedenle Hepkon’un, aksine Atatürk Hititlerin Sümerlerin, Etrüsklerin Türk olabileceği tezini elinin tersiyle bir kenara itmemiş, bu bağlamda Türklerin Anayurdunun kayıp kıta Mu olabileceği tezine “saçma” dememiş; bu teorilerin teorinin bilimselliği üzerine kafa yormuştur. Çünkü onun Hepkon’unki gibi “önyargıları” ve “genel kabulleri” yoktur.

Kanımca Türkiye bilim anlayışını gözden geçirmeye mecburdur. Bunu yaparken de Atatürk’ü örnek. almalıdır. Prof. Geoffery Lewis’in dediği gibi Atatürk, “Özünde bir bilgindir.” Okuduğu kitaplara, yaptığı, araştırma ve incelemelere bakınca bu sonuca varmak mümkündür.. O, bir sözcüğün kökeninin nerden geldiğini bulunca, “Uzun bir çalışmadan sonra bunu keşfettiğim zaman, Sakarya muharebesini kazandığım dakikadaki memnuniyeti duydum.” diyecek kadar bilimsel heyecana sahipti. Atatürk’ün sofrası adeta bir bilim akademisi gibiydi. Sofrada bulunan kara tahtada başta dil ve tarih olmak üzere pek çok konudaki sorunlara çözüm üretilirdi. Atatürk, sofrasına çağırıp sabahlara kadar tartıştığı bilim adamlarına, “Sizlerle yaptığım bu ilmi konuşmalar, benim ruhumun gıdasıdır.” diyecek kadar bilime önem veren, Dolmabahçe Sarayı’ndaki çok güzel bir koltuğun kime ait olduğunu soranlara, “Bu koltuk bilim adamlarına aittir.” diyecek kadar ve Türkiye’ye gelen yabancı bilim adamlarına, milletvekillerinin üç katı maaş verecek kadar da bilim insanlarına değer veren bir devlet adamıydı. Onun bu özelliğini fark eden Herbert Melzig, Atatürk’e, “Çankaya Düşünürü” demişti. Okuduğu, yaklaşık 4000 küsür kitap, tarih ve dil konularında bizzat geliştirdiği tezler, matematik ve geometri alanlarında yaptığı çalışmalar ve yazdığı “tarih”, “sosyoloji” ve “geometri” kitapları ve yüksek bir edebi değere sahip olan “Nutuk” adlı eseri, Atatürk’ün aynı zamanda bir “bilim insanı” olduğunu kanıtlayacak güçtedir.

Hepkon’un kabul edemediği de budur. O Atatürk’ü sadece siyasal ve askeri boyutlarıyla sınırlandırma yanlışlığına düşmüştür Hepkon Eleştirdiği Kitabı anlayarak okumamıştır Haluk Hepkon, “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı eseri iyi okumadan ve doğru anlamadan eleştirmiştir. Hatta Hepkon, bir eleştirmenin asla yapmaması gereken bir yanlışlığa düşerek söz konusu eserin önsözünü okumayı ihmal etmiştir. Çünkü eğer eserin önsözünü okumuş olsaydı şu cümleleri kullanma yanlışlığına düşmeyecekti: “…Meydan, Dursun’u acelecilikle itham etmeyi ihmal etmeden , onbeş yıl sonra diğer raporların bulunduğu müjdesini veriyor. Hal ve tavrına bakan sözkonusu raporları Meydan’ın bulduğunu zannedebilir. Oysa Meydan’ın yaptığı yaklaşık iki yıl önce yayınlanmış raporları kendi yorumunu da katarak tekrar yayınlamaktan ibarettir.” Hepkon bu cümleleri ya dalgınlık ya da dikkatsizlik sonucunda kaleme almış olsa gerekir. Çünkü Meydan kitabının önsözünde Tahsin Bey’in Atatürk’ e gönderdiği raporların nasıl bulunup yayınlandığını tüm detaylarıyla anlatmış, kitabında hiçbir yerde “Bu raporları bulan benim dememiş ya da bunu ima etmemiştir! İşte Meydan’ın kitabında geçen bu konudaki cümlelerin bir bölümü: “Peki ya Tahsin Bey’in Meksika’dan Atatürk’e gönderdiği raporlar! Türkiye’de ilk kez bu konuyu işleyen Turan Dursun’du. Dursun 1990’da yayınlanan Din Bu II adlı kitabında Tahsin Bey’in Atatürk’e gönderdiği 14. Raporu yayınlamıştı. Turan Dursun 14. Raporu okuyucuyla paylaşmanın haklı gururunu yaşıyordu. (…) Turan Dursun Dışında 14. raporu Saçak Dergisi ve daha sonra da Doğu Perinçek Din ev Allah adlı kitabında kamuoyuna sundu.” (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.13) Açıkça görüldüğü gibi Meydan raporları ben buldum iddiasında ya da imasında değildir. Raporları bulan ve yayınlayanları tek tek açıklamıştır.

Hepkon kitabı sadece okumamakla kalmamış, aynı zamanda okuduğunu da doğru anlamamıştır. Örneğin Hepkon, Meydan’ı eleştirirken şöyle cümleler kullanır: “…Meydan’ın bu konudaki hassasiyeti son derece normaldir. Çünkü ona göre Türklerin anavatanı gerçekten kayıp Mu kıtası, dünyanın en eski dili de Mu dili yani Türkçedir. Meydan, kitabında konu hakkında nesnel bir araştırma yapmaktan ziyade, öznel fikirlerini Atatürk’ü de işin içine katarak açıklamaktadır…” Bu cümleler Hepkon için büyük talihsizliktir! Çünkü Sinan Meydan kitabında Mu’nun Türklerin anavatanı olduğuna inandığını hiçbir yerde ifade etmemiştir. Ayrıca Meydan kitabında Mu’nun varlığıyla ya da yokluğuyla ilgilenmez bile, onun amacı Atatürk Mu ilişkisini ortaya koymaktır. Hepkon’un, Meydan’ın düşünceleri olarak verdiği yukarıdaki sözler doğrudan Atatürk’ e aittir. Atatürk 1936 yılında Afet İnan’a yazdığı bir mektupta bu konudaki düşüncelerini açıkça şöyle ifade etmişti. “…Mu ve May, yani Uygur Türk alfabesinin bütün medeni dünyada ilk alfabe olduğunu görmekle …bahtiyar olduk. (Kaynak. Afet İnan, Atatürk’ten Mektuplar, 2.bs. Ankara, 1989, s.35.”(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.155) İşte Hepkon’un büyük gaflarından biri.Görüldüğü gibi Hepkon çok talihsizce, Atatürk’ün düşüncelerini Sinan Meydan’a aitmiş gibi göstermiş, okuyucuyu yanlış yönlendirmiştir. Hepkon’un eleştirisinde, onun okuduğunu iyi anlamadığına ilişkin o kadar çok örnek vardır ki.! Gerçi Hepkon, Sinan Meydan’ın bazı cümlelerinin ne anlama geldiğinin anlaşılamadığını söylemiştir; fakat verdiği örnekler bu cümleleri okuyanları, “Bir eleştirmen bu kadar açık ifadeleri nasıl anlamaz?”dedirtecek türdendir. Örneğin. Hepkon, Meydan’ın Atatürk ve İslam dini konusundaki bazı cümlelerini anlamadığından yakınmaktadır. “…Meydan her ne kadar Atatürk’ün İslam tarihine yaklaşımının ‘genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı’ olduğunu kabul etse de pek içine sindiremediği bu tutumu, ‘ama ölçülüydü’ gibi ne anlama geldiği anlaşılamayan ifadelerle yumuşatmaya çalışmaktadır. Kitapta yer alan ‘Tahsin Bey’in İslamın doğuşu tezi (…) Cumhuriyet ideolojisine uygundu; fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı. (s.175) türü kendisiyle çelişen ifadeler bu yumuşama girişiminin sonucudur.” Hepkon’un işi gerçekten gittikçe zorlaşmaktadır. Bir eleştirmenin, bırakın eleştirmeni okuduğunu anlama yeteneğine sahip sıradan bir insanın “ama ölçülüydü” ifadesini çok rahat anlaması gerekir. Meydan kitabında Tahsin Bey’in İslam tarihine bakışıyla, Atatürk’ün İslam tarihine bakışını uzunca kıyasladıktan sonra aralarındaki farkı ortaya koymak için, Atatürk’ün İslam tarihine bakışının genel kabullere aykırı ve sorgulayıcı olduğunu belirtmiş; fakat bu aykırılığın ve sorgulayıcılığın ise “ölçülü” olduğunu vurgulamıştır. Burada anlatılmak istenilen, Atatürk’ün İslam tarihi konusundaki görüşlerinin Tahsin Bey’in İslam tarihi konusundaki görüşlerinden daha “ölçülü” olduğudur. Hepkon “ölçülü” sözünün anlamını bilmeyebilir. Fakat bu da mazeret değildir. Bir eleştirmenin başucu kitaplarından biri TDK’nin kalın sözlüğü olmalıdır. Hepkon, evet kitabı iyi okumamıştır, okuduğunu anlamamıştır, bunlar belki bir yere kadar kabul edilebilir eksiklerdir! Ama ya bilinçli olarak “çarpıtmaya”, okuyucuyu “yanlış yönlendirmeye” ne demeli. Bir eleştirmenin böyle bir hakkı var mıdır? Maalesef Hepkon bunu da yapmış, bilerek okuyucuyu eser hakkında yanlış yönlendirmiştir. Yukarıdaki alıntının ikinci bölümünde geçen: “…Kitapta yer alan Tahsin Bey’in İslamın doğuşu tezi (…) Cumhuriyet ideolojisine uygundu; fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı.(s.175)” cümlesinde gerçekten bir anlamsızlık vardır. Fakat bu anlamsızlığın sorumlusu kitabın yazarı Sinan Meydan değil, eleştirmen Haluk Hepkon’dur. Hepkon bilinçli olarak birkaç kelimeyi cımbızla çekip çıkarmış ve o bölümü (…) ile göstermiştir. Böylece cümle anlamsızlaştırılmıştır Hepkon bunu niye mi yapmıştır? Hemen söyleyelim. Öfkeli eleştirmenimiz, yazarı “çelişkiye” düşmekle suçlamak için ufak bir “şark kurnazlığı”na baş vurmuş; fakat bu ufak kurnazlığın açığa çıkacağını düşünmemiştir. Peki o cümleden eğer o kelimeler cımbızla çekilmesiydi ne olurdu? Yani Meydan’ın cümlesinin orijinali nasıldı? “…Tahsin Beyin İslamın doğuşu tezi ‘niyet’ açısından, genel kabulleri sorgulaması ve İslam dininin doğuşunu ‘vahiy’ temelinden ‘akıl’ temeline oturtmaya çalışması Cumhuriyet ideolojisine uygundu. Fakat içerik bakımından Cumhuriyet ideolojisine aykırıydı. Tahsin Bey, raporunda İslamın vahiy kaynaklı olduğu tezini çürütmek için adeta bin dereden su getirmiş, zaman zaman akıl dışı ve zorlama yorumlar yapmıştı. İşte Tahsin Bey’in İslam’In doğuşu tezinde Atatürk’ün tepkisini çeken de bu ‘mantık dışılık’, ‘aşırılık’ ve ‘zorlama’ yorumlardı “(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.175.) Görüldüğü gibi Hepkon’un, yazarın ‘çelişkisi’ diye okuyucuya sunduğu cümlelerin tahrif edilmemiş biçimiyle eleştirmen tarafından tahrif edilmiş biçimi arasında büyük bir fark vardır.Hepkon, yazarı eleştirebilmek için bilerek metni anlamsızlaştırmıştır. Hepkon’un yazarı “anlamamak” için verdiği mücadele dikkate şayandır.

Örneğin Hepkon, “…Meydan’ın Kemalist Devrimin din konusundaki tutumunu ‘Pozitivist Tahsin Bey’ üzerinden eleştirmeyi kendisi açısından daha akıllıca bulduğu anlaşılıyor…” diyerek yazarı anlamama ısrarını sürdürmüştür. Meydan, Tahsin Bey’i eleştirip, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün Tahsin Bey’den çok daha farklı bir din anlayışına sahip olduğunu vurgularken, Hepkon, yazarın Tahsin Beye yaptığı eleştiriyi Kemalist devrime yapılan bir eleştiri olarak yorumlamaktadır. Burada şunu sormak gerekir: Kemalist devrimin din politikasını Mustafa Kemal Atatürk mü yoksa Tahsin Bey mi belirlemiştir?

Hepkon, sadece kitabı değil kitabın üzerine kurulduğu temel iki karakteri de anlamamıştır. Bunlardan biri Atatürk, diğeri de J. Churchward’dır. Atatürk’e daha önce değinmiştik. Hepkon, Churchward’ı da anlamamış, Atatürk’ün büyük önem verdiği J. Cchurchward’ı da ağır bir dille eleştirmiştir.Fakat ne acıdır ki, bilgi eksikliği burada da karşımıza çıkmaktadır. Hepkon, evrimi reddeden Churchward’ın toplumsal gelişime de karşı olduğunu belirtmekte, onun mason olduğunu ilan etmekte ve Churchward’ı “şarlatanlıkla” suçlamaktadır. Aslında Hepkon’un amacı, mason ve şarlatan Churchward’ı önemsediği için Sinan Meydan’ı, eleştirmektir. Churchward’ın mason olduğunu öne sürmesi ise tamamen taktik gereğidir. Hepkon bu şekilde Mason Churchward’a inanmanın doğru olmayacağını dile getirirken kendi kendisiyle çeliştiğinin de farkında değildir. İnsanları ortaya koydukları eserlere göre değil, dini inançları, ya da inançsızlıklarına ya da dünya görüşlerine göre eleştirdiğini açık seçik göstermiştir. Hepkon’un bu yaklaşımı tam bir gaftır. Birincisi, J. Churchward, son derece zeki bir bilim insanıdır. Hepkon’un şarlatan diye küçümsediği J. Churchward, Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerinin miğferlerinde kullandıkları delinmesi neredeyse imkansız NVC çeliğini bulmuştur. Şarlatan Churchward(!) tam 50 yıl dünyanın dört bir yanında eski bir uygarlığı ortaya çıkarmak için çalışmış, araştırmış ve sorgulamıştır. Çağının bilimsel anlayışı onu dışlamıştır, çünkü ileri sürdüğü tezler Batı merkezli emperyalist tarih görüşüne aykırı ve dönemin hakim düşüncesi olan pozitivist felsefeye terstir. Yaşadığı çağda anlaşılamaması hiç kimseye bir bilim insanını küçümseme hakkı vermez. Fakat Hepkon bu hakkı kendinde bulmuştur. İkincisi, Hepkon, J. Churchward’ı küçümseyerek “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu”nun yazarı Sinan Meydan’ı eleştirmek isterken, aslında Atatürk’ü eleştirdiğinin de farkında değildir. Çünkü, Meydan’ın kitabının son bölümünde “Altı Çizili Satırlar” başlığı altında Atatürk’ün J. Churchward’ın görüşlerine ve kitaplarına ne kadar büyük önem verdiği resimlerle ve orijinal belgelerle anlatılmıştır. Yoksa Hepkon, eseri ve yazarı bahane ederek Atatürk’ü mü eleştirmek istemiştir? Kim bilir!

Hepkon okuyucuyu yanlış yönlendirmeye devam etmiştir. Eleştirisinin omurgası eksiktir. Öyle ki, eleştirdiği kitabın iskeletini oluşturan bölümü görmezlikten gelmiş, Türkiye ‘de “ilk kez” bu kitapta sayfalarca açıklanan Tahsin Beyle Atatürk arasıdaki görüş ayrılığını kanıtlayacak bir şey bulunmadığını belirtmiştir: “Meydan’a göre…Tahsin Mayatepek’in pozitivist fikirlerini yansıtan 14. rapor Atatürk tarafından beğenilmemiştir. Ona göre Mayatepek ile TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplar bunun göstergesidir. Oysa mektuplarda anlaşmazlık olarak yorumlanabilecek bir şey bulunmamaktadır. Meydan kitabında konu ile ilgili bir kanıt gösterememektedir. “ Hepkon, burada da kitabı okuyanları şaşırtmaktadır. Çünkü Hepkon’un “kanıt yoktur” dediği konu kitabın üçüncü bölümünde “Bilinmeyen Ayrılık” başlığı altında, belgelere dayalı olarak sayfalarca anlatılmıştır. Ayrıca Hepkon, burada bazı noktaları görmezlikten gelmiştir. Atatürk’le Tahsin Bey arasındaki görüş ayrılığının 7. rapordan sonra başladığını belirtmeyi unutmuştur! İşte Hepkon’un, yazarı kanıt gösterememekle suçladığı Atatürk ve Tahsin Bey arasındaki görüş ayrılığıyla ilgili kitaptaki kanıtlardan birkaçı: Tahsin Beyle Atatürk arasındaki gerginlik 7. Rapordan sonra başlamıştı. Tahsin Bey bu raporundaki bazı konuları Atatürk şüpheyle karşılamıştı. Bunu, TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen’in 22. 6 1936 tarihinde Tahsin Beye gönderdiği mektuptan anlamaktayız. Dilmen söz konusu mektubuna şöyle başlıyordu: “(7. Raporda) kitapların (Churchward’ın kitapları) en esaslı noktalarını hülasa etmişsiniz, ancak bir takım şüphe verici noktalar vardır. (TDK Genel Sekreterliğinden Meksika Büyükelçiliğine Gönderilen Mektup, Ankara, sayı 488, 22.6 1036)” (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.158-159) Dilmen daha sonra Tahsin Beye 7. rapor hakkındaki şüphe uyandıran noktalar hakkında bir çok soru soruyordu. Bu sorulardan biri de İslam Peygamberi Hz. Muhammed hakkındaydı. “…Hayatının hemen her zamanı mazbut olan (Hz) Muhammet’in Suriye’den başka bir yere gitmediği malum iken Mısır’da veya Hindistan’da tahsilini iddia etmek (…) hep şüphe ve merak uyandıran mülahazalar arasındadır sanırım.” (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.159), Ayrıca İ. Necmi Dilmen Churchward’ın yaşı meselesi, Yunan alfabesinin şifresi, Hristiyanlığın ve Museviliğin Mu kökenli olduğu, Churchward’ın eserlerinin Amerikan bilim çevrelerindeki etkisi gibi konularda da Tahsin Beye zincirleme sorular sormuştu. Hiç şüphesiz bu soruları sorduran Atatürk’tü. Tahsin Beyin bazı “akıl dışı” zorlama yorumları Atatürk’e inandırıcı gelmemişti. Atatürk’le Tahsin Bey arasında görüş ayrılığı olmadığını söyleyen Hepkon, yoksa Atatürk’ün Tahsin Bey’in “zorlama” ve “akıl dışı” yorumlarına inandığını mı söylemek istemiştir? Peki ya Tahsin Beyin yanıtları! Atatürk, bu yanıtlardan tatmin olmuş mudur? Tabi ki hayır. Çünkü Meydan’ın kitabında gösterdiği gibi Tahsin Bey’in sorulara verdiği yanıtlar, 7. rapordaki bilgilerin tekrarından ibarettir. Bu tekrarların ‘sorgulayıcı’ bir bilim anlayışına sahip olan Atatürk’ü tatmin etmesi mümkün değildir. Hepkon’un, yazarın öznel yorumları dediği bu yorumlar görüldüğü gibi tamamen belgelere dayalı çıkarımlardır Ve bu yorumlar ancak Atatürk’ü iyi tanıyan biri tarafından yapılabilecek değerlendirmelerdir. Atatürk ve Tahsin Bey ararsındaki görüş ayrılıkları Hepkon’un iddiasının aksine Tahsin Beyle TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen arasındaki mektuplardan çok rahat anlaşılmaktadır. İşte bir örnek daha: Meydan kitabında Atatürk’ün Kayıp Kıta Mu konusunda araştırmalar yapması için Meksika’ya gönderdiği Tahsin Bey’le 7. rapordan sonra doğrudan yazışmadığını tespit etmiştir. TDK Genel Sekreteri bir mektubunda Tahsin Beye, bundan sonra raporlarının birer nüshasını TDK’ya göndermesini istemiştir.” (Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.157) Yani artık Tahsin Beyin muhatabı doğrudan Atatürk değil TDK olmuştur. Peki ama neden? Neden Atatürk Tahsin Beyle arasına bir mesafe koymuştur? Bu durum Tahsin Beyle Atatürk arasındaki gerginliğin işareti değil midir? Hatta Meydan kitabında bu gerginliği yine Tahsin Bey’in TDK Genel sekreterine gönderdiği bir raporla şöyle ortaya koymuştur. Tahsin Bey İlişik 7 Kıta Rapor’un sonunda şu cümlelere yer vermişti: “Ulu önderimizin bu rapor hakkındaki mütalaaları ile birlikte fikri alinizi de bildirmek lütfunda bulunursanız pek müteşekkir ve minnettar olacağımı arz ve bilvesile derin hürmetlerimi teyid ederim çok sayın bay. “(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.158) Demek ki Tahsin Bey Atatürk’ün görüşlerini TDK Genel Sekreterinden öğrenmeye çalışmaktadır. Dilmen’in Tahsin Beye gönderdiği bir mektupta geçen, “…işaret ettiğiniz tashih Ulu Önderimize bildirilecektir.” cümlesi TDK’nin Tahsin Bey’le Atatürk arasında aracılık yaptığının kanıtıdır. Hepkon’a sormak gerekir: Atatürk ile Tahsin Bey arasında görüş ayrılığı yoksa neden ikiliye TDK aracılık yapmaktadır.Neden Tahsin Beye “raporlarınızda şüpheli noktalar vardır” diye mektuplar gönderilmektedir.?

14. Rapora gelince. Aslında öncelikle Sinan Meydan’ı ve kitabını çok ağır bir dille eleştiren Hepkon, Tahsin Beyi ve 14. raporu neden sahiplenmektedir sorusuna yanıt aramak gerekmektedir. Atatürk’ün yaşam felsefesine ve bilim anlayışına aykırı “zorlama yorumları” eleştiren Meydan’a neden öfke saçmaktadır? En önemlisi neden elde hiçbir belge ve bulgu yokken Atatürk’ün Tahsin Bey’in 14. raporunu beğendiği izlenimi yaratmaya çalışmakta, aksini söyleyen Sinan Meydan’ı suçlamaktadır? Üstelik Meydan kitabında bu konuda ilk kez bazı kanıtlar sunmayı başarmışken. Hepkon, Atatürk’ün 14. raporu beğenmediğine ilişkin bir kanıt olmadığını söylemektedir. Oysaki Meydan’ın tespit ettiği şu nokta bu durumun en açık kanıtıdır. Tahsin Bey 14. raporunun sonunda Meksika’daki araştırmalarını tamamladığını belirterek, Riodejenerio’ya tayin edilmek istemiş fakat onun bu isteği Atatürk tarafından kabul edilmemiştir.(Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, s.176)

Hepkon, Sinan Meydan’ı akıl dışılığı meşrulaştırmakla suçlayıp eleştirmektedir. “Atatürk’ün okuduğu kitapların arasında bunların öne çıkarılmasının nedeni söz konusu akıl dışılığa toplum nezdinde bir meşruluk kazandırma isteğidir.” Hepkon, peşin hükümle Meydan’ı Churchward’ın uygarlık teorisini ciddiye aldığı için “akıl dışılığa meşruluk kazandırmaklakla” suçlarken, aynı Hepkon, Tahsin Beyin raporlarındaki bazı “mantık dışı” yorumları nedense sahiplenme yoluna gitmiştir. Bu ne yaman çelişkidir! Peki ama bir eleştirmen nasıl böyle bir maddi hata yapabilir? Gerçi eğer eleştirmenin niyeti sadece esere ve yazara saldırmaksa bu ve benzer hataları yapması kaçınılmazdır. Hepkon, kendi dünya görüşü açısından Tahsin Beyin din konusundaki değerlendirmelerine sahip çıkmak zorunda kalmıştır. Bu yorumlar “akıl dışı” olsa da, o bunları savunma ihtiyacı hissetmiş ve büyük bir çelişki içine yuvarlanmıştır. Çünkü Tahsin Bey kendince İslam dininin vahiy kaynaklı olmadığını kanıtlamak iddiası taşımaktadır. Tahsin Bey’le aynı kanıda olan Hepkon tıpkı kendinden öncekiler gibi 14. raporu Atatürk’le ilişkilendirerek kendi dünya görüşüne meşruluk kazandırmak istemiştir. Hepkona göre daha yolun başında bir araştırmacı olan Sinan Meydan’ın bu meşruluğa baş kaldırması eleştirmenin ezberini öylesine bozmuştur ki, öfkesine yenilen eleştirmen kolay lokma gördüğü yazara çala kalem saldırma yoluna gitmiştir. Hepkon ve onun gibiler eğer Atatürk’ü iyi tanısalardı 14. raporu ellerinin tersiyle bir kenara iterler, Atatürk’ün söz konusu raporda geçen “iğreti yorumları” benimsemiş olabilme ihtimalinin sıfır olduğunu tahmin edebilirlerdi. Peki ama Hepkon ve diğerleri bugüne kadar neden böyle bir çaba içinde olmamışlardır. Neden bu rapordaki akıl dışı değerlendirmeleri Atatürk’ün görüşleri gibi lanse etmişlerdir. Yanıt çak basittir. Onlar da Tahsin Beyin yanılgısına düşmüşler, bilimi ideolojilerine alet etmişlerdir. Kendi dünya görüşlerini beslemek için Atatürk dahil her şeyi çarpıtmışlar ve çarpıtmaya devam etmektedirler. Oysaki modern bilimin temel ölçütü objektifliktir. İdeolojiye yenik düşen bilimin Türkiye’yi Atatürk’ün hedef gösterdiği “Muasır medeniyet düzeyine” ulaştırmayacağı kesindir. Aydınlık bir Türkiye için şartlanmış akıl dahil, her türlü yobazlığa karşı çıkılmalıdır.

Eleştirmenin Tabuları…

Haluk Hepkon’un, Sinan Meydan’ın Kayıp Kıta Mu adlı eserine yönelik eleştirileri eleştiri boyutunu aşmış, hakarete varmıştır. “… çok değil, bir on sene öncesine kadar insanlar kendilerine bu türden şeylerden bahsedenler için üzülür, akıl sağlığının ne büyük bir nimet olduğunu düşünürlerdi…. “ diyen Hepkon daha eleştirisinin ilk cümlelerinde yazarı “delilikle” suçlamaktadır. Hepkon öfke saçmaya devam etmiş, bu sefer de yazarı “hırçınlıkla” suçlamıştır: “…İlk bakışta anlamsız gelebilecek hırçınlığın nedeni budur.” Hepkon satır aralarında hiç tanımadığı belli olan yazar hakkında öznel değerlendirmeler yapmaktan da uzak durmamıştır: “…Tarihin gördüğü en büyük şarlatanlardan Churchward’ın evrim teorisine ve materyalizme karşı olmasından övgüyle bahseden Meydan pozitivizmden de geri bir konuma düşmektedir.” Hepkon, işte tam da bu noktada içinden çıkılmaz bir girdaba kapılmıştır. Hepkon’a sormak gerekir, Churchward’ın 4 kitabını 60 kişilik tercüme heyeti kurarak Türkçeye çevirten ve günlerce bu kitaplar üzerinde çalışan, sayfa sayfa satır satır okuyup, notlar alan Atatürk acaba nasıl bir konuma düşmektedir!

Sinan Meydan. Atatürk ve Kayıp Kıta Mu’nun yazarı (2005)

Not: Daha yolun başında bir araştırmacı diye kendinizce küçümsediğiniz sinan Meydan 2002 yılında Bir Ömrün Öteki Hikayesi ve 2004 yılında Beyaz Kule adlı bir Atatürk romanının yazarıdır. Tüm amacı Türk toplumunun Atatürk’ün düşünce zenginliklerini fark etmesi ve Atatürk düşmanlarının etkisiz kılınmasıdır. Ülkesine çağdaş ve Laik cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkılmasına inanan Sinan Meydan. Türkiye’nin ancak Atatürk yolundan ilerleyerek kurtuluşa inanacağını düşünmektedir.En önemli amaçlarından biri de Atatürk’ü kendi kısır ideolojilerine tanık göstermek isteyen Haluk Hepkon gibilerin maskelerini düşürmektir
.
Bence Kayıp kıta Mu 1-2 yi okuyunuz
http://www.sinanmeydancom.tr.gg
Kullanıcı küçük betizi
Otopsi
Üye
Üye
 
İletiler: 251
Kayıt: Sal Ağu 12, 2008 13:55

İletigönderen Türk-Kan » Prş Oca 22, 2009 11:48

Otopsi, tamami büyük harflerden olusan iletiler, konu basliklari forum kurallarina aykiridir, lütfen dikkat ediniz.

Konuyu ilgili bölüme tasidim.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56


Şu dizine dön: Kitap Tanıtımları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x